"Ey Ali! Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder" hadisinin incelenmesi (3)

"Ey Ali! Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder" hadisinin incelenmesi (3)
Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Ali’yi (a.s.) seven beni sevmiş olur, Ali’ye (a.s.) buğzeden bana buğzetmiş olur. Ali’ye (a.s.) eziyet eden bana eziyet etmiş olur ve bana eziyet eden Allah’a eziyet etmiştir. Şu ana kadar okuduğumuz pasajlarla bu hadisi en azından Hâkim en-Nîsâbûrî’nin, Hâfız Zehebî’nin, Allâme Vâdıî’nin ve Allâme Albânî’nin sahih saydıklarını anladık.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla… Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır. Salât ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed'e (s.a.a.), pak ve mutahhar Âl'ine ve seçkin ashabına olsun. Sizleri selâmların en güzeliyle selâmlıyoruz. “el-Mutarâhâtun fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir bölümüyle huzurlarınızdayız. Değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Seyyidim değerli izleyicilerimizin konuya aşinalık sağlayabilmeleri için bu akşamki programa giriş kabilinden önceki programın bir özetini sunabilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Bizler önceki iki programda Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan üç hadis üzerinde durduk.

 

İlk hadis; Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) İmam Ali'ye “Ey Ali! Seni ancak mümin sever” buyruğu idi. Gerçi hadisin metninde “Ey Ali!” ifadesi geçmemektedir. Hadisin orijinal metninde geçen ifade şöyledir:

 

Beni müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğzetmemesi ûmmî olan Peygamber'in (s.a.a.) bana katî bir ahdu peymanıdır.

 

Bu hadisin, âlimlerin üzerinde ittifak ettiği hadislerden olduğunu, isnad zinciri hakkında herhangi bir kuşkunun olmadığını ve Hz. Resûlullah'ın mübarek dillerinden kesin bir şekilde sadır olduğunu belirtmiştik.

 

Önceki iki programda işaret ettiğimiz ikinci hadis ise Resûlullah'ın (s.a.a.) şu buyruğu idi:

 

‘‘Kim Ali'yi severse beni sevmiş olur. Kim Ali'ye buğzederse bana buğzetmiş olur.” Gerçi önceki programda okuduğumuz nasların bir bölümünde hadiste şöyle bir fazlalık da söz konusudur:

 

Kim Ali'yi severse beni sevmiş olur. Beni seven ise Allah'ı sevmiş olur. Kim Ali'ye buğzederse bana buğzetmiş olur. Bana buğzeden ise Allah'a buğzetmiş olur.”

 

Hadisin bu şekildeki metni de önceki programda geçmiş idi. Biz bu hadisin de âlimler arasında müttefakun aleyh olan rivayetlerden olduğunu belirtmiştik.

 

Üçüncü hadis; bu hadisin üzerinde çok az durmuştuk, hakkında münakaşa bulunan Sünenü't-Tirmizî'de geçen hadistir. Rivayet şöyle:

 

Bize Kuteybe rivayet etti ve dedi ki; bize Cafer b. Süleymân'ın, Ebû Hârûn el-Abdî'den, onun da Ebû Saîd el Hudrî'den rivayetine göre şöyle demiştir:

 

“Biz, Ensâr topluluğu münafıklarını Ali b. Ebî Tâlib'den nefret etmeleriyle tanırdık.”[i]

 

Önceki programda da belirttiğimiz üzere Allâme Albânî'ye göre bu hadisin isnadı oldukça zayıftır.

 

Bu eserin muhakkiki Allâme Şuayb el-Arnavut da bu hadisin isnadının oldukça zayıf olduğunu söyler. Bunun nedeni hadisin isnad zincirinde Umâre b. Cuveyn Ebû Hârûn el-Abdî'nin bulunmasıdır. Bu şahsın hadislerine itibar edilmez. Cerh ve tadil âlimlerinin bir bölümü onu yalancı saymıştır. İbn Adiy de el-Kâmil adlı eserinde (c. 5, s. 1734) onu zayıf râviler arasında sayar.

 

Bu hadis hakkında şöyle dedik: Elimizde Ensar ile bağlantılı ve isnad zinciri sahih olan hadisler vardır. Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, biz önceki iki programda bu meseleye işaret etmiştik. Fadâilü's-Sahâbe adlı eserde bu içerikte bir hadis geçmişti. Hadisin lafzı şöyleydi.

 

“Biz Ensar'ın münafıklarını Ali'ye buğzetmeleriyle tanırdık.”[ii]

 

Bu hadis Ensar'ın münafıklarıyla bağlantılıydı. Ancak o hadisle bu hadis arasında herhangi bir çelişki yoktur. Usûl ilminde de söz konusu edildiği üzere ispat edilen şeyler arasında herhangi bir çelişki olmaz.

 

Önceki programda bu üç hadise işaret ettik.

 

İlk metin: “Ey Ali! Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder.”

 

İkinci metin: “Kim Ali'yi severse beni sevmiş olur. Kim Ali'ye buğzederse bana buğzetmiş olur.”

 

Üçüncü metin: “Bizler Resûlullah (s.a.a.) döneminde münafıkları Ali'ye (a.s.) buğzetmeleriyle tanırdık.”

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyidim, bu üçüncü hadis üzerinde konuşacak olursak değerli izleyiciler şöyle diyebilirler: Bu hadis bizim için hüccet değildir. Çünkü Allâme Albânî ve Muhakkik Arnavut bu hadisi zayıf saymışlar ve zayıf sayma gerekçelerini de belirtmişlerdir. Acaba bu üçüncü hadisin sahih bir isnada sahip şekli var mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bir sonuca varabilmemiz için değerli izleyicilerin burasını dikkatlice dinlemelerini istirham ediyorum. Elimize bir kitap geçti. Bu kitabı bize gönderen kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Kitap Ebu'l-Hasan el-Himyerî'nin Cüzü Ali b. Muhammed el-Himyerî adlı eseridir. Eserin tahkik, tahric ve tetkikini yapan zat, Medine-i Münevvere'de bulunan el-Câmietü'l-İslâmiyye Üniversitesi'nin hadis bölümündeki bir akademisyendir.

 

Hadis şöyledir:

 

Bize Ali rivayet etti ve dedi ki; bize Hârûn b. İshâk rivayet etti ve dedi ki; bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den, o da Yezîd b. Husayfe'den, o da Busr b. Saîd'den, o da Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet etmektedir:

 

‘‘Bizler Resûlullah (s.a.a.) döneminde münafıkları Ali'ye (a.s.) buğzetmeleriyle tanırdık.”[iii]

 

Bu metin bu eserde geçmektedir. Bu hadisin isnad değerine işaret etmeden önce değerli izleyicilerin bu eserin müellifi Ali b. Muhammed el-Himyerî'yi tanımalarını istiyorum. Bu şahsın tercüme-i hâli Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ'da geçmektedir. Hâfız Zehebî bu eserinde el-Himyerî hakkında şu bilgileri sunar:

 

el-Himyerî: imam, fakih, allâme, Kûfe kadısı Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Hârûn el-Himyerî el-Kûfî el-Hâfız.[iv]

 

Bu bilgilere göre el-Himyerî, büyük âlimlerden, hâfız ve imamlardandır. Fakih ve allâmedir.

 

Birkaç dakikayla da olsa bu hadisin isnad zinciri üzerinde durmak istiyorum. Ta ki bu hadisin isnadında bir problem var mı yok mu, görelim. Hadisin isnad zincirinde aşağıdaki şahıslar bulunmaktadır.

 

Hadisin isnad zincirinde bulunan ilk zat, Hârûn b. İshak'tır. Ez-Zehebî el-Kâşif adlı eserinde şöyle der:

 

Hârûn b. İshak el-Hemedânî el-Kufî: Hâfızdır, Ebû Uyeyne'den ve Mutemir'den hadis rivayetinde bulunmuştur. Ondan da et-Tirmizî, en-Nesâî, İbn Mâce, İbn Huzeym ve el-Mehâmilî hadis rivayet etmişlerdir. Sika ve âbid bir şahsiyettir.[v]

 

Öyleyse hadisin isnad zincirindeki ilk şahıs sikadır.

 

Hadisin isnad zincirinde bulunan ikinci şahsa yani Süfyân b. Uyeyne'ye geçelim. İbn Hacer el-Askalânî, Takrîbü't-Tehzîb adlı eserinde Süfyân b. Uyeyne hakkında şu bilgileri verir:

 

Süfyân b. Uyeyne b. Ebî İmrân Meymûn el-Hilâlî, Ebû Muhammed el-Kûfî el-Mekkî: sika, hâfız, fakih, imam ve hüccet. Ancak şu var ki ömrünün son dönemlerinde hâfızasında birtakım sıkıntılar meydana geldi. Gerçi bazen tedlise de başvururdu. Ancak tedlisleri dahi sika râvilerden yaptığı rivayetlerden olurdu.[vi]

 

Bu niteliklerden daha üstün bir nitelendirme olabileceğini düşünemiyorum. Baksanıza, sika, fakih, imam ve hüccet nitelikleri hep bir arada geçiyor.

 

Pasaja göre görüntü itibariyle Süfyân tedlis yapan bir râvi olsa da hakikatte bu tedlis değildir. Çünkü ez-Zührî'den naklettiği rivayetlerin birçoğu sıhahlarda mevcut olduğundan tedlis söz konusu değildir. Onun tedlis yaptığını varsaysak dahi bu tedlisi sika râvilerden yapıldığından dolayı hadisin sıhhatine hiçbir şekilde etki etmemektedir. İkinci râvi ile ilgili değerlendirmeler böyle.

 

Üçüncü râviye geçelim. Ez-Zührî. Zührî ile ilgili bilgileri de bu kaynaktan Cüzü Ali b. Muhammed adlı eserden ve eserin muhakkiki olan İbrahim el-Buaymî'nin değerlendirmelerinden aktaracağım:

 

ez-Zührî: Ebû Bekir Muhammed b. Müslim Ebû Abdullah b. Abdullah b. Şihâb ez-Zührî, el-Kureşî: Sika, hâfız, mutkin ve hüccet.[vii]

 

Bu da hadisin isnad zincirinde bulunan üçüncü şahıs.

 

Hadisin isnad zincirinde bulunan dördüncü zata, Yezîd b. Husayfe'ye geçelim. İbrahim el-Buaymi onun hakkında ise şu bilgileri verir:

 

Yezîd b. Husayfa ceddine nispet edilir. Sikadır. Onu İmam Ahmed, Yahya b. Maîn, Nesâî, Ebû Hâtem, İbn Sa'd, İbn Hacer ve İbn Hibbân sika kabul etmektedirler.[viii]

 

Yani bütün cerh ve tadil âlimleri onu sika kabul etmektedirler.

 

Hadisin isnad zincirinde bulunan beşinci zata, Busr b. Saîd'e geçelim. İbn Hacer Takrîbü't-Tehzîb'de şöyle der:

 

Busr b. Saîd el-Medenî: Âbid, İbn Hadramî'nin mevlası, sika ve celil.[ix]

 

İşte hadisin isnad zincirinde bulunan şahıslar. Bu şahıslardan sonra ise isnad zincirinde sahâbe kuşağının meşhur ve maruflarından Ebû Saîd el-Hudrî bulunmaktadır.

 

Yapılan bu açıklamalarla şu neticeye ulaştık: Bu metin sened açısından tam ve sahihtir. Yani hadisin isnad zincirinde kuşkuya mahal herhangi bir durum yoktur. Cerh ve tadil âlimlerinin kriterlerine göre hadisin senedi ya sahihtir veya Süfyân b. Uyeyne'den dolayı bir sıkıntı olabilirse de Süfyân sadece sika râvilerden tedlis yaptığından herhangi bir problem söz konusu değildir. Bu durumda da hadis en alt seviyede hasen olabilir. Bu hadisi kabulden kaçınmak mümkün değildir. Hadis ya sahihtir veya en azından hasen hadis seviyesindedir.

 

Hadisin lafız ve metnine değerli izleyicilerin dikkat etmelerini istiyorum. Hadisin metnini bir defa daha okuyacağım:

 

ما كنا نعرف المنافقين على عهد رسول الله (صلى الله عليه وآله) إلا ببغض علي/ Bizler münafıkları Resûlullah (s.a.a.) döneminde ancak Ali'ye buğzetmeleriyle tanırdık.”

 

Dikkat ederseniz hadiste bir hasr (özgülük-sınırlama) ifadesi vardır. Yani Resûlullah'ın sahâbesini ayırt ederken, onların münafık mı mümin olduklarını belirlerken yegâne baktığımız şey ve elimizdeki tek ölçüt ‘‘İmam Ali'ye sevgi duyup duymamaları, buğzedip etmemeleri'' idi. Öyleyse İmam Ali'yi sevmek ve O'na buğzetmek Resûlullah'ın sahâbesini iman ve nifak açısından ayırt etmedeki ölçüt idi. Değerli izleyicilerin de anlayacakları gibi mümin sahâbîyi, münafık sahâbîden ayırt edebilmek için sahâbîde aranan ilk ölçüt ‘‘Ali (a.s.) sevgisi ve O'na duyulan buğz'' idi. Mümin olduğu sabit olunca da bu durumda şu soruyu sormamız gerekiyor: Acaba bu sahabî adil mi, değil mi? Yani ikinci basamakta da adil veya fasık olup olmadığına bakmamız gerekiyor. Maalesef ister bu ekolden olsun ister diğer ekolden olsun sahâbenin adaleti hususunda ele alınan bütün kitaplarda bu hususta metodolojik bir hatayı müşahede etmekteyiz. Neredeyse yazılan bütün eserlerin hepsi doğrudan sahâbenin adalet ve fasıklığı konusuyla eserlerine giriş yapmaktadırlar. Hâlbuki bundan önce ele alınması gereken öncelikli bir konu var. Bu konu da şudur: Bu sahâbînin mümin olduğuna dair delil nedir ki o sahâbîyi mümin olarak kabul edelim.

 

وَلَمَّا يَدْخُلِ الإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ /iman henüz kalplerinize yerleşmedi.”

 

Yani sahâbe kuşağı içinde sadece dilleriyle iman etmiş ve kalpleri iman etmemiş kimseler vardır. Öyleyse ilk ele alınması gereken konu -ki biz de bu konu üzerinde etraflıca duracağız- aynı zamanda ele aldığımız bu hadisin önemli sonuçlarındandır. Ebû Saîd el-Hudrî seviyesinde bir sahabî “Bizler Resûlullah (s.a.a.) döneminde münafıkları ancak Ali'ye buğzetmeleriyle tanırdık” demektedir. Sahâbenin müminlerini münafıklarından ayırt etmedeki ölçüt Ali sevgisidir. 

 

Sunucu: Bu hadisin sübutu hakkında herhangi bir tartışma bulunmadığı anlaşıldı. Peki, bu üç hadise karşı özellikle de bu son metne karşı İbn Teymiyye'nin yaklaşımı nasıldır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu üç hadise karşı İbn Teymiyye'nin tutumu üzerinde biraz durmaya çalışalım.

 

İlk metin: “Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder.”

 

Şeyh İbn Teymiyye'nin uyguladığı metotlardan biri şudur: Eğer hadisi zayıf ve mevzu olmakla suçlayıp da değerini düşürme olanağı yoksa bu durumda hadis hakkında kuşku oluşturmaya çalışır.

 

Bunu açık bir şekilde Minhâcü's-Sünne'de görebiliyoruz. Hadisin metnini aktardıktan sonra şöyle der:

 

Ali'nin hadisine gelince ise bu konuda bazıları kuşku duymuşlardır.[x]

 

Zaten o genellikle böyle sözü belirsiz bir stille söyler. Bu hadis hakkında kimin kuşku duyduklarını belirtmez. İlginç olan şu ki hadisi tahkik eden kimse de bu cümleye herhangi bir not düşmüş değildir. Hâlbuki bu tür cümlelerde olması gereken ‘‘bu hadis hakkında kuşku duyanlar şunlardır'' diyerek isim sunmaktır. Asla! Eserin muhakkiki bu ifadeye bir not düşmemiş ve olduğu gibi bırakmıştır. Bunu İbn Teymiyye'nin boynuna yüklemiştir.

 

Değerli izleyiciler şu noktaya dikkat ediniz lütfen. Şeyh İbn Teymiyye ilk olarak konu hakkında bir kuşku oluşturmak istiyor. Şeyh İbn Teymiyye'ye güvenenler bu hadis hakkında ‘‘İbn Teymiyye kuşku duyuyor'' diyeceklerdir. İbn Teymiyye “Ali'nin hadisine gelince ise bu konuda bazıları kuşku duymuşlardır” demektedir. Ey Şeyh! İlmî emanet duygusu ilk önce kendi düşünceni ortaya koymanı gerektirmektedir. Yani sen de bu hadisten kuşku duyanlardan mısın, yoksa kabul edenlerden misin? İkinci olarak eğer sen bu hadisin sahih olduğunu ve kesin olarak Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek dilinden sâdır olduğunu kabul edenlerden isen bunu belirtmeli ve sonra da bu hadis hakkında kuşku duyanların isimlerini ortaya koymalıydın ki onları reddedebilesin. İlmî çalışma ve disiplin bunu gerektirir. Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye'yi mütalaa edenler ve onun ilmî emanet duygusu ile hareket ettiğine inananlar lütfen bu hususa dikkat etsinler. Dikkatlice incelemeleri halinde onun İmam Ali'nin menkıbe ve faziletleri ile Ehl-i Beyt'in üstünlükleri konusunda hakikatte ilmî sorumluluk duygusu ile hareket etmediğini ve güvenilir olmadığını anlayacaklardır. Öyleyse ilk hadis hakkında İbn Teymiyye sözünü öyle bir şekilde söylemektedir ki bu hadis hakkında ‘‘kuşku varmış'' gibi bir algı oluşturmaktadır.

 

İkinci hadise ve metne geçelim: من أحب علياً فقد أحبني /Ali'yi (a.s.) seven beni sevmiş olur.”

 

Değerli izleyiciler dikkat etsinler lütfen.

 

İbn Teymiyye bu hadis hakkında Allâme Hillî'nin İmam Ali b. Ebî Tâlib ile ilgili hadislerini aktarır:

 

Bir adam Selmân'a (ra.) ‘‘Ali'yi neden bu derece çok seviyorsun?'' diye sorunca Selmân şöyle karşılık verdi: Ben Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: ‘‘Ali'yi seven beni sevmiş olur. Ali'ye buğzeden ise bana buğzetmiş olur.''[xi]

 

Hz. Selmân'a soru soran sanki itiraz edercesine soruyor. Selmân'ın bu hadisine göre Hz. Ali (a.s.) sevgisi Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetidir. Zira O'nu sevmemizi bize Resûlullah (s.a.a.) söyledi.

 

İbn Teymiyye bu hadisi değerlendirirken şöyle der:

 

el-Cevab: İlk on hadisin tümü yalan ve uydurmadır.[xii]

 

Bu on hadis Allâme Hillî'nin İmam Ali'nin fazilet ve menkıbeleri hakkında naklettiği hadislerdir.

 

“Ali'yi seven beni sevmiş olur. Ali'ye buğzeden ise bana buğzetmiş olur.”

 

Hadisi de bu on hadisten biridir.

 

Burada yeri gelmişken sorulması gereken temel soru şudur: Acaba “Ali'yi seven beni sevmiş olur. Ali'ye buğzeden ise bana buğzetmiş olur.” hadisi yalan ve uydurma mıdır, yoksa büyük âlimlerin de kabul ettikleri sahih bir hadis midir? Âlimler bu hadisi sahih olarak kabul ederlerse bu durumda Ali b. Ebî Tâlib'in (a.s.) fazilet ve menkıbeleri karşısında bu şahsın ilmî emanet duygusuna ne derece haiz olduğu ortaya çıkar.

 

Bu hususta birkaç kaynağa işaret etmek istiyorum.

 

İlk kaynak Hâkim en-Nîsâbûrî'nin el-Müstedrek ala's-Sahîhayn adlı eseri. Rivayeti senediyle birlikte okuyacağım:

 

Ebû Zeyd Saîd b. Revs el-Ensârî'den rivayet edildiğine göre o şöyle der: Bize Avf b. Ebî Osmân en-Nehdî rivayet etti ve dedi ki: Bir adam Hz. Selmân'a “Ali'yi (a.s.) neden bu derece çok seviyorsun?” diye sorunca Selmân şöyle karşılık verdi: Ben Resûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: Ali'yi seven beni sevmiş olur. Ali'ye buğzeden ise bana buğzetmiş olur.” Bu hadis Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğu halde tahric etmemişlerdir. [xiii]

 

Değerli izleyiciler, dikkat ediyor musunuz, Hâkim en-Nîsâbûrî sahih olarak kabul ediyor. Hâkim en-Nîsâbûrî'nin işi sıkı tutmadığı şeklinde bir itiraz gelebilir. Ancak bu alanda şiddetli olan ve işi oldukça sıkı tutan Hâfız Zehebî'nin bu hadis hakkında ne dediğine bir bakalım. Hâfız Zehebî bu hadise dipnotta “H. M.” rumuzlarını düşer.[xiv]  Yani Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre de sahihtir.

 

Allâme Albânî de bu değerlendirmeyi doğru bulur. O Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha adlı eserinde bu hadisi aktardıktan sonra şöyle der:

 

Bu hadisi Hâkim tahric etmiş ve Şeyhayn'ın şartlarına göre sahih olduğunu belirtmiştir. Zehebî de onun bu değerlendirmesine muvafakat etmiştir.[xv]

 

Emevîci din anlayışının imamı ve şeyhleri ise bu hadisin uydurma olduğunu söyler.

 

Zayıf olduğunu, senedinin tam olmadığını söyler, benim yanımda senedi sabit değildir, derler.

 

Ancak onlar, rivayet İmam Ali (a.s.) hakkında ise doğrudan yalan olduğunu söylerler. Öyleyse bu hadis, Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahih olduğu halde onlar sahihlerine almamıştır.

 

Bu iki eserden ve âlimden daha önemli olan veya en azından onların kategorisinde yer alan bir kaynaktan hadisi arz edelim. Yemen'in büyük âlimlerinden el-Vâdıî'nin (h. 1422) es-Sahîhü'l-Müsned adlı eseri. Allâme Vâdıî yukarıda okuduğumuz hadisi aktardıktan sonra şöyle der:

 

Hâkim demiştir ki: Bu hadis Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğu halde tahric etmemişlerdir.

 

Ebû Zeyd el-Ensârî rivayeti de böyledir. O da sahih ve sika olduğu halde Buhârî ve Müslim tahric etmemişlerdir. [xvi]

 

Yani Ebû Zeyd el-Ensârî hadisi de sahihtir, ancak Buhârî ve Müslim'de geçmemektedir.

 

Ben eminim ki Allâme Vâdıî, İbn Teymiyye'nin bu hadise nasıl yaklaştığına ve bu hadisi yalan saydığına vakıftır.

 

Bir diğer kaynağa el-İstîâb'a bakalım. El-İstîâb hadisi hadis müsellem ve kesin hakikatlerdenmiş gibi arz eder. Hadisin senedini sunmaksızın doğrudan ‘‘Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdu'' der. Yani bu konu o derece açıktır ki herhangi bir delile gerek kalmamaktadır. İbn Abdülberr'in ibaresi şöyledir:

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadırlar: “من أحب علياً فقد أحبني، ومن أبغض علياً فقد أبغضني، ومن آذى علياً فقد آذاني ومن آذاني فقد آذى الله /Ali'yi (a.s.) seven beni sevmiş olur, Ali'ye (a.s.) buğzeden bana buğzetmiş olur. Ali'ye (a.s.) eziyet eden bana eziyet etmiş olur ve bana eziyet eden Allah'a eziyet etmiştir.”[xvii]

 

Şu ana kadar okuduğumuz pasajlarla bu hadisi en azından Hâkim en-Nîsâbûrî'nin, Hâfız Zehebî'nin, Allâme Vâdıî'nin ve Allâme Albânî'nin sahih saydıklarını anladık. İbn Abdülberr ise hadisi kesin hakikatlerdenmiş gibi arz eder.

 

Selmân'dan aktarılan “Neden Ali'ye (a.s.) bu derece şiddetli sevgi besliyorsun…” şeklindeki hadisi açıkladık. Yani diyor ki; İmam Ali'ye yönelik sevgimin delili var. Çünkü Hz. Resûlullah (s.a.a.) “Kim Ali'yi severse beni sevmiş olur” buyurmuştur. Öyleyse ben O'nu sevince Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) sevmiş oluyorum. Resûlullah (s.a.a.) insana başta evladı olmak üzere sahip olduğu her şeyden daha sevimli gelmelidir. Selmân (r.a.) Hz. Ali'yi bu derece çok sevdiğine ve bu sevgiye önem verdiğine göre bunun bir sebebi var. Bu sebep de şudur: Ali'yi (a.s.) sevmek Allah Resûlünü sevmek demektir. Allah Resûlünü sevmek ise Allah Sübhânehu ve Teâlâ'yı sevmek demektir. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak ben Ali'yi (a.s.) seviyorum. Çünkü O'nu sevmek Allah'ı sevmek demektir.

 

İlmî açıdan bir derece daha ileri gitmek istiyorum. Varsayalım ki Allâme Hıllî'nin naklettiği bu haber ve hadisin senedi zayıf olsun. Nitekim Allâme Albânî Silsiletü'l-Ehâdîsi's Sahîha adlı eserinde şöyle der:

 

Hâkim en-Nîsâbûrî şöyle der: Bu hadis Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Ancak Hâkim de ez-Zehebî de yanılmışlardır. Zira hadisin isnadında geçen bu Ebû Zeyd'den ne Buhârî ne de Müslim zayıflığından dolayı rivayette bulunmuştur. Hâfız der ki Ebû Zeyd saduktur ve bazı vehimleri vardır.[xviii]

 

Böyle olsa dahi bu durum hadisi yalan ve uydurma yapmaz. Gerçi Allâme Vâdıî hadisin sahih olduğunu belirtir. Her ne kadar Buhârî ve Müslim'de Ebû Zeyd'den herhangi bir nakil yoksa da hadis sahihtir.

 

Şimdi değerli izleyiciler, tahkik erbabı ve âlimler dikkatlice dinlesinler lütfen. Bu hadisin zayıf olduğunu varsayalım.

 

Soru: Cerh ve tadil âlimlerine göre bir hadis belirli bir kanaldan zayıf olursa bu durum hadisin metninin de zorunlu olarak zayıf olduğu anlamına mı gelir, yoksa bu metin başka bir kanaldan sabit hale gelirse hükmü değişir mi?

 

Allâme Albânî ile cerh ve tadil ulemasından bir grup âlimin de kabul ettikleri bir kural vardır. Bu kaideye Allâme Albânî Sahîh-ü Süneni İbn Mâce'nin girişinde işaret eder ve şöyle der:

 

Ben bir hadise sahih veya hasen dediğimde bununla ancak metnini kastediyorum. Hadisin senedi sahih veya hasen li zatihi olabildiği gibi sahih veya hasen li ğayrihi de olabilir.[xix]

 

Yani Allâme Albânî şunu demeye getiriyor: Ben bir hadis hakkında ‘‘sahihtir'' dediğim zaman bu, hadisin senedinin de sahih olmasını gerektirmez. Çünkü bazen hadisin metni sahih olabilir, sened zayıf olsa dahi bu metni teyit eden birtakım şahidler vardır.

 

Saygıdeğer izleyiciler lütfen şunun farkında olsunlar. Elimizde bu hadisin içeriğine sahip başka bir hadis vardır.

 

Allâme Albânî şöyle der:

 

Ali'yi seven beni sevmiştir. Beni seven ise Allah azze ve celle'yi sevmiştir. Ali'ye (a.s.) buğzeden bana buğzetmiştir. Bana buğzeden ise Allah azze ve celle'ye buğzetmiştir.

 

Bu hadisi el-Muhlas el-Fevâidü'l-Müntekât adlı eserde sahih bir isnad zinciri ile Ümm-ü Seleme'den tahric etmiştir. Ümm-ü Seleme ‘‘Resûlullah'ın böyle söylediğine tanıklık ederim'' der.[xx]

 

Bundan dolayı bu hadis hakkında Allâme Albânî şöyle der:

 

Bu hadisin Selmân hadisinden de şahidi vardır.

 

Neden? Çünkü her ne kadar Selmân hadisi Allâme Albânî nezdinde sened açısından zayıf olsa da o hadisin metnini ortaya koyan ve sahih olduğunu gösteren başka bir şahid vardır.

 

Öyleyse ilmî emanet duygusu gereği Şeyhü'l-İslam'ın -ki siz onun Şeyhü'l-İslam olduğuna inanmaktasınız- şöyle davranması gerekirdi. Allâme Hillî'nin hadisini naklettikten sonra, bu hadis her ne kadar sened açısından sıkıntılı olsa da hadisin metni başka kanallardan sabittir, demeliydi. İşte ilmî emanet ve sorumluluk duygusu bunu gerektirir, tedliste bulunmayı, yalandır ve tümü yalan ve mevzudur demeyi değil. İlmî emanet duygusu işaret ettiğimiz bu hakikate işaret etmeyi ve şöyle demesini gerektirirdi: Bu senede gelince ben bu isnad zincirine muvafakat edemiyorum. Ancak hadisin metni ve içeriği tamdır.

 

Ama adam ‘‘bu hadislerin tümü yalandır'' diyor.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla şu hususlar açığa kavuştu:

 

a- Hadisin senedi sahihtir. Nitekim hadisin senedinin sahih olduğuna işaret ettik. Hem de üç veya dört büyük âlimin de hadisin senedinin sahih olduğu görüşüne sahip olduklarını belirttik. Yani en-Nîsâbûrî, ez-Zehebî ve el-Vâdıî.

 

b- Selmân'dan (r.a.) aktarılan bu hadisin senedinin zayıf olduğunu varsaysak dahi başka bir kanaldan hadisin metninin ve içeriğinin sahih olduğu sonucunu elde edebiliyoruz.

 

İlk ve ikinci metin hakkında şeyhin iddialarını görmüştük. Şeyh ilk metin hakkında kuşku oluşturmaya çalışmış, ikinci metni ise yalan ve uydurma saymıştı.

 

Şimdi üçüncü metne geçelim. Değerli izleyicilerin hadisin üçüncü metnine İbn Teymiyye'nin nasıl yaklaştığına dikkat etmelerini istiyorum. İbn Teymiyye bu metin hakkında ne diyor, bir bakalım.

 

O, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinde şöyle der:

 

Bu hadis ile İbn Ömer'den rivayet edilen ‘‘Biz Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde münafıkları Ali'ye buğzetmelerinden tanırdık'' şeklindeki hadis arasındaki fark da böylece bilinir. Bu bütün âlimlerin yalan olduklarını bildikleri rivayetlerdendir.[xxi]

 

Biz İbn Ömer'in böyle bir rivayetine hiç rastlamadık.

 

Pasaja göre bir kimse bu hadisin sahih olduğunu iddia etmekle âlimlik niteliğini doğrudan kaybeder. Yani âlim olan bir kişi İmam Ali'nin faziletleri hakkında aktarılan rivayetleri yalan sayan kimsedir. Bir başka ifadeyle Nâsıbî olan âlimdir. İbn Teymiyye'nin düşüncesine göre âlim böyle düşünen kimsedir. “Biz Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde münafıkları Ali'ye buğzetmelerinden tanırdık” rivayetinin yalan olduğunu bütün âlimler bilirler. Hadise nasıl yaklaştığını gösteren ilk yer.

 

İkinci kaynağa geçelim. İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünnet adlı eserinin bir başka yerinde ise şöyle der:

 

Câbir gibi bazı sahâbîden rivayet edilen ‘‘Biz Hz. Peygamber (s.a.a.) döneminde münafıkları Ali b. Ebî Tâlib'e buğzetmelerinden tanırdık'' şeklindeki hadisin uydurma olduğunu ortaya koyan hususlardandır.[xxii]

 

İbn Teymiyye burada da bu hadisin uydurma olduğunu iddia etmektedir. Öyleyse eserinin en az iki yerinde açıkça bu hadisin uydurma olduğunu söylemektedir. Değerli izleyicilere Cüzü Ali el-Himyerî'de geçen rivayeti bir defa daha okumak istiyorum:

 

‘‘Bize Ali rivayet etti…”

 

Hârûn b. ishak, sikadır. Süfyân b. Uyeyne imam ve sika. ez-Zührî imam ve sika. Yezîd b. Husayfa sika. Busr b. Saîd sika. Ebû Saîd el-Hudrî sika. Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet etmektedir: Bizler Resûlullah (s.a.a.) döneminde münafıkları Ali'ye (a.s.) buğzetmeleriyle tanırdık. [xxiii] 

 

Ancak İbn Teymiyye'ye göre bu hadis uydurma ve yalan oluyor.

 

İbn Teymiyye'nin buna benzer tavırları hakkında İmam Askalânî'nin sözleri üzerinde biraz durmak istiyorum. Değerli izleyiciler aynı ekolden gelen ve bu ekolun dışına çıkmayan İbn Hacer el-Askalânî işin hangi boyutlara vardığını görünce şöyle der:

 

İbn Teymiyye kimi zaman İmam Ali'ye haksızlık eder.

 

Bu söz Sahâbe veya Ehl-i Beyt Okulunun görüşü değildir ki ‘‘onlar İbn Teymiyye'ye düşmanlık besliyorlar'' diyelim. Bu tespit aynı ekole mensup birisinden gelmektedir.

 

Bir kimse şöyle diyebilir: İbn Hacer el-Askalânî'nin İbn Teymiyye ekolünden olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?

 

İşte kanıtı:

 

İbn Hacer (h. 852) bu sözü Tehzîbü't-Tehzîb'inde söyler ve şöyle der:

 

Özellikle de Hz. Ali hakkında “O'nu ancak mümin sever, O'na ancak münafık buğzeder” hadisi vârid olduğu halde onların genellikle Nâsıbîleri sika kabul edip, Şiîleri mutlak surette zayıf saymalarını hep problemli ve çözülmesi güç bir mesele olarak görürdüm.[xxiv]

 

Yani başını İbn Teymiyye'nin çektiği Emevîci din anlayışına baktığımda genellikler Nâsıbîleri sika olarak kabul ettiklerini ve Ali'yi sevenleri ise muteber râviler saymadıklarını görürdüm. Bu bana bir çelişki ve tezat görünürdü. Hâlbuki kural gereği özellikle de hakkında söz konusu sevgi hadisi aktarılan İmam Ali'yi sevenlerin sika ve adil kabul edilmeleri gerekirdi. Ancak durumun tersine olduğunu gözlemlerdim.

 

Devamında şöyle der:

 

İşin sonunda anladım ki… Nâsıbîlikle nitelenenlerin çoğunluğu doğru sözlülükleri ve dinî konularda veraları ile meşhur olmuşlardır. Hâlbuki Râfızî olarak nitelenenler böyle değildir. Zira onların çoğunluğu yalancıdır ve haber rivayeti konusunda helal ve harama o kadar da dikkat etmezler.[xxv]

 

Artık nereden anladıysa, bilemiyorum, rüyada mı gördü, yoksa berzah âleminde de mi kendisine zahir oldu!

 

Nâsıbîlikten kasıt, İmam Ali'ye buğzetmek ve Muâviye'ye sevgi beslemektir. Biz bu tanımı lügat, kelam, cerh ve tadil kitaplarından öğrenebiliyoruz.

 

Râfızîden kasıt ise İmam Ali'yi sevenler. Şia kelimesini kullanmak istemiyorum. Çünkü konumuz Şiîler değildir. Şu andaki konumuz Ali'yi sevenlerdir.

 

Değerli izleyicilerin dikkat etmelerini istiyorum. İşte bu Askalânî, İbn Teymiyye'yi değerlendirmek istiyor. Eğer onu değerlendirmeye çalışan, İbn Teymiyye'ye muhalefet edenlerden birisi olsaydı eksik ve yanlış değerlendirmiş, düşmanlığın tesirinde kalmış, derdik. Yani İbn Teymiyye'yi değerlendiren yine aynı metodu benimseyen birisidir.

 

İbn Hacer Lisânü'l-Mîzân adlı eserinde şöyle der:

 

O (el-Hillî) İmam Ali'nin menkıbeleri hakkında bir eser tasnif etti. Şeyh İbn Teymiyye de büyük bir eserle bunu çürütmeye çalıştı. (…) Ben İbn Teymiyye'nin söz konusu eserini mütalaa ettim. Es-Sübki'nin el-İstîfâ adlı eserde belirttiği özelliğe sahip olduğunu gördüm. İbn Mutahhar'ın eserinde aktardığı hadislerden birçoğunun boş, temelsiz ve uydurma olduğunu gördüm. Ancak ona son derece yüklendiğini de gördüm. O, İbn Mutahhar el-Hillî'yi reddederken birçok ceyyid (sahih ve hasen) hadisi de reddeder. Rafızî'nin sözünü çürütmek için aşırıya kaçması bazen İmam Ali'ye karşı haksızlık yapmasına neden olmuştur. [xxvi]

 

İbn Teymiyye'nin Minhâcü's-Sünne adlı eseriyle ilgili İbn Hacer'in değerlendirmelerine dikkat ediniz lütfen. Bunlar şimdi kendilerini Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak nitelendirmektedirler. Hayır! Yalan söylüyorlar, onlar Ehl-i Sünnet değildirler! Emevîci din anlayışına mensup kimselerdir. Halbuki Ehl-i Sünnet, sahâbeyi ve Ali'yi (a.s.) sever.

 

O her ne kadar İbnü'l-Mutahhar'ı reddetse de benliklerine yerleşmiş olan kin ve öfke, dilinde tecelli etmektedir. Zira kişinin niyeti dilinde gizlidir.

 

İşte İbn Hacer el-Askalânî'nin İbn Teymiyye'ye yönelik değerlendirmeleri. İşaret ettiğimiz bu kanıtların açık olduğunu ve aklı yoracak bir durumun olmadığını düşünüyorum. O, Ali'nin (a.s.) faziletleriyle ilgili hadisleri peşi sıra yalan sayar.    

  

Sunucu: Britanya'dan Ebû Yûsuf kardeş hatta.

 

Ebû Yusuf: es-Selâmu aleykum. Seyyidim siz önceki programda şöyle dediniz. İbn Teymiyye diyor ki: Sahâbenin büyük bölümü İmam Ali'den çok hazzetmemektedir. Bu akşam da dile getirdiğiniz hadise dayanarak sahâbenin çoğunluğunun münafıklardan oluştuğunu söylemek hatalı bir çıkarsama olur mu acaba?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aleykum selâm ve rahmetullâh. Sahâbenin çoğunluğunun Ali'ye (a.s.) buğzettiği iddiası yalandır. İnşallah bu konu ileride gelecek ve bunu ortaya koyacağım. Değerli izleyiciler şunu bilsinler ki bu konu da İbn Teymiyye'nin belirttiği gibi değildir. Sahâbe ve tâbiûn kuşağının büyük bölümü İmam Ali'yi severlerdi.

 

Bakınız, Allâme Albânî ne diyor:

 

Onun (Musa b. Kays) hakkında zikredilen İmam Ali'yi (a.s.) Ebû Bekir'den daha çok sevdiğidir ki ibarenin zahiri de bunu gerektirmektedir. Selefin büyüklerinden birçoğu da böyle idiler. Tercüme-i hâllerinden bunu anlayabiliyoruz. Gerçi biz hiçbir kimseyi Ebû Bekir'den üstün tutmayız. Bu Şeyhü'l-İslam'ın kitaplarında açıklamaya çalıştığı şeylerdendir.[xxvii]

 

Yani Musa b. Kays, İmam Ali'yi Ebû Bekir'den daha çok seviyordu. Selefin büyükleri de bu hâl üzere idiler. Yani Selefin ileri gelenleri de İmam Ali'yi Ebû Bekir'den daha çok seviyorlardı. Nerede kaldı ki Ebû Bekir'den daha aşağı seviyede olan birinden daha çok sevmeyecekler! Zira onlar Resûlullah'ın (s.a.a.) sünneti gereğince amel ediyorlardı. Dolayısıyla bu da İbn Teymiyye'nin yalanlarındandır.

 

‘‘Hiç kimsenin Ebû Bekir'den üstün olmadığı'' meselesini ilerleyen bölümlerde ele alacağız. İman ve nifakın ölçütü olan bir kimseden daha üstün birisi bulunabilir mi? O'nu sevmenin Resûlullah'ı sevmeye eşdeğer tutulduğu bir kimseden Ebû Bekir üstün olabilir mi? Esasında bu makul ve mantıklı değildir. İnşallah önümüzdeki programda bu konu üzerinde etraflıca duracağız. Bu sevgi ile bu mantıkî zorunluluk arasındaki bağı inceleyeceğiz. “Kim Ali'yi (a.s.) severse beni sevmiş olur. Beni seven ise Allah'ı sevmiştir. Ali'ye (a.s.) buğzeden bana buğzetmiştir. Bana buğzeden ise Allah'a buğzetmiştir.” hadisi ile efdaliyet (en üstünlük) arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. Bu iki olgunun birbirinden ayrılması mümkün müdür, değil midir?

 

Öyleyse fitnenin başı Şeyhülislam İbn Teymiyye'dir. O bu meselenin ve hakikatin üstünü örtmeye çalışmaktadır. Hâlbuki sahâbe ve tâbiûn kuşağının büyükleri Allâme Albânî'nin de belirttiği gibi İmam Ali'yi sahâbenin hepsinden daha çok severlerdi. Nebevi Sünnet bunu gerektirmektedir. Peki Emevîci din anlayışı ve Şeyhülislam bu nebevî sünnete nasıl yaklaşmıştır?

 

“Ali'yi seven beni sever. Ali'ye buğzeden bana buğzeder.” İbn Teymiyye'nin bu hadise nasıl yaklaştığına ve nasıl değerlendirdiğine bir bakalım. O şöyle diyor:

 

Bundan dolayı Ömer'i öldüren İslam dinine, Resûlullah'a (s.a.a.) ve ümmetine buğzettiğinden dolayı kâfirdir. O, Ömer'i Resûlullah'a (s.a.a.), dinine ve ümmetine düşmanlık duyduğundan öldürmüştür. Ali'yi (a.s.) öldüren kimse ise namaz kılar, oruç tutar ve Kur'ân okurdu. Allah ve Resûlünün, Ali'nin öldürülmesini istediğine inanmaktaydı. Bu işi de Allah ve Resûlünü sevdiğinden dolayı yapmıştır. Her ne kadar bu konuda bidat ve dalalete düşmüş ise de.[xxviii]

 

Öyleyse ikinci halifeyi öldüren kâfir ve münafıktır.

 

İmam Ali'yi şehid eden kimse hakkında kullandığı ifadeye bir bakar mısınız? Vallahi bu aşırılık, Emevîlik değil de nedir? Ey kardeşim, ‘‘Ömer'i öldüren kâfir ve münafık idi, İmam Ali'yi öldüren ise Allah'ı seviyordu'' cümlesini kim kullanmıştır? Bundan daha şiddetli bir ifade bulunur mu!

 

İbn Teymiyye, ‘‘bu adam ictihad etti ve hata etti'' demiyor. Zımnen İmam Ali'nin öldürülmesinin iyi ve makbul bir iş olduğunu söylemektedir. Bilemiyorum, acaba Hâricîler de bu sözü mü söylemekteydiler? İbn Teymiyye'yi savunanlar bize Hâricîlerin böyle bir sözünün olduğunu göstersinler. Hâricîler nerede ve ne zaman böyle bir söz söylemiş ve böyle bir iddiada bulunmuşlardır?

 

Yani öldürmüşse de hata etmiş ve yanılgıya düşmüştür! Yoksa öldüren Müslüman, mümin ve Allah'a yakın olmaya çalışan birisidir! İşte Emevîci din anlayışı! Hâricîleri, Nâsıbîleri ve Ali (a.s.) ile savaşanları nasıl da savunmaktadır!

 

Sunucu: Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkür ediyoruz. Siz değerli izleyicilerimize de teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. Bir sonraki programda görüşmek üzere inşallah. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[i] Tirmizî, Ebû Îsa (h. 279), Sünenü't-Tirmizî, c. 6, Kitabü'l-Menakıb, Bab No: 69, Hadis No: 4050, Tahkik, tahric ve talik: Allâme Şuayb el-Arnavut ve Saîd el-Lehhâm, er-Risâletü'l-Alemiyye, 1430-Dımaşk, 1. Baskı.

[ii] Fadâilü's-Sahâbe, c. 2, s. 715, s. 979.

[iii] Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Hârûn b. Ziyâd el-Himyerî, Cüzü Ali b. Muhammed el-Himyerî, s. 97, Hadis No: 38, Tahkik, inceleme ve tahric: Doktor Abdülazîz Süleymân b. İbrahim el-Buaymî, Mektebetü'r-Rüşd, Riyad-1418, 1. Baskı.

[iv] Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, c. 15, s. 13.

[v] Zehebî, Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, el-Kâşif fi Marifeti men lehu rivayetün fi'l-Kitabi's-Sitte, c. 3, s. 230, Tahkik: Ferîd Abdülazîz, Dârü'l-Hadîs, Kahire.

[vi] Askalânî, İbn Hacer, Takribü't-Tehzîb, s. 395, Takdim: Bekr b. Abdullah, Dârü'l-Asıme, 1423.

[vii] Cüzü Ali b. Muhammed el-Himyerî, s. 97.

[viii] A.g.e., a.g.y.

[ix] Takrîbü't-Tehzîb, s. 166, 672 No'lu tercüme-i hâl

[x] Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 152 (eski baskı, c. 7, s. 148).

[xi] A.g.e., c. 3, s. 224 (eski baskı c. 5, s. 37).

[xii] A.g.e., c.3, s. 227.

[xiii] Nîsâbûrî, Hâkim, el-Müstedrek ala's-Sahîhayn, c. 3, s. 130.

[xiv] A.g.e., a.g.y.

[xv] Albânî, Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha, c. 3, s. 288, Hadis No: 1299.

[xvi] Vadıî, Ebû Abdurrahman Mukbil b. Hadî, es-Sahîhü'l-Müsned mimma leyse fi's-Sahîhayn, Dârü'l-Afak, Sana-1422.

[xvii] İbn Abdülberr, Ebu Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed, el-İstîab fi Marifeti'l-ashab, c. 3, s. 1101, Tahkik: Ali b. Muhammed, Dârü'l-Ciyl, Beyrut-1412, 1. Baskı.

[xviii] Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahîha, c. 3, s. 288.

[xix] Albânî, Muhammed Nâsırüddîn, Sahîh-ü Süneni İbn Mâce, c. 1, s. 14, Riyad, Mektebetü'l-Meârif.

[xx] Albânî, Muhammed Nâsırüddîn, Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, c. 3, s. 287, Hadis No: 1399.

[xxi] Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 3, s. 26 (eski baskı c. 4, s. 298), Dârü'l-Fadilet.

[xxii] A.g.e., c. 4, s. 153 (eski baskı, c. 7, s. 149.)

[xxiii] Cüzü Ali b. Muhammed el-Himyerî, s. 96.

[xxiv] Askalânî, Hafız Ebü'l-Fadl Ahmed b. Ali b. Hacer Şihabüddîn, Tehzîbü't-Tehzîb, c. 3, s. 480, Edisyon: İbrahim ez-Zi'bîk ve Adil Mürşid, Mektebetü Tahkîki't-Türâs fi Müessesetü'r-Risâle, 1. Baskı, Dımaşk.

[xxv] A.g.e., a.g.y.

[xxvi] Askalânî, Lisânü'l-Mizân, c. 8, s.  551, Ed. Abdülfettâh Ebû Gudde, Dârü'l-Beşâiri'l-İslâmiyye.

[xxvii] Albânî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahîha, c. 1, s. 319, Hadis No: 166.

[xxviii] Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 155.