NATO ve Afrika: Sömürgeci Şiddet ile Yapısal Beyaz Üstünlükçülük İlişkisi

NATO ve Afrika: Sömürgeci Şiddet ile Yapısal Beyaz Üstünlükçülük İlişkisi
"Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) olası genişlemesi konusundaki yaygın medya ilgisini ve kamuoyundaki endişeyi göz önünde bulundurduğumuzda, insanlara NATO'nun Afrika'daki kanlı tarihini hatırlatmanın faydalı olacağını düşünüyoruz."

 

 

Djibo Sobukwe

 

Black Agenda Report

 

 

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) olası genişlemesi konusundaki yaygın medya ilgisini ve kamuoyundaki endişeyi göz önünde bulundurduğumuzda, insanlara NATO'nun Afrika'daki kanlı tarihini hatırlatmanın faydalı olacağını düşünüyoruz. NATO, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Afrika ülkelerinin hâlâ sömürgeciliğin boyunduruğu altında olduğu bir dönemde, 1949'da kuruldu. Aslında NATO'nun ilk kurucularının çoğu, yani İngiltere, Fransa, Portekiz, Belçika, İtalya ve ABD, Afrika'nın başlıca sömürgecileriydiler. ABD ayrıca NATO'nun baş örgütleyicisi ve baskın ortağıydı. Örgüt, Sovyetler Birliği'ne karşı kolektif bir savunma aracı olarak, aralarından birine yapılacak herhangi bir saldırının herkese yapılmış addedilmesi ve dolayısıyla toplu bir yanıt verilmesi şartıyla (Madde 5) kuruldu.

 

NATO, olası Sovyet saldırganlığını durdurmak ve Komünizmin yayılmasına set çekmek amacıyla kurulduğuna göre, 1991'de SSCB'nin çöküşünden sonra artık NATO'ya ihtiyaç kalmamalıydı. Ancak o zamandan beri NATO, başlangıçtaki on iki kurucu üyeli yapısını genişleterek şu anki, çoğu eski Doğu Avrupa ülkeleri, eski Sovyet cumhuriyetleri ve Varşova Paktı üyelerinden müteşekkil otuz devletlik bir örgüt haline büründü. Bugün NATO, tekelci sermayenin vahşi iştahıyla güdülenen ve tam kapsamlı hâkimiyet amacıyla ABD İmparatorluğu tarafından kontrol edilen askeri sanayi kompleksinin çarkındaki devasa bir eksen haline gelmiştir.

 

NATO Üsleri Olarak Sömürge Afrika

 

Walter Rodney, Avrupa Afrika'yı Nasıl Azgelişmiş Bıraktı kitabında, sömürge Afrika'nın NATO ile bugün de devam eden ilişkisinin erken temelini çok iyi anlatıyor:

 

"Söylemeye gerek yok, 1950'lerde Afrikalıların çoğu hâlâ sömürge tebaasıyken, topraklarının militarist amaçlarla kullanımı üzerinde kesinlikle hiçbir kontrolleri yoktu. Neredeyse tüm Kuzey Afrika, Sovyetler Birliği’ni hedefleyen üsleriyle NATO’nun operasyon sahasına dönüştürüldü. Afrika halkları, konuyla ilgili hiçbir bilgileri olmadan kolayca bir nükleer savaşa dâhil olabilirdi. Sömürgeci güçler 1950'lerin başında Dakar ve Nairobi gibi Afrika şehirlerinde askeri konferanslar düzenlediler ve Güney Afrika ve Rodezyalı beyazları, ayrıca Amerikan hükümetini bunlara davet ettiler. Pek çok kanıt Afrika'nın, kapitalizmi ekonomik ve askeri olarak desteklemeye ve dolayısıyla aslında kıtanın, kendi sömürüsüne katkıda bulunmaya zorlandığına işaret ediyor.[1]

 

Kwame Nkrumah, 1967’de kaleme aldığı Kongo Mücadelesi kitabında, Kuzey Afrika'da NATO tarafından kullanılan en az on yedi hava üssü, dokuz yabancı deniz üssü, üç roket sahası ve bir de atom test sahası olduğu konusunda uyarıda bulunmuştu. Bunların dışında başka bir düzine Afrika ülkesindeki askeri misyonlardan; Kongo, Angola, Güney Afrika ve Rodezya’daki nükleer silahların üretimi için gerekli ham maddelerin çıkarıldığı madenlerden söz etmiyorum bile.[2] Nkrumah, askeri bir yüksek komuta ve Afrika Halkının Devrimci Ordusu (AAPRA) kurulması çağrısını içeren Devrimci Savaşın El Kitabı’nda ana hatlarını çizdiği stratejiyle NATO karşısında acil bir şekilde harekete geçilmesini vurguluyordu.[3]

 

NATO'nun ilk üyelerinden biri olan Portekiz örneği incelenmeye değerdir. Afrika'nın büyük özgürlük savaşçısı Amilcar Cabral, Portekiz'i “emperyalizmin çürümüş bir uzantısı” olarak nitelendirerek, “Portekiz Batı Avrupa'nın en az gelişmiş ülkesidir. Portekiz, NATO'nun, NATO'nun silahlarının, uçak ve bombalarının yardımı olmaksızın, Afrika'da asla üç sömürge savaşı başlatamazdı. Bu onlar için imkânsızdı” demişti. [4]

 

Cabral, Portekiz'in Afrika'daki sömürgelerini elinde tutabilmesinin tek nedeninin, 1775'ten beri İngiltere'nin bir yarı-sömürgesi olması ve İngiltere'nin Afrika'nın bölünmesi sırasında Portekiz çıkarlarını savunması olduğunu söyleyerek açıklamalarına devam ediyor. Ayrıca, ABD'nin bir ürünü olan NATO, Afrika ve dünya hâkimiyeti şeklindeki daha büyük hedefinin bir parçası olarak Portekiz'i ve kolonilerini kullanıyordu.[5] Portekiz; Gine Bissau, Yeşil Burun Adaları, Angola ve Mozambik'teki kolonilerine karşı, ABD'nin Vietnam'da yaptığı gibi, acımasız bir savaş yürüttü. Her iki durumda da sömürgeci güçler boyun eğmeyi reddeden gerilla ordularına karşı napalm ve misket bombaları dâhil en modern silahları kullandılar. Portekizli diktatör Marcelo Caetano, kullanılan NATO silah ve malzemeleri karşılığında, Angola'daki ekonomik çıkarlarından bazı NATO güçleri lehine feragat etmek zorunda kaldı.[6] Portekiz, kahraman sömürgecilik karşıtı güçler karşısındaki savaşını yine de kaybetmiştir.

 

NATO'nun Yeni Sömürgecilik Stratejisi

 

Emperyalizm her zaman böl ve yönet stratejisini kullanmıştır. Sömürgeci güçler, "hayırsever" bir NATO fikrinin kabul edilmesini sağlamak için, isteklerini yerine getirecek Afrikalı, yerli bir yeni-sömürge sınıfını ikna etmeleri ve işe koşmaları gerektiğini biliyorlardı. Bu bölünme, ulusal kurtuluş hareketleri arasında, emperyalist güçlere dost olanlar ile sömürgecilikten gerçek bir kopuş isteyenler arasındaki ayrımda kendini gösterdi. Nkrumah, Yeni-Sömürgecilik, Emperyalizmin Son Aşaması'nda, ekonomik, politik, dini, ideolojik ve kültürel alanları içeren bir spektrumda, neo-kolonyalizm tarafından kullanılan çok çeşitli yöntemleri gösterir. NATO bunu gerçekleştirmek için, Nkrumah hükümetine karşı yapılan darbede ve Patrice Lumumba'nın öldürülmesinde olduğu gibi, emperyalizmin CIA gibi diğer mekanizmalarıyla el ele çalışır.[7]

 

Azanya/Güney Afrika yerleşimci kolonisi, NATO karakollarının bir başka örneğidir. Esasen Britanya'nın bir kolonisi ve bu nedenle de bir NATO vekili olduğundan, başından beri açıkça Batı/NATO güçlerinin yanındaydı. 1955'te Güney Afrika ve Britanya, Cape'den Kahire'ye kadar Afrika kıtasının deniz gözetimine ve savunmasına dönük hükümler içeren Simonstown anlaşmalarını formüle ettiler. Sözde silah ambargosuna rağmen, NATO ülkeleri ve İsrail, Güney Afrika'ya nükleer silah geliştirmek için gerekli teknolojiyi de sağladı.

 

NATO ve AFRICOM

 

AFRICOM aslında ABD Avrupa Komutanlığı (EUCOM) aracılığıyla doğrudan bir NATO ürünüdür. EUCOM, NATO'nun merkezi bir parçasıdır ve 42 Afrika devletinin sorumluluğunu da üstlenmiştir. 2004'te NATO, beş yıllık genişleme dönemini sonlandırdı; 2007'de de EUCOM komutanı AFRICOM'un kurulmasını önerdi. James L. Jones Jr., EUCOM komutanı ve aynı zamanda NATO'nun operasyonel kuvvetler komutanı iken AFRICOM’un kuruluşu için nasıl teklifte bulunduğunu açıklamıştı.

 

2011'de Libya'nın yıkılmasında ABD/NATO rolünün altını çizmek önemli zira önemli dersler veriyor. Birincisi, ABD emperyalizmi ve onun Batılı uşakları, kendi etki alanları dışında bağımsız bir güç olmaya karar veren hiçbir ülkeyi kabul etmezler. İkinci olarak, NATO'nun BM gibi ABD/Batı hâkimiyetindeki diğer dünya kurumlarıyla nasıl el ele çalışabileceğini de kanıtlıyor. 2011'de BM (1973 sayılı karar), güya vatandaşlarını "korumak" için Libya'da "uçuşa yasak bölge" ilan etmek ve abluka için siyasi meşruiyet sağladı. Ancak bunlar, Afrika'nın en müreffeh, en yüksek İnsani Gelişme Endeksi'ne sahip ülkesinin yok edilmesiyle sonuçlandı.

 

ABD liderliğindeki NATO güçleri, binlerce sivili öldüren ve on milyarlarca dolarlık mülk ve altyapı hasarına neden olan bir bombalama kampanyası başlattı. Bu, ABD liderliğindeki NATO'nun bazen siyasi kılıf için BM'yi kullanmasına rağmen, insanlığa karşı suç işlemek ve rejim değişikliği hedefine ulaşmak için BM yetkisini yasadışı bir şekilde aşmakta hiçbir sorun görmediğini kanıtlıyor. Çin gibi BM oylamasına çekimser kalan birkaç ülke bile bunu, kararı onaylayan gerici Arap Birliği ve Afrika Birliği'ni gücendirmemek için yaptıklarını söyledi. Bu durumda NATO, BM, Afrika Birliği ve Arap Birliği (KİK ülkelerini de içerir) arasındaki dolaylı ve doğrudan işbirliği, ABD ve NATO'nun geniş ve derinden örülmüş ağını göstermektedir.

 

Editörlüğünü Cynthia McKinney'in yaptığı The Illegal War on Libya [Yasadışı Libya Savaşı] adlı kitap, Stephen Ledman'ın yazdığı “NATO’s Libya War, A Nuremberg Level Crime” (NATO’nun Libya Savaşı, Nürnberg’lik Bir Suç) başlıklı şu bölümü içeriyor:

 

"Libya'ya yönelik ABD liderliğindeki NATO savaşı, uluslararası hukukun ve Amerikan Anayasasının lafzını ve ruhunu ihlal eden, tarihin en büyük suçlarından biri olarak hatırlanacak. Nürnberg Mahkemesi Baş Yargıcı Robert Jackson (bir Yüksek Mahkeme yargıcı), Nazi savaş suçlarını ‘Barışa karşı en yüksek uluslararası suç’ diye tanımlamıştı. İşte 21 Kasım 1945'teki açılış konuşmaları:

 

Kınamaya ve cezalandırmaya çalıştığımız suçlar o kadar hesaplı, o kadar kötü niyetli ve o kadar yıkıcı ki, uygarlık bunların görmezden gelinmesine tahammül edemez, zira tekrarlanmaları halinde bu sefer kurtulmasına imkân yok."

 

İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm ABD savaşları bu tanımın kapsamına girer. ABD o günden beri dünya çapında doğrudan ve vekâleten tasarlanmış, saldırgan savaşlar yürüttü. Doğu ve Orta Asya'da, Kuzey ve Afrika'nın diğer bölgelerinde, Orta Doğu'da, Avrupa'da ve ayrıca Orta ve Güney Amerika'da milyonlarca insanı öldürdü.[8]

 

Burada bahsedilenler, NATO/AFRICOM'un Afrika tarihindeki kanlı faaliyetlerinin küçük bir örneğidir. NATO, “eğitim” ve “insani” barışı koruma yardımı kisvesi altında faaliyet göstermeye devam ediyor. Kıtadaki cihadist terör şiddeti, AFRICOM'un kuruluşundan ve NATO'nun Libya'yı yok etmesinden bu yana, sivil kayıplara ve istikrarsızlığa yol açtı ve Batı bu durumu AFRICOM'a ihtiyacın gerekçesi olarak kullanıyor. Barış için Kara İttifak'ın AFRICOM izleme bülteninin bildirdiği gibi, AFRICOM'un kuruluşundan bu yana AFRICOM tarafından eğitilmiş askerlerin yaptığı darbelerde de artış gözleniyor.

 

Nkrumah, Rodney ve diğerlerinin 1960'larda ve 1970'lerde yaptıkları uyarılarıyla tutarlı olarak, NATO bugün AFRICOM aracılığıyla savaşlara ve istikrarsızlığa yol açmaya ve Afrika'nın kurumsal yağmalanmasına devam ediyor. Örneğin Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DRC), kobalt, tantal, krom, koltan ve uranyum vb. stratejik hammaddeleri nedeniyle sürekli olarak yağmalanmaktadır. Bu mineraller, yalnızca elektronik cihazlar için değil, aynı zamanda askeri sanayi kompleksinin ihtiyacı olan teknolojiler için de stratejik öneme sahiptir. AFRICOM, hedeflerine ulaşmak, Kongo’da ve tüm Afrika'da kendi adına savaştırmak için neo-kolonyal Afrikalı vekillerine güvenmeye devam ediyor. Çin'in yükselişiyle birlikte, ABD/NATO, Çin'i veya başka herhangi bir başka ülkeyi küresel sermayeyi kontrol etme rekabetinin dışında tutmak için bugünlerde tam kapsamlı bir hâkimiyet savaşı yürütüyor.

 

 

Dipnotlar:

 

[1] Rodney, Walter, How Europe Underdeveloped Africa, p. 189

 

[2] Nkrumah, Kwame, Challenge of the Congo, p. xi

 

[3] Nkrumah, Kwame, Handbook of Revolutionary Warfare, p. 56

 

[4] Cabral, Amilcar, Return to The Source, p. 82

 

[5] Ibid, p.83

 

[6] Fogel, D, Africa in Struggle National Liberation and Proletarian Revolution, p. 230

 

[7] Nkrumah, Kwame, Neo-Colonialism The Last Stage of Imperialism, p. 247

 

[8] McKinney, Cynthia ed., The Illegal War on Libya, p. 79

 

 

 

Çeviri: Medya Şafak