"Arap Baharı Nasıl Baltalandı?"

"Arap Baharı Nasıl Baltalandı?"
"İşçilerin ve diğer halk kitlelerinin sınırları aşan barış ve ekonomik adalet mücadelesi, dünya ürün ve hizmet üretimini durma noktasına getirecek, statükoyu değiştirerek daha iyi ve yaşanabilir bir dünya yaratacaktır. İnsan emeğinin ürününün ve doğanın armağanının bize yarar sağladığı bir dünya."
Arap Baharı Nasıl Baltalandı?

İsmail Hüseyinzade

 

globalresearch

 

2011’in ilk aylarında ABD ve müttefikleri üç sadık “arkadaş” kaybetti: Mısır’da Hüsnü Mübarek, Tunus’ta Zeynelabidin bin Ali ve Lübnan’da Sad Hariri. Mübarek ve Ali geniş kapsamlı halk ayaklanmasıyla devrilirlerken Hariri parlamento tarafından iktidardan uzaklaştırıldı.

Bu liberal gelişmelerden aldıkları ilhamla otokrat yöneticilere (ve onların Batılı destekçilerine) karşı ayaklanan demokrasi yanlısı isyancılar, daha sonra Bahreyn, Yemen, Ürdün ve Suudi Arabistan’a yayıldılar.

Bu devrimci gelişmeler Ortadoğu’da politik olarak (İran, Suriye, Hizbullah ve Hamas’ı içeren) direniş ekseninin yararına gelişirken ABD-İsrail ittifakında ifadesini bulan “saldırgan eksen” ve bölgedeki vekilleri ise bütün güçleriyle karşı devrimci saldırıya geçti.

Mısır ve Tunus’ta Arap Baharı’nın ilk dalgasında savunmasız yakalanan ABD ve müttefikleri, intikam almak için harekete geçerek, Arap Baharı’nı sabote etmek için birçok eş zamanlı taktikler kullandılar. Bu taktik şu noktaları içeriyordu: 1. İran, Suriye ve Libya gibi “asi rejimler” tarafından yönetilen ve yönetilmekte olan ülkelerde Arap Baharı’nın sahte örneklerini teşvik ettiler. 2. Mısır, Tunus ve Yemen gibi ülkelerdeki devrimci hareketlerle işbirliği yaptılar 3. Bahreyn, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki “dost” rejimlere karşı mücadele eden demokrasi yanlısı hareketleri, Mısır’da ve Tunus’ta yaptıkları gibi “yoldan çıkmadan önce” ezdiler. 4. Şii-Sünni, İranlı-Arap gibi mezhebi kartları kullanarak yıllanmış stratejileri böl ve yönet taktiğini gündeme getirerek uyguladılar.

1. Sahte Baharlar, Post-Modern Darbeler

Mısır ve Tunus’taki şanlı ayaklanmalara hazırlıksız yakalandıktan sonra ABD’nin başı çektiği karşı devrimci güçler, zarar envanteri çıkarmaya başladılar. Bu hedef doğrultusunda beliren majör strateji, “dost olmayan” ülkelerde kışkırtıcı iç savaş ve rejim değişikliği, ardından da bu taktikleri Arap Baharı’nın bir parçası olarak değerlendirmekti.

Şema şöyle çalışmaktaydı: “Dost olmayan” ülkelerdeki muhalefet hareketlerini silahlandır ve eğit, demokrasi için mücadele kılıfı altında örtülü bir şekilde finanse edilen güçlerin de yardımıyla muhalefetin silahlı mücadelesini kışkırt; sonra da hükümet güçleri bu dış destekli silahlı ihtilali bastırmaya kalktığında onları açıkça ve kendinden menkul bir tavırla insan haklarını ihlal etmekle suçla, “insan haklarını koruma sorumluluğu” adına rejim değişikliği talep et.

Rejimler zincirindeki en zayıf halka olduğundan değiştirilmesi planlanan Kaddafi rejimi, ilk hedef oldu. Hemen hemen herkeste ortak kanı haline geldiği şekliyle, Tunus, Bahreyn ve Mısır’da barışçıl, kendiliğinden ve silahsız protesto gösterilerinin aksine Libya’daki ayaklanmacılar, büyük ölçüde dışardan yönetilen, silahlandırılan ve örgütlenen bir yapıdan beslenmekteydi. Aslında eldeki kanıtlar, Libya’daki rejim değişikliği planının çok daha öncelerden çizildiğini gösteriyor. [1]

Libya’daki ayaklanma gibi Suriye’deki isyan da ne kendiliğinden ne de barışçıldır. En başından itibaren ABD ve müttefikleri tarafından silahlandırılmış, eğitilmiş ve örgütlenmiştir. Libya’ya yönelik saldırıya benzer şekilde, Arap Ligi ve Türkiye, Suriye’ye yönelik saldırıda hep ön planda olmuşlardır. Libya’daki durum gibi, Arap Baharı’nın devamı olarak nitelenen silahlı isyanın fiili olarak başlamasından çok önce Suriye’ye yönelik bir saldırı hazırlığı olduğuna ilişkin kanıtlar mevcuttur.[2]

Ortadoğu’daki jeopolitik gelişmelerin uzman gözlemcilerinden Dr. Christof Lehmann, bölgedeki NATO-Siyonist ajandanın rejim değişikliğini nitelemek amacıyla “post-modern darbe” terimini geliştirmiştir. Bu terim, örtülü operasyonların, açık askeri müdahalelerin ve Gene Sharp tarzı “yumuşak güç” taktiklerinin ayrıntılı bir kombinasyonuna gönderme yapmaktadır:

“Hedefteki egemen ulusların açıkça istikrarsızlaştırılmasının arkasında bulunan think tank kuruluşlarının, imkânların, fonların ve vakıfların bir networku… Kamusal tüketim için kamu politikası, aldatıcı ve ikna edicidir. Anlatıları ilerici düşünürler, medya ve aktivistlerle işbirliği yapar ve özel olarak bu kesimleri hedefler. Ortaya çıkan ürün her zaman post-modern bir darbedir. Hükümetin elastikiyeti ve melezleştirilmesine bağlı olarak sosyal yapılar ve nüfus, reform ihtiyacı hisseder. Ürün daha fazla ya da daha az açık bir şekilde şiddetli olabilir. Taktikler insan hakları kuruluşlarını ve BM’yi kapsarsa son derece incelikli olabilir. Bununla birlikte bunlar ne kadar incelikli olursa, hedef alınan hükümete yönelik ‘git, ya da gönderileceksin’ mesajı o kadar yerine ulaşır.” [3]

Ortadoğu’daki rejim değişikliği politikasının amacının, İran hükümetini bölgedeki rejimlerin birçoğuna benzer şekilde “bağımlı bir rejim”le değiştirmek olduğu artık bir sır değil. Suriye yönetimini devirme ve İran rejimine yönelik bir saldırı planında başarılı olunup olunmayacağını göreceğiz. Tek bir şey nettir: İran’a yönelik askeri maceranın meşum sonuçlarının önceden öngörülemeyeceği. Bölgesel (hatta büyük olasılıkla küresel) bir savaşa yol açacağı kesindir.   

2. Etkisizleştirilen Ayaklanmalar

Arap Baharı Mısır, Tunus ve Yemen’de patlak verdiğinde, ABD ve müttefikleri, Hüsnü Mübarek, Bin Ali ve Abdullah Salih gibi kendi temsilcilerini iktidarda tutmak için elinden geleni yaptı. Kitlesel ve ısrarlı gösteriler bu sadık otokratların iktidarda kalmasını savunulamaz hale getirince, ABD ve müttefikleri taktik değiştirdiler: Uzun süren diktatör yönetimleri döneminde oluşturdukları sosyo-ekonomik yapıyı ve yönetimin askeri karakterini korumaya çalışırken; Mübarek, Ali ve Salih’in gönüllü olarak yönetimden çekilmesine izin verdiler. 

Bu yüzden ABD ve müttefikleri, üç yandaş rejimi kaybederken şimdiye kadar üç bağımlı devletin yapısını koruyabildi. (Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi) Muhalif grupları etkisiz hale getirmek ve askeri yöneticilere meşruiyet kazandırmak için dizayn edilmiş birkaç şekli seçim müstesna, bu ülkelerde çok fazla bir şey değişmedi. Örneğin Mısır’da Mübarek döneminin NATO/İsrail destekli ve şu an Müslüman Kardeşlerle birlikte ülkeyi yöneten askeri cuntası, tıpkı Mübarek yönetiminin yaptığı gibi Arap Baharı’nın doğuşuna önderlik eden reform hareketine karşı çok daha baskıcı hale geldi. 

Bu ülkelerdeki yeni rejimlerin ekonomik, askeri ve jeopolitik politikaları, siyasi arenayı terk etmek zorunda kalan üç otokratik yönetim döneminde olduğu gibi ABD ve müttefiklerine danışılarak üretilmiştir. Yeni yönetimler de, tıpkı Libya’da Kaddafi rejimini devirmeye yardım ettikleri gibi İran ve Suriye’de rejim değişikliği meydana getirmek için ABD ve müttefikleriyle işbirliği yapmaktadır. 

3. Tomurcukları Koparma

Arap Baharı’nı kendi istedikleri yöne kanalize etmek için geliştirilen üçüncü taktik, Yemen, Tunus ve Mısır’da yapıldığı şekilde, bu tür hareketlerin yoldan çıkmadan önce ABD yanlısı Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün ve Fars Körfezi’ndeki diğer krallıklar tarafından demokrasi yanlısı barışçıl gösterilerin ezilmesidir. Bundan dolayı, Batılı patronlarıyla işbirliği içerisindeki Suudi Arabistan, geçtiğimiz yıllar boyunca sadece sınırları içerisinde değil aynı zamanda Bahreyn gibi komşu ülkelerde de barışçıl protestocuları acımasızca ezmiştir. Fars Körfezi krallıklarının geçtiğimiz bahar aylarında Bahreyn’e yaptığı askeri çıkarma çerçevesinde, Suudi Arabistan güçleri Batılı yönetimlerin de desteğiyle demokrasi yanlısı barışçı gösterileri vahşice bastırdı.

Suudi, Katar ve Fars Körfezi ülkelerinin rejimleri “dost olmayan” ülkelere karşı ABD-İsrail ekseninin saldırısında öncü rol oynadılar. Pentagon’un öncülük ettiği NATO güçleri, kendi yandaşı baskıcı rejimlerine silah pazarlamak ve bölgede daha fazla askeri üs inşa etmek için sahnenin arkasında kendi emniyet birimlerini eğitmekle meşguldüler.  

“Bölgedeki devletlerin güvenlik güçleri, demokratik muhalefeti ezerken Pentagon, bölgedeki müttefik güçlerin milislerini eğitmek için Amerikan birliklerini bölgeye sevk ediyordu. Hevesli Aslan ve Dostluk 2 gibi isimlerin konulduğu ve haftalarca hatta aylarca süren kırktan fazla operasyon sırasında Ortadoğu’nun güvenlik güçlerine kontrgerilla olmanın inceliklerini, küçük birim taktiklerini, istihbarat toplamayı ve enformasyon operasyonunu öğretti ki bunlar halen halk ayaklanmalarını bastırmak açısından can alıcı bir role sahiptir. 

Bu bir döngü haline gelen ve nadiren medyada haber konusu olan ve çok seyrek askeri yapının dışında dile getirilen ortak eğitim programları, Pentagon’u Ortadoğu’daki baskıcı rejimlerin ordularına bağlayan dayanıklı, özenle hazırlanmış sistemin özünü kurar.”[4]

Bu gerçek anlamda emperyalist politikalar ve gösteri denemeleri, bir kez daha ABD ve müttefiklerinin BOP’ta kendinden menkul rejim değişikliği macerasının insan haklarını korumak ve demokrasiyi teşvik etmek için yapıldığı tezini son derece gülünç bir iddia haline getirmektedir.

4. Böl ve Fethet: Şii-Sünni Karşıtlığı

ABD işbirlikçisi rejimler tarafından yönetilen Müslüman-Arap coğrafyasında demokrasi yanlısı barışçıl hareketleri ezmenin yollarından biri de bu hareketleri “mezhepçi” Şii ayaklanmacılar şeklinde nitelemektir. Bu çok eski böl ve yönet taktiği, en vahşi biçimini Bahreyn’de almıştır.  Burada Şiilerin camilerini tahrip ederek onları aşağılama yoluna başvurmak, insanları buna karşılık vermek zorunda bırakıp böylece hepsini mezhebi bir ayaklanma şeklinde göstermek Bahreyn rejiminin başvurduğu iğrenç taktiklerden biri haline gelmiştir. Bahreyn rejimi, böylece ülkedeki ayaklamanın mezhebi bir yapısı olduğunu iddia etme fırsatı bulacağını ummuştur.[5]

Hem Sünni hem de Şii akrabaları olan ve kendisini laik olarak niteleyen Nebil Receb’in sözlerini aktaran Finian Cunningham şöyle yazıyor: “Hükümet, Sünnilerin gözünü korkutmak amacıyla bölücü mezhebi eğilimleri kışkırtarak ve bu hareketi Şii bir hareket gibi göstererek halkın demokrasi yanlısı hareketi desteklememesini temine çalışıyor.”

Cunningham şunları da yazıyor: “Şiilerin hedef tahtasına konması, demokrasi yanlısı ve milli bir hareketten mezhebi bir harekete dönüştürülerek manipüle edilebilmesi için rejim tarafından başvurulan bir taktiktir. Bu aynı zamanda, Şiilik sorunsalını halletmeye çalışan bir devletin iç meselesi olarak göstermek amacıyla demokrasi yanlısı harekete verilen uluslararası desteği baltalamak için başvurulan bir yöntemdir. Bu doğrultuda, Bahreynli göstericiler bölgeyi etkisi altına alan demokratik Arap ayaklanmasının dışında bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. [5].

Özetle, Tunus ve Mısır’da 2011 yıllarının başlarında başlayan muhteşem Arap Baharı, Batı ve onun müttefiki yönetimler, özellikle de İsrail, Türkiye ve Arap Ligi tarafından yönetilen karşı devrimci bir girişimle vahşice manipüle edilmiş, rayından çıkartılmış ve saptırılmıştır. Arapların ve Müslümanların bu demokratik ve milli özgürlük özlemlerinin ne kadar süreceğini kimse söyleyemez. Bununla birlikte net olan tek şey var: Azgelişmiş, yarı sömürge dünyasındaki Arap Baharı’nın başarısı, tamamen daha gelişmiş ve emperyalist dünyanın %99’unun %1’lik kesimin güttüğü haşin politikaları mağlup etmesine, yani muazzam askeri harcamaların belirgin bir kısmının toplumsal amaçlı harcamalara kanalize edilmesine ve bu sayede insan onuruna yaraşır bir düzeydeki yaşam standardına kavuşmasına bağlıdır.

İnce ve dolambaçlı yollarla emperyalist savaş tercihi ve dış ülkelerde girişilmek istenen askeri maceralar, milli kaynakların tahsisi üzerindeki bölgesel çatışmaların yansımasıdır: Yeni (ve hiçbir zaman bitmeyen) düşmanlar icat etmek ve yurt dışındaki sürgit savaşlara angaje olmak, “barışın getirisi”ni başından def ederek savaşın ve militarizmin güçlü karlarına göz dikmeyi beraberinde getirir.

Ekonomik adalet ve barış uğruna savaşmak noktasında belki de küresel %99, küresel %1’den bir ipucu elde edebilir: Yönetici %1, askeri saldırganlık politikalarını ve ekonomik hovardalığı uluslararası düzeyde koordine ederken dünya çapındaki %99 da, bu uluslararası çaptaki vahşi ve acımasız politikalara olan yanıtlarını koordine edebilir ya da etmelidir. İşçilerin ve diğer halk kitlelerinin sınırları aşan barış ve ekonomik adalet mücadelesi, dünya ürün ve hizmet üretimini durma noktasına getirecek, statükoyu değiştirerek daha iyi ve yaşanabilir bir dünya yaratacaktır. İnsan emeğinin ürününün ve doğanın armağanının bize yarar sağladığı bir dünya.
 

Dipnotlar

1. Michel Chossudovsky, When War Games Go Live.

2. Örneğin Bkz., Dr. Christof Lehmann, The Manufacturing of the War on Syria.

3. Dr Christof Lehmann, The National Counsel of Syria and US Unconventional Warfare.

4. Nick Turse, Did the Pentagon Help Strangle the Arab Spring?

5. Finian Cunningham, Bahraini Rulers Play sectarian card in Bid to Trump Pro-democracy Movement.

Ismael Hossein-zadeh (İsmail Hüseyinzade) Iowa Drake Ünivesitesi’nde Ekonomi Bölümü Emekli Öğretim Üyesi’dir. Yazdığı eserler: The Political Economy of US Militarism (Palgrave-Macmillan, 2007) and Soviet Non-capitalist Development: The Case of Nasser\'s Egypt (Praeger Publishers 1989). Şu esere de katkıda bulunmuştur: Hopeless: Barack Obama and the Politics of Illusion, forthcoming from AK Press.

Hüseyin Şahin tarafından medyasafak için çevrilmiştir.