ABD: Suriye Krizinin Başrol Oyuncusu

ABD: Suriye Krizinin Başrol Oyuncusu
"Bu yüzden birçok uzman Ortadoğu’da ABD-İran savaşının ilk aşamasının başladığına inanmaktadır. Savaşın ikinci aşaması, pimini Selefilerin ve tekfircilerin çekeceği ve 14 Mart Hareketi’nin siyasî himayesinde Lübnan’da zoraki bir etnik ve mezhep savaşı çıkarmak olacaktır."
ABD: Suriye Krizinin Başrol Oyuncusu

Ali Muntazarî

Tabnak.ir 


Suriye’de silahlı çatışmalar hâlâ devam ediyor. Suriye Ordusu’nun isyancıların şehri kuşatma girişimini engellemesine rağmen Halep’teki çatışmalar henüz durdurulamadı. Halep’in Türkiye sınırına yakın olması ve Türkiye’nin Suriye yönetimine karşı cihad ilan eden Suriyeli olmayan (El Kaide, Selefi ve tekfirci gruplardan oluşan) milislere cömertçe lojistik destek sağlaması, isyancıların şehirden geri çekilmesinin önündeki en büyük etken. Halep’in düşmesi silahlı milisleri destekleyenlerin en büyük arzusu. ABD, Avrupa, Türkiye ve Suriye karşıtı Arap ülkeleri, tampon bölge oluşturma ve sonrasında Suriye topraklarında geçici devlet kurma arzularına ulaşmak için Halep’in düşmesini istiyor.

Türkiye ve Soğuk Savaş

Ortadoğu’da soğuk savaş söylentileri Suriye bağlamında başladı. Bir yanda Rusya, Çin ve bölgesel bir güç olarak İran ile mukavemet cephesi; öte yanda belki de hiç gerçekleşmeyecek olan ve Batı açısından kâbusa dönüşmesi muhtemel bir süreç olan Şam yönetiminin devrilme sürecinin uzamasından korkan ABD ve müttefikleri yer alıyor. Bu meyanda Türkiye’nin kâbusu, Suriye karşıtı ülkelerinkinden çok daha derin; Türkiye sınır güvenliğinden endişe ediyor.  Suriye sınırında yaşayan Kürtler ile Türkiye arasındaki çatışmanın şiddetlenmesi endişeleri daha da artırıyor. Nitekim Şam yönetimi bir tür siyasî ve askerî anlaşma sayesinde Suriyeli Kürtleri yanına almayı ve onları Türkiye’yle çatıştırmayı başardı. Bütün bunlar olurken Türkiye Alevilerinin çoğunluğu, Erdoğan hükümetinin Esad hükümetinin devrilmesi yönündeki ısrarının hükümetin mezhepçi tutumundan kaynaklandığına inanıyor. Bu, Türklerin Ortadoğu’da mezhepçi ve etnik çatışmaları teşvik etmekle itham edilmesi anlamına geliyor. Eğer bu inanç Türk kamuoyunda güçlenirse Erdoğan hükümetinin 22 milyondan fazla nüfusa sahip Alevilerle ciddi sorunlar yaşamasına sebep olabilir. Öte yandan Erdoğan hükümetinin Suriye topraklarında tampon bölge oluşturulması yönündeki çabası, pratikte bu ülkenin Suriye Ordusu ile karşı karşıya kalmasına yol açabilir. Bu, Türkiye’deki muhalefet partilerinin şiddetle karşı çıktıkları bir durumdur. Türkiye’deki muhalefet partileri iktidar partisinin Suriye tavrının iki ülkenin ordularını karşı karşıya getirdiğine, dolayısıyla Türkiye’de ulusal güvenliğin tehlikeye girdiğine inanmaktadır. Bu, Erdoğan hükümetine ve AKP’ye karşı muhalefetin artmasına neden oldu. Türkiye içinde hükümetin dış politikasından duyulan rahatsızlığı artırdı ve parlamentoda muhalif seslerin yükselmesine sebep oldu. Son bir yılda yaşanan gelişmelerin ardından Türkiye’nin Lübnan, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan’la kara ulaşımı kesildi. Yüz binlerce şirketin kara yolundan yürüttükleri ticarî ilişkilerinin sekteye uğradığı ve şirketlerin büyük zararlara uğradıkları söyleniyor. Bu krizin Türkiye-İran ilişkilerine yansıdığını düşünecek olursak Türkiye, Erdoğan hükümetinin altından kalkmakta zorlanacağı büyük bir ekonomik kriz yaşar. Türkiye, Suriye pazarından sonra İran pazarını da kaybederse Irak pazarını elinde tutması imkânsızlaşır.

Batı ve Suriye: Diyalog Yerine Mermi

Beşşar Esad’ı devirme planları bir iki taneyle sınırlı değil. Bir buçuk yıllık süreçte Esad, her biri ABD ve Ortadoğu’daki müttefikleri tarafından himaye edilen onlarca devirme planıyla karşılaştı. Bütün bunlar ABD öncülüğündeki Batı’nın Kofi Annan’ın ve Birleşmiş Milletler Suriye gözlemcilerinin görevlerinin sonlandırılmasından ve görev sürelerinin Güvenlik Konseyi’nde uzatılmamasından, siyasî kulislerde Suriye krizine çözüm yolu arayışları bitip tamamen Suriye’de iç savaş çıkarma kulisleri oluşturulduktan sonra oldu. Bu yüzden de bugüne değin hiçbir diplomatik plan Suriye krizinin çözümü noktasında etkili olamadı. Suriye yönetimi açısından en sıkıntılı dönem Şam’daki Ulusal Güvenlik Konseyi binasına düzenlenen saldırıydı. Bu saldırıda krizin kontrolünde etkili olan dört kişi hayatını kaybetti. Bu saldırıya eşzamanlı olarak altı bin silahlı milis üç ayrı noktadan Şam’a saldırı düzenledi. Ancak bu saldırı iki günden az bir sürede Suriye hükümetinin ve ordusunun müdahalesiyle yenilgiye uğradı. Bu yenilginin ardından Suriye karşıtı milisler Amerikan, İngiliz ve Türk askerî uzmanlar tarafından hazırlanan planı uygulamaya koyarak Halep’e saldırdı. Amaç, Halep’i geçiş hükümetinin kurulacağı ve Esad yönetiminin devrileceği bir merkez haline dönüştürmekti. Bu yüzden Suriye Ordusu’nun Türkiye’yle ortak sınırı konusunda bir karara varmadan isyancıları geniş kapsamlı operasyonlarla etkisiz hale getirmesi beklenemez. Çünkü şu anda Türkiye’nin sınır bölgesi üzerinden isyancı güçlere verdiği lojistik desteğin haddi hesabı yok. Suriye’nin Türkiye’ye yakın sınır köylerindeki çatışmaların şiddetlenmesinin nedeni de bu olabilir.

Sokak Gösterilerinden Silahlı Çatışmaya

Suriye’nin bazı şehirlerinden başlayan sokak gösterilerinin büyük bir hızla örgütlü silahlı bir harekete dönüşmesi, ABD’nin muhalif gösterilerin başladığı ilk günden itibaren Suriye yönetimi ile muhalifler arasında uzlaşıyı sağlayacak bir adım atmadığı inancını güçlendiriyor. Bilakis ABD, inanılmayacak bir hızla bu muhalif hareketi silahlı bir harekete dönüştürmüştür. Öte yandan ABD hiçbir zaman Şam’ın Suriye karşıtı muhaliflerce kuşatılmasını istememiştir. Tam tersine Suriye’de şiddetin tırmanmasını, ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesini, böylelikle de Suriye Ordusu’nun tamamen ortadan kalkmasını ümit etmiştir. Bu, ABD’nin bir kez Irak’ta, bir kez de Libya’da uyguladığı senaryodur. ABD, Suriye Ordusu’nu, İsrail’in ve kendisinin Ortadoğu’daki varlığı için bir tehdit olarak görmektedir. Suriye’de mevcut veya gelecekti yönetimin rengi belli olmadan Suriye Ordusu’nun sonunun belli olmasını istemektedir. Çünkü Mısır ve Tunus ordularının aksine ABD’nin Suriye Ordusu üzerinde hiçbir yaptırım gücü ve otoritesi bulunmamaktadır. ABD, Suriye Ordusu’nun bir iç savaşta yenilgiye uğrayıp dağılması için umudunu isyancıların Suriye’nin farklı şehirlerinde icra ettikleri korkunç terörist eylemlere bağlamıştır. Fakat Suriye yönetimi ABD’nin elini gördü ve halk ordusu kurarak sıradan gönüllü insanları silahlandırdı. Nitekim şehir içlerinde düzenlenen operasyonları halk ordusuna devrederek uzun vadede Suriye Ordusu’nun güç kaybedip dağılmasının önüne geçti. Suriye yönetiminin bu planı Şam’da müspet sonuç verdi ve bu yöntemle Şam’ın düşmesini engelleyerek Halep’in önemli bölgelerini silahlı unsurlardan temizledi.

İsyancı Hareketin Kendine Has Özellikleri

Suriye şehirlerinde düzenlenen sokak gösterilerinin nasıl şekillendiğine bir göz atar ve mevcut durumu o zamanki durumla karşılaştırırsak, bu hareketin nasıl hızlı bir şekilde askerî harekete dönüştüğünü ve Batı’nın ve bölgedeki müttefiklerinin mutlak himayesini kazandığını anlarız:

1) Bu hareket, son elli yıldır Arap ülkelerinde meydana gelip de bir yıldan kısa bir sürede uluslararası düzeyde siyasî destek kazanan tek isyan hareketidir.

2) Bu hareket, çok kısa sürede bir muhalefet hareketi olmaktan çıkıp askerî bir harekete dönüşen dünyadaki ilk siyasî harekettir

3) Bu hareket, altı aydan daha kısa sürede ilkel silahlı mücadele olmaktan çıkıp modern silahların kullanıldığı örgütlü silahlı mücadeleye dönüşmüş dünyadaki ilk harekettir.

4) Başlangıcında ve hızlı dönüşüm sürecinde hiçbir malî sorunla karşılaşmayan ilk isyan hareketidir.

5) Bu hareket, (Ulusal Suriye Konseyi adı altında) meşruiyet kazanma sürecini hızla kat etmesi bakımından 60’lı yıllarda kurulan Ulusal Filistin Hareketi ile ve diğer Arap hareketleriyle hiçbir şekilde karşılaştırılamaz. Hız açısından bu hareketleri karşılaştırmak, tavşan ile kaplumbağayı karşılaştırmak gibi olur.

6) Henüz tek bir lider etrafında toplanamadığı halde uluslararası platformda destek gören ilk isyan hareketidir.

7) Rusya ve Çin dışında uluslararası siyasette ve kararlarda etkili olan bütün küresel güçler kesin bir biçimde bu harekete mali yardım ve lojistik destek sağlamaktadır.

8) Arap dünyasında ortaya çıkıp da İsrail’in desteğini kazanan tek harekettir.

9) Lojistik, siyaset, güvenlik ve askerî alanlarda Türkiye tarafından desteklenen ilk siyasî Arap hareketidir.  Türkiye, Filistin ve Gazze halkını desteklediğini de iddia etmektedir. Ancak Türkiye Suriyeli isyancılara verdiği desteğin binde birini Hamas’a veya İslamî Cihad’a veyahut Filistinli diğer direniş hareketlerine sağlamamıştır.

10) Başlangıcından itibaren içerisinde tekfircilerin ve Selefilerin seslerinin gür çıktığı ilk Arap hareketidir. Selefiler, Suriye’nin ulaşabildikleri her noktasında, kendilerine özgü hünerleri sergilemekten; katliam yapmaktan, toplu idamlar gerçekleştirmekten, aşiretler arasında çatışma çıkarmaktan geri durmamışlardır.

Bütün bunlar Ulusal Hareket veya Özgür Ordu veyahut Ulusal Suriye Konseyi denilen hareketin asla bağımsız bir hareket olmadığını ortaya koymaktadır. Bu hareket, ABD ve İngiltere gibi büyük güçlerin bölgedeki egemenliğini artırma ve İsrail’in güvenliğini sağlama aracına dönüşmüştür. ABD, geçmişte Suriye’yi Ortadoğu’nun baş aktörlerinden biri olarak görürken bugün Suriye’yi oyun sahasına çevirmiştir. Bu yüzden birçok uzman Ortadoğu’da ABD-İran savaşının ilk aşamasının başladığına inanmaktadır. Savaşın ikinci aşaması, pimini Selefilerin ve tekfircilerin çekeceği ve zengin Arap ülkelerinin mali destek sağlayacağı, 14 Mart Hareketi’nin siyasî himayesinde Lübnan’da zoraki bir etnik ve mezhep savaşı çıkarmak olacaktır.

Şam’ın Düşürülmesiyle Eşzamanlı Olarak Filistinlilerin Kriz Ortamına Sürüklenmesi Senaryosu

Dört önemli yetkilinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Suriye Ulusal Güvenlik Konseyi binasına düzenlenen saldırının Beşşar Esad’ı bir an önce devirme ve muhalifleri Şam’a hâkim kılma projesi olarak gören birçok uzmanın aksine bu satırların yazarı, bu operasyonun aslında silahlı çatışmaları Filistin kamplarına, özellikle Şam’daki Yermük bölgesine intikal ettirmeyi amaçladığına inanmaktadır. Çünkü ABD, “bilinçli kaos” siyasetiyle Suriye rejimine kendi politikalarını kabullendirmek için Suriye’yi Ortadoğu’nun Somali’sine dönüştürmek istemektedir.

Şam’ı düşürme projesi Libya’yı düşürme projesinin kopyasıydı. Libya’nın başkenti Trablus’a henüz Kaddafi hâkimken Fransız savaş gemileri üç yüz Libyalı milisi (NATO’ya bağlı komandolarla birlikte) Trablus’a indirmişti. İşte bunun ardından medyayı da kullanarak Libya ordusu askerlerinin kaçmasını ve subayların ordudan ayrılmasını sağlayabildi ve böylece başkentin düşürülmesinin altyapısı hazırlanmış oldu.

Aynı proje Şam’da benzer bir uygulamayla üç noktada başladı: 350 bin Filistinlinin yerleştirildiği Yermük Filistin Mülteci Kampı operasyonun merkezinde yer aldı. Operasyon Adana’dan yönetildi.

Şam operasyonu üç noktada başladı. İlki, askerî güçlerin kolaylıkla Hamidiye Çarşısı’na ve el-Merce Meydanı’na dağılabilecekleri Şam’ın merkezindeki Hay el-Meydan’da başladı. Bu bölgede başarı elde edilirse, kolaylıkla Meclis’e ve Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne hareket edilebilirdi. Hay el-Meydan, Yermük Kampı’na yakındır.

Operasyon için seçilen ikinci mekân Şam Uluslararası Havaalanı’ydı. Havaalanının bulunduğu cadde Yermük Kampı’na kadar uzamaktadır ve propaganda açısından önemli bir noktadır.

Operasyonun üçüncü odağı, Havaalanı yoluyla uluslararası Dera otoyolu arasında bulunan ve Yermük Kampı’na kadar uzanan el-Tezamin bölgesiydi. Görüldüğü üzere operasyon için seçilen her üç mekân da birbirine yakındır.

Operasyondan önce, Özgür Suriye adı verilen ordu bir bildiri yayınlayarak Suriye’de, bilhassa Şam’da ikamet eden Filistinlileri Suriye halkını desteklemeye ve Beşşar Esad yönetimine karşı birlik sergilemeye çağırdı. Selefi akımlar, Filistinliler arasında, Filistin kamplarının bir şekilde çatışmalara dâhil olacağı dedikodusunu yaymıştı. Öte yandan Suriyeli milisler Yermük Kampı’nın coğrafi konumunu da hesaba katmışlardı: Şam’ı işgal planı başarısızlığa uğradığı takdirde muhalif milisler Yermük Kampı’na sığınabilecek ve kampta kendilerine lojistik destek bulabilecek veya tedavi olabileceklerdi. Şam operasyonunun yenilgiye uğramasıyla düşünülen oldu ve çatışmaların kampa sıçramasıyla 21 Filistinli öldü, onlarcası da yaralandı. Bu plan, Şam operasyonu için bölge seçiminin Filistinlileri çatışmaların içine çekmek için Amerikan uzmanlar tarafından bilinçli olarak yapıldığını gösterdi. Bu plan 70’li yıllarda denenmişti; bir tarafında Filistinlilerin bulunduğu on yedi yıl süren Lübnan iç savaşının izleri bölgede Filistin direnişi üzerinde hâlâ müşahede edilmektedir.

Suriye’de on iki tane Filistin mülteci kampı bulunmaktadır. Bunlardan Dera, Cermana, Han Denun ve Lazkiye kamplarında beş bin ila on bin Filistinli mülteci barınmaktadır. On bin ila yirmi bin mültecinin bulunduğu Hamah, Hums, Han eş-Şeyh, Nirib, Kabr es-Sit, Sebine ve Ayn et-Tel Suriye’de Filistinlilerin yaşadığı önemli merkezlerdir. Fakat Filistin mülteci kamplarının en büyüğü Şam’ın merkezine 8 km mesafede bulunan, 360 bin Filistinliyi barındıran ve 210 hektarlık alana sahip olan Yermük Kampı’dır. Bu kamp, Şam’daki son silahlı çatışmaların merkezi olan Hay et-Tezamin, el-Hacer el-Esved ve Hay el-Meydan’a komşudur. Bu yüzden kampın çatışmaların içine çekilmesi çok kolaydır. Şamlı ailelerle Yermük Kampı’nda yaşayan Filistinli aileler arasındaki akrabalık bağı Şamlılar ile Filistinliler arasındaki ilişkiyi daha da güçlendirmektedir.

Çok sayıda Filistinli şahsiyetin, partinin ve kurumun müdahaleleri sayesinde çatışmaların Suriye’deki Filistin mülteci kamplarına intikalinin önüne geçildi. Ancak ABD, Türkiye ve Suriye karşıtı Arap ülkeleri hâlâ bu planı hayata geçirmek için çaba sarf etmektedir.

Suriye yönetimi karşıtı üç ağır cephe

ABD ve müttefikleri hâlâ Suriye yönetiminde görev alan askerî ve siyasî şahsiyetleri hükümetten ayırmak için plan yaparken hükümetten ayrılanların ilgiyle karşılanmaması Beşşar Esad muhaliflerinin Suriye yönetimini psikolojik açıdan dağıtma siyasetiyle hâlâ yakından ilgili olduğunu göstermektedir. Bugüne değin Suriye yönetiminden ayrılan siyasî ve askerî şahsiyetler birkaç gün Suriye karşıtı uydu kanallarının ve yazılı basının ekranlarını ve sayfalarını süslediler; daha sonrasında medyada onlara dair hiçbir haber yer almadı. Uzmanların güvenilir kaynaklardan edindikleri bilgiler, bu planda İngiliz istihbarat güçlerinin önemli rol oynadıklarını göstermektedir. İngiliz istihbaratının Ortadoğu’nun siyasî, mezhebî, dinî ve etnik dokusunu çok iyi bilmeleri Suriye karşıtı psikolojik savaşın İngiliz istihbaratı tarafından yürütüldüğünü göstermektedir. Bu bilgiler ve kanıtlar, Ortadoğu’daki, bilhassa Suriye’deki mezhep (Şii-Sünni) çatışmasının ve Selefiler ile tekfircilerin diğer İslam mezheplerine, ezcümle Şia’ya yönelik tehditlerinin İngilizlerin doğrudan kontrolü altında olduğunu göstermektedir.  Bu planın beyin takımının başında Hint Yarımadası’nda ve Ortadoğu’da çıkan mezhep savaşlarında parmağı olan Pierre Fertout London’dur.

Buna göre Batı’nın ABD öncülüğünde bir yıldır yürüttüğü Suriye karşıtı savaşın ABD ve İngiltere’nin önemli rol oynadığı üç ağır cephesi olduğunu söyleyebiliriz:

Askerî cephe: Suriye karşıtı muhalifler, Amerikan ve İngiliz askerler tarafından Türkiye’de eğitilmekte ve bunun yanı sıra Suriyeli ve Suriyeli olmayan milisler elektronik savaş hakkında bilgilendirilmektedir. Bununla, Suriyeli ve Suriyeli olmayan milislerin bölgesel çatışmalara girmeden Suriye Ordusu’nu içten çökertmesi amaçlanmaktadır.

Elektronik ve medya cephesi: ABD ve İngiltere tarafından Suriyeli milislere teknoloji eğitimi verilmektedir. Silahlı milislerin erişimini sağlamak için Amerikan uydularının koruyucu şemsiye altına alınması ve (İngiltere’nin hâkimiyetinden dolayı) Ürdün’ün ve Türkiye’nin elektronik ve medya imkânlarından faydalandırılmaları Suriye’deki silahlı çatışmaların seyrini değiştirmiş, silahlı milislerin Halep’te Suriye Ordusu’na daha fazla mukavemet gösterebilmesine neden olmuştur.

Psikolojik savaş ve medya savaşı cephesi: Batı’nın ve Ortadoğu’da ABD müttefiki Arap ülkelerinin medya kuruluşları, Suriye karşıtı tek taraflı bir cephe oluşturmuşlardır. Öyle ki Suriye, tek başına bu cepheye karşı koyabilecek güce sahip değildir. Batı ve Arap uydularında Suriye kanallarının kesilmesi Beşşar Esad’ın bu psikolojik savaşa karşı koymasını engellemiştir. Bu kanallarda yayınlanan günlük programlarda halk, şehirlerde ve köylerde güvenlik güçlerine itaat etmeme, rejimin bir an önce devrilmesi için siyasî ve askerî şahsiyetlere yönetimden ayrılma, tacirlere ve sanatçılara yönetimle ilişkilerini kesme çağrısı yapılmaktadır. Bazı Selefi ve tekfirci liderler halkı silahlanmaya ve başta Şii bölgeler olmak üzere Esad yanlısı şehir ve köylere saldırmaya davet etmektedir.

Bu psikolojik savaşın en önemli hedefi Suriye Ordusu’dur. Suriye Ordusu 17 aydır silahlı milislerle mücadele etmektedir. İsrail yanlısı Batılı bütün taraflar Suriye Ordusu’nu içten çökertmek için yatırım yapmaktadır. Mısır ve Tunus orduları ülkelerindeki halk isyanlarına müdahale ederken ABD’nin yönlendirmesiyle çatışmaya girmediler. ABD’nin siyaseti uyarınca Müslüman Kardeşlerin halk desteğiyle işbaşına gelmesinden sonra da eski rollerini ifa ettiler. Öte yandan ABD, Libya Ordusu üzerinde yaptırım gücüne sahip olmadığından, bu orduyu ABD askerlerinin ve NATO’nun doğrudan müdahalesiyle ortadan kaldırdı. Yemen’deki çatışmalarda ise ülkenin ordusu ikiye ayrıldı ve gücünü büyük oranda kaybetti. Oysa Suriye Ordusu ciddi bir zarara uğramadan bütünlüğünü korumayı başardı. Bu, ordu erkânının bugüne değin siyasî iktidarla birlikte hareket ettiğini göstermektedir.

ABD, İsrail’in Güvenliği ve Ortadoğu’nun Parçalanması

Suriye’deki savaşın önemli etkilerinden birisi Ortadoğu’nun parçalanması projesidir. Bu, birçok Ortadoğu uzmanının yeni Sykes Picot projesi adını verdikleri projedir.

İsrail Dışişleri Bakanı Yardımcısı Danny Ayalon bir süre önce yaptığı açıklamada Suriye’deki gelişmelere gönderme yaparak Suriye’nin ve Lübnan’ın, mezhebî ve etnik grupların (Aleviler, Şiiler, Sünniler, Dürzîler, Hıristiyanlar ve Kürtler)  özerk yönetiminde, en fazla bir eyalet kadar büyük birkaç bölgeye ayrılmasını ümit ettiğini söylemişti. Ayalon’a göre böylesi özerk yönetimlerin ortaya çıkmasıyla İsrail karşıtı ülkeler zayıflayacak ve Ortadoğu’da İsrail’e dost yeni oluşumlar vücuda gelecektir.

Ayalon’un açıklaması mesnetsiz değildi. Suriye Ulusal Konseyi eski başkanı Burhan Galyun 2.12.2011 tarihinde Wall Street’e verdiği röportajda şöyle diyordu: “Beşşar Esad’dan sonra Suriye, eğer muhalifler tarafından idare edilirse, Hizbullah’la ve bütün mukavemet örgütleriyle ilişkilerini tamamen kesecek ve bölgede bir barış unsuruna dönüşecektir.” Galyun burada İsrail’le barışı kastetmektedir. Galyun bu açıklamasıyla başkanlık döneminin uzatılması için bir anlamda ABD’ye güven mektubu sunmuş oldu; nitekim başkanlık süresi uzatıldı da.

Ayrıca Ürdün Kralı Abdullah bir süre önce yaptığı bir açıklamasında, Şam’da Suriye yönetiminin devrilmesi durumunda Esad’ın vefalı askerlerinin Alevilerin kontrolündeki sahil bölgelerine yöneleceklerini ve bu bölgede bir Alevi devleti kuracaklarını öngörmüştü.

Geçen Ramazan bayramı namazının hutbesinde Trablus şehrinin Sünni ulemasından Şeyh Salim El Rafii’nin ve bu şehrin Selefi ulemasından bir kısmının, ezcümle Şeyh Amr Bekri’nin Lübnan’da Sünni ulema konseyi kurulması gerektiği yönündeki açıklamaları Lübnan’da kaygılara yol açtı. Suriye yönetimiyle ve Hizbullah ile mücadele bağlamında dile getirilen bu öneri, Lübnan, Suriye ve Ortadoğu’daki kimi şüpheli siyasî hareketlerin etnik-mezhepçi tavırlar sergileme eğiliminin arttığını gösterdi. İsrail’in Ortadoğu’da etnik siyasi yapılanmaların ortaya çıkacağı umudunu güçlendiren de işte bu eğilimdir.

Bu meyanda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, Irak yönetimini bölgesini merkezi yönetimden tamamen ayrılmakla tehdit etmesi üzerinde durulması gereken önemli bir meseledir. Bu açıklama, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Irak Ordusu’nun Suriye sınırında konuşlanmasını engellediği dönemde yapıldı. Barzani açıklamasında, Kürt peşmergeleri askerlerle çatıştıracağı tehdidinde bulunmuştu. Irak Kürdistanı’nı görenler bu bölgenin kendine ait bir meclisi, yönetimi, ordusu, istihbaratı, emniyet teşkilatı, merkezi yönetimden bağımsız petrol satışı, dolayısıyla ekonomisi, bağımsız sınırları, vizesi vb. olduğunu bilir. Bölgesel Yönetim şu anda bağımsızlık ilan etmek için Batı’nın ve ABD’nin yeşil ışık yakmasını bekliyor. Bölgesel Yönetim, Batı’nın ve ABD’nin bir an önce yeşil ışık yakmasını sağlamak amacıyla merkezi yönetimin iradesi dışında Suriyeli muhalifleri bile destekliyor.

Irak’ta böyle bir planın uygulanması, Irak’taki etnik hareketlere yeni bir seyir kazandıracaktır. Nitekim ABD, uzun zamandır Irak’ın üç bölgeye, Kürt, Sünni ve Şii bölgelerine ayrılmasını arzulamaktadır.

Bütün bu faktörler ABD’nin bilinçli kaos siyasetini kullanarak Ortadoğu’da yeni coğrafi bölgeler icat etmeyi hedeflediğini göstermektedir.

ABD ve Bilinçli Kaos

Yaratıcı ve amaçlı anarşiden yana olan ABD, Ortadoğu’da parçalanmış devletler oluşturma düşüncesini desteklemekte ve bu yolla etnik-mezhebî ve sınır tartışmaları çıkararak İsrail’le sorunları asgari düzeye indirmeyi, ortaya çıkacak yeni devletlerinse İsrail’le barış yapmasını istemektedir. Başka bir deyişle ABD, yeni Ortadoğu projesiyle, “Ortadoğu’daki etnik azınlıklar devletleşme hakkına sahipken İsrail bu haktan niçin mahrum bırakılmalıdır?” sorusunu gündeme taşımayı amaçlamaktadır. Bu, Ortadoğu bağlamında en tehlikeli Amerikan düşüncesidir.

Güney bölgesi bağımsız bir Hıristiyan devletine dönüşen ve İsrail’le ittifak kuran Sudan tecrübesi ABD’nin Ortadoğu’ya sunacağı modeldir. Bir İslam ülkesi olan Sudan’ın güneyinde Hıristiyan bir devlet kurulabiliyorsa niçin Ortadoğu’da da aynı şey yapılamasın? Hâlihazırda, Libya’da yaşanan son gelişmeler göz önüne alınarak, ABD’nin ve NATO’nun zihninde ülkenin batısını (petrol bölgesi olan) doğusundan ayırma düşüncesi güçlenmiştir. Yakın gelecekte, Libya’ya huzur operasyonu adı altında, ABD’nin Rusya’nın bütün nüfuzunu kaybettiği Afrika politikasının önceliğinin bu mesele olması ihtimali uzak bir ihtimal değildir.

ABD’nin Suriye’yi yeni Ortadoğu taksiminin kilit noktası olarak görmesi de işte bu yüzdendir. Nitekim Suriye, Lübnan, Filistin, Ortadoğu barışı, İsrail’in güvenliği ve bölgesel güç dengelerinin belirlenmesi gibi konularda etkili bir ülkedir.

Askerî Müdahale ve Libya Tecrübesi

Libya tecrübesi ABD’ye ve NATO’ya, doğrudan askerî müdahale yoluyla Suriyeli sivillere güvenlik bölgesi kurmak veya tampon bölge oluşturmak adı altında Suriye’de Libya’dakine benzer yıkıcı bir müdahale seçeneği üzerinde durma fırsatı verdi. Libya’da halk isyanı ABD tarafından müsadere edildi ve NATO Baharı adı verilen süreci ortaya çıkardı. Böylelikle de ülkenin petrol rezervlerinin Batı’nın mutlak egemenliği altına girmesinin yolunu açtı. Libya’nın petrol rezervleri, Sykes Picot’nun ganimetleri gibi bu kez ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında bölüşüldü; geride bağımsız ve yekpare bir ülkenin mi, yoksa doğusu batısından koparılmış bir ülkenin mi kaldığı önemli değildi!

ABD’nin Suriye’deki siyasî gelişmelere müdahalesi ve halkın taleplerini dile getirdiği sokak gösterilerinin gerçek bir savaşa dönüşmesi hikâyesi Suriye’de muhaliflerin bile itirazına neden oldu. Nitekim Ulusal Koordinasyon Kurulu Başkanı Heysem El Menna, yabancı güçlerin müdahalesinin muhalif güçler için yıkıcı sonuçlar doğuracağını ifade etti. El Menna’ya göre yabancı güçlerin müdahalesi, Esad yönetiminin yabancı müdahalelere karşı ülkeyi savunduğunu iddia etmesine yol açacak denli şiddetlidir.

ABD ve Suriye topraklarında tampon bölge oluşturulması

İddialarının aksine Fransa’nın Suriye krizini çözme yolunda hiçbir stratejik rolü bulunmamaktadır. Paris, Suriye ile tarihsel ilişkilerini kullanarak dış politikasında ABD’nin görevlendirmesinden kurtulabilir ve daha etkin bir rol üstelenebilirdi. Fransa bugün ABD’nin gözetiminde hareket etmektedir ve Suriye krizinde esaslı bir etkiye sahip olamamaktadır; ateşe körükle gitmekten başka bir şey yaptığı da söylenemez. Fransa Cumhurbaşkanı Francois Hollande, Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanma ihtimalinin güçlendiğini iddia etmiş ve Suriye’ye askerî müdahale için gerekli hazırlıkların görüldüğünü söylemişti. Bu iddiasının ardından Suriye’de BM’nin kontrolünde bir tampon bölge oluşturulması gerektiğini vurguladı. Fransa Cumhurbaşkanı’nın bu iddiası gerçek dışı bir iddiadır ve uzman bir bakış açısıyla hiçbir itibarı yoktur; yalnızca Fransa’nın asıl konudan ne denli uzaklaştığını göstermektedir. Aslında bu iddia, ABD’nin politikasını haklı çıkarma çabasından başka bir şey değildir ve Fransa’nın Ortadoğu, bilhassa Suriye politikasında ABD’yi körü körüne izlediğinin göstergesidir. Hiç kuşkusuz Fransa Suriye’ye askerî müdahaleden söz ederken ABD’nin amacına uygun olarak Suriye’ye çözüm getirmeden önce Suriye Ordusu’nu dağıtmayı kastetmektedir. Öte yandan Suriye’de tampon bölge oluşturulmasını gündeme getirerek uluslararası platformda destek gören geçici bir devlet kurmak, ardından bu devlet için bağımsız bir ordu oluşturmak istemektedirler. Ancak Fransa’nın dış politika uzmanları böyle bir girişimin Suriye’ye savaş anlamına geleceğini unutuyorlar. Onlar bir bahaneye sarılıp ülkeye havadan ve karadan saldırmak, böylelikle de Suriye Ordusu’nu ortadan kaldırmak istiyorlar. ABD, Suriye Ordusu’ndan o kadar çok çekiniyor ki ordunun Suriye karşıtı muhaliflerin eline geçmesinden dahi korkuyor. Bu yüzden de nasıl olursa olsun Suriye Ordusu’nu bir şekilde ortadan kaldırmayı hedefliyor.

Ama Suriye’de hikâye böyle bitmeyecek. Zira ABD ve müttefikleri bölgede yıkıcı bir savaş çıkarma gücüne sahip iseler,