İranlı Cephe Arkadaşlarının Diliyle İmad Muğniye

İranlı Cephe Arkadaşlarının Diliyle İmad Muğniye
Lübnan’da yayın yapan Ahbar gazetesi, Hacı İmad Muğniye’nin şehadet yıldönümünde Muğniye’nin direnişin askeri güçlerinin komutasındaki faaliyetlerini ele aldı.
Muğniye’nin İran ile ilişkisi bu yazının temel mihverini oluşturuyor. Makale, Rehberlik Makamı İmam Hamenei’nin temsilcisi Ali Ekber Velayeti ve İran’ın o dönemdeki dışişleri bakanı Menuçehr’in Muğniye’nin cenaze törenine katılmasıyla başlıyor.

Ahbar şöyle yazıyor: Hacı İmad Muğniye’nin Tahran ile ilişkisi İran İslam Devrimi’nden sonra başlamıştı. Muğniye, bu ilişkiler neticesinde Farsçayı fasih bir şekilde öğrenerek düzgün bir Tahran lehçesiyle konuşmaya başladı. Bunu kendisiyle konuşanlar da doğrulamaktadır. Seksenlerin başından itibaren Muğniye ile irtibatlı olan İranlı bir yetkili “Ne zaman kendisiyle yüz yüze ya da telefonla görüşsem Allah’ı hatırlardım. Çok ince ve yaratıcı bir insandı. Hayatına her zaman Allah’ın zikri egemendi. Yüzünden gülümseme eksik olmazdı. Kelle koltukta yaşıyordu ve her an şehadete hazırdı. İmad Muğniye benim için Seyyid Abbas Musevi ve naibi Hasan Nasrallah gibiydi. Aynı zamanda tevazu timsaliydi,” diyor.

Bu yetkili şunları da ekliyor: “Hacı İmad operasyon gecelerinde eskisinden farklı oluyordu. Dikkati daha da artıyor ve düşüncelerini sadece tek bir noktaya yoğunlaştırıyordu. Bir miktar da endişe duyuyordu, zira aylarca süren hazırlık ve program aşamasını bozacak bir yenilginin doğmasından korkuyordu. Tıpkı diğer savaşçılar gibi daha çok yeraltında hareket ediyordu ve bu durum davranışlarında etkili oluyordu. Örneğin ben kendim, özel arabalarla ve girift güvenlik önlemleriyle iki saat yaşamaya bile tahammül edemem, zira tüm bunlar eksiksiz bir dikkat gerektirmektedir.”

Aynı kaynak şöyle devam ediyor: “Muğniye, 33 Gün Savaşı’ndan sonra bir kez Seyyid Hasan Nasrallah ile Tahran’a gelmiş ve İranlı yetkililerle açık görüşmeler gerçekleştirmişti. Elbette bu esnada da kendisini Hacı Rıdvan olarak tanıtıyordu. Bunların birinde İslami Şura Meclisi başkanı Gulam Ali Haddad’ın evindeydik. Seyyid o gün bu zaferi kutlamak için gelen tüm İranlı yetkililerle mülakat gerçekleştirdi. Herkes resim çekmek istiyordu fakat elinde fotoğraf makinesi olan tek kişi İmad Muğniye’ydi, bu bahaneyle kendisi resimlerde çıkmamış oluyordu. Hatta Haddad Adil bile bu kişinin İmad Muğniye olduğunu anlamamıştı.”

Muğniye’nin diğer İranlı arkadaşları şöyle diyor: “O teşkilatçılık yönünden harikulade ve istisnai bir şahsiyetti. Hatta Tahran’ın bile Hizbullah’ın tüm yapılanmasının ayrıntılarına vakıf olmadığına emin olabilirsin. Hizbullah tamamen bağımsızdır ve en başından itibaren kendi ayakları üstünde durmaktadır. Tahran sadece stratejik meseleleri bilir ve bazı cüzi meselelerde Hizbullah ile istişare eder. İran’da Hizbullah’ın gerçek yapısını bilen çok az kimse bulunmaktadır.”

Bu kişiler şöyle demektedirler: “İmad Muğniye, İnkılap Rehberi’ne çok yakındı. Şehid, Rehber’e büyük sevgi besler ve farklı hadiselerdeki analiz ve görüşlerine çok güvenirdi. Konuları her zaman özetle ele alırdı ve hep meselenin esasına eğilirdi. İranlıların bölgedeki stratejik müttefikleri, özellikle de Suriyelilerle gerçekleştirdikleri hassas görüşmelerde tercümanları Muğniye olurdu hep.  2008 yılında Tartus Limanı’nda suikastla öldürülen General Muhammed Süleyman ve birkaç üst düzey Suriyeli makam hariç çoğu da İmad Muğniye’yi tanımazdı. Bazen de tercüme esnasında konular hakkında kasten bazı açıklamalarda bulunur ve böylece oturumların başarıyla gerçekleşmesini sağlardı. O tercüme yoluyla görüşmeleri yönetir ve her şey istediği biçimde neticelenirdi.”

Bir başka İranlı yetkili de şöyle diyor: “O Farsçayı öyle güzel konuşurdu ki kimse anadilinin Arapça olduğunu anlamazdı. Aslen İranlı olduğunu zannediyordum. Hacı İmad, gerçek kimliğini gizli tutmada çok ısrarcıydı ve fotoğraflarda hiç yer almamaya çalışır, kimseye resminin çekilmesi iznini vermezdi.”

Bazılarıysa onu tanıyorlardı. Onlar şöyle diyorlar: “Bizler İran’da ve dışarda ne zaman İmad Muğniye ile bir araya gelsek ve resim çekmek istesek, o bu iş için makineyi eline alan ilk kişi olurdu. Her zaman fotoğrafçı rolündeydi. İran’a geldiğinde Kum’u ziyaret eder ve İranlı ulemayla, özellikle Ayetullah Behçet ile görüşürdü. Ahlak ve irfan dersi almak için mukaddes Kum şehrine defalarca kez yolculuk etmişti.”

İranlı başka bir yetkili ise şöyle der: “2003 senesinde Muğniye beni başka bir İranlı görevliyle birlikte Güney Lübnan cephesine götürdü. Kendisi şoförlük yapıyor, bir yandan da bize Hizbullah’ın ve İsraillilerin mevzilerini gösteriyordu. Çok cesur idi. 2000 senesi öncesinde beni bir kez daha benzer bir yere getirmiş ve Hizbullah savaşçılarının dağları nasıl deldiklerini, füze bataryalarını buralara nasıl yerleştirdiklerini ve bunları böylelikle hareket halindeyken dağın dışına çıkararak ateşlemeye hazırladıklarını gösterdi. Bu yolculukta otomobil ile Güney Lübnan’a da gittik. Sonunda araba ile gidilemeyecek bir yere vardık ve yaklaşık 45 dakika yol yürüdük. Yol daha önce belli edilmişti ve daracıktı. Misket bombaları arasından geçmekteydi ve bu denli büyük füzeleri Siyonistlerin gözü önünden nasıl geçirebildiklerini anlamakta zorlanıyorduk. Bu büyük bir başarıydı, işte o zaman İsraillilerin Lübnan’a saldırmaları durumunda yenilgiye uğrayacaklarını anlamıştım.”

Aynı kişi şöyle devam ediyor: “Muğniye, Hizbullah’ın nasıl kamufle olduğunu bize anlattı. Öyle özel teknikleri vardı ki, hatta İsrailliler bile üzerlerinden geçseler bunların Hizbullah unsuru olduğunu anlamalarına imkân yoktu. Beni Baalbek’teki bir eğitim sahasına da getirdi. Bu mıntıka iki dağın arasında yer alıyordu ve tepeleri halatla birbirine bağlanmıştı. Direniş güçleri bu halat üzerinden bir dağdan diğerine geçmekteydiler. Ben 2000 senesinden sonra onunla bu mıntıkaya gittim ve savaşçıların Siyonistleri izlemede faydalandıkları bu gözetleme odalarını gördüm.”

Siyonist rejim güçlerinin 2000 yılında Güney Lübnan’dan geri çekilişleri esnasında bu ülkede bulunan diğer bir İranlı yetkili –muhtemelen kendisi Şehid Muğniye ile operasyon odasında yer almaktaydı- ise şunları anlatıyor: “Şartlar çok ilginçti. Görülmeye değer tarihi anlardı. Siyonist rejim medyası kendi askerlerinin kaçışını canlı yayınlıyordu. Mutluluktan yere kapaklanıp ‘Lübnan’dan çıktık işte!’ diye çığlık atan o İsrailli subayın yüzünü hiç unutmayacağım. O sırada cephelerde dağınık olarak bulunan tüm mücahitlerle irtibatta idik. Bir gün İmad Muğniye ile beraberken konu Siyonistlerin geri çekilişine geldi ve bana şöyle dedi: ‘İsrail’e Lübnan’a saldırma iznini asla vermeyeceğiz’.’’

Muğniye’nin şehadetinden birkaç gün önce kendisiyle görüşen başka bir üst düzey İranlı yetkili ise şöyle diyor: “Birlikte akşam yemeği yedik ve bölge meseleleri, özellikle 2006 Savaşı sonrası durum ve İsrail’in iç siyasi meseleleri hakkında sohbet ettik. O, zaferin büyüklüğünü vurguluyor ve İsrail’in savaştan sonra, kendi gözünden bile düştüğüne ve oyunun kurallarının değiştiğine yakin ettiğine inanıyordu.  O, ‘Bir zamanlar, özellikle de 1967 savaşından sonra bütün bölge için tehdit haline gelen ve savaş bakanı bütün Arap başkentleri ateşimiz altında diyen İsrail, bugün, 33 Gün Savaşı’ndan sonra konvansiyonel silahlarla kendisini savunamayacağını ve rejiminin bugün bizim için tehdit olmadığını gösterdi. Hatta bugün konvansiyonel silahlar açısından üstün olan taraf biziz ve bu yüzden İsrail Batılı stratejilere gözünü dikmiştir ve Batı karşısındaki sorumluluklarını yerine getirememektedir. Bizler bu durumdan kendi lehimize yararlanmalıyız’ şeklinde konuşuyordu. Hacı İmad o gece çok iyimser idi ve ‘Bütün oyunu biz kazandık ve aynı şekilde İsrail’i ortadan kaldırmaya da gücümüz de yeter’ diyordu. İsrail’in, Amerika ve Batı’nın kendisine yüklediği rolü oynayamaması durumunda kendi kendine çökeceğine inanmaktaydı.”

Başka bir İranlı yetkili ise Hacı İmad’ın Seyyid Hasan Nasrallah ile ilişkisi hakkında şöyle konuşmuş: “İkisi, çift bedende tek ruh” gibiydi. Birbirleriyle çok yakın dosttular, Seyyid Hasan Nasrallah’ın İmad Muğniye olmadan nasıl yaşayacağını bilmiyorum. Zira hiç kimse İmad’ı Seyyid’den daha çok tanımıyordu.”

Mashreghnews.ir’de yayınlanan bu yazı, Ozan Kemal Sarıalioğlu tarafından medyasafak.com için Farsçadan çevrildi.