Saddam’ın dayattığı savaşın 40. sene-i devriyesi: “Bir devrimi asla istila etmeye kalkmayın!”

Saddam’ın dayattığı savaşın 40. sene-i devriyesi: “Bir devrimi asla istila etmeye kalkmayın!”
Dr. Harrazi, ertesi gün Savunma Konseyinin toplanacağını ve kimyasal saldırılara misliyle karşlık vermenin İslam’a göre caiz olup olmadığına karar vermek zorunda olduğunu söyledi. Ertesi gün İmam Humeyni’nin misilleme için dahi olsa kimyasal silah kullanımını yasakladığını öğrendik.

 

 

Zafar Bangash

 

 

Muharrem 13, 1442

 

 

crescent.icit-digital.org

 

 

Mayıs 1985'te bir Tahran ziyaretinde Dr. Kelim Sıddıki'ye refakat etmiştim. Irak'ın dayattığı savaşın beşinci yılıydı. (Irak diktatörü Saddam Hüseyin 22 Eylül 1980'de İran İslam Cumhuriyeti'ne savaş ilan etmişti.) Gece yarısı ağır bir uçaksavar ateşiyle uyandırıldık. Bir Irak hava saldırısı başlamıştı. Bombaların yere düşüp patlamasıyla otel odamızın pencereleri zangırdamıştı.

 

Sabah olduğunda bunun, otelimizin çok uzağında olmadığını gördük. Irak uçakları ölümcül bombalarını meskûn bir mahale atmış ve 37 sivili katletmişti. Irak, ayrıca İran şehirlerine Scud füzeleri de fırlatıyordu. Bu kaba füzeler -daha ziyade- terör silahı olarak kullanılıyordu, fazla stratejik önemleri yoktu.

 

O geceki hava saldırısı, Irak'a ait olarak şahit olduğum yegâne savaş suçu değildir. -Savaşın tarafı olan bir devlete dahi olsa- sivilleri hedef almak savaş suçudur.  Saddam rejimi, İran ordusu ve Devrim Muhafızlarına karşı ayrıca kimyasal silah ve zehirli gaz da kullanıyordu.  Dünya bu saldırılardan -ancak- İran konuyu 1984 Eylül'ünde BM Güvenlik Konseyine taşıyınca haberdar oldu. Bense mevzuyu Eylül 1983'te yine bir Tahran ziyaretim esnasında müşahade etmiştim. Birkaç devrim muhafızı benimle irtibata geçerek vücutlarının çeşitli bölgelerinde kimyasal saldırı sonucu oluşmuş lezyonlar ve su kabarcıkları olan askerlere ait bazı fotoğraflar gösterdi.

 

Kurbanlarla bizatihi görüşüp görüşemeyeceğimi sordum. Bana dönüş yapacaklarına söz verdiler. İki gün sonra arayıp askerleri tedavi altında oldukları hastanede ziyaret edebileceğimi bildirdiler. Burada -elbette- oldukça katı medikal protokoller söz konusuydu. Devasa bir cam pencerenin arkasından İranlı kurbanları gördüm.  Sıra sıra devrim muhafızı, maruz kaldıkları kimyasalların etkisini hafifletmek için yüzlerine ve vücutlarına sarılmış beyaz merhemli sargı bezleri ile yataklarında uzanıyordı. Birçoğuysa tedavi dahi edilemedi çünkü akciğerleri zehirli gazdan çok kötü etkilenmişti. Soluksuz kalarak acılı bir ölüm ile can vermişlerdi.

 

Tahran'dan döndüğümde -Cenevre Anlaşmasınca da yasaklanmış olan- Irak'ın kimyasal silah kullanması hikâyesi, Crescent International'ın 16-31 Kasım 1983 sayısında fotoğraflı bir şekilde yayınlandı.  Ayrıca Toronto'daki medya kuruluşlarıyla görüştüm ve kendilerine fotoğrafları gösterdim. Hiç kimse Irak'ın savaş suçlarıyla ilgilenmiyordu.  Son tahlilde Saddam kendi adamlarıydı. Nihayet 1988'de Batı rejimleri ve medyası Irak'ın kimyasal silah kullanımından bahsetmeye başladı. Çünkü Saddam kullanışlılığını kaybetmişti ve artık gözden çıkarılabilirdi. 

 

Irak'ın kimyasal silah kullanımıyla ilgili olarak bir hususu daha belirtmekte fayda var. 1985'teki ziyaretimiz esnasında, o zamanlar İran İslam Cumhuriyeti Haber Ajansı'nın başı, aynı zamanda İran Savunma Konseyi üyesi de olan (daha sonra İran'ın dışişleri bakanı oldu) Dr. Kemal Harrazi'yle bir buluşma gerçekleştirmiştik. Dr. Kelim'le birlikte ofisine gittiğimizde Harrazi, Kur'an-ı Kerim mütalaasıyla meşguldü. Dr. Kelim ona ne aradığını sordu. Her ne kadar Kur'an herhangi bir saatte okunabilirse de genelde Müslümanlar bu iş için sabahın erken ya da gecenin geç saatlerini tercih eder. Dr. Harrazi, ertesi gün Savunma Konseyinin toplanacağını ve kimyasal saldırılara misliyle karşlık vermenin İslam'a göre caiz olup olmadığına karar vermek zorunda olduğunu söyledi.   

 

Ertesi gün İmam Humeyni'nin misilleme için dahi olsa kimyasal silah kullanımını yasakladığını öğrendik. İmam, bu silahların kitle imha silahı olduğunu -her ne kadar İran bunlara maruz kalmış olsa da- İslam'ın bu türden silahların kullanılmasına izin vermediğini söylemişti. Savaş boyunca Saddam, İran'ın operasyonlarına kimyasal silahlarla karşılık vermeye devam etti. Kullanımı yasak olan bu silahları üretsin diye Saddam'a kimyasal bileşenler temin eden ABD'nin Mart 2003'te buradaki kitle imha silahlarının varlığını Irak'a savaş açmak için bahane ettiğini hatırlamak icap eder.

 

1982'de Nasionale de la Moro Bankası'nın Atlanta şubesi, Saddam rejimine 4 miyar dolarlık kredi desteği sağlamıştı. Ayrıca Aralık 1983'te ABD Başkanı Ronald Reagan, Donald Rumsfeld'i, İslam Cumhuriyeti'ne yönelik saldırı savaşındaki ABD desteği konusunda kendisine güvence vermesi için Bağdat'a Saddam'la buluşmaya gönderdi.

 

O sırada ABD'nin Irak'la hiçbir diplomatik ilişkisi yoktu. Aslına bakılırsa ülke, ABD'nin “terör destekçisi” ülkeler listesindeydi. Bunlar Washington'un daha önemli gayesi uğruna göz ardı edilebilecek şeylerdi: ABD destekli zalim Şah rejimine karşı gerçeklemiş acı dolu bir yıllık devrim sürecinin ardından sudur etmiş genç İslam Cumhuriyeti'ni yok etmek…  ABD ayrıca İran birliklerinin hareketleriyle ilgili istihbarat toplamak ve bunları Irak'la paylaşmak için Suudi Arabistan'a AWACS casus uçaklarını gönderdi.

 

Diğer Batı rejimleri de Irak tiranlığını destekleme hususunda daha az hevesli değildi.  ABD, Almanya'yla birlikte kimyasal silahın yanı sıra Irak'a kredi imkânı da sundu. Fransa, Exocet füzesi ve Super Etendard uçakları temin etti. İngiltere top ve başka ağır silahlar verdi. Kendi gayrımeşru rejimlerine tehdit teşkil eden başarılı İslam Cumhuriyeti'ni yok edecek silahları fonlamak için diğer Arap suç ortakları Saddam'a sınırsız nakit sağladı.

 

Rumsfeld'e dönecek olursak… 9-11 sonrasındaki aldatıcı muğlak konuşmasıyla kötü ün yapmıştır. Çocuk kaçırma için “sıradışı çalma”, işkence için “ gelişmiş sorgulama teknikleri” ve sivil ölümleri için de “tali zarar” gibi ifadeler icat etti.

 

Eylül 1980'de Saddam savaş açtığında İran henüz devrim sancıları içerisindeydi. Irak'ın mekanize piyade tugayları sınırı geçtiğinde orada sadece az bir grup İran askeri bulunuyordu. Abadan ve Hürremşehr gibi petrol kentleri çok çabuk işgal edilmişti. Irak birlikleri, Dezful'daki Şuş'a varana kadar yol boyunca çok az bir direnişle karşılaştı. Sınırda küçük bir İran birliği vardı.

 

Dönemin İran Devlet başkanı, dolayısıyla silahlı kuvvetler genel komutanı Beni Sadr, İmam Humeyni'ye giderek İran'ın teslim olmaktan başka seçeneği olmadığını söyledi. İmam bu yenilgiyi kabulleniş beyanını kesin olarak reddetti. Ardından İran halkına kutsal savunma için mobilize olma çağrısı yaptı.  Genç-yaşlı milyonlarca insan meydanlara atıldı. Devrim Muhafızları ön cepheye koşturarak Irak'ın devasa ateş gücü karşısında çok sayıda kurban verdi. Besic (gönüllü birlikler), Devrim Muhafızlarına destek vermek için sahaya indi. İran; onurunu, Devrimi ve sınırlarını savunma savaşında alabildiğine yalnızdı. Bu arada Beni Sadr, İran parlamentosunun kendisine yönelik soruşturma önergesinin ardından ülkeyi terketti.

 

Müslüman rejimlerin ateşkesi temin etme girişimleri akamete uğradı çünkü saldırganı tanımlamayı ve buna göre onu cezalandırmayı reddiyorlardı. Yegâne dertleri bir ateşkesti. İmam Humeyni bu türden girişimleri şiddetle reddetti, saldırganın tanımlanıp cezalandırılmadığı koşullarda İran'ın ateşkesi kabul etmeyeceği yönünde ısrar etti. Arabulucuların İran'ı suçlu bulması durumunda da Kur'an'ın belirlediği cezanın kendilerine uygulanması gerektiğini belirtti.

 

Savaşın başında İmam Humeyni üç temel gayenin çerçevesini çizdi: Devrimi savunmak, İran topraklarının her santimetrekaresinin özgürleştirilmesi, Saddam'ı devirmek ve cezalandırmak. Oldukça uzun geçen sekiz yıl boyunca İran tamamen yalnız mücadele etti. Mayıs 1982 itibariyle İran kuvetleri -Huninşehr (kan şehri) olarak efsaneleşmiş Hürremşehr cephesi de dâhil- tüm Irak birliklerini topraklarından çıkarmıştı.

 

Irak'ın hiçbir silah kısıtlaması yoktu ama İran'a hiçbir ülke silah satmıyordu. Silahlarının çoğu ABD yapımıydı ve Washington, üçüncü dünya ülkeleri dâhil tüm ülkelerin Tahran'a yedek parça satmasını engelleyerek İslam Cumhuriyeti'ni zayıf bırakmaya kafaya koymuştu. İranlılar silahları karaborsadan sipariş ediyor ve çoğu zaman da dolandırılıyordu.

 

Irak'ın açtığı savaştan çok önce İslami İran, içeride sabotaj, bombalama ve suikast kampanyalarına maruz kalıyordu. Bu kampanyaların ardındaki isim, İran'da halkın münafıkları olarak adlandırılan Halkın Mücahitleri Örgütü'ydü. HMÖ, ABD desteğine naildi. (Hala öyleler). Cumhurbaşkanı dâhil Devrimin lider figürleri, başbakan, yargının başı, kabinedeki bakanlar ve çok sayıda Devrim lideri ulema şehit edildi. İki unsur dolayısıyla İslam Cumhuriyeti hariç, hangi devlet olsa çökerdi. Birincisi: Doğrudan İslam tarihinin sayfaları arasından fırlamış görünen büyük bir manevi lider tarafından yönetiliyorlardı. İkincisi: İmam, halkı Devrimin ve İslam'ın savunulmasında karşılaşılan tüm zorluklara karşı motive etme kabiliyetine sahipti.

 

Artık İran tüm topraklarını özgürleştirmişti, Irak sahasını zaptetmek için başarılı operasyonlar gerçekleştirdi. Resmen beceremediler çünkü ABD Irak'a, İran birliklerinin nerede yoğunlaştığı ve ordunun konumu hakkında anlık istihbarat sağlıyordu. Dahası Irak'ın rastgele kullandığı kimyasallar İran birliklerine ciddi zararlar vermekteydi.

 

Sonunda İran, Temmuz 1988'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 598 nolu -İmam'ın “zehir kadehi içtim” şeklinde ifade ettiği- ateşkes kararına imza atmaya zorlandı. İran üç gayesinden ikisine ulaşmıştı: Devrimin savunulması ve İran topraklarının her santimetrekaresinin özgürleştirilmesi.  Ulaşılamayan tek hedef, Saddam'ı devirmek ve onu Bağdat'ta bir elektrik direğine asmaktı. Bu işi, kendisini 30 Aralık 2006'da memleketi Tikrit yakınlarında bir çiftikle yakalayıp asan ABD ve müttefikleri yaptı. Bir yeraltı sığınağından çıkarıldığında upuzun sakallarıyla bir pejmürde gibi görünüyordu.

 

Bu görüntü, kibirinden hindi gibi kabaran bir adamın içler acısı haliydi. Rezil sonu bir ipin ucuyla geldi.  

 

Dr. Kelim'in daha önce dediği gibi: “Bir devrimi asla istila etmeye kalkmayın! Hele ki bir İslam devrimini…”

 

 

 

Çeviri: Kemal Küçük

 

 

Medya Şafak