İmam Hamenei’nin İmam Humeyni’nin 23. Vefat Yıldönümü Dolayısıyla Yaptığı Konuşma / Geniş Özet

İmam Hamenei’nin İmam Humeyni’nin 23. Vefat Yıldönümü Dolayısıyla Yaptığı Konuşma / Geniş Özet
"Yemen’den Bahreyn’e ve Mısır, Libya ve Tunus’a ve henüz koru küllerin altında olup bir gün alev alacak diğer ülkelerdeki devrimlere baktığınızda hepsinin nedenlerinin İslam’ın gölgesindeki milli izzet, toplumsal adalet ve özgürlük olduğunu görürsünüz. İslami uyanış dediğimizde, dayanağı olan bir söz söylüyoruz."
İmam Hamenei’nin İmam Humeyni’nin 23. Vefat Yıldönümü Dolayısıyla Yaptığı Konuşma / Geniş Özet

 

İmam Hamenei İslam Cumhuriyeti’nin kurucusunun kabri kenarında İmam Humeyni âşıklarına yaptığı konuşmada İmam Humeyni’yi milletin babası ve şefkat, iktidar ve direnç mazharı olarak tanımlayarak “Tarih yapan İran milleti bu etkenlere dayanarak diğer halklara sultacıların nüfuzu dışında gelişmenin örnekliğini sunmuş ve küresel zorbaları korku içinde bırakmıştır. İşte bu durum, parlak gelişmenin üst basamaklarına ulaşıncaya ve düşmanların kati ümitsizliğine dek sürecektir ve hiç şüphe yok ki Müslüman milletlerin ve İran milletinin geleceği geçmişten daha iyi olacaktır” dedi.

İmam Humeyni’nin 23. vefat yıldönümü dolayısıyla halkın coşkulu ve yoğun katılımı ile gerçekleşen bu merasimde, Ayetullah Hamenei Ümmetin Babası Hz. Emirü’l-müminin Ali Aleyhisselam’ın doğum günü bayramı olan 13 Receb’in “Babalar Günü” olarak belirlenmesine işaretle “Büyük İmam’ımız da gerçekte bu millet için babalık yapmıştır, zira o bir yandan şefkat ve baba merhametinin, öte yandan da güç ve direncin mazharıydı” şeklinde konuştu.

İslam İnkılabı Rehberi Rahmetli İmam’ı aynı zamanda “günümüz İslami hareketinin babası” olarak nitelendirerek sözlerine şunları ekledi: “İmam Humeyni’nin hayat pratiğindeki temel satırbaşlarından biri insanlara milli izzet ruhunu üflenmesi ve halkı diriltmesiydi.”

Ayetullah Hamenei İmam’ın hareketinin ülkeye izzet ruhunu üflemesi konusunun zihinsel değil toplum gerçeklerine dayalı bir mevzu olduğunu kaydederek, Kur’an’ın izzet konusundaki mantığının beyanı hakkında da, “Kur’an mantığına göre gerçek ve kâmil izzet sadece Allah’a ve ilahi cephede yer alan kişiye aittir”  dedi.

İmam Hamenei, Kur’an mantığına göre izzetin Allah’tan talep edilmesi gerektiğini söyleyerek “Gerçek izzet bir fert ya da topluma şamil olduğunda, o izzet sağlam bir hisar gibi düşmanın nüfuz, muhasara ve yok etme çabasını sonuçsuz bırakmaktadır. Bu izzet, ferdi ve toplumsal katmanlarda ne kadar derin olursa nüfuz sızdırmamadaki etkisi daha da belirgin olur ve en sonunda da, insan ve toplum, en büyük düşman, yani şeytan karşısında bile mahfuz olma merhalesine ulaşır” ifadelerini kullandı.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Humeyni’yi bu izzetin en bariz örneklerinden sayarak “Rahmetli İmam hem tedris ve ilim, hem zorlu mücadele, hem de hâkimiyet dönemlerindeki tüm hayatı boyunca Aziz ve Rahim olan Allah’a tevekkülün somut örneğiydi. Bu nedenledir ki hepsi de imkânsız olan pek çok iş İmam’ın varlık sahnesine doğuşuyla olabilirlik kazandı ve tümü nüfuz edilemez ve yıkılmaz zannedilen bütün duvarlar, İmam’ın varlığıyla yıkıldılar” dedi.

Ayetullah Hamanei sözlerine şöyle devam etti:

“Biz İranlılar uzun tarihimiz boyunca, değişik dönemlerde izzet ve zillete tanık olduk, İnkılâb’a varan son iki yüz senemiz zor, karanlık ve zillet doluydu. Bu zilletin nişaneleri pek çoktur. Bizler bütün bu süre boyunca siyaset sahnesinde münzevi bir millet idik, bölgemizdeki hadiselere, değil ki dünyamızdakilere, hiç etkimiz bulunmamaktaydı. Bu iki yüz sene içinde sömürgecilik doğdu. Sömürgeci devletler dünyanın en uzak noktalarından bölgemize geldiler. Ülkeleri ele geçirdiler ve halkların zenginliklerini talan ettiler. Bu iki yüz sene boyunca İran devleti ve İran halkı olaylara habersiz ve gafilce bakıyordu. Çoğunlukla olaylardan haberdar bile olmuyorlardı, nerede kaldı ki müdahale etsinler… Büyük İslam İnkılabı bütün bu gidişatı değiştirdi. Bu inkılabın rehberi halk içindeki izzet ruhunu ihya etmek istedi, izzetlerini onlara tekrar döndürdü. İmam ‘Bizler yapabiliriz’ kültürünü insanların dil ve kalplerine yerleştirdi. Bu ‘Gevşemeyin, üzülmeyin de. Mümin iseniz en üstün sizlersiniz’ ayetinde tecelli eden Kur’an kültürüdür.

İran milletinin ilerlemesinin örneklerinden biri, bu 33 yıl içinde siyasi, askeri ve güvenlikle ilgili problemler karşısında galip gelmiş olmasıdır. Bu sorunlarla güttükleri hedef nizamın ortadan kaldırılmasıydı. Millet bütün bu sorunlar karşısında muzaffer oldu…

İran milletinin ilerlemesinin diğer bir örneği de siyasi kudret ve dünya hadiselerine etki ve kendi bölgemizdeki, hatta dünyanın diğer bölgelerindeki olaylarda yer almakta İnkılab’ın ilk günlerinden çok daha güçlü olmamızdır. Bunu düşmanlarımız söylüyor…

Dünyadaki siyasi ve medyatik mahfiller nükleer İran tehlikesinden dem vuruyorlar. Ben bunlar yalan söylüyorlar, aldatıyorlar diyorum. Onların korktukları şey -ki korkmakta da haklılar- nükleer İran değil, İslami İran’dır. Emperyalizmin sütunlarında deprem etkisi yaratan bu İslami İran’dır. İran halkı Amerika ve iddiacı kuvvetlere dayanmadan bir milletin gerçek ilerlemeye ulaşabileceğini göstermiştir. Onlar bu dersten korkuyorlar…

Evet, bahsimiz milli onur ve izzet hakkındadır. Bölgedeki bu hareket ve inkılaplara dikkat edin. Hepsinin milli izzetle ilgili olduğunu görüyorsunuz. Yemen’den Bahreyn’e ve Mısır, Libya ve Tunus’a ve henüz koru küllerin altında olup bir gün alev alacak diğer ülkelerdeki devrimlere baktığınızda hepsinin nedenlerinin İslam’ın gölgesindeki milli izzet, toplumsal adalet ve özgürlük olduğunu görürsünüz. İslami uyanış dediğimizde, dayanağı olan bir söz söylüyoruz. Müslüman halklar adaleti, özgürlüğü ve kendi kendilerini yönetmeyi istiyorlar, insani kimliğe saygıyı talep ediyorlar. Bunları da İslam’dan istiyorlar, diğer ekollerden değil. Zira diğer ekoller denenmiş ve yenilgiye uğramışlar. Fikri temellere sahip olmadan bu yüksek hedeflere ulaşmak mümkün değildir. Bu fikri temeller bölge halklarının iman ve itikadı nedeniyle İslam ve İslami uyanıştan ibarettir. Bu hareketlerin mahiyeti bu şekildedir…

Batılılar ve bölgenin batıya bağlı devletleri meselenin görünümünü değiştirmek istiyorlar. Ama bunun faydası yok. Etkili şahsiyetler dikkatli olmalı ve aldanmamalıdırlar. Milletler uyanık olmalı ve aldanmamalıdırlar. Bölgenin siyasi ve toplumsal havası kökten değişmiştir. Daha bu ilk adımda bölgenin siyasi havası değişmiştir. Bunun kanıtı şudur, örneğin Mısır’da halkın kıyamı kaynama ve zirve noktasına ulaştığında, Batılılar ve bölgedeki müstebitler Mübarek’i korumak için çaba gösterdiler, halkı ezmeye çalıştılar. Fakat halk muzaffer olunca aynı güçler, en diktatör, en zorba ve en zelilleri insan haklarından, demokrasiden bahsetmeye başladılar. Bunun anlamı şudur, günümüzde demokrasi o denli yaygın bir geçer akçe olmuştur ki halkın ve halkın haklarının adını dahi anmak istemeyen kişiler bugün halkın ilgisini çekmek için demokrasiden ve insan haklarından söz etmek zorunda kalıyorlar!

Bu devrimler meselesi çok önemlidir. Ben özellikle Mısır üzerinde duruyorum. Mısır büyük bir ülkedir. Kadim bir millettir. Mısır İslam dünyasında esaslı bir noktada idi. Fakat satılık, fasit ve zelil liderler Mısır’ı zelil ettiler. Mısır’ı Siyonist rejimin stratejik hazinesi kıldılar. Bu ifade Siyonist liderlerden birinindir. Bundan daha büyük bir aşağılama olur mu? Bugün bu hazine düşmüştür. Bu hazine Filistin’in gasıplarının elinden çıkmıştır. Mübarek rejimi 30 yıl boyunca İsrail’in güvenliğini sağladı. Bir buçuk milyonluk Gazze halkını büyük bir zindan içinde tutmaya razı oldular. Gazze’de bir buçuk milyon insan habis Siyonistlerin bombardımanları altında idi ve öte yandan da Hüsnü Mübarek rejimi vesilesiyle Mısır’a her türden hayati yardımın giriş ve çıkışının önü alınmıştı. Tarih bunları unutmaz.

22 günlük savaş sırasında Filistinli bir savaşçı, ‘Savaşın başladığı 19 günden bu yana, Mısır’dan 19 kilo un ve buğdayı bile içeri sokamadık’ demişti. Bugün işte bu rejim düşmüştür. Siyonist rejim çıplaklık duygusu içindedir. Şaşkınlık içindedirler. Bu şartlar altında darbe yemeye müsait olduklarını biliyorlar. Küçük bir adım atmaları, uygun olmayan bir davranışta bulunmaları durumunda, bunun cevabı başlarına yıldırım gibi inecek…

Burada şunu da açıkça söylemek gerekiyor ki bölgedeki hadiselerde Bahreyn halkı iki kat mazlumiyet yaşıyor, Bahreyn halkı diktatör ve müstebit bir rejim eliyle hiçbir delil olmaksızın ezilmektedir, itirazlarına en sert şekilde cevap veriliyor. Peki, ne istiyorlar? Demokratik bir ülkedeki en başta gelen en basit insani ihtiyaçlarını talep ediyorlar. Çok bir şey istemiyorlar. Burada Şii-Sünni meselesini öne atıyor, bunlar Şii’dir diyorlar. Burada konu Şii-Sünni meselesi değildir. Konu bir halktır. Tesadüfen bu halkın yüzde yetmiş çoğunluğu Şii olmuş. Eğer yüzde yetmişi başka bir mezhepten ve yöneticileri de farklı mezhepten olsaydı mesele yine aynı olacaktı. Bahreyn’in yüzde yetmişi Ehlibeyt Aleyhisselam’ı takip eden Teşeyyü (Şia) mezhebindendir ve zorba bir yönetim ile yüz yüzedirler. Sorun yönetimin ve halkın farklı mezheplere sahip olması değildir. İran halkı da zahiren Müslüman ve Şii olan, hatta İmam Rıza’nın (a.s) türbesini ziyaret eden Şah rejimi ile kavgaya tutuşmuştu. Demek ki mesele Şiilik ve Sünnilik değil…

Yüce Allah’tan yardımını niyaz ediyorum ve yardım edeceği de kesindir. Hiç şüphesiz ki gelecek; Müslüman halklar, İslam ve Müslümanlar ve İran milleti için geçmişten daha iyi olacaktır.”

medyaşafak