"Suriye’deki Ayaklanmanın Antropolojik Bir Okuması / 1"

"Suriye’deki Ayaklanmanın Antropolojik Bir Okuması / 1"
Arap Gelecek Araştırmaları Strateji Merkezi'nin (mostakbaliat) Suriye rejimi karşısındaki komplonun nedenlerini ve bunun dış bileşenlerini, ülkedeki siyasi aktörleri ele alan ve çarpıcı bilgiler veren bu çok önemli analizini dosya halinde ve üç bölüm şeklinde sunuyoruz.
Suriye’deki Ayaklanmanın Antropolojik Bir Okuması

 

Arap Gelecek Araştırmaları Merkezi Stratejik Araştırmalar Komitesi

 

Suriye’nin tanık olduğu değişkenleri ele alırken komplo sözcüğünün kullanılması, bunun hangi yollarla üretildiğinin ortaya konması, farklı uygulama biçimlerine sahip olduğunun gösterilmesi, şu ana kadar Suriye’ye yönelik komploları ortaya çıkartan belgelerin haklı çıkardığı bir tutumdur. (Bu konuda Chiraques döneminde Suriye’deki rejimi devirmek için yapılan faaliyetlere ilişkin yazılmış Fransızca kitaplara ve ayrıca Wikileaks belgelerine bakılabilir.) Özellikle de Irak’ın işgalinden sonra bu ülkenin jeo-stratejik konumunun kullanılarak rejimin hedef tahtasına konulması konusunda yayınlanan belgeler dikkate değerdir. Suriye, Irak’la arasındaki şahdamarı mesabesindeki bağlantısının, Amerikan askeri varlığıyla koparıldığı Irak’taki bu işgalle birlikte tek stratejik derinliğini kaybetmiştir. Bu durum Suriye’yi, Washington’un Lübnan’ı Suriye’yi boğmaya katkı sağlayacak bir ortak haline getirmek için Suriye’ye düşman bir Lübnan Başbakanı seçerek tamamlamaya çalıştığı ortak jeopolitik bir kuşatmaya maruz bırakmıştır. Başkan Lahud’un görev süresinin uzatılmasıyla birlikte Washington aynı amaç için Lübnan’daki Suriye varlığına karşı bir Lübnan muhalefeti ihdas etmek istemiş, ayrıca ileride ayrıntılarına değineceğimiz bir takım olaylar mucibince 1559 sayılı kararla Suriye’yi hesaba çekecek bir kanun çıkartmıştır.

Bu süreç, Amerikan kuşatmasının Suriye rejimini yıkılmaya yüz tutmuş bir noktaya getirecek ekonomik yaptırımlarla sertleştirilmesiyle tamamlanmıştır. Ancak Suriye’nin kendi kendine yeter ekonomik sosyalist yapısı bu duruma karşı koyabilmesine imkân sağlamıştır. Fedakârlıklarının bir bedeli olarak halkın yaşam standardının düşmesinden duyduğu huzursuzluğunun artmasına neden olacak önlemler sadedinde kemerler sıkılmış, ardından Suriye’de talepkar özelliklere sahip protestolar başlamıştır.

Bölge konusunda ise Washington, bölge ülkelerini Suriye’nin mevcut sıkıntılı durumunun bir daha tekrar etmeyecek çok elverişli fırsatlar sunduğu noktasında ikna etmek için gayret göstermiştir. Bu çabalar, devam etmektedir, Washington’a yakın Arap siyasi kaynakları Suriye’daki halk hareketliliğinin ekonomik olarak rejimin devrilmesine yol açacağını belirtmektedir. Bu kişilere ve onların temsil ettiği medyaya göre Suriye devleti, memurlarının maaşlarını ödeyememektedir.

Suriye’nin jeopolitik tıkanıklığı, buna kendiliğinden yol açan Irak işgali planlarının bir parçasıydı. Amerikan basın yayın organları, Irak’tan sonraki ikinci durağın Suriye olduğunu belirtiyorlardı. Bu durum, Suriye’yi ABD’ye dost ülkelerden de yalıtacak, böylelikle durumdan mutmain olan bu ülkeler Suriye’ye yönelik kuşatmayı katmerleştirecek adımların atılmasını teşvik edeceklerdi. ABD’nin söz konusu ülkelerde İsrail’in de katkısıyla İran nükleer tehlikesinin abartılması, İran’ın bu devletleri tehdit eden listenin başına konulması ve İsrail’in söz konusu listeden çıkartılması, bu planlar doğrultusunda yapılmış şeylerdi. Amerikan dostu Arap ülkeleri ile İsrail’in Arap halklarının gerçek düşmanı olduğunu ısrarla vurgulayan direnişçi Suriye arasındaki mesafe artacaktı. 

İşte Arapların stratejileri böylesine şizofrenik bir hastalıkla malul oldu. Birçok Arap ülkesi, İsrail’le birlik olup İran’a karşı ortak hareket edecek kadar İsrail’i tolere eden bir noktaya geldiler. Nitekim Hüsnü Mübarek de başkanlığı döneminde İran’a karşı bu Arap-İsrail ittifakını yıllarca pazarlamaya çalışmış, Mısır medyası da İran aleyhindeki haberleri Arap kamuoyuna pompalamıştı. (İran’ın Mısır’dan kilometrelerce uzak olması nedeniyle bu yaklaşım, bütün jeopolitik teorileri alt üst eder bir şekilde Mısır’ın bu korkusunun tamamen bir histeriden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.) İran karşıtı Arap-İsrail paktı, İsrail’in 2006’daki Lübnan saldırısı sırasında bazı Arap ülkelerinin İsrail’in başlattığı bu saldırıya destek vermesinde fiili karşılığını bulmuştu. Bu bölümde ele alınacak olan Wikileaks belgeleri, meselenin Arapların bu savaşa olan desteğinden öteye geçerek İsrail’den Hizbullah’ı yok etmeyi istemeye kadar vardığını göstermektedir, zira Hizbullah direnişi, onun İran’la ilişkisine indirgeniyordu. İsrail tehlikesini kavrayanlar Hizbullah’a destek verirken Amerika’nın İran’dan duyduğu endişeyi kendileri için de duyanlar, İran’a karşı duruyorlardı. Amerikan dostu Arap ülkeleri bunu, aşağıda bir kopyasını sunduğumuz Wikileaks belgelerine göre Lübnan’daki Suudi büyükelçisi Amerikan meslektaşına Semir Caca milislerinin silahlandırılması çağrısında bulunmaya kadar vardırdı.

Ne olursa olsun Temmuz Savaşı, bölgedeki bütün aktörlere Suriye’nin bölge içerisindeki denklemlerde kırılması zor bir iradeye sahip olduğunu göstermiştir. Suriye sadece Hizbullah’ı desteklemekle kalmamış, aynı zamanda İsrail’in Suriye’nin savaşa girmesinden duyduğu endişenin bir sonucu olarak Suriye sınırına yakın Lübnan topraklarını bombardıman etmekten imtina etmesine bile yol açmıştır.

Suriye, Irak işgali ile Hariri’nin öldürülmesi suçlamaları belasından kurtulmayı başarırken, Temmuz Savaşı’ndan da güçlü bir şekilde çıkmayı başarmış, bunun sonucunda ABD’nin Suriye’nin yıkılmak üzere olan bir rejim olduğu şeklindeki propagandasının içi boş bir vehim olduğunu ortaya koymuştur. Washington’un ve müttefiklerinin önünde rejimi içerden çökertmekten başka bir çare kalmamıştır. Bu da birçok nedenden dolayı Suriye’deki ayaklanmanın diğer Arap devrimleriyle uzaktan yakından bir alakasının olmadığını ortaya koyan bir şeydir. Bu nedenleri sıralamak gerekirse:

1. Suriye rejimin içerden çökertilmesi, İran rejiminin içerden çökertilme çabalarının bir kopyasıdır. İran muhalefetinin başarısızlığı, Suriye muhalefetinin başarısızlığının bir işaretidir. 

2. Suriye’de son yaşanan ayaklanmalardan önceki iç karışıklıklar, Amerikan istihbaratı tarafından programlanmış protestolardır. Örneğin, Amerika’nın kışkırttığı Suriye’deki birçok Kürt ayaklanmasını burada sayabiliriz. Bu provalar, ABD’nin, Suriye’nin direnişçilere kendi sınırından Irak topraklarına geçmede kolaylık sağlamasına verdiği bir yanıttı.

3. Suriye muhalefetinin “Arap Baharı”nı fırsat bilerek ve Amerika’nın arzusuna uygun olarak düzenlediği gösterilerin, Arap Devrimlerinin gerçekleştiği koşullarla hiçbir alakası yoktur. (bkz. 10. Bölüm: Tunus Devrimi). Bu koşulların en önemlisi: Gösterilerin barışçıl olması (Suriye muhalefetine akıtılan devasa silahlar), ortak milli konular (Suriye’de bu yoktur çünkü her bir muhalefet grubunun dar hizipsel talepleri vardır: Kürtler vatandaşlık isterken bazı başka muhalefet partileri faaliyetlerine izin verilmesi istemektedirler vs…). Söz konusu handikaplar, bazen gösteri düzenlenmesini engelleyecek noktalara kadar varmıştır. Düzenlenen gösterilerdeki şeffaflık meselesine gelince, bunların arkasında kimlerin bulunduğuna ilişkin belirsizlik, bu protestoları bölgesel enstrümanları üzerinden destekleyen Amerikan hayaletinin varlığını kanıtlamak için yeterlidir. Bu göstericiler arasına çetelerin sızması, Obama yönetiminin ABD’nin yetmişli yıllarda Henri Kissinger’in yönlendirmesiyle General Pinochet döneminde uyguladığı suikast politikalarına dönüşü teyit eden bir durumdur.

4. 1559 sayılı uluslararası kararın çıkmasından itibaren Suriye’ye karşı abartılı bir düşmanlık içerisinde bulunan Fransız müdahalesi üzerinde biraz durmak gerekir (Bu bölümdeki Fransa’nın düşmanca tutumu maddesine bkz.). Artık Fransızlar kolonyalist dönemdeki hülyalarını yeniden yaşamaktadırlar. Zira Fransa’nın talepleri, bölgeye Lübnan’da bir aktör olarak dönme talebini aşarak, Suriye rejimi devrildiği takdirde bu rolü Suriye’ye de taşımayı planlama noktasına gelmiştir. Bu, sadece şövenist Fransızların desteklediği bir yaklaşımdır. Şam’a girdiği sırada bazı Arapların General Gouraud’un arabasından katırı çözmeleri ve hayvanın yerine geçerek arabayı çekmeleri hala Suriyelilerin hafızasında tazedir.



Fransızların Suriye rejimini devirmek için acele etmeleri

Irak işgalinden sonra Suriye’ye yönelen bu düşmanlık beklenmeyen bir şeydi. Bu saldırgan tavır, gerek dünya gerekse Suriye siyaset mahfillerinde, üzerine soru işareti konmasına neden olacak kadar diplomatik usulleri aşar hale geldi. ABD’nin Irak savaşına karşı çıkan, Ortadoğu’yu değiştirmek için geliştirdiği planlara muhalefet eden ve hatta Amerikan tarzı reform projelerini eleştiren Fransa’nın birdenbire değiştiğini gördük. Fransa Cumhurbaşkanı, 2003 yılında diplomatik müsteşarının eline bir dosya tutuşturarak uluslararası toplumun yapacağı açılımla ilgili ziyaret düzenlemesi için Suriye’ye gönderdi.

Suriyeliler, geçici de olsa Amerikalıların diplomasinin kapılarını kapatan bu tavrının oluşturduğu tehlikeye dikkat çekerek projeyi reddetti. Sanki müsteşar bu yaklaşımı önceden biliyormuş gibi Amerikalılarla alelacele bir ittifak kurarak Suriye’nin bölge istikrarını tehdit eden bir ülke olduğuna karar verdiler ve 1559 sayılı kararı, bunun bir parçası olarak ortaya çıkardılar. Aynı gün Suriye’ye karşı düşmanca tutuma giren Fransa’nın bu tavrına ilişkin yanıtlar uç vermeye başladı. Bazıları bunu, Fransa’nın, İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra Lübnan’daki etkinliğini Fransızların aleyhine artıran Suriye’den, Fransızların aldığı bir intikam olarak gördü. Bazıları ise bunu, Chiracque’ın arkadaşı Refik Hariri’nin, Suriye’den Paris Konferansı’nda ülkeye tahsis edilen yardımların dağıtımında tekel olması talebini yerine getirmemesinin bir intikamı olarak değerlendirdi. Olayları yakından takip edenler, Fransızların, Suriye’nin Fransız Total şirketinin petrol çıkartmak için yaptığı iki sözleşmeyi feshetmesi nedeniyle Fransa’nın duyduğu hayal kırıklığını ve Bush idaresinin Irak savaşına karşı çıkan Fransızlardan intikamını böylece almış olduğu gerçeğini bilirler. Bir de buna, belgelerin ortaya çıkmasını bekleyen Chiraques’in rüşvet davasıyla ilgili hikâyeyi de eklemek gerekir.

Burada dikkat çekici olan şey, 2003 yılında Bağdat’ın düşmesinden ve 1559 sayılı Suriye’yi köşeye sıkıştırmayı hedef alan kararın çıkmasından bu yana karşılaştığımız yüzlerin aynısıyla önce Haseke’de sonra Dera’da başlayan Suriye’deki iç karışıklar sırasında da karşılaşmamızdır. Bu yüzlerin kendi akıllarınca ürettikleri bir takım mazeretler hesaba katılmaksızın Suriye’ye zarar verdiklerini ve Suriye muhalefeti içerisinde bulunan bazı kişilerin de arkalarındaki bölgesel ve uluslararası güçlerin de varlığıyla birlikte Suriye’ye yönelik komplolara katıldıklarını söylemek gerekir.

Bu yüzden Fransa’nın Suriye’ye yönelik bu kampanyanın liderliğine gönüllü olarak soyunması, Suriye’yle ilgili Fransız siyasetine ilişkin belgelere vakıf olmayı, bu düşmanlığın gelişimini kavramak açısından son derece önemli hale getirmektedir. Bu noktada Fransa-Suriye ilişkilerini anlatan iki önemli kitabı, Richard Labévière’in, “Büyük Dönüşüm” (La Grande Transformation) ve Vincent Nouzille’in “Başkanların Sırları” (Dans Le Secret Des Présidents) adlı eserlerini karşılaştırmalı olarak okumak gerekir. 

Öte yandan gazeteci Richard Labévière’nin 2008 yılında çıkan “Büyük Dönüşüm” kitabı, Chiraques ve Bush arasında Irak’ın işgaliyle ilgili yaşanan anlaşmazlığın ardından nasıl uzlaştıklarını ve 1559 sayılı kararının hazırlanmasıyla ilgili Elysee Sarayı’nda oluşan kulislere ilişkin gizleri aydınlatmıştır. Bu anlaşma, Lübnan’da Paris’in Irak’ta ise ABD’nin düşmanı olan ortak hedef Suriye rejimine yönelik komployu içermektedir.

Yazar Labévière, Elisee Sarayı’nda dönen dolapların çok ayrıntısına girmemiş. Ancak Vincent Nouzille’in “Başkanların Sırları” adlı kitaba ilham kaynağı olmuş. Son kitap Elisee Sarayı’nda olan bitenlerle ilgili bir belge niteliğinde. “Büyük Dönüşüm” adlı eserin, “Başkanların Sırları” kitabından daha derinlikli analizler içeren bir kitap olduğunu görüyoruz. Bu da bize, birbirinden iki ayrı çizgiye sahip bu kitaplar arasında bir karşılaştırma yapmamıza imkân veriyor. Labévière’nin kitabı analiz ve olayların bağlantıları noktasında çok daha zengin bir içerik sunuyor, ABD’nin Irak’taki işgalini kolaylaştırmasına yardım etmeyen, ülkesindeki gönüllülerin Suriye sınırı üzerinden el-Kaide’nin Sünni üçgenine ulaşmasını engellemeyen ve Fransız Cumhurbaşkanı Hariri’nin pastaya ortak edilmesi talebini geri çeviren Beşşar Esed’den intikam almayı amaçlayan ve 2004 yazını ABD-Fransa ortaklığının gerçekleştiği bir randevuya dönüştüren ayrıntılar ve yorumlar sunuyor bizlere. Buna karşın “Başkanların Sırları” adlı kitap, bu döneme ilişkin bilgilerimizi yazarın Suriye ve Lübnan’a ayırmış olduğu bölümlerde Başkan Chiraques’ın müsteşarı Morris Gordo Montagne’den elde ettiği bilgilerle destekliyor.

Bu iki kitap arasında Lübnan siyasi dengesine bakmak ve bunun Lübnan’daki dört temel aktör arasında egemenlik mücadelesinden etkilenmesini analiz etmek mümkündür. Bu aktörler Washington, Paris, Şam ve Telaviv’dir. Kitapta İsrail’le ilgili bir boşluk dikkat çekicidir zira bu kitapların hiçbiri, İsrail’in Lübnan üzerinden Şam’a karşı tutumunu ele almamıştır. “Büyük Dönüşüm” kitabının stratejik analiz eksenli yaklaşımı İsrail kara deliğini görmezden geldiğine göre “Başkanları Sırları” adlı kitabın ayrıntılı yapısı bu kara deliği daha açık hale getirmektedir. Bu durum bizim, yazarın ve kaynağı Ciraques’ın müsteşarının bunu bilerek yaptığını, amaçlarının Fransız-Amerikan anlaşmasına radikal bir şekilde etki etmiş faktörleri daha fazla irdelemeyi engellemek olduğunu düşünmeye sevk etmektedir. Kaldı ki anlaşmayla ilgili bilgilerin bir kısmı, Chiraques’ın günlüklerinde de yer almaktadır.

Başkan Chiraques’ın, özellikle de İsrail’in Lübnan’dan 2000 yılındaki çekilmesini ertelemek amacıyla, İsraillilerle birlikte Lübnan hükümetine çekilmenin meydana getirdiği boşluğu doldurmak için hazırlık yapma ve bu duruma hazırlıksız yakalanmaması için büyük gayret sarf ettiği bilgisi önemlidir. Bu olay, Chiraques’ın Hariri’yi desteklemek için yaptığı bir dizi görüşmeden biridir. “Başkanların Sırları” adlı kitabın Chiraques’ın bu çabalarını görmezden gelmiş olması, kitabın birçok belge ibraz etmiş olmasına ve kaynağının da Lübnan’a yönelik komplonun önemli ismi Chiraques’a yakın isimlerden biri olmasına rağmen ne kadar seçici olduğunu ortaya koymakta ve belgesel özelliğini zedelemektedir. Kitabın, Fransa’nın tutumunu büyük bir devletin Suriye gibi bölgesel bir aktöre etkili baskılarda bulunma şeklinde yansıtan diline dikkat etmek gerekir. Kitap ayrıca Suriye rejiminin Fransızların etkili baskıları sonucunda çöküşten kurtuluşunun mucizeden başka bir şey olmadığını ifade etmektedir. Hâlbuki tarafsız analistler, Suriye’nin yetenekli bir aktör olduğunu ve Beşşar Esed’in “komplo”nun taraflarının “Suriye’yi kim yönetecek” sorusuna verdikleri kesin yanıtla ipin üzerinde ustaca yürümeyi bildiğini teslim etmektedirler.

Lübnan’la ilgili olarak ise her iki yazar da Suriye’ye karşı yapılan anlaşmanın Lübnan halkı için bir kazanım olduğunu söylüyor. Yazarlar, Paris’le Washington arasındaki anlaşmanın, Suriye’yi Lübnan’dan çıkartan 1559 sayılı kararın çıkarılması ile sonuçlandığını var sayıyorlar. Bu, Lübnan’daki gerçeklikten ne kadar bihaber olduklarını gösteriyor. Suriye’nin Lübnan’daki varlığından rahatsız olanlar da dahil Lübnanlıların tamamı, ülkelerindeki Suriye müdahalesinin Fransız-Amerikan ortak müdahalesiyle değiştirilmesine onay vermez. Özetle Lübnanlıların çoğunluğu, 1559 sayılı karara fitne gözüyle bakmışlardır ve hala da öyle bakmaktadırlar. Kararın teorik arka planına ilişkin yaşanan tartışma, Lübnan’da Amerikan deniz piyadeleri ve mavi şapkalı Fransız askerlerinin bulunduğu durumda dahi bir iç çatışma çıkmasına yol açabilir. Nitekim benzeri bir durum her iki devleti de 1983 yılında Beyrut’tan çekilmek zorunda bırakmıştır.

Bu satırların yazarı, Irak savaşının Arap halklarının psikolojisi üzerinde korku ve hayal kırıklığı gibi etkiler bıraktığını gözlemlemiş olmakla birlikte, 1559 sayılı kararın Fransız ve Amerikan askerlerinin bölgeden kuvvet kullanımı yoluyla çekilmeye zorlama pahasına da olsa uygulanmasının mümkün olmadığından emindir. Yazar ve onunla birlikte uzun bir uzman listesi, Başbakan Hariri’nin Chiraques ve diğerleriyle dostluklarının, Fransız liderin Nisan Anlaşması’na olumlu katkılarına rağmen, bu sadece o kişileri ilgilendirir. Fransız Cumhurbaşkanı’nın bölgeye açılan tek penceresi neredeyse sadece Hariri’ydi diyebiliriz. Kaldı ki Hariri de suikasta uğradığı güne kadar ekonomi üzerinden siyaset yapan biriydi. Öyleyse Hariri, ancak ölümünden sonra siyasetçi olmuş bir kişiliktir.

Suikasttan sonra 1559 sayılı karar, karara olumlu yaklaşan bölgesel ve uluslararası güçlerin desteğiyle ve bölgenin antropolojisiyle uyumlu intikam mekanizmalarıyla uygulama imkânı bulmuştu. Suriye Lübnan’dan, kendisini içerde tehdit eden ve karara karşı çıkan Lübnanlıları uluslararası terör suçlamasıyla karşı karşıya bıraktığı bir ortamda çıkmıştır. Bu satırların yazarı, artık kendisinin de bir parçası olduğu Lübnan’ın (bölünmeden ve egemen bir devlet olarak) varlığını sürdürebileceğindense emin değildir.

İşte her iki kitaptaki İsrail boşluğu, yazarların Lübnan’ı bilmemeleri nedeniyle birer kara deliğe dönüşmektedir. Zira Araplık özelliği kaldırıldığında Lübnan Devleti diye bir devlet olmaz, Lübnan’ı Araplığından çıkaran her çaba Lübnan’da devletin sonu demektir. Lübnan’ın Amerika’nın Araplara karşı işlediği suçları ve İsrail’e verdiği desteği bağışlaması mümkün değildir. Bu nedenle İsrail’le yaşanan herhangi bir çatışma, Lübnanlıların önemli bir bölümünün bu çatışmaya önderlik eden tarafa meyletmesine neden olur. Tabii burada 2006 Temmuz Savaşı’nda İsrail’i kullanarak İran müdahalesini ve Hizbullah’ın varlığını sona erdirmek için Lübnanlıların bir kısmının bu kuraldan sapması, bir istisnadır. Söz konusu azınlık grup, İsrail’e eğilimli olan Saad Hariri yanlısı Sünnilerdir.

Uluslararası soruşturma komisyonuyla yaptığı görüşmede Saad Hariri, (burada Wikileaks’in belgelerine bakın) babasının 1559 sayılı karar çıkmadan önce bunun hakkında bir bilgisi olduğu iddialarını reddetmektedir. Ancak bu tekzip, Hariri’nin karar taslağı üzerinde kendi el yazısıyla yazdığı değerlendirmeler karşısında fazla direnememektedir. Ne olursa olsun önemli olan Fransa’nın sunduğu taleplerdir ve Refik Hariri’nin yerine vekâleten bu talepleri uygulamaya geçirmeye çalışmışlardır.


Refik Hariri ile Chiraques arasında

Fransız Cumhurbaşkanı ve müttefiki Refik el Hariri, Şam ve dostlarının müdahalesi olmadan I. ve II.  Paris Konferanslarında tahsis edilen hibeler üzerinde tek başına tasarrufta bulunmalarına kolaylık gösterilmesinden umudunu kestiler. Bu, Christoph Boltanski ve Sherman’a ait “Arapların Chiraques’ı”  adlı eserin aynı döneme ilişkin olaylar hakkında benimsediği yaklaşımdır.

Burada dikkate değer bir başka husus, Jacques Chiraques’in “Şii hilali” kavramını, İran’ın nükleer santralleri meselesi ortaya çıktığı 2004 tarihinden önce kullanmaya başlamasıdır. Fransız lider, bu kavramı Bush ve Condolezza ile buluşmasında, onları 1559 sayılı karara destek vermelerini sağlamak için kullanmıştır. Şii Hilali terimini ilk kez, 2006’daki Temmuz Savaşı’ndan sonra Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın kullandığını söylemeye gerek bile yoktur. Onun bu tavrı, aslında Fransız Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin erken bir sadasından, Kral Abdullah’ın Körfez Ülkeleri’ye sağlam dostluğunun ve Saddam Hüseyin’le kişisel tanışıklığının yansımasından başka bir şey değildir. Bundan evvel, Irak’ın Şiilerin eline düşmesinden duyduğu korku, yazarın da belirttiği gibi Chiraques’ın Irak savaşına karşı çıkışının nedenlerinden biridir. 

Benzeri bir konuda Fransız Cumhurbaşkanı uzunca bir süre, kendisini Elisee Sarayı’nda ağırladığı Suriye’nin genç lideri Beşşar’ın, inatçı babasının yapmaya yanaşmadığı reformları destekleyeceğine inanmıştı. Elizee’deki müsteşarının söylediklerine göre Chiraques, kendisinin onun hamisi olacağını düşünüyordu: “Chiraques ona yardım etmek için çok uğraştı, tutumunu yumuşatmaya ikna için çok çabaladı.” Sonunda Suriye’nin Irak’a müfettişlerin gitmesi konusundaki BM kararına ilişkin desteğini almayı başardı. O dönemde Chiraques, Suriye’nin Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra bölgede yapıcı roller oynamasını sağlayacak kozları elinde tuttuğunu, böylece bölgenin istikrarına katkıda bulunarak Lübnan’daki hâkimiyetine son vereceğini, İsrail’le barış masasına oturacağını düşünüyordu.

Bu amaçla, Chiraques, 2003 Kasımının başında diplomasi danışmanı Morris Gordo Montagne’yi Suriye liderinin niyetini öğrenmesi için gizlice Şam’a gönderdi. Müsteşar aynı zamanda Fransa lideriyle bu konuda görüş alış verişinde bulunan Alman başbakanı Gerhard Schröder ve Rusya lideri Vladimir Putin tarafından da görevlendirilmişti. (Müsteşarla Başkan Esed arasında 10 Kasım tarihinde gerçekleşen buluşma, iki saatten fazla sürdü.)

Fransız, “çevrenizdeki dünya değişti, size saygı duyuyoruz. Cumhurbaşkanı sizi uluslararası topluma kazandırmak için çok çaba sarf etti, bunu sürdürmeye de hazır. Bölgedeki dengeler açısından size ihtiyaç duyuyoruz. Ne şekilde olursa olsun inisiyatif alın, biz bunu inceleyelim, size Fransız, Alman ve Rus dışişleri bakanlarını göndererek destek olalım,” dedi. 

Beşşar Esed dikkatle dinledi, ama gergin ve rahatsızdı. Sonra “Amerikalılardan getirdiğiniz bir mesaj var mı?” diye sordu, “Hayır” diye cevapladı Montagne, “Sizinle Amerikalılar adına değil, üç hükümet adına konuşuyorum.”

Burada Yazar, Chiraques’ın Suriyeli liderin kendisine verilen fırsatı değerlendiremediğini, Elisee’nin Suriyelilerin dünyaya bakışları hakkında tam bir cehalet içerisinde olduğunu, Esed’in kendisini devirmeye çalışmasından şüphelendiği Amerikalıların gıyabında bir polemiğe girmediğini zikrediyor.

Suriye aklını bilenler güç dengesi hesaplarını çok iyi bildiklerini de bilir. Fransız heyetinin Fransa’nın yanı sıra bölgede ondan çok daha etkin diğer iki hükümeti de temsilen gelmesi, bunun Fransızların kendini etkin bir aktör olarak öne çıkarma çabası olduğu anlamına gelir. Suriyeliler Rusya ve Almanya’nın, Fransızların narsizmini tatmin etmek için Fransa diplomasisi arkasında sıraya geçmeyi istemeyeceklerini gayet iyi bilmekteydi. Bunun aksinin olduğunu kabul etsek bile, bu durum adı geçen ülkelerin çıkarlarına ve tavırlarına aldırmadan Irak’a giren Amerika’yı hiçbir şekilde etkilemeyecekti. Bu, Suriyelilerin Fransızların üçlü tekliflerinin etkinliğini ve önemini sorgulamaya itmiştir. Başkan Esed, Amerikalıların kendisine yönelik niyetlerine işaret ettiğinde, herhangi bir komplo teorisine başvurmadı. Zira Amerikalıların tehditleri gayet aleni ve sarihti. O yüzden Fransızların getirdiği öneriyle vakit kaybetmesi mümkün değildi. Fransa’nın eli boş dönmesi son derece doğaldı ve yazarın takdim etmeye çalıştığı gibi hiç de çirkin değildi.

Böylelikle Fransa, Washigton’la yeni bir Normandiya çıkarması benzeri bir anlaşma yaparak tekrar Amerika ile ittifakına geri döndü. Bu ittifak, narsist Fransızların Bush yönetiminin Fransa’yı ve Avrupalıları aşağılayan tavrını görmezden gelen bir ittifaktı. Bu taviz, gözlemcilere Fransız heyetinin Şam ziyaretinin Fransa’nın bölgedeki rolünün değerine ilişkin, Esed’in girmeyi reddettiği bir pazarlık olduğunu teyit etme imkânı verdi. Bu ret, ABD’nin Fransa’ya bir rüşvet olarak verdiği 1559 sayılı karar nedeniyle ortaya çıkan intikam alma isteğini harekete geçirdi. 

Yazar Labévière, ABD Dışişleri Bakanı Collin Powel’ın Fransız heyetinin ziyaretinden iki ay sonra yaptığı ziyaretten bahsederken çelişkili ifadeler kullanmaktadır. Ancak Powell, 17 şartın bulunduğu bir liste sunmuş, bu listenin başında Irak’ta güvenlik işbirliği, Filistinli grupların Şam’dan kovulması, Lübnan’da direnişle ilişkilerin kesilmesi önerisini getirmişti. Ancak Suriyeli güvenilir kaynaklar, Powell’in ayrıldığı gün Esed’in Powell’ın getirdiği önerideki şeylere aykırı emirler verdiğini ifade etmektedirler.

Esed’in Amerikalıların Suriye’yi hedef tahtasına koyduğuna dar söyledikleri son derece gerçekçiydi. O, yazarın da söylediği gibi, “Suriye rejimini devirmeye çalışan Amerikalılarla polemiğe girmedi.” Başkan Esed’in o zamana kadarki siyasi tartışmalarına, düşüncelerin daha iyi anlaşılması gayesiyle kullandığı ve bolca tekrarların bulunduğu tıbbi konferans üslubuna ilişkin Fransız heyetinin izlenimleri, bize göre son derece doğruydu.

Suriye ziyaretinin ardından Montagne, oradan Suudi Arabistan’a, sonra da Refik el Hariri ile buluşmak üzere Beyrut’a geçti. Suriye’ye yakın bakanlar, tamamen hükümete hâkim durumdaydı ve Beyrut’taki tüm ipleri ellerinde tutmaktaydılar. Fransa Başkanı, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı, üzerinde baskılar artırılmazsa Suriye’nin zor bir ülke olacağı noktasındaki kanaatleri yavaş yavaş artıyordu. Sonuçta Washington da aynı kanaati paylaşarak Irak’taki kayıplarını telafi etmesi için Fransızlara Lübnan’ı sundu.


http://www.mostakbaliat.com/?p=10745

Devam edecek... 

Hüseyin Şahin tarafından medyasafak için çevrildi.