ÖZEL: Bir miti çürüten efsane: 2006 Temmuz Savaşı'ndan sahneler

ÖZEL: Bir miti çürüten efsane: 2006 Temmuz Savaşı'ndan sahneler
Ayta El-Şaab'daki savaşı özetlemek için kahramanlık kelimesini kullanmak yeterli değildir. BMMYK raporuna göre, köy ve çevresinde binlerce askerden oluşan yaklaşık 5 piyade tugayı bulunduran İsrailliler, kasabadaki binaların %90'ından fazlasını yok ettikten sonra, İsraillilerin kendilerinin de itiraf ettiği gibi, yaklaşık 80 direniş savaşçısından oluşan kuşatılmış bir birliği yenmeyi başaramamıştı.

 

Ali Jezzini

 

Al Mayadeen English

 

12 Temmuz 2023

 

Bu makalede, Lübnan direnişinin efsanevi başarısını ve İsrail'in askeri yenilgisini vurgulamak amacıyla Temmuz Savaşı ve muharebelerinden sahneler sunuluyor.

 

Başlangıç – Ayta; Efsane

 

2006 Temmuz Savaşı’nın ilk gününde “İsrail” Güvenlik Bakanı Amir Peretz, 91. Tümen Komutanı Gal Hirsch ile birlikte, Lübnan'ın Ayta El-Şaab köyüne bakan bir tepeye tırmanmaya çalışan bir Merkava MK4 tankının kulesinin gövdesinden 136 metre uzağa fırlatılışını canlı yayında izledi. Lübnan Direnişi daha öncesinde iki İsrail askerini Lübnanlı esirlerle takas etmek üzere esir almıştı.

 

Ofer Shelah ve Yoav Limor, Lübnan Mahpusları (Prisoners in Lebanon) adlı kitaplarında bu darbenin, savaştan önceki Dünya Kupası sırasında Zidane'ın Materazzi'nin göğsüne kafayla vurmasına benzer bir şok etkisi yarattığını söylüyor. Merkava hadisesi, İsrail'in tereddüt ve aşırı ihtiyatla karakterize edilen savaştaki askeri eylemlerine damgasını vurdu. Ayta El-Şaab bölgesinde savaşın iki haftasına kadar askeri operasyonlar başlamamıştı ve doğu bölgelerinde bu müddet 3 hafta kadar sürdü.

 

Kitapta ayrıca Gal Hirsch'in, kendisinden bir kara işgaline girişmesini isteyenlere şu soruyu tekrar tekrar sormaktan hiç vazgeçmediği de belirtiliyor: "Bir ton patlayıcı maddenin ne anlama geldiğini biliyor musunuz?" İronik bir şekilde, Şok ve Dehşet doktrinini uygulamak isteyen ordu, savaşın sonuna kadar bunun acısını çekmişti.

 

Bu şoku İsrail ordusunu kara harekâtından vazgeçiren ana neden saymak haksızlık olur, bu makale ilerledikçe resim daha da netleşecektir. Yenilgi; iç politika, askeri ve operasyonel nedenler ve bilişsel faktörler de dahil olmak üzere çeşitli faktörlerin birleşiminden kaynaklanıyordu.

 

İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, yakın çevresinin deyimiyle kibirli bir subay, hava hâkimiyeti yoluyla zafer kazanma teorisine inanan biriydi. Bu sadece Halutz'un eski bir pilot ve Hava Kuvvetleri'nde subay olmasından değil, aynı zamanda İsrail ordusuna hâkim olan genel inanıştan kaynaklanıyordu: ceset torbalarıyla yüzleşmeden, yani modern teknolojiler ve büyük miktarlarda patlayıcılarla uygulanacak Şok ve Dehşet doktriniyle savaşı kazanmak mümkündür.

 

Belki de Halutz'u "Yoğunluk Operasyonu" adını verdiği harekâtla Direniş'in füze cephaneliğinin büyük bölümünün imha edildiğini alelacele ilana iten nedenlerden biri de buydu; bu iddianın yanlışlığı ise son güne kadar İsrail tesislerine düşmeye devam eden roketlerle açıkça kanıtlanmıştı.

 

Ayta El-Şaab'da, 12 Temmuz'da savaşın başlamasını takip eden iki hafta boyunca "İsrail"in sınırlı askeri operasyonlarına tanık olundu. İsrail güçleri, nispeten büyük olan bu kasabanın çevresinde ateş açarak keşif yapmakla yetindi. Direniş de bu süre zarfında durmadı ve yıkılan Mansura köyünde konumlanan "Biranit" kampındaki 91. Tümen'in komuta merkezini hedef alan yoğun ve isabetli bir bombardıman başlattı. Bu füzelerden biri komuta merkezinin elektrik jeneratörüne isabet ederek düşmanda bir süreliğine aydınlatma ve havalandırma kaybına yol açtı. 31 Temmuz'da İsrail kuvvetleri, "Yön Değiştirme Operasyonu 8" olarak adlandırdıkları operasyonla ilerlemeye başladılar ve İsrail Paraşütçü Tugayı kasabayı her yönden etkili bir şekilde kuşattı.

 

Çoğu zaman böyle bir manevra, savunmadaki güçlerin sonu anlamına gelir, ancak bu sadece başlangıçtı.

 

Kuşatmayı çok geçmeden doğudan şehre saldırı girişimi izledi, ancak başarısız olundu. Ardından 890. Paraşütçü Taburu'nun kuzeyden yaptığı bir başka girişim de darbe aldı. İçlerinden birinin savaş sonrasında ifade ettiği gibi, askerler açılan ateşin dehşeti ve şiddeti karşısında şaşırmış, kayıplar artmaya başlar başlamaz hepsini büyük bir korku ve histeri dalgası sarmıştı. Bu durum özellikle askerlerden biri, bir çavuş, başından ölümcül şekilde yaralandığında daha da kötüleşti, bu yüzden "operasyonu durdurdular" ve o gün ateşe doğrudan karşılık vermeye devam etmediler.

 

İsrail kayıtlarına göre, 3 İsrail askerinin ölümü ve 25'inin de yaralanmasıyla sonuçlanan çatışmanın ardından paraşütçüler yaralılarını sedyelerle sınıra doğru taşıyarak kasabanın dış mahallelerine çekildiler. Sonraki günlerde de kasabaya girme girişimleri herhangi bir ilerleme kaydedilmeksizin devam etti ve “ordudaki” üst düzey subaylar, ilerleyemeyişleri yüzünden yaşadıkları artan hayal kırıklığına rağmen kasabadan çekilme niyeti göstermeden çabalarını sürdürdüler.

 

5 Ağustos'ta Carmeli (ihtiyat) Tugayı, bir ölü ve 19 yaralı verdikten sonra, tek başına "taktik geri çekilme" adını verdikleri kararı aldı. Attıkları bu adım savaştan sonra askeri önderlik tarafından sert eleştirilere maruz kaldı. Öyle ki İsrail "ordusu" 7 Ağustos'ta kasabanın tahliyesini görüşmek üzere bir ekip gönderdi ve özellikle de iki liderliğin, bazı İsrailli subayların ifadesiyle, direnişin "kararlılığının sembolü" olan kasabayı işgal ısrarlarından sonra, askerlerinin başarısızlığını kelimelerle ifade etmek mümkün değildi.

 

Savaşın son günlerinde Ayta Al-Şaab köyü yakınlarında bir tank RPG-29 roketiyle imha edildi. Tankın 4 kişilik mürettebatı öldü ve savaşın ilk gününde imha edilen Merkava tankında olduğu gibi tareti uçtu. Ayrıca bir Puma zırhlı aracı ve birkaç buldozer imha edildi, bunlardan biri bazı evleri yıkmaya çalışıyordu. Burada, genelde Arapların özelde ise Filistinlilerin bilincinde yer etmiş olan yıkılmış evlerin resimlerini göstermeye alışmış İsraillilerin, bu art arda gelen darbeleri nasıl sindirebildiklerini ancak hayal edebiliriz.

 

Çatışmaların son gününde Ayta Al-Şaab'ın kuzeyindeki Tel Ebu Tawil'de 4 asker öldürüldü ve 20 asker de tanksavar füzeleri saldırısı sonucu yaralandı.

 

Ayta El-Şaab'daki savaşı özetlemek için kahramanlık kelimesini kullanmak yeterli değildir. BMMYK raporuna göre, köy ve çevresinde binlerce askerden oluşan yaklaşık 5 piyade tugayı bulunduran İsrailliler, kasabadaki binaların %90'ından fazlasını yok ettikten sonra, İsraillilerin kendilerinin de itiraf ettiği gibi, yaklaşık 80 direniş savaşçısından oluşan kuşatılmış bir birliği yenmeyi başaramamıştı.

 

Efsane kelimesinin tarihte, duygusal ve şiirsel değil de somut ve maddi anlamda nadiren gerçekleşen bunun gibi hadiseler için vazedildiğine inanıyorum.

 

Bint Cübeyl ve Marun Al-Ras

 

Marun Al-Ras ve Bint Cubeyl cephelerinde ise durum tamamen farklıydı; bir Maglan birliği (seçkin bir keşif gücü) Cal Al-Deyr bölgesinde Direniş'in pususuyla karşılaştı ve yarısından fazlası saniyeler içinde öldürüldü ve yaralandı. Birliğin geri kalanı ise fena sarsılmıştı. Bu durum komutanlığı, kuşatılmış Maglan birliğini desteklemek üzere iki Egoz bölüğü (bir başka seçkin birlik) göndermeye sevk etti. Bu bölükler de Bint Cübeyl'in alçak kesimlerinden güdümlü Malyutka füzeleriyle ateş altına alındı ve aralarında Albay Benjamin Hillman'ın da bulunduğu beş asker tasfiye edildi. O gün Egoz'un tarihindeki en kanlı gündü.

 

Maglan birliği askerlerinden biri savaştan sonra "Bir çadır ve 3 Kalaşnikof bulmayı bekliyorduk, ama bir dizi müstahkem tünele açılan çelik bir hidrolik kapıyla karşılaştık!" dedi. Bu tür tahkimatlar daha sonra İsrail askeri saldırısı karşısında bir duvar ören müstahkem mevkiler olarak “Doğa Rezervleri” diye adlandırıldı. Bu olayın ardından kuzey askeri bölge komutanı Odi Adam, "Bir Doğa Rezervi bütün bir tugayı yutabilir" diyerek kayıp verme korkusuyla buralara saldırılmasını engelledi.

 

Bint Cübeyl'de, daha önce bahsedilen Marun Al-Ras savaşından birkaç gün sonra, tüm bu aşırı ihtiyat, Golani Tugayı'nın 51. Taburu'nun bir bölüğünü birbiri ardına yutan ve bölük komutanlarından birinin ve yardımcısının ölümünün yanı sıra başka bir bölük komutanının yaralanması ve yardımcısının ölümüyle sonuçlanan bir pusuya kurban gitmesini engelleyemedi.

 

Tabur askeri anlamda tam anlamıyla dağılmak üzereydi ve asıl görevi kurtarma vazifesine dönüştü. Savaşa katılan askerlerden birinin daha sonra anlattığına göre, dört bir yandan Malyutka füzeleriyle vurulurken, operasyondan sorumlu Tuğgeneral Gil Hirsch'in telsizden "görevin tamamlanmak üzere olduğunu ve teröristlerin kaçtığını" söylediğini duyduğunu aktarıyor. Asker, böyle durumlarda "bir şeylerin yanlış gittiğini anlıyorsunuz" yorumunu yaptı.

 

Jerusalem Post'ta Yaakov Katz tarafından kaleme alınan 26 Temmuz 2006 tarihli bir makaleye göre, İsrail hükümetinin Bint Cübeyl konusundaki tutumu savaş devam ettikçe değişti. Bint Cübeyl'de kesin bir zaferin İsrail halkı için çatışmanın dönüm noktası olacağı biliniyordu fakat tüm ilerleme vaatlerine rağmen bunu göstermek için "ortaya koyacak somut bir şey" yoktu. Hizbullah'ın burada teslim olmasının Direniş'in Güney Lübnan'daki diğer kaleleri üzerinde bir "dalga etkisi" yaratacağı düşünülüyordu.

 

İsrail ordusunu Bint Cübeyl'e saldırmaya iten ve tüm operasyonun "Çelik Ağlar" olarak adlandırılmasına neden olan sebeplerden biri de Hizbullah Genel Sekreteri'nin 2000 yılında burada yaptığı zafer konuşmasıydı. Bu konuşma sırasında Seyyid Nasrallah "İsrail'in" bir örümcek ağından daha zayıf olduğunu söylemiş, İsrailli gazeteci Amir Rapaport'a göre bu da İsrail yüksek komuta kademesinde bir "örümcek ağı kompleksi" doğurmuştu.

 

Jerusalem Post yazarı Yaakov Katz'a göre Bint Cübeyl, Genelkurmay Başkanı Dan Halutz ve Operasyon Şefi Gadi Eisenkot gibi üst düzey İsrailli subaylar tarafından önemli bir "sembol" olarak gösteriliyordu. Seyyid Nasrallah'ın 2000 yılında konuşma yaptığı bu yeri ele geçirmek ve buraya bir İsrailli lideri zafer konuşması yapması için getirmek istiyorlardı. Rapaport, Bint Cübeyl'in "Lübnan'ın çöküşünün" sembolü olacağını iddia ediyordu.

 

Savaşı özetlemek gerekirse, İsrailliler taktiksel olarak önemli bir zafer elde edemedikleri gibi sembolik ya da küçük bir başarı da kazanamadılar. İsrailliler daha sonra konumlandıkları bir binaya bayrak çektiler, ancak ana hedeflerine ulaşamayıp geri çekildikleri için fotoğrafı daha sonra yayınlamadılar.

 

“Ağlayan çocuklar” ordusu

 

İsrailli ünlü gazeteci Ron Ben-Yishai, ordusunun savaştaki yenilgisinin ardından suçun çoğunu kültürel ve psikolojik faktörlere yükleyen ilk kişi değildi, ki bu birçok kişi tarafından sürdürülen eski bir alışkanlıktır. Birinci Dünya Savaşı'nda binlerce askerini Avusturyalı makineli tüfeklerin karşısında ölüme gönderen İtalyan General Luigi Cadorno, Caporetto'daki ezici yenilgisinin sorumluluğunu "İtalyan askerlerinin korkaklık ve alçaklığına" yüklemişti. Bu, özellikle de ulusal bir savaş için seferber olmanız gerekiyorsa, herkes için tehlikeli bir yoldur. Ve biz Araplar 1967'deki yenilgiden sonra bu yolu sonuna kadar teptik.

 

İsrailli gazetecinin "Ağlayan çocuklar savaş kazanamaz" başlıklı eski bir makalesinde "ağlayan çocuklar zihniyeti" olarak adlandırdığı şeyi tanımlarken söyledikleri doğruluk payı taşısa da, bu zihniyetin nedenleri inançlar da dahil olmak üzere çeşitli faktörlerin birleşiminden başka bir şey değildir. Bu faktörler arasında ordunun kendisi, toplumun özgün yapısı ve gelişimi ile teknik üstünlüğe aşırı güven yer almaktadır.

 

Bazı durumlarda bu zihniyet gözle görülebilirken, Temmuz 2006 Savaşı’nın diğer durumlarında yenilgi konvansiyonel askeri maddi araçlarla değerlendirilmiştir. Oysa İsrail askeri kurumu 2006'dan sonra psikolojik travma gibi görünen bir durumdan muzdarip olmuştur.

 

Temmuz 2006'daki savaşta yaşanan iki olay bu travmaya ışık tutabilir. İlk olayda, İsrail 366. Zırhlı Tümeni'ne ait tanklar, tabur komutanına ait bir tankı Kiyam bölgesinde sadece bir zırhlı personel taşıyıcı ile destekleyerek tek başına bıraktılar. Bunun üzerine tabur komutanına bağlı tugay, Kornet lazer güdümlü tanksavar füzeleriyle vurulduktan ve kayıplar verdikten sonra işgal altındaki Filistin'e doğru geri çekildi. Bir başka tabur komutanı da tanklarıyla ilerlemeyi reddetmiş ve ardından istifa etmişti.

 

Bir başka olay ise Ayta Al-Şaab civarında savaşan Carmeli Tugayı’nın; Nahhal Tugayı ve paraşütçü birlikleri, İsrail kaynaklarına göre 80 civarında Direnişçinin savunduğu köye saldırmak için kendisinden destek istemesine rağmen, bir askerini kaybettikten ve diğerleri de yaralandıktan sonra taburlarından birini, "taktiksel geri çekilme" olarak adlandırdığı bir şekilde ricat ettirmesidir.

 

Her iki olayda da Siyonist ordunun 91. ve 366. tümen komutanlıkları savaşın sona ermesinin ardından ağır darbe almış ve komutanları ise ya istifa etmiş ya da ordudan atılmıştır.

 

Sonuç

 

İsrailliler 14 Ağustos 2006'da sona eren savaşın ardından tam bir inançsızlık, patolojik yalanlar ve her türlü başa çıkma mekanizmasına başvurma sarmalına girdiler. Yaşananlar basit bir askeri yenilgi değil, İsrail askeri kibri ve egosu için tam anlamıyla bir travmaydı.

 

Araplar uzun süre boyunca ırkçı önyargılara ve hakaretlere maruz kaldılar; organize ve iyi motive edilmiş bir askeri güç oluşturmaktan aciz olmakla nitelendirildiler. Ancak bu defasında "İsrail"i yenmişlerdi. Savaştan sonra olayların yön değiştirmesi ve bunun sonucunda oluşan caydırıcılık, Batı Asya'nın kabadayısına haddinin bildirilmesi ve İsraillilerin düzenli olarak vahşet uyguladığı bir başka yerin daha saldırıya uğramayacak kadar riskli bir kale haline gelmesi anlamına geliyordu.

 

İsrail'in Lübnan'a savaş açmadan geçirdiği 17 yıl, Batı'nın bu zorbasının ya da bazılarının sömürgeci işgal rejimini tanımlamaktan hoşlandığı üzere “batmayan uçak gemisinin” tarihinde en hafif tabirle rekor bir süre olmuştur.

 

İsrail'in caydırıcılık ve güç projeksiyonu kabiliyetleri, öncesinde ilan ettikleri hedeflerin hiçbirini gerçekleştiremeyerek kaybettikleri bu savaştan bu yana sürekli bir düşüş göstermektedir. "İsrail"in ilk kurucuları tek önemli bir çatışmayı bile kaybetmeyi göze alamayacaklarını söylemişlerdi. 2006 Temmuz Savaşı Siyonist rejimin çökmesine ya da Filistin'in özgürleşmesine neden olmasa da, Arapların özgürlük ve haysiyet mücadelesinde bir dönüm noktası olduğuna şüphe yoktur.

 

 

Çeviri: Medya Şafak