Hamid Dabashi: Gazze sayesinde Avrupa felsefesinin ahlaki iflası ifşa oldu

Hamid Dabashi: Gazze sayesinde Avrupa felsefesinin ahlaki iflası ifşa oldu
Immanuel Kant ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel ile başlayıp Emmanuel Levinas ve Slavoj Zizek ile devam eden süreçte bizler, Oryantalistlerin deşifre etmekle görevlendirildiği tuhaflıklar, eşyalar ve bilgi nesneleriyiz sadece. Bu nedenle, on binlercemizin İsrail ya da ABD ve Avrupalı müttefikleri tarafından öldürülmesi, Avrupalı filozofların zihninde en ufak bir duraksamaya bile yol açmıyor.

 

 

Gazze sayesinde Avrupa felsefesinin ahlaki iflası ifşa oldu

 

Hamid Dabashi

 

middleeasteye.net

 

18 Ocak 2024

 

Rusya ve Çin tarafından tamamen desteklenen, silahlandırılan ve diplomatik olarak korunan İran, Suriye, Lübnan ya da Türkiye'nin Tel Aviv'i üç ay boyunca gece gündüz bombalayacak, on binlerce İsrailliyi öldürecek, bir o kadarını sakat, milyonlarcasını evsiz bırakacak ve şehri bugün Gazze'de olduğu gibi yaşanmaz bir moloz yığınına çevirecek iradeye ve güce sahip olduğunu düşünün.

 

İran ve müttefiklerinin Tel Aviv'in kalabalık bölgelerini, hastane, sinagog, okul, üniversite ve kütüphanelerini azami sivil kayıpları verdirmek için kasıtlı olarak hedef aldığını bir an için hayal edin. Dünyaya da sadece İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve savaş kabinesini hedeflediklerini söylemiş olduklarını varsayın. 

 

ABD, İngiltere, AB, Kanada, Avustralya ve Almanya'nın bu kurgusal senaryodaki saldırının ardından 24 saat içinde ne yapacağını kendinize sorun.

 

Şimdi gerçeğe dönün ve 7 Ekim'den bu yana (ve bu tarihten önceki on yıllar boyunca) Tel Aviv'in Batılı müttefiklerinin İsrail'in Filistin halkına yaptıklarına sadece tanık olmakla kalmayıp; aynı zamanda askeri teçhizat, bombalar, mühimmat ve diplomatik destek sağladıklarını ve Amerikan medyasının Filistinlilerin soykırıma uğratılması için ideolojik gerekçeler sunduğunu hatırlayın.

 

Yukarıda bahsi geçen kurgusal senaryo, mevcut dünya düzeni tarafından bir gün için bile hoş görülmeyecektir. ABD, Avrupa, Avustralya ve Kanada'nın askeri haydutluğu İsrail'in tamamen arkasındayken, tıpkı Filistinliler gibi dünyanın biz diğer çaresiz halkları da insandan sayılmıyoruz. Bu sadece siyasi bir gerçeklik değil; aynı zamanda kendisine "Batı" diyen şeyin ahlaki tahayyülü ve felsefi evreni ile de ilgili.

 

Avrupa'nın ahlaki tahayyül alanının dışında kalan bizler, onların felsefi evreninde mevcut değiliz. Araplar, İranlılar ve Müslümanlar; ya da Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki insanlar - Avrupalı filozoflar için fethedilmesi ve susturulması gereken metafizik bir tehdit olmanın dışında herhangi bir ontolojik gerçekliğe sahip değiliz.

 

Immanuel Kant ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel ile başlayıp Emmanuel Levinas ve Slavoj Zizek ile devam eden süreçte bizler, Oryantalistlerin deşifre etmekle görevlendirildiği tuhaflıklar, eşyalar ve bilgi nesneleriyiz sadece. Bu nedenle, on binlercemizin İsrail ya da ABD ve Avrupalı müttefikleri tarafından öldürülmesi, Avrupalı filozofların zihninde en ufak bir duraksamaya bile yol açmıyor. 

 

Kabile Avrupası izleyicileri

 

Eğer bundan şüphe duyuyorsanız, Avrupa'nın önde gelen filozoflarından Jurgen Habermas ve birkaç meslektaşının İsrail'in Filistinlilere yönelik katliamını desteklediklerini hayret verici bir kabalıkla ortaya koydukları metne göz atmanız yeterli. Sorun artık 94 yaşındaki Habermas hakkında, bir insan olarak ne düşüneceğimiz değildir. Asıl soru, onun hakkında bir sosyal bilimci, filozof ve eleştirel düşünür olarak ne düşünebileceğimizdir. Onun artık ne düşündüğü dünya için önemli mi? Eğer daha önce önemli idiyse elbette.

 

Dünya, Nazizm ile olan tehlikeli ilişkileri ışığında bir diğer önemli Alman filozof Martin Heidegger hakkında da benzer sorular sormaktadır. Kanımca, şimdi de Habermas'ın şedid Siyonizmi ve onun tüm felsefi projesi hakkında ne düşünmemiz gerektiğine dair de benzeri sorular sormalıyız.

 

Eğer Habermas'ın ahlaki tahayyülünde Filistinliler gibi insanlara zerre kadar yer yoksa, onun tüm felsefi projesinin -kendi Avrupalı kabilesindeki izleyicilerinin ötesinde- insanlığın geri kalanıyla herhangi bir şekilde ilgili olduğunu düşünmek için nedenimiz kalır mı? 

 

İranlı seçkin sosyolog Asef Bayat, Habermas'a yazdığı açık mektupta, Gazze'deki durum söz konusu olduğunda Habermas'ın "kendi fikirleriyle çeliştiğini" söyledi. Kendisine duyduğum tüm saygımla belirtmeliyim ki aynı fikirde değilim. Habermas'ın Filistinlilerin hayatlarını hiçe saymasının, Siyonizm'i ile tamamen tutarlı olduğuna inanıyorum. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant'ın açıkça ilan ettiği gibi, Avrupalı olmayanların “tam insan” olmadıkları ya da "insanımsı hayvanlar" oldukları şeklindeki dünya görüşüyle tamamen tutarlıdır bu düşünce.

 

Habermas'ın Siyonizmi, Filistinlilerin yaşamlarını hiçe saymak suretiyle Heidegger'in Nazizmine eklemlenmiştir.

 

Filistinlilere yönelik bu mutlak umursamazlık, Alman ve Avrupa felsefi tahayyülünde derin köklere sahiptir. Yaygın kanıya göre Almanlar Holokost'un yarattığı suçluluk duygusuyla İsrail'e karşı sarsılmaz bir bağlılık geliştirmişlerdir. Ancak dünyanın geri kalanı için, Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'na sunduğu muhteşem belgenin de kanıtladığı gibi, Almanya'nın Nazi döneminde yaptıkları ile şimdi Siyonist dönemde yaptıkları arasında mükemmel bir tutarlılık vardır.

 

Habermas'ın tutumunun, Filistinlilerin Siyonistlerce katledilmesine ortak olan Alman devlet politikasıyla uyumlu olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda, Araplara ve Müslümanlara karşı aynı derecede ırkçı, İslamofobik ve yabancı düşmanı nefretleri ve İsrail yerleşimci kolonisinin soykırım eylemlerine verdikleri toptan destekle, adı "Alman solu" olarak geçenlerle de uyumludu bu tutum.

 

Almanya’nın, İsrail'in son yüzyılda (sadece son 100 günde değil) Filistinlileri katletmesine seyirci kaldığı için, bugün Holokost suçluluğu değil de soykırım nostaljisi yaşadığını düşünürsek mazur sayılmalıyız. 

 

Ahlaki düşkünlük

 

Avrupalı filozofların dünya algısına sürekli yöneltilen Avrupa-merkezcilik suçlaması, yalnızca düşüncelerindeki epistemik bir kusura dayanmamaktadır. Bu, ahlaki düşkünlüğün de tutarlı bir işaretidir. Geçmişte birçok kez, Avrupa felsefi düşüncesinin ve onun günümüzdeki en ünlü temsilcilerinin kalbindeki tedavi edilemez ırkçılığa dikkat çekmiştim.

 

Bu ahlaki düşkünlük sadece siyasi bir gaf ya da ideolojik bir kör nokta değildir. İflah olmaz bir şekilde kabileci kalan felsefi tahayyüllerinin derinliklerine kazınmıştır.

 

Burada, Martinik'li ünlü şair Aime Cesaire'in ünlü sözünü tekrarlamakta fayda var: "Evet, Hitler ve Hitlerizm tarafından atılan adımları klinik olarak ayrıntılı bir şekilde incelemek ve 20. yüzyılın ‘çok seçkin, çok hümanist, çok Hıristiyan’ burjuvazisinin, farkında olmadan içinde bir Hitler taşıdığını, Hitler'in onun şeytanı olduğunu, ona karşı çıkmakla tutarsızlık yaptığını ifşa etmek faydalı olacaktır. Hitler'de affedemedikleri şey, suçun kendisi, insanlığa karşı işlenen cürümler değildir. Beyaz adama karşı suç işlemesi ve beyaz adamı aşağılamasıdır. O zamana kadar sadece Arap, Hint ve Afrika halklarında uygulanan sömürgeci teknikleri Avrupa'ya karşı kullanmış olmasıdır."

 

Filistin bugün Cesaire'in bu pasajda bahsettiği sömürgeci vahşetin bir uzantısıdır. Habermas, Filistinlilerin katledilmesini onaylamasının, atalarının Namibya'da Herero ve Namaqua soykırımı sırasında yaptıklarıyla tamamen tutarlı olduğundan habersiz görünmektedir. Meşhur devekuşu misali, Alman filozoflar da kafalarını Avrupa hayallerinin içine sokmuşlar ve dünyanın kendilerini görmediğini sanıyorlar! 

 

 

Sonuç olarak, benim görüşüme göre Habermas şaşırtıcı, çelişkili bir şey söylemiş ya da yapmış değildir, tam aksi doğrudur. Yanlış bir şekilde evrensel olduğu düşünülen felsefi soyağacının iflah olmaz kabileciliğiyle tamamen tutarlı davranmıştır.

 

Dünya artık bu yanlış evrensellik algısından kurtulmuş durumda. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nden VY Mudimbe, Arjantinli Walter Mignolo veya Enrique Dussel ya da Japon Kojin Karatani gibi filozoflar, evrensellik konusunda Habermas ve benzerlerinden çok daha meşru iddialara sahipler. 

 

Bana göre Habermas'ın Filistin'le ilgili açıklamasının ahlaki iflası, Avrupa felsefesi ile dünyanın geri kalanı arasındaki sömürgeci ilişkide bir dönüm noktasına işaret ediyor. Dünya, Avrupa etno-felsefesinin sahte uykusundan uyandı. Bugün bu kurtuluşu, uzun süreli, tarihi kahramanlıkları ve fedakârlıklarıyla "Batı uygarlığının" temelindeki çıplak barbarlığı nihayet ifşa eden Filistinliler gibi halkların küresel acılarına borçluyuz.

 

New York'taki Columbia Üniversitesi'nde İran Araştırmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü olan Dabashi'nin İran, ortaçağda ve çağdaş dönemde İslam, karşılaştırmalı edebiyat, dünya sineması ve sanat felsefesi üzerine ciddi beğeni toplayan pek çok kitabı ve makalesi bulunmaktadır. Dabashi'nin başlıca eserleri şunlardır: Peygamberin Gelişinden Emevi İdaresine Kadar İslam'da Otorite (İnsan, 1995), Theology of Discontent (2005, Hoşnutsuzluğun İlahiyatı), Truth and Narrative (1999, Hakikat ve Anlatı), İran Sineması (Agora, 2004). Ayrıca Dreams of a Nation: On Palestinian Cinema (2006, Bir Ulusun Düşleri: Filistin Sineması Üzerine) adlı eserin editörlüğünü de yapan Dabashi'nin kitap ve makaleleri çok sayıda dile çevrilmiştir. ABD'nin önde gelen muhalif seslerinden olan, dünyanın dört bir yanında sık sık konferans ve dersler veren yazar, İranlı-İsveçli eşi, feminist akımın tanınan isimlerinden Golbarg Bashi ile birlikte New York'ta yaşıyor.

 

 

Çeviri: Medya Şafak