"Amerika ve Türkiye Suriye Konusunda Niçin Geri Adım Attı?"

"Amerika ve Türkiye Suriye Konusunda Niçin Geri Adım Attı?"
Suriye krizinin üzerinden 17 ay geçerken gelişmelerin genelde Suriye hükümetinin ve mukavemet cephesinin menfaatine sonuçlandığını görüyoruz. Bu bağlamda karşı cephede de tavır değişikliğine gidildiğine ve geri adım atıldığına tanık oluyoruz.Lübnanlı emekli general ve strateji uzmanı Dr. Muhammed Emin Hatit, bu konuyu ele alıyor.
Amerika ve Türkiye Suriye Konusunda Niçin Geri Adım Attı?

Dr. Muhammed Emin Hatit

Raja News
 


Suriye krizinin üzerinden 17 ay geçerken gelişmelerin genelde Suriye hükümetinin ve mukavemet cephesinin menfaatine sonuçlandığını görüyoruz. Bu bağlamda karşı cephede de tavır değişikliğine gidildiğine ve geri adım atıldığına tanık oluyoruz. Lübnanlı emekli general ve strateji uzmanı Dr. Muhammed Emin Hatit, El Bedi internet sitesinde yayınlanan yazısında bu konuları değerlendirdi. Aşağıda bu yazının tercümesini okuyacaksınız.

Suriye’ye saldırının gerçek yüzü ortaya çıktığından, bu saldırının “akıllı güç stratejisi” esasına dayanan Batılı bir saldırı olduğu anlaşıldığından, Suriye halkının Arap-Batı demagojisinin tuzağına düşmediği malum olduğundan, özgürlük ve demokrasi için yakılan ağıtlara aldanmadıkları ve saldırı cephesinin muhtelif taraflarının hoşgörü gözyaşlarının Suriye halkını aldatmadığı fark edildiğinden -nitekim Suriye halkı, ABD’nin renkli devrimlerini ihya etmek için körü körüne sokaklara dökülmediler- bu yana, bu gerçekler ortaya çıktığından beri saldırı cephesinin amacına ulaşmak için askerî faaliyetlere başvuracağı açıktı. Peki, niçin askerî faaliyetlere yöneldiler? Katliam ve tahrip yoluyla “bilinçli güç” uygulaması için ortam hazırlamak için… Çünkü bilinçli güç üssü, sahte gündemler oluşturup halkı çatışmalara sürükleyip hükümeti devirmek için devlet makamlarını yıkma, böylelikle de saldırı cephesinin isteklerine uygun bir hükümet kurma gayesindedir. Bu kukla hükümetlerde Batılı istihbarat mekanizmalarının oyuncakları işbaşına getirilir. Bu, böylesi aktörlerin görünmeye başlamalarından ve (saldırı cephesinin başarılı olması durumunda) memuriyetlerini yerine getirmek için hazır bulunmalarından dolayı apaçık ortadadır. Bu konuda söylenecek birkaç söz var:

Suriye’nin ve Müttefiklerinin Konumu

Suriye ve müttefikleri, bu konudaki Amerikan-Siyonist projelerin mahiyetini anlamışlardır.  Hep birlikte Suriye’yi savunma bağlamında şartlara uygun savunma stratejileri geliştirmektedirler ve savunma stratejilerinde zararı en aza indirmeyi amaçlamaktadırlar. Suriye’nin ve müttefiklerinin savunma stratejisi -dışarıdan gelen zararlara karşın- üç büyük zafer elde etmeyi başarmıştır. Bu üç zafer şunlardır:

Birinci zafer: Art arda sunulan beş ayrı plana ve Suriye hükümetinin devrileceğini öngören dört ayrı tarihin açıklanmasına karşın saldırı cephesinin önceden belirlediği amaçlarına ulaşmasına engel olunmuştur. Bütün bu planlar ve vaatler suya düşmüştür.

İkinci zafer: Savunma cephesi, Suriye devletinin sebatını korumuş ve devlet ile ordu kurumlarının sarsılmasını engellemiştir. Devlet kurumları çalışmalarına devam etmektedir. Bu durum saldırı cephesini şaşkına çevirmiş ve onu yalana ve aldatmacaya başvurmak zorunda bırakmıştır.

Üçüncü zafer: Savunma cephesi, yerel, bölgesel ve uluslararası düzeyde saldırı cephesine ve terörist eylemlere karşı bir platform oluşturmuştur. Bu platformu oluşturan birimlerin ortak görüşü terörist eylemlerin kabul edilemezliğidir. Bu bağlamda ortak slogan şudur: “Yıkım hayat kuramaz.”

Suriye şimdiye dek muzaffer miydi?

Zaferi veya yenilgiyi belirleyen esaslar göz önüne alındığında saldırgan, saldırı amaçlarına ulaştığında muzaffer; müdafi ise saldırganların amaçlarına ulaşmasına engel olduğunda muzaffer sayılır. Buna göre -17 ay önce başlayan- Suriye karşıtı saldırı amaçlarına ulaşamamıştır; Suriye devleti eskiden olduğu gibi yoluna devam etmektedir ve stratejik konum açısından sahip olduğu öneme hâlâ sahiptir. Nitekim saldırı amaçlarından birisi de Suriye’yi sahip olduğu stratejik konumun dışına çıkarmak ve onu tam tersi bir konuma yerleştirmekti. Bütün bunları göz önüne alarak Suriye’nin ve müttefiklerinin geçtiğimiz dönemde muzaffer olduklarını söylüyorum. Peki ama gelecekte nasıl olacak?

Gelişmelerin gelecekteki seyri hakkında konuşabilmek için Suriye’de vuku bulan bu küresel çatışmanın taraflarının yöntemini ve tutumunu incelemek gerekir. Bu çerçevede üç nokta üzerinde durabiliriz:

ABD’nin Değişen Tavrı

1) ABD’nin geçtiğimiz günlerde yaşadığı kafa karışıklığı ve tutum değişikliği öyle bir pervasızlığa dönüştü ki, yaklaşık bir hafta önce açıklanan Obama’nın imzaladığı gizli belgede CIA’in, Suriyeli isyancıları Suriye’deki etkili kamu kurum ve kuruluşlarını hedef almaları için askerî donanım sağlamak ve istihbarat desteği vermekle görevlendirildiği ortaya çıktı.

Ancak tam bir gün sonra, Suriye ordusu yüzlerce teröristi öldürüp bir o kadarını tutukladıktan, Halep çatışmalarının sonucu kesinleşip isyancıların Halep’e saldırma ve işgal etme planları bozguna uğratıldıktan sonra Hillary Clinton önceki tutumundan farklı bir tutum sergileyerek ABD’nin teröristleri silahlandırmadığını iddia etti ve teröristleri silahlandıran ülkeleri uyardı! Bu, ABD’nin önceki tutumuna nispetle atılmış bir geri adımdı. Ancak ne olursa olsun bu durumun teröristlerin moralini olumsuz yönde etkileyeceği kesindir ve bu tutum bir tür geri adımdır.

Daha sonrasında ise ABD, Suriye’de uçuşa yasak bölge kurulması düşüncesinden vazgeçti. Bence bu medya oyunundan başka bir şey değildi. Çünkü ABD, böyle bir girişimin savaşla sonuçlanacağını biliyordu. ABD ne böyle bir savaşa hazırlıklıdır, ne de çıkması muhtemel bir savaşın içinde yer alabilir.

Avrupalıların Değişen Tavırları

2) Avrupa açıkça tavır değiştirerek hiçbir faaliyette bulunmaksızın sadece varlık göstermekten ibaret olan bir tutum geliştirmiştir. Örneğin Fransa uçak düşürülmesi olayından on gün sonra sahneden çekilmiş, 30 Ağustos’ta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde dışişleri bakanları düzeyinde Suriye konulu bir toplantı düzenlenmesini talep etmekle yetinmiştir. Oysa Fransa uluslararası toplumda Suriye konusunda düşünce farklılıkları olduğunu ve Güvenlik Konseyi’nden çıkacak her kararın her halükarda saldırgan cenahın menfaatine olmayacağını biliyordu.

Buna Almanya ve İngiltere’nin ne şekilde olursa olsun her türlü askerî müdahaleye karşı çıkan tutumlarını da ekleyebiliriz. Bütün bu gelişmeler, medyada dolaşan Güvenlik Konseyi’nden çıkacak karara rağmen ABD’nin Suriye’de uçuşa yasak bölge oluşturabileceği haberinin asılsız olduğunu açıkça ortaya çıkarmaktadır.

Türkiye’nin Ellerinin Kendi Yaktığı Ateşte Yanması

3) Türkiye, Türklerin parmaklarına bile yaklaşmayacağını düşündüğü bir ateş yakmıştır. Bunun neticesinde Türkiye sesinin tonunun düşürmek zorunda kalmış ve PKK’nın Türkiye içerisinde icat ettiği geniş etki sonucunda Kürtlerin Türkiye için ne denli büyük bir tehdit unsuru olacağını idrak etmiştir. Böylelikle Türkiye, Suriye’de akan kandan sorumlu olduğunu ve farklı ülkelerde ikamet eden Türkiyelilerin kaçırılmalarının sebebinin Suriye tavrından kaynaklandığını iyice anladı. Bütün bunlar Türkiye’yi sesinin tonunu düşürmeye, hatta Türkiye’nin öncülüğünde düzenlenen Suriye’nin Dostları Konferansı’na alternatif sayılan Tahran Konferansı’na katılmaya mecbur etti.

Suriye’yi Savunma Cephesi Nasıl Dayanabildi?

Bütün bu tavır değişiklikleri ve Suriye’ye saldırı cephesi içerisinde meydana gelen çözülmelere karşın Suriye’yi savunma cephesinde herhangi bir sarsıntının olmadığını görürüz. Bu bağlamda şu hususlara değinebiliriz:

1)Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili’nin Suriye, Lübnan ve Irak ziyaretlerinde açıkça dile getirdiği İran’ın değişmez Suriye tavrının etkisi. İran, Suriye’nin mukavemet üçgeninin köşe taşlarından biri olduğunu ve yenilgiye uğramasına asla izin vermeyeceğini, Suriye’nin mukavemet nizamına ve cumhurbaşkanına zarar verilmesine hiçbir surette müsaade etmeyeceğini defalarca açıkladı. Bu aynı zamanda saldırı cephesine verilmiş tehditkâr bir mesajdı. Aynı zamanda bölgenin mevcut gerçeğini ortaya koyuyordu; bölgenin yabancı askerî müdahaleyi kabul etmeyeceği gerçeğini. Böyle bir şey olursa, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, görünüş itibariyle ABD ve müttefiklerinin hazırlıklı olmadıkları bir savaş çıkabilirdi.

2) Tahran’da Suriye konulu uluslararası bir konferans düzenlendi ve bu konferansla, Suriye’ye karşı düşmanca tavır alan ve ABD’nin tüm dünya ülkelerini Suriye’ye karşı tavır almaya çağıran tutumunu pekiştirmek için düzenlenen (Arap kuruluşları tarafından düzenlenen) bölgesel ve uluslararası konferansların (Suriye’nin Dostları Konferansı) etkisi azaltıldı.

Tahran Konferansı, konferanslar çerçevesinde dengelerin hayata geçirilmesini sağlamayı amaçladı. Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in tavırlarında bir tür denge söz konusudur. Rusya ve Çin’in tavrı Suriye’ye saldırının uluslararası meşruiyet kazanmasını engellemektedir.

Tahran Konferansı’nda dikkatleri çeken en önemli husus açıkça Suriye karşıtı blokta yer alan ülkelerin (örneğin Türkiye ve Kuveyt) katılımıydı. Öte yandan dünya ülkelerinin geniş katılımı da dikkatler kaçmadı. Dünya ülkelerinin üçte biri, daha doğru bir ifadeyle neredeyse yarısı bu konferansa katılmıştı. Bu oran, Suriye Dostları Konferansı adı verilen konferanslara katılan ülkelerin sayısından oldukça fazladır.

3) Beşşar Esad’ın terörizmle yorulmadan usanmadan mücadele olarak belirlediği Suriye’nin isyancılara karşı tavrın ve millî görevini yerine getirmede gösterdiği eksiklikten ve sonrasında kaçmasından dolayı azledilen eski başbakanın (Riyad Hicab) yerine yeni bir başbakan atamasının etkisi. Yeni başbakanının kişisel özellikleri, memleketi (Dera) ve dinî intisabı (Sünni), bu yeni atamayı daha da önemli hale getirmekte ve konuyla ilgili olanlara iki mesaj vermektedir. Birincisi, özgüven. İkincisi, başarılı savunma politikalarında süreklilik ısrarı.

Buraya kadar söylediklerimizden Suriye’deki kriz sahnesinin kökten değiştiği ortaya çıkmaktadır. Bu değişiklik hem teröristlerle mücadele sahasında (nitekim Suriye ordusunun, dolayısıyla halkının askerî başarıları rejimi askerî güç yoluyla devirmenin imkânsız olduğunu göstermiştir) hem de siyasî düzeyde (nitekim rejim içerisinde herhangi bir sarsıntı yaşanmamıştır ve rejim, savunma cephesindeki faaliyetlerini ülkenin idarî yapısını koruma bağlamında metanetle yerine getirmektedir. Bu bağlamda bir yetkilinin ihaneti -bu yetkili üst düzey bir yetkili dahi olsa- rejime herhangi bir zarar verememiştir) gözlemlenmektedir.

Bütün bunlara dayanarak Suriye’de yeni bir sahne tasavvur edebiliriz: Suriye’yi savunma cephesinde saldırı stratejisi savunma yöntemi olarak benimsenmiş, isyancıların hayallerine son verilmiş ve mevcut durumdan çıkmanın tek yolunun (gerçeklemesi için elverişli ortam hazırlandığında) müzakere olduğu anlaşılmıştır. Bütün bunlar gerçekten de yeni bir küresel nizamı meydana getirecek hususlardır.

medyaşafak