"Farklı Bir Gazze Savaşı ve Sonraki Savaş"

"Farklı Bir Gazze Savaşı ve Sonraki Savaş"
"Hayatta bazı şeyler, resmi söylemler bir yana, olağan mantık veya teknik dille açıklanamaz. Kanlı bir ablukayla geçen yıllara ve 2008-2009’daki tek taraflı savaşa rağmen Gazze nasıl olup da son İsrail saldırısını durdurmak için böyle bir katılık ve ölümsüz bir coşkuyla savaşabildi?"
Farklı bir Gazze savaşı ve sonraki savaş

Ramzy Baroud

Press TV
 


Hayatta bazı şeyler, resmi söylemler bir yana, olağan mantık veya teknik dille açıklanamaz. Kanlı bir ablukayla geçen yıllara ve 2008-2009’daki tek taraflı savaşa rağmen Gazze nasıl olup da son İsrail saldırısını durdurmak için böyle bir katılık ve ölümsüz bir coşkuyla savaşabildi? Elbette bu, günümüzün medya analistlerinin modası geçmiş diliyle açıklanamaz. Bununla birlikte, yeni bir gerçeklik doğmak üzere.

2008-2009’daki ‘Dökme Kurşun Operasyonu’ sırasında İsrail, 1,400’den fazla Filistinliyi katletti ve 5 binini yaraladı. Tüm bunlar kolaylıkla yapılmıştı. Bu tür “kendini savunma” savaşlarında her zaman olduğu gibi kurbanların çoğu sivillerdi. 2009 yılının Eylül ayında yayınlanan bir Birleşmiş Milletler soruşturmasında “Gazze savaşı sırasında İsrail’in ciddi ölçüde uluslararası insan haklarını ve insani hukuku ihlal ettiği ve İsrail’in savaş suçuna, hatta belki de insanlığa karşı suça varan eylemler gerçekleştirdiği yönünde kanıtlar” olduğu değerlendirmesi yapılmıştı. 

O tarihte itham ve kınamalar eksik kalmamıştı, son sekiz günlük Gazze savaşı için de kesinlikle öyle olacaktır. Pek çok kişi kamuoyunun temayülünün nasıl da İsrail’e karşı döndüğünden, Siyonist rejimin son derece çarpık olan Câlut’a karşı Davud söylemi üzerindeki hâkimiyetini nasıl kaybettiğinden, ABD’nin artık İsrail için, dünyadan yardım ve dayanışma bekleyen kuşatma altındaki milyonlarca insanın derin acısına karşı kalkan olamayacağından söz ediyorlar. 

Bu söylenenlerin önemli bir bölümü aslında doğru, ancak İsrail’in – dört yıl önce işlenen iğrenç suçlara rağmen – Gazze’yi ve Filistin’in geri kalanını savaştan önceki statükoya sürüklemeyi başardığı da aynı şekilde doğru. Eski İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, 12 Ocak 2009 tarihinde gazetecilere temsilcisi olduğu rejimin Gazze’de kasten ve “İsrail’in caydırıcılığını yeniden inşa etmek” için \"çılgın”laştığını söylemiş ve “Hamas şimdi anlıyor ki İsrail, yurttaşlarına ateş açılması halinde buna çılgınca cevap verecektir – ve bu iyi bir şeydir” demişti.   

Bu, Amerika Birleşik Devletleri için ve sanki binlerce kişi öldürülmemiş ve yaralanmamış veya kendileri hiçbir şey yapmadığı halde bir bütün olarak yok edilen aileler olmamış ve bütün bir ülke kaybettiği çocuklar, erkekler ve kadınlar için hala yas tutmuyormuş gibi, savaştan çok kısa süre sonra Brüksel’de Livni’yle birlikte başları dönerek içki içen ve yemek yiyen Avrupalı güçler için yeterince iyiydi. 

Mesele İsrail’in son dört yılda resmi Batı çevreleri nezdindeki itibarını yeniden inşa etmede hünerli hareket edip böylelikle Gazze’ye bir kez daha saldırmak için gerekli güveni alabilmesi değildir. Mesele İsrail’in bu itibarı hiçbir zaman kaybetmemiş olmasıdır. Bu güçler (en başta da Washington ve Londra) İsrail’in en yeni öldürme teknolojisini desteklemeyi, kendi ekonomik dertlerine rağmen İsrail’in ekonomisini güçlendirmeyi ve elbette her mümkün fırsatta İsrail’in “kendini savunma hakkını” desteklemeyi hiçbir zaman kesmedi.

2008-2009’daki 22 günlük Gazze savaşı gerçekte özel olarak tarihlerini ve zamanlarını belirlemesi zor olan bir başka uzun savaşın devamıydı. Gazze’deki Filistinliler (işgal altındaki toprakların geri kalanında olanlar gibi) Tel Aviv’deki siyasi ruh haline bağlı olarak artan veya azalan oranlarda ölüyorlar. 2008’de, zor durumdaki Kadima partisi yetkilileri, savaş ve güvenlik takıntılı bir toplum içindeki desteklerini arttırmak için savaş istedi. 2012’de bir kez daha İsrail seçimleriyle karşı karşıyayız. Her iki örnekte de, Filistinli kanı, İsrail siyasetinin aynı kanlı oyunu içinde değerlendirilmelidir. Ve İsrail siyasetindeki tüm yükselen yıldızlar, her zaman destekleyen kamuoyunu etkilemek için bunu yapmak durumunda kalmıştır.  

“İsrail Yahudilerinin yüzde 90’ından fazlası Gazze savaşını destekliyor” (Haaretz,19 Kasım) denildiği zaman Gilad Şaron’un (eski İsrail Başbakanı ve defalarca savaş suçu işlemekle suçlanan Ariel Şaron’un oğlu) Jerusalem Post gazetesinde şunları yazdığını okumak daha az şok edici oluyor: “Gazze’de elektrik, benzin, hareketli araç, hiçbir şey olmamalıdır. İşte o zaman bir ateşkes isteyebilirler… Gazze’nin bütün mahallelerini dümdüz etmeliyiz. Bütün Gazze’yi dümdüz etmeliyiz. Amerikalılar Hiroşima’yla durmadılar – Japonlar yeterince hızlı teslim olmuyorlardı, bu yüzden Nagazaki’yi de vurdular.” 

Öte yandan, Gazzeli sivillere ve savaşçılara karşı yeni bir av sezonu olarak düşünülen şey, arzu edildiği gibi gitmedi. ‘Savunma Sütunu Operasyonu’ İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Ehud Barak’a, parmaklarını tehdit için sallayıp, uluslararası baskı yükselinceye kadar olabildiğince siyasi puan toplayabilecek şekilde büyük fırsatlar sağlama amaçlıydı. Tersine, tarihi büyüklükte bir siyasi çöküşle sonlandı.

İsrail’in deneme balonları, Kuzey Tel Aviv ve hatta Batı Kudüs gibi uzak yerlere kadar ulaşan yüzlerce Filistin roketiyle altüst edildi. Direnişi kırmak, böylelikle Filistinlilerin hiçbir zaman işgalden, İsrail’in dayattığı siyasi tecritten ve nefes aldırmayan ablukadan ve yanı sıra İsrail’in “caydırıcılık” savaşlarından şikâyet edemeyecek hale getirmek amacıyla yapılan şey, İsraillilerin her yerde sığınak araması gibi yeni bir tuhaf gerçeklik getirdi. Sirenler çaldığı zaman İsrail durmak zorunda kaldı zira İsrailliler, Filistinlilerin çok sık yaşadığı kanlı görüntüleri yaşıyordu. 

167 Filistinli öldürüldü ve binden fazlası yaralandı. Diğer yandan, 21 Kasım’da Mısır üzerinden varılan ateşkes sonrasında yaraları nedeniyle ölen bir askerin de aralarında olduğu altı İsrailli öldü. Fakat bu savaşı farklı kılan şey akan kanın miktarı değildi, zira korkunç ölümlerin oranı bir tarafa eğik kalıyor. Farklı olmasının nedeni Hamas ve diğer direniş örgütlerinin verdiği mesajın içeriğidir. Aç ve kuşatma altındaki Gazzeliler bile, onları komşu Mısır üzerinden çıkış yolu bulmak için yüzlerce tünel kazmaya zorlayan altı yıllık sımsıkı bir ablukadan sonra hâlâ savaşabilecek durumda.

Ramallah’ta sahneye çıkan Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas, televizyon konuşmasında barışçıl bir halk direnişinden söz etti. Buna uygun bir şekilde İsrail saldırısını kendisini BM\'de Filistin için üye olmayan devlet statüsü desteği aramamaya zorlama girişimi olarak tanımladı. Ve İsrailli liderler Filistinlilerle olan adaletsiz savaş denklemindeki yeni değişkeni anlamaya çalışırken, Arap yetkililer Gazze’ye gelerek bu kez olayların farklı olacağının işaretini gösterdiler. Amerikalılar da olanları dikkate aldı. ABD medyası ABD dış politikasının odak noktasının Doğu ve Güneydoğu Asya’ya doğru kaymasından söz ederken, yeni savaşın alarm veren içeriği Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’u İsrail’e olan destek ve dayanışmasını sunmak için acele etmeye zorladı. Avrupa liderleri de aynısını yaptı. Ayrım çizgileri bir kez daha çizildi. Bu kez Gazze bölgesel ve uluslararası politikada bir ayrım noktasıydı ve direniş, şiddetli bir kaymanın arkasındaki ana faktördü.

İsrail’de pek çok kişi, Hamas’la ateşkesin sınır ülkelerine “sükûnet” getireceği için İsrail bakımından iyi olduğunu söyleyerek gerçekleri çarpıttı. Böylelikle İsrail’in hedefleri dolaylı bir yoldan gerçekleşmiş oluyordu. Haaretz gazetesinin ordu muhabiri şu sözlerle ortamı yumuşatmaya çalıştı: “Caydırıcılık seviyesinin gücünü ölçme sanatı, kesin bir bilim gibi değildir. Hiç kimse, 2006’da Hizbullah’a karşı gerçekleştirilen başarısız eylemlerin Lübnan sınırında altı buçuk yıllık (hâlâ devam eden) bir sükûnet sağlayacağını öngörmüyordu.” 

Bununla birlikte İsrail’in niyeti barış ve sükûnete ulaşmak değildi. On yıllardan beri İsrail, şiddet tekelini, dolayısıyla cezalandırma, caydırma, müdahale etme, işgal etme ve istediği zaman istediği kişiye “ders verme” hakkını mutlak surette elinde tutmaya çalıştı. Kısa süre önce Sudan’ı hedef alması, geçmişte Irak’a, Tunus’a, Suriye’ye indirdiği darbeler, Lübnan’daki korkunç savaşlar ve İran’a yönelik devamlı tehditler, hepsi aynı doğrultuda örnekledir. 

Kesinlikle büyük şeyler değişti. Filistinliler güç dengesizliğini azaltmayı başaramadılarsa da, münhasıran İsrail tarafından belirlenen “güvenlik” denklemine direnişi bir faktör olarak kabul ettirmeyi başardılar.

Ağır kayıplarına rağmen binlerce Filistinli Gazze Şeridi boyunca dans edip kutlamalar yaptı. Militanların arasında diz çöküp namaz kıldılar ve “zafer” için Allah’a şükrettiler. Coşkulu Gazzeliler, maskeli silahlı adamları aralarına alıp direniş nedeniyle kutladılar. İsrail ve ortakları, suçlayıcı parmaklarını en çok İran’a yönlendirdiler. Fakat onların sözleri, Filistinlilerin sloganları arasında kayboluyordu. Bütün taraflar temel bir şeylerin değiştiğini biliyorlar, her ne kadar savaş kesinlikle bitmiş olmasa da. Yeni türde bir savaş başlamak üzere.

Çev: Selim Sezer

medyasafak