Emevi İslamı'nda Hz. Ali düşmanlığı (1)

Emevi İslamı'nda Hz. Ali düşmanlığı (1)
Kimilerinin “Şeyhü’l-İslam” tabirini kullanarak yücelttikleri bu şahıs “Tümü Kureyş’ten olan On İki Halife olduğu müddetçe İslam aziz olmaya devam edecektir.” hadisinde söz konusu edilen on iki kişiden yedi veya sekizinin Emevîlerden olduğuna ve bu hususun tartışma kabul etmediğine inanmaktadır! Yezid'i de bunlardan sayar!

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla. Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır. Salât ve selâm Muhammedü'l-Emin'e (s.a.a.), pak ve mutahhar Âl'ine olsun. Allah'ın rahmet ve hoşnutluğu O'ndan ayrılmayan saygın ve kutlu sahâbesinin üzerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi üzerinize olsun. Sizleri en içten duygularımızla selâmlıyoruz. “Mutarahatün fi'l-Akide” programının yeni bir bölümü ile karşınızdayız. Değerli izleyiciler sizin adınıza konuğumuz, saygıdeğer Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk, size de merhaba Doktor Salim.

 

Sunucu: Allah ömrünüze bereket katsın. Saygıdeğer Seyyid, programımız “Emevîci İslam Anlayışının Öğretileri” başlığı altındadır. Bize şöyle bir soru sorulabilir: Seyyidim günümüzde bu tür konuları ele almanın gerekçesi nedir? Zorunluluğu nedir? Böyle bir zamanda bu tür konuları ele almanın ne gibi bir ehemmiyeti vardır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Bu konuyu ele almamızın bazı gerekçeleri var. Değerli izleyicilerin birkaç program boyunca sabretmelerini istiyorum. Çünkü bu konu oldukça uzundur. Ben bu konunun ehemmiyetini özetlemeye çalışacağım. Emevîci İslam anlayışının revaçta tutmaya çalıştığı ve İslam ümmetini bu din anlayışına göre şekillendirmeye çalıştığı bu zihniyetin birçok önemli sonuçları vardır. Bu sonuçlardan birçoğu İslam ümmetinde büyük sapmaların oluşmasına neden olmuştur.  Ancak bazı kişiler ‘‘Bu tarihte kalmış bir konudur. Emevî Devleti, tarihin belirli bir döneminde hüküm sürmüş ve mazide kalmış bir devlettir. Allah ise selefi affetmiştir'' diyerek itirazda bulunabilirler.

 

Ancak mesele bu şekilde değildir. Çünkü bizler bu yöneliş ve bu din anlayışının ilkelerinin bir grup âlim tarafından revaçta tutulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Bunlar Emevîlerin bir toplumu kendisiyle eğitmeye çalıştıkları bu İslam anlayışının teorilerini temellendirmeye ve güçlendirmeye çalışmaktadırlar.  

 

İnşallah ilerleyen bölümlerde hem bunun hem de bu din anlayışını revaçta tutmaya çalışan âlimlerin çabalarının sonuçlarını ortaya koymaya çalışacağız. Bundan daha önemlisi ise bu din anlayışının ‘‘Sahâbenin İslam'ı'' olduğunu söylemeleridir. İşte asıl önemli olan nokta da budur. Gerçi ortada bir de ‘‘Ehl-i Beyt Okulu'' vardır. İnşallah ilerleyen dönemlerde Ehl-i Beyt Okulunun öğretilerini de ortaya koymaya çalışacağız. Ancak vurgulamak istediğimiz bir husus daha bulunmaktadır. Ehl-i Beyt Okulunun -ki Öz Muhammedî İslam'dır- ve bu okulun öğretilerinin karşısında Emevîci din anlayışına mensup bazılarının öyleymiş gibi göstermeye çalıştıkları üzere tek bir anlayış ve algılayış bulunmamaktadır. Kanaatimize göre Sahâbe Okulunun İslam anlayışı ve öğretileri, temelleri ve kökleri Emevîci din anlayışının köklerinden farklıdır. İnşallah hem bugün hem de ilerleyen programlarda bu konuyu açıklayacağız. Böylece Müslümanlar, kanıt üzere olacak ve televizyon kanallarında sahâbenin adaleti ve benimsediği İslam anlayışı hakkında konuşanlar Emevîlerin inşa ettiği din anlayışını sunmaya kalkıştıklarında gerçeğin farkına varacaklar.

 

Bu iki din anlayışını iyice birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Özellikle de son dönemlerde televizyon kanallarına çıkarak kendilerini Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olarak tanıtan bu kimselerin kullandığı dil ve anlatıma genel bir şekilde baktığımda gördüğüm manzara şudur: Bunlar merkeze Emevîci din anlayışını alıp bunu ümmetin zihnine nakşetmeye çalışmaktadırlar.

 

Öyleyse mesele sadece tarihte kalmış bir konu değildir ki bunu görmezlikten gelelim ve onlar bir ümmetti gelip geçtiler, diyelim. Hayır, durum bu şekilde değildir. Bu konunun uzantıları ve etkileri bulunmaktadır. Ben öyle inanıyorum ki bu akım hala gündemde ve revaçtadır, bu akıma tâbi olanlar, bu akımın teorisyenliğini yapanlar, savunanlar ve tesis edenler hâlâ mevcuttur. Bundan dolayı birkaç program da olsa Emevî İslam anlayışının öğretileri üzerinde durmamız gerekiyor.  

 

Sunucu: Dilinize sağlık saygıdeğer Seyyid. Bu konunun ve bu tür meseleleri ele almanın önemi anlaşıldı. Saygıdeğer Seyyid temel soruya geçelim. Emevîlerin tesis ettiği bu İslam anlayışının karakteristik özellikleri nelerdir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Aslında bu konunun birçok boyutları bulunmaktadır. Siyasi boyutu da var ama şimdi bu konular üzerinde durmak istemiyorum. Esasında Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olan bu “Tuleka” Emevî ailesi, dinî bir ehliyet ve liyakatleri, ilmî hiçbir yeterlilikleri olmadığı ve cihad etmedikleri halde nasıl oldu da otuz yıl geçmeden Resûlullah'ın (s.a.a.) halifeliğini ele geçirdiler ve ‘‘Müminlerin Emiri'', ‘‘Resûlullah'ın halifesi'' ve ‘‘Müslümanların halifesi'' ismini aldılar? Aslında bu konu oldukça ilginçtir. Değerli izleyicilerin bu konu üzerinde düşünmeleri ve birinci, ikinci ve üçüncü halifeyle başlayan bu dönem üzerinde zihin yormaları gerekiyor. Bir başka ifadeyle bunlar birinci, ikinci ve üçüncü halifenin elleriyle yönetime geçmişlerdir. Değerli izleyicilerin dikkatlerini bir noktaya çekmek istiyorum. Ben birinci, ikinci veya üçüncü halife sözcüklerini kullandığımda bununla terimsel-ıstılahî anlamı değil lugavi (dilsel) anlamını kastediyorum. Yani Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra gelen halifeler. Yoksa terimsel anlamda hilafet, sıfatlarda ve imanda müstahlef / halife olma anlamındadır. Biz bu ilk üç halifenin terimsel anlamında halife olduğuna inanmıyoruz. Biz bunların Resûlullah'tan sonra hilafet makamına geçtiklerine inanmakta ve bunun terim anlamını yansıtmadığını söylüyoruz. Hilafetin ıstılahî anlamı إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً / Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 30) ayetinde mevcuttur. Yani insan öyle sıfatlar taşımalıdır ki bu sıfatlarla Allah'ın halifesi olabilsin.

 

Siyasi boyutla bağlantılı olarak bir sorum olacak. Sizler bu hilafete ‘‘râşid hilafet'' demiyor musunuz? Peki, râşid hilafet nasıl oluyor da Muâviye, Yezid ve Abdülmelik b. Mervân gibi kimselerin hilafetine yol açabiliyor?  

 

Sunucu: Onların da söylediği gibi “ısırıcı melikliğe”?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Onlar sahih hadislere dayanarak bu melikler hakkında bu sıfatı kullanıyorlar. Bu sahih hadislere göre “Hilafet parçalayıcı ve yırtıcı bir saltanata / melikliğe dönüşecektir.” diyorlar. Niçin? Bu mukaddimeler neden böyle sonuçlara gebe kaldı? Bu siyasi bir konu olup şimdi buna girmek istemiyorum. Şimdilik bu meselenin siyasi boyutu hakkında susmayı yeğliyorum. İnşallah bir gün bu mesele üzerinde konuşmaya da muvaffak oluruz. İnşallah bu ve bundan sonraki programda bu meselenin fikrî, dinî ve kültürel boyutları üzerinde etraflıca durmak istiyorum. Demek ki ümmetin hangi esas üzere terbiye edileceği noktasında öz Muhammedî ve hakiki İslam'ın karşısında Emevîci İslam vardır. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ben bu İslam'ın oluşmasına zemin hazırlayan adımları ele alarak başlamak istemiyorum. Doğrudan Emevî piramidinin zirvesiyle yani Muâviye b. Ebî Süfyân ile başlamak istiyorum. Muâviye siyasî yönetimin dizginlerini ele geçirip de halife olunca veya ‘‘müminlerin emiri'' ve ‘‘halife'' olarak nitelendirilmeye başlanınca birtakım işlerde bulundu. İnşallah bu adımların üzerinde durmaya çalışacağız.

 

Emevîci İslam'ın ve bu akımın ilk adımı, İmam Ali'nin (a.s.) adını, makamını ve faziletlerini ortadan kaldırmaktır. Bir diğer ifadeyle Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) ve sahâbeden İmam Ali (a.s.) hakkında aktarılan her ne varsa İmam Ali'nin değerini düşürmek suretiyle bunları yok etmek ve tahrif etmektir. İşte Muâviye'nin kullandığı temel metot budur! Burada sorulması gereken şudur: Muâviye hakikaten bunu yapmış mıdır?

 

Değerli izleyicilere belirttiğimiz ve onların da görüp anladıkları gibi ben bu hakikatleri Müslümanların sahih kitaplarından (sıhah) aktarmaya çalışıyorum. Sahîhü Müslim, Sahîhü Buhârî gibi sıhah kaynaklarından ve temel tarihî kitaplardan sunuyorum.

 

Bir rivayet aktaracağım. Bu rivayet Sahîhü Müslim'de geçmektedir.

 

Rivayet şöyledir:

 

Bize Kuteybe b. Saîd ile Muhammed b. Abbâd rivayet ettiler. Lafzen birbirlerine yakındırlar. Dediler ki: Bize Hatim -bu zat İbn İsmail'dir- Bükeyr b. Mismar'dan, o da Âmir b. Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan, o da babasından naklen rivayet etti. O, şöyle demiş: Muâviye İbn Ebû Süfyân Sa'd'a emir vererek şöyle dedi: ‘‘Ebu't-Turab'a sövmekten seni ne menetti?''

 

O da ‘‘Benim söyleyeceğim üç şey var ki bunları O'nun için Hz. Resûlullah (s.a.a.) söylemiştir. Bundan dolayı ben O'na asla sövemem. Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbul­dür. Ben Resûlullah'ı (s.a.a.) gazalarından birinde O'nu yerine bıraktığı ve Ali'nin de O'na ‘Ey Resûlullah! Beni kadın ve çocuklarla beraber mi bıraktın' dediği zaman Resûlullah'ı ‘Bana göre Musa'ya nispetle Harun yerinde olmana razı değil misin? Şu kadar var ki benden sonra Peygamberlik yoktur'' buyururken işittim.[i]

 

Bu hadiste de görüldüğü üzere Muâviye, Hz. Ali'ye sövmesi için Sa'd'a emretmiş, Sa'd da sövmekten kaçınmıştır. Bu sövme olayı hadisin diğer varyantlarında açıkça geçmektedir. Ancak burada Müslim meseleyi hafifleştirme yönüne gitmiştir.

 

‘‘Ebû Turab'' konusuna geçelim. Herkes bilir ki Ebû Turab künyesini Hz. Ali'ye Hz. Resûlullah (s.a.a.) takmıştır. Muâviye, sahâbenin büyüklerinden ve Aşere-i Mübeşşere'den olan bir zata hem de -Resûlullah'ın taktığı künyeyi kullanarak- sövmesini emrediyor!   

   

Sunucu: İmam Ali (a.s.) “Bu künye bana en sevimli gelen künye idi.” buyurmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu hadiste değerli izleyicilerin dikkatlerini çekmek istediğim birtakım nükteler bulunmaktadır. Muaviye, Hz. Resûlullah'ın verdiği künye ile hakarette bulunmak istiyor.

 

Her neyse hadiste geçen “humuru'n-niem / kızıl develer” ifadesine geçelim. Bilindiği gibi kızıl develer Araplarca en pahalı mal sayılıyordu.

 

Şimdi bu hadise ve bu hadisten elde edilebilecek sonuçlara çok girmek istemiyorum. Bu hadis inkâr edilebilecek türden değildir. Bizler Kur'ân-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde Hz. Musa yanında Hz. Harun'un konumunun ne olduğunu çıkartabiliyoruz. Buradan hareket ettiğimizde de rahatlıkla Hz. Ali'nin Hz. Muhammed (s.a.a.) nezdindeki konumunu elde edebiliriz.

 

Hadisin devamında ise şöyle diyor:

 

Hayber Savaşı'nda da ‘Bu sancağı mutlaka Allah ve Resûlünü seven, Allah ve Resûlünün de kendisini sevdiği bir zata vereceğim' buyururken işittim. Hepimiz sancak için uzandık. Fakat O (s.a.a.) ‘Bana Ali'yi çağırın' buyurdu. Ali gözlerinden rahatsız olduğu halde getirildi. Hz. Resûlullah (s.a.a.) O'nun gözüne tükürdü ve sancağı kendisine verdi. Allah da O'na fethi müyesser kıldı.

 

‘Sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı…' (Al-i İmrân, 61) âyeti nazil olunca Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali'yi, Fatıma'yı ve Hasan ile Hüseyin'i (a.s.) çağırarak ‘Allah'ım! Benim ailem bunlardır' buyurdu.

 

Sevgi ile faziletin yanına De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmrân,31) âyetini eklediğimizde Müminlerin Emiri Ali (a.s.), Resûlullah'a (s.a.a.) uyanların en üst seviyedeki misdakı olmuş olur. Sahîhü Müslim'in bu hadisine göre bu sonucu çıkartabiliriz. Bu hadis hususunda Buhârî'de dâhil olmak üzere hiç kimse ihtilafa düşmemiştir. Bu hadis Sahihü'l-Buhârî'de de geçmektedir. Ancak vaktimiz dar olduğundan ötürü hadisi okuyamıyoruz.

 

Hadisin “Sancak için hepimiz uzandık.”  ile ilgili bölüm hakkında da şunu söyleyebiliriz. İkinci halife ‘‘ben yönetimi ancak o gün talep ettim'' der.

 

Hadisin son bölümünün hasra / özgülüğe delalet ettiği açıktır. Ancak dili Arapça olmayan kimseler bu noktada kuşkuya düşebilirler. Bir kimse böyle bir ibarenin hasra (Ehl-i Beyt'in sadece bunlar olduğuna) delalet ettiği hakkında kuşkuya düşüyorsa o Arap değildir ve yabancıdır veya kalbinde bir ukde ve sıkıntı vardır. 

 

Sahîhü Müslim'de geçen bu hadis hakkında Müslim'in şârihlerinden bazıları ‘‘Muâviye'nin Sa'd'a sövmeyi emrettiğine dair bir delalet söz konusu değildir, bu hadisin delaleti şöyle şöyledir'' demiştir. ‘‘Sahâbeden herhangi biri hakkında noksanlığa delalet eden bir durum varsa o metin ve pasaj tevil edilmelidir'' türünden ifadeler kullanmışlardır. Bunu nereden getirip kurallaştırmışlar, bilemiyorum. Şimdi konumuz bu değildir. Bizim için önemli olan İmam Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt hakkında aktarılan bütün faziletlere ilişkin kuşku doğurmaya çalışan İbn Teymiyye'nin bu hadise gelince Muâviye'nin Sa'd'a İmam Ali'ye sövme emrini verdiğini açıkça itiraf etmesidir. ‘‘Bunu nerede diyor?'' diye soracak olursanız cevabını verelim.

 

O, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinde şöyle der:

 

Muâviye'nin Hz. Ali'ye sövmesini Sa'd'a emredip de Sa'd'ın sövmekten kaçındığı hadise gelince… Muâviye, Sa'd'a ‘‘Ali b. Ebî Tâlib'e sövmene engel olan şey nedir?'' diye sorunca Sa'd ‘‘Benim söyleyeceğim üç şey var ki bunları O'nun için Hz. Resûlullah (s.a.a.) söylemiştir. Bundan dolayı ben O'na asla sövemem. Bu üç şeyden birinin benim olması bence kızıl develerden daha makbuldür…''demiştir. Bu hadis sahih olup Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Hadiste Ali'ye ait üç fazilet bulunmaktadır.[ii]

 

Pasajın ilk cümlesi İbn Teymiyye'nin hadisten sövmeyi anladığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. “Vahiy kâtibi, vahyin emini, Müminlerin Emiri” olan Muâviye bir başka sahâbîye, diğer bir sahâbîye sövmesini emrediyor. Bu sövmenin bir kusur olmadığını nasıl söyleyeceğiz, bilemiyorum. İlginç olan şudur ki kendisi bile bir sahâbînin makamını zedeleyen kimsenin kâfir olduğunu söylemektedir. Onun kâfir olduğunda kuşku duyanın da kâfir olduğunu belirtmektedir. Ancak sıra Muâviye'ye geldiğinde meseleyi öyle bir şekilde ölçüp tartıyor ve değerlendiriyor ki insan apışıp kalıyor. 

 

Müslim'deki pasajda Resûlullah'ın (s.a.a.) İmam Ali'ye taktığı künye olan ‘‘Ebû Turab'' ifadesi geçmekte iken İbn Teymiyye bunu ‘‘Ali b. Ebî Tâlib'' olarak değiştirmektedir.

 

Lütfen, dikkat buyurunuz! İbn Teymiyye'nin takip ettiği metot -ki bu Emevîci din anlayışının metodudur- gereği devamında şöyle der:

 

Bu ne imamların ne de Ali'nin özel faziletlerindendir.[iii]

 

Bu cümleyi söyledikten sonra bu faziletlerin içeriklerini boşaltmaya çalışır. Çünkü hadisin isnadı hakkında bir şey söylemesi mümkün değildir. Bu hadis Müslim'de rivayet edilmektedir. Hatta sadece Müslim'de de geçmemektedir. Ben sadece Müslim'de geçen metni okudum. Yoksa bu hadisin onlarca kaynağı vardır.  فان قوله / sözüne gelince” ise diyerek başlar ve hadisin içeriğini tartışır. Bu Emevîci din anlayışına has özel uygulamalardandır. Hz. Ali'nin fazilet ve menkıbelerini içeren hadisleri sened yönünden tartışamayınca içeriklerinin içini boşaltmaya çalışırlar. Bu ilk husustu.   

 

Sunucu: İbn Teymiyye, Muâviye'nin Ali'ye (a.s.) sövmeyi emrettiğini açıkça dile getirmektedir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ümeyyeoğulları'nın metodu İmam Ali'ye sövgü üzerine kuruludur. Bu mesele sadece Muâviye ile de bağlantılı değildir. Emevî metodu, Emevî yönetimi ve bütün Benî Ümeyye hâkimlerinin metodu böyledir. İbn Teymiyye çeşitli yerlerde bunu açıkça dile getirir. O mealen şöyle der: Bu Emevîlerden miras alınan bir uygulamadır. Onlar Ali'ye söverlerdi. Bu sövme olayı o kadar önemli bir şey değildir! Ancak birinci, ikinci ve üçüncü halife hakkında aleyhte bir söz söylendiğinde kıyametlerin koparıldığını, “hadislerin” peşi sıra sıralandığını görmekteyiz! Muâviye aleyhinde konuşan bir kimse için de yer yerinden oynatılır. Hatta Yezid hakkında da aynı durum söz konusudur. Bundan dolayı ben sizin televizyon kanallarınıza meydan okuyor ve soruyorum: “Hz. Hüseyin'i kim şehit etti?” Açıkça söyleyiniz. Son dönemlerde göreceksiniz ki bu mesele hakkında bir belirsizlik, bir karartma başlatmışlardır. ‘‘Allah'ım Hüseyin katiline lanet et'', ‘‘Allah'ım biz Hüseyin'in katilinden razı değiliz. Allah'ım O'nun katiline lanet et'' demektedirler. Buna cüret etmektedirler. Ancak onlardan hiçbir kimse Hz. Hüseyin'in katilinin Yezid olduğunu söyleyememektedir!

 

Garip olan durum şudur ki bu tahrifler son dönemlerde meydana gelmeye başlamıştır. Televizyon kanallarında Hz. Hüseyin'in katilinin Yezid olmadığını göstermeye ilişkin yoğun ve hummalı bir çaba vardır. Bunlar şöyle demektedirler: Bizler Hz. Hüseyin'in mazlum bir şekilde şehid edildiğini kabul ediyoruz.

 

Zorunlu olarak her mazlumun bir zalimi vardır. Peki, Hz. Hüseyin'e zulmeden, O'nu öldüren, ailesini esir alan kimdir? Önceki programda da aktardığımız gibi bu olay mütevatirdir. Biz bunu Allâme Alûsî'nin Rûhu'l-Meânî'sinden aktardık.

 

İbn Teymiyye'nin bunu söylediği ikinci yere geçelim. O, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye adlı eserinin bir başka yerinde bu konuya değinir. Kimilerinin “Şeyhü'l-İslam” tabirini kullanarak yücelttikleri ve kendisine tarihî bir rol biçtikleri bu şahıs “Tümü Kureyş'ten olan On İki Halife olduğu müddetçe İslam aziz olmaya devam edecektir.” hadisinde söz konusu edilen on iki kişiden yedi veya sekizinin Emevîlerden olduğuna ve bu hususun tartışma kabul etmediğine inanmaktadır! Lütfen bu hususa dikkat ediniz.

 

Sunucu: Yezid'in de bu halifelerden birisi olmasını uzak görmemektedir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ne demek uzak görmemek! Aksine, kesinlikle onlardan birisi olduğuna inanmaktadır. Hz. Ali'nin ise bu on iki halifeden birisi olduğunda tereddüt etmektedir! O şöyle der:

 

Halifeler Ebû Bekir, Ömer, Osman (ki Emevî ailesinin ilk halifesidir), Ali, sonra da insanların üzerinde icma ettikleri ve kuvvet ve izzet sahibi olan Muâviye, Yezîd, Abdülmelik b. Mervân ve sonra dört evladı.[iv]

 

Böylece Hz. İsmail'in müjdelediği o on iki büyük zattan sekizi Ümeyyeoğullarından olmuş olur! İbn Teymiyye'nin metot ve anlayışının Emevîlere meyil üzerine kurulu olduğunun anlaşılması için ben bu kadarıyla yetiniyorum. Her neyse… Ancak Ömer b. Abdülazîz de bunlardan birisidir.

 

Onun bu konuda başka ibareleri de bulunmaktadır.

 

O devamında şöyle diyor:

 

Bunun sebeplerinden biri de şudur: İslam'ın ilk dönemlerinde yaşayan nesillerin en hayırlı nesiller olduğu ve onların da bu nesillerden olmasıdır. Yani Emevî sultanları, Sahâbe ve Tâbiûn kuşağındandırlar. İnsanların Ümeyyeoğulları hakkında eleştiriye değer buldukları şeylerin en büyükleri şu iki husustur: Hz. Ali hakkında ileri geri konuşmaları ve namazı geciktirmeleri…[v]

 

Yani bunlar Hz. İsmail'in müjdelediği azamet sahibi zatlardandır! Bir başka ifade ile Ümeyyeoğulları diğer nesil ve çağlardan üstün olan asırlarda yaşadılar. Bunlar Sahâbe, Tâbiûn ve Tebeu't-Tâbiîn kuşağından olduklarından tazim ve takdis edilmelidirler!

 

Dili görüyor musunuz? Emevîler hakkında yapılan eleştirileri de küçümsüyor ve önemsiz göstermeye çalışıyor.  

    

Sunucu: Yani Hz. Ali'ye sövmek problem değil.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet. Birinci, ikinci ve üçüncü halifeye sövselerdi yer yerinden oynardı! Ama Hz. Ali'ye sövüp hakaret edince herhangi bir sorun doğmamaktadır!

 

Sunucu: Hatta İslam'a yardım ettiğinden mükâfat da görür!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tam isabet! Bu adamın kullandığı ifadeler hakkında ne diyeceğimi bilemiyorum. Bir de şu ibaresine bakınız:

 

“On İki Halife hadisinde kastedilen, ister Ali'nin (a.s.) bu On İki Halifeden birisi olduğu takdir edilsin ister olmadığı…”[vi]

 

Sunucu: Yani Ali'yi (a.s.) On İki Halifenin dışına itiyor! 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, Hz. Ali'nin on iki büyük şahsiyetten birisi olup olmadığı kuşkuludur diyor. Çünkü ümmet, Ali'de (a.s.) icma etmiş değildir!  O eserin başka yerlerinde de bu meyanda sözler söyler. İleride de geleceği gibi o mealen şöyle der: Hz. Ali'nin hilafeti ne nassa dayanmaktadır ne de icmaya. Hilafet ise ya nassa ihtiyaç duymaktadır ya da icmaya. Hz. Ali'nin halifeliğinde ise bu iki durumdan hiçbiri söz konusu değildir. Öyleyse Hz. Ali'nin halifeliği kuşkuludur! O en azından Ali (a.s.) döneminde bir imamın değil, iki imamın ve Müslümanların iki halifesinin olduğunu kabul eder. İlki Ali b. Ebî Tâlib, ikincisi ise Muâviye b. Ebî Süfyân!

 

Sunucu: Öyleyse Muâviye, Ali'den (a.s.) üstündür.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Metne taşıdığı anlamdan ötesini yüklemek istemiyorum. Sadece onun kullandığı kelimelere işaret etmekle yetiniyorum Şeyh İbn Teymiyye'nin son cümlesine tekrar bir dönelim:

 

“İnsanların Ümeyyeoğulları hakkında eleştiriye değer buldukları şeylerin en büyükleri şu ikisidir: Ali hakkında ileri geri konuşmaları ve namazı geciktirmeleri…”

 

İşin ilginç noktası hemen bu cümleden sonra ne yazdığını unutmuş olmasıdır! Günümüzdeki takipçileri ona ‘‘huffaz idi'' diyorlar. Ancak hemen altındaki şu cümleye bir bakınız lütfen.

 

Rivayet edildiğine göre Ömer b. Mürre el-Cümelî ölümünden sonra rüyasında görüldü. Kendisine ‘‘Allah sana nasıl davrandı?'' diye sorulunca şöyle dedi: ‘‘Namazları vaktinde kılmam ve Ali b. Ebî Tâlib'e duyduğum özel sevgiden dolayı beni bağışladı.'' Bu şahıs bu iki sünnete aykırı davranışların ortaya çıktığı bir zamanda bu sünnetleri muhafaza etmiştir. Allah da onu bu tutumundan dolayı bağışlamıştır.[vii]

 

Oldukça ilginç ey kardeşim! Ali b. Ebî Tâlib sevgisi, bağışlanmanın kaynağı ise Ali b. Ebî Tâlib hakkında ileri geri konuşan ve O'na sövüp hakaretlerde bulunan birisi nasıl İslam'ın izzeti olabilir?

 

Şeyh İbn Teymiyye Hz. Ali sevgisinin sünnet olduğunu da aslında itiraf ediyor.

 

Sunucu: Öyleyse Ali'yi veli ve mevlâ edinmek sünnettir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Vallahi ey kardeşim! İnsan hayretler içinde kalıyor. Bir tarafta Emevîlerin İmam Ali (a.s.) hakkında ileri geri konuştuklarını, O'na sövdüklerini ve hakaretlerde bulunduklarını söylüyor, diğer taraftan da Hz. Ali'ye söven kimsenin İslam'ın kendisiyle izzet kazandığı kimselerden olduğunu söylüyor. Bir başka yerde de Hz. Ali sevgisinin bir sünnet olduğunu itiraf ediyor!

 

Yani namazı vaktinde kılmak ve Ali (a.s.) sevgisi ile bağışlanıyor. Devamında şöyle diyor:

 

İşte bidatlerin ortaya çıktığı esnada Sünnet'e tutunan kimsenin durumu böyledir. Halifelerin sevgisine tutunan kimsenin durumu da böyledir.[viii]

 

Yani ey insan! Sen kendin Hz. Ali hakkında ileri geri konuşmanın bidat olduğunu söylüyorsun! Defalarca tekrarladığımız gibi ey kardeşim bütün bidatler… Vallahi bu pasaj hakkında ne diyeceğimi nasıl not düşeceğimi bilemiyorum! Değerlendirmeyi değerli izleyicilere bırakıyorum. Halife sevgisini nereden çıkardın be adam!

 

Evet, sizin nezdinizde Buhârî'nin rivayetleri makbuldür. Bu bizim rivayetlerimizden değildir. Bu Müslümanların icma ettiği rivayetlerden değildir. Evet, bu sizin kaynaklarınızda geçen rivayetlerdendir.  Bu size karşı hüccettir, bize karşı değil. İmam Ali (a.s.) sevgisine gelince Allah-u Teâlâ قُلْ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَى / De ki: Ben buna karşılık sizden akraba sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.” (Şûrâ, 23) buyurmaktadır.

 

Burada değinmek istediğim bir başka husus var. Üzülerek belirtmeliyim ki televizyon kanallarına çıkıp da kendilerinin ilim ehlinden olduğunu iddia eden bazı cahiller şöyle diyorlar: “Bakınız, bizler nasıl da Hz. Ali'yi ve Ehl-i Beyt'i seviyoruz!” Hayır kardeşim, İmam Ali'yi ve Ehl-i Beyt'i sevmek sizin üzerinize bir farzdır. Bir lütuf değildir. “De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın.” (Hucurât, 17) Ehl-i Beyt sevginizi başımıza minnet olarak kakmayın! Çünkü sizler Ehl-i Beyt'e buğzediyorsanız zaten İslam dininin dairesinin dışına çıkmış olursunuz. Siz Ehl-i Beyt'i sevmekle İslam'a girmiş bulunuyorsunuz.  Başa kakmanıza ihtiyacımız bulunmamaktadır. Bu tür sözler sizin cehaletinizi ortaya koyuyor. Çünkü sizler Ehl-i Beyt sevgisi konusunu ikincil ve önemsiz bir mesele addediyor ve bunun İslam dininin temel maarifinden olmadığını sanıyorsunuz.  Evet, biz sizinle Ehl-i Beyt'e itaatin ve onların masum olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı içindeyiz. Ama onların sevgisi ve onlara muhabbet beslemeye gelince ise bu Allah'tan bir farzdır. Bir kimsenin namaz kıldığından, namazı veya Sünnet'i sevmesinden dolayı bunları Resûlullah'ın (s.a.a.) başına kakması mümkün müdür? Aksine Allah, Hz. Muhammed (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt sevgisinin size bağışladığından ötürü O size lütufta bulunmuştur. Eğer doğru sözlülerden iseniz bunu kabul etmeniz gerekiyor. Eğer siz takva ve vera ehli iseniz ve eğer gerçekten Ehl-i Beyt'i seviyorsanız böyle davranmazsınız. Değilse Ali sevgisi ile Ali'ye (a.s.) buğzeden, söven ve hakaretlerde bulunan bir kimsenin sevgisi nasıl bir arada bulunabilir? İşte İbn Teymiyye'nin sözleri ortada!

 

İbn Teymiyye'nin Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye'de geçen üçüncü bir açıklaması var. Belirttiğimiz gibi biz Minhâcü's-Sünnet'in Muhammed Reşad Salim'e ait tahkikli basımından pasajlar sunuyoruz. Bu eseri değerlendirmek isteyenler için eserin bu baskısını mütalaa etmelerini öneriyoruz. Çünkü görebildiğimiz kadarıyla bu nüsha hem tahkikli hem de gözden geçirilmiş baskıdır.

 

İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne'nin bir başka yerinde şöyle diyor:

 

“Ali (a.s.) için uygun ve düzenli olmayan siyaset ortamının Muâviye için düzenli olmasına gelince, bu durum Muâviye'nin reayasının Ali'nin reayasından daha hayırlı olmasını gerektirir.”[ix]

 

İnşallah uygun bir zaman diliminde Minhâcü's-Sünne'de Muâviye'nin isminin kaç defa geçtiğine işaret edeceğiz. Zira Minhâcü's-Sünne'de Muâviye'nin ismi tüm sahâbenin isimlerinden daha çok geçer. Yani Muâviye'yi o derece merkeze almıştır.

 

Muâviye'nin birinci tabakadan olan Amr b. As, Muğîre b. Şube ve Busr b. Ertât gibi reayası…  

 

Sunucu: Resûlullah'ın (s.a.a.) lanet ettiği Mervân ve Hakem!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Selman, Ebû Zer, Ammar gibi bâğî topluluğun şehid ettiği kimselerden daha faziletli olmasını gerektirir. İşte İbn Teymiyye'nin sahâbe hakkında kanaati! Lütfen değerli izleyiciler bunun farkında olsunlar.

 

Şimdi bir kimse şöyle sorabilir: Muâviye'nin reayası kimdi? Oldukça önemli bir soru. Lütfen değerli izleyiciler bu cümleye dikkat etsinler.

 

Devamında şöyle diyor:

 

“Muâviye'nin reayası, Osman'ın taraftarları idi. Onların içinde Nâsıbîler ve Ali'ye buğzedenler vardı. Her halükârda Osman'ın taraftarları ve Ali'ye buğzedenler Ali'nin taraftarlarından daha hayırlı idiler.”[x]

 

Muâviye'nin taraftarları ve reayası Osman'ın taraftarları idi. Peki, Osman'ın taraftarları kimlerdir?

 

Sunucu: Sevgi nereye gitti?

 

Seyyid Kemal Haydarî: “De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.” (Şûrâ, 23) âyeti nereye gitti? Hz. Ali'nin sevilmeleri vacip olan “Kurba”nın (Akraba) lideri ve reisi olduğundan kim kuşku duyabilir?

 

Sunucu: “Kendimizi ve kendinizi çağıralım” (Âl-i İmrân, 61)

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bizler Sahîhü Müslim'de “Kendimizi ve kendinizi çağıralım” (Âl-i İmrân/61) ayetiyle ilgili hadisi okumadık mı? Esasında Resûlullah'ın hakkında “O, Allah ve Resûlünü sever, Allah ve Resûlü de O'nu sever” buyurduğu kimse olduğunu okumadık mı? Ancak İbn Teymiyye, Osman'ın taraftarlarının içinde Ali'ye buğzeden Nâsıbîlerin olmasıyla iftihar etmektedir. Şeyh İbn Teymiyye galiba burada da “Ey Ali! Sana ancak münafık kimse buğzeder” hadisini unutmuş gibidir. Bilemiyorum artık, Şeyh İbn Teymiyye bu kelimeleri yazarken acaba ne yazdığının farkında mıydı?  Peki, Osman'ı bunun dışında tutalım. Onun sahâbî olduğunu, içtihad ettiğini ve yanıldığını söyleyelim. Peki, Osman'ın taraftarları sahâbeden değildi ki! Onların çoğunluğu Resûlullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra dünyaya gelmişlerdi. Öyleyse bunlar Sahîhü Müslim'de geçen hadisin nassına göre münafıklardandır. Müminlerin Emiri şöyle buyurmaktadır:

 

“Daneyi yaran ve insanı yaratan Allah'a yemin ederim ki beni müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğzetmemesi ümmî olan Peygamber'in (s.a.a.) bana katî bir ahd-u peymanıdır.”

 

Bu metni sahâbeden bir grup rivayet etmiştir.

 

Sunucu: “Bizler münafıkları Ali b. Ebî Tâlib'e duydukları buğzları ile tanırdık.” 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ey dünya Müslümanları ve ey müminler! İbn Teymiyye'nin İmam Ali'nin taraftarları ve O'na düşmanlık besleyenler hakkındaki nazariyesine bir bakınız.

 

Bu metne göre Şeyh İbn Teymiyye, Hz. Ali'ye buğzedenlerin O'na taraftar olanlardan ve sevenlerden daha üstün olduğuna inanmaktadır. Ben Hz. Ali'ye taraftar olan ve Ali'ye (a.s.) uyan kimseler ifadesini kullanmayacağım ki “Siz Ali'ye uyan kimseler değilsiniz” diye bir itirazla karşı karşıya kalmayalım. Ancak biz kesinlikle İmam Ali ve Ehl-i Beyt'ini seviyoruz.

 

Devamında şöyle diyor:

 

“Osman'ın taraftarları ve Nâsıbîler (İmam Ali'ye düşmanlık edenler ve buğzedenler, hatta münafıklar; Seyyid Kemal Haydarî) Ali'nin taraftarlarından daha faziletli idiler.”[xi]

 

Bazıları şöyle diyebilir: İbn Teymiyye'nin Şiilerden kastı sizin gibiler idi! Hayır, İbn Teymiyye kastının kimler olduğunu da açıkça belirtiyor:

 

“Ali'nin ashabı arasında bulunanlar da ilim, din, şecaat ve cömertlik bakımından ilk üç halifenin reayasından daha aşağı seviyede idiler. Dolayısıyla bunlar ne dünyada ne de dinde başarılı oldular.”[xii]

 

Yani İmam Ali'nin Ebû Zer, Selmân, Ammâr, Hucr b. Adiy gibi dostları birinci, ikinci ve üçüncü halifenin ashabından daha düşük idiler. Yani Ali'nin ashabı -sonradan Muâviye'nin reayası olacak- Osmân'ın taraftarlarından daha düşük idiler!  İşte İbn Teymiyye'nin nazariyesi!

 

Şimdi bu cümleye ve bunun gibi onlarca cümleye bakınca ‘‘Şeyh İbn Teymiyye açık ve net bir şekilde Emevîlerin metodunu desteklemiştir'' demekten başka bir ifade bulamıyorum.    

 

Değerli izleyiciler, ele aldığımız ve incelediğimiz bu konuların önem ve ehemmiyetine dikkat edecek olursanız bunların tarihte kalmış birer olay olmadığını anlarsınız. Onu ‘‘Şeyh'ül-İslam'' olarak isimlendirenler, İmam Ali'ye buğzeden ve düşmanlık yapan Muâviye'nin ve Muâviye'nin taraftarlarının daha üstün olduğu nasıl temellendirdiğini göz önüne alarak isimlendirmişlerdir. Hatta günümüzde de televizyon kanallarındaki programları izleyenler onların İbn Teymiyye'nin metodunu kullandıklarını görürler.

 

Öyleyse bu mesele tarihte kalmış bir olay mıdır yoksa hala düşünsel, akidevi, dinî, imani ve siyasi hayatımızı şekillendiren bir mesele midir?   

 

Sunucu: Öyleyse Allah-u Teâlâ neden Muâviye'yi değil de İmam Ali'yi tathir etti?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Saygıdeğer Doktor, bu açıklamalara not düşmek istemiyorum. İnşallah İbn Teymiyye'nin bu ve bunun gibi onlarca açıklamalarını okuyunca mesele bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. O açıkça şunu söyler: Osman'ın öldürülmesi Müslümanlara Hüseyin'in şehid edilmesinden daha çok zarar vermiştir. Bu programda bu konuya işaret edecek kadar vaktimiz yok. O şöyle der: Esasında Osman ile Hüseyin'i karşılaştırmak dahi hatadır. Sahîhü Müslim, Sahîhü Buhârî ve diğer kaynaklarda geçtiği üzere Hz. Hüseyin (a.s.), Cennet Ehli Gençlerin Efendisi ve Resûlullah'ın dünyadaki iki reyhanından biri iken… 

 

Sunucu: Resûlullah'ın (s.a.a.) kanı ve canından bir parça iken…  

 

Seyyid Kemal Haydarî: Oldukça garip. İbn Teymiyye'ye göre İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s.), Hz. İsmail'in müjdelediği on iki büyük şahsiyetten de değiller!

 

Sunucu: Yezid de zaten o ikisinden daha faziletlidir!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Evet, bunu açıkça söyler. İşte İbn Teymiyye'nin bu alanla ilgili nazariyesi. Buraya kadar yaptığımız açıklamaları özet bir şekilde sunacak olursak Emevî İslamı'nın ilk öğretisi Hz. Ali'nin makam ve konumunu küçültmek, O'na sövmek, hakaret ve düşmanlık etmektir. Özet bir şekilde söylüyoruz. Yoksa konuyla ilgili onlarca başka kanıt vardır.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, siz Emevî İslamı'nın önemli bir öğretisine işaret ettiniz. Buna göre Müslümanlar açık bir şekilde İbn Teymiyye'ye karşı tutumlarını ilan etmelidirler. 

 

Seyyid Kemal Haydarî: Emevîci din anlayışı ve bu din anlayışının büyük âlimlerinden İbn Teymiyye ve İbn Teymiyye'nin yoluna davet edenler… Garip olan şu ki bizi sorguya çekmek isteyen bazıları şöyle diyorlar: Sizin kitaplarınızda sahâbenin kudsiyeti ile uyuşmayan, onlardan beri ve uzak olduğunuzu gösteren ve eserlerinizden atmanız gereken birtakım hususlar var.

 

Biz de diyoruz ki sizin kitaplarınızda da var. Siz de bunları atınız. İşte açık bir şekilde sövmekten, hakaretten ve buğzetmekten bahseden metinler var.  

 

Sunucu: Sadece İmam Ali (a.s.) ile ilgili de değil. İmam Ali (a.s.) ile birlikte olan sahâbîler için de geçerli bu durum.

 

Saygıdeğer Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkür ediyoruz. Siz değerli kardeşlerimize de teşekkür ediyoruz. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[i] Sahîhü Müslim, Kitâbü Fadâili's-Sahâbe, Babun min Fedâili Ali b. Ebî Talib, Hadis No: 2404, Edisyon: Ebû Suheyb el-Kerami.

[ii] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 5, s. 42, Tahkik: Muhammed Reşâd Salim, el-Memleketü'l-Arabiyyetü's-Suudiyye Vizaretü't-Talimi'l-Ali Camietü'l-İmam Muhammed b. Suud.

[iii] A.g.e., a.g.y.

[iv] A.g.e., c. 8, s. 238.

[v] A.g.e., a.g.y.

[vi] A.g.e., c. 8, s. 244.

[vii] A.g.e., c. 8, s. 239.

[viii] A.g.e., a.g.y.

[ix] A.g.e., c. 5, s. 466.

[x] A.g.e., a.g.y.

[xi] A.g.e., a.g.y.

[xii] A.g.e., s. 467.