"NAM Zirvesi, İran ve Suriye: Batı’ya Karşı Bir Darbe mi?"

"NAM Zirvesi, İran ve Suriye: Batı’ya Karşı Bir Darbe mi?"
Bağlantısızlar Hareketi (NAM) zirvesi 26-31 Ağustos 2012 tarihleri arasında Tahran’da gerçekleştirilecek. NAM ve zirveleri, ABD ve NATO’nun Batı merkezli dünyasında büyük ölçüde görmezden geliniyor, fakat bu yılki buluşma Batıcıların ve onların basınının ilgisini çekti. Bunun nedeni Tahran'ın Washington DC’nin siyasal düzenini altüst etmiş olması.
NAM Zirvesi, İran ve Suriye: Batı’ya Karşı Bir Darbe mi?

NAM zirvesi, İran ve Mısır arasında köprü olabilir mi?

 

Mahdi Darius Nazemroaya

Global Research

 

Bağlantısızlar Hareketi (NAM) zirvesi 26-31 Ağustos 2012 tarihleri arasında Tahran’da gerçekleştirilecek. NAM ve zirveleri, ABD ve NATO’nun Batı merkezli dünyasında büyük ölçüde görmezden geliniyor, fakat bu yılki buluşma Batıcıların ve onların basınının ilgisini çekti. Bunun nedeni NAM zirvesinin gerçekleştiği yerin Washington DC’nin siyasal düzenini altüst etmiş olması.

Tepesi atan ABD hükümeti, Bağlantısızlar Hareketi liderlerini Tahran’da toplandıkları için azarlayacak kadar ileri gitti. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland – neo-muhafazakâr Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin iki kurucusundan biri ve emperyalizmin güçlü destekçisi Robert Kagan’ın eşi – Mısır’ın yeni Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’den, Washington’un BM’deki kendi temsilcisi Genel Sekreter Ban Ki-moon’dan Tahran’a gitmemesini istedi. Nuland ve ABD Dışişleri Bakanlığı, keskin bir dille, İran’ın böylesi “yüksek düzeyli katılımları” hak etmediğini iddia etti. Ancak ABD, dünya liderlerinin Tahran’da buluşmasını sineye çekmek zorunda kaldı.

Gerçekleşecek olan, uluslararası bir kaotik tiyatrodan NATO’yu, Asya-Pasifik’teki önde gelen de facto üyelerini – Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore – ve İsrail’i çıkardığınızda kalan şeydir. Afrika, Asya, Karayip ve Latin Amerika temsilcileri eksiksiz şekilde orada olacaklar. Bağlantısızlar Hareketi içinde gözlemci statüsüne sahip olan Çin, orada olacak. Hareketin parçası olmayan Rusya, İran’ın özel konuğu olarak davet edildi Rusya’nın özel elçisi ve Vladimir Putin’in temsilcisi Konstantin Şuvalov tarafından temsil edilecek. NAM üyesi olmayan Türkiye bile Tahran’dan davet aldı. Filistinlilere yardım etmek için, İran’dan Filistin Başbakanı İsmail Haniye’ye, ABD-İsrail kuklası Mahmud Abbas’ın yanı sıra zirveye katılması için gönderilen bir davet sonucunda, Hamas’a da özel bir sandalye verilecek. Rusya Federasyonu’nun yanı sıra, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyelerinin çoğu ya tam üye ya da gözlemci üye sıfatıyla katılacak. Çinlilerin ve Rusların yanı sıra, dünyayı şekillendiren yeni motor halini almaya başlayan BRICS gruplaşmasının diğer üç üyesi -  Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika – zirvede yerini alacak.

NAM Zirvesi, İran ve Suriye: Batı’ya karşı bir darbe mi?

NAM liderlerinin buluşması şüphesiz İran’ın uluslararası prestiji ve statüsü bakımından önemli bir olay olacak. Yaklaşık bir hafta boyunca Tahran, New York City ve Cenevre’deki BM ofislerinin yanı sıra dünyanın önemli bir merkezi olacak. İran, dünya liderlerinin bir araya getiren en büyük etkinliklerden birine ev sahipliği yapacağı gibi, aynı zamanda da kuruluşun başkanlığını Arap güç merkezi Mısır’dan devralacak. İran, Bağlantısızlar Hareketi lideri konumunu önümüzdeki birkaç yıl boyunca elinde bulunduracak ve uluslararası kuruluş adına söz söyleyebilecek. Belli bir dereceye kadar bu konum Tahran’ın dünya işlerinde daha fazla etkiye sahip olmasını sağlayacak. En azından Tahran’daki bakış açısı bu ve NAM zirvesinin anlamından hiçbir şey yitirmediğine inanan İranlı politikacılar ve yetkililer, zirvenin ülkeleri için taşıdığı öneme işaret ediyorlar.

NAM, Birleşmiş Milletler’den sonra dünyanın en büyük ikinci uluslararası teşkilatı. 120 tam üye ve 17 gözlemci üyeyle, dünya ülkelerinin ve hükümetlerinin çoğunluğunu içine alıyor. BM’ye üye devletlerin yaklaşık üçte ikisi NAM’nin tam üyesi. Afrika Birliği, Afrika-Asya Halkları Dayanışma Örgütü, Milletler Topluluğu, Hostosian Ulusal Bağımsızlık Hareketi, Kanak Sosyalist Ulusal Cephesi, Arap Ligi, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Güney Merkezi, Birleşmiş Milletler ve Dünya Barış Konseyi de gözlemciler arasında.

Kendilerinden bahsederken çok cömert ve çok isabetsiz şekilde “uluslararası toplum” ifadesini kullanan ABD ve NATO gerçekte, NAM’nin oluşturduğu uluslararası gruplaşmanın yanında sönük kalan bir küresel azınlıktır. NAM üyelerinin vardığı bir anlaşma ya da konsensüs, hem uluslararası toplumun çoğunluğunu, hem de emperyalizmin dışında kalan uluslararası çoğunluğu, yahut geleneksel olarak “yoksul” kabul edilen ülkeleri temsil etmektedir. BM’de olanın aksine, “sessiz çoğunluk”, NATOistan konfederasyonunun üyeleri tarafından biraz çarpıtılacak olsa da, seslerini duyurabileceklerdir.

Tahran’daki NAM buluşması önemli bir olayı ifade ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere ve Fransa gibi önde gelen Avrupa Birliği güçlerinin sürekli yansıtmaya çalıştığı imajın aksine, İran’ın gerçekte uluslararası alanda tecrit edilmediğini gösteriyor. Batı medyası bu durumu açıklayabilmek içim çırpınıyor ve İsrailliler bariz bir şekilde altüst olmuş durumdalar.

Şüphesiz İran bu uluslararası buluşmayı kendi lehine olacak şekilde kullanacak ve NAM’den kendi uluslararası konumu için destek sağlamak ve Suriye’deki krizi sonlandırmaya yardımcı olmak için yararlanmaya çalışacak. ABD destekli Suriye ablukası NAM konferansında kınanacak ve ABD ve ortakları ile uydularına karşı diplomatik hamleler gerçekleştirilecek. Zaten İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Mekke’de düzenlediği olağanüstü zirve öncesinde İran Dışişleri Bakanlığı’nın hızlı davranarak Tahran’da düzenlediği, Suriye’deki çatışmayla ilgili bakanlar zirvesi de, İran’ın 2012 NAM zirvesinde Suriye Arap Cumhuriyeti’ne vereceği diplomatik destek için bir başlangıç niteliği taşımıştı.

Cezayir ve İran’ın muhalefetine rağmen Suriye, Suudi Arabistan’ın ve petrol monarşilerinin emriyle İslam İşbirliği Teşkilatı üyeliğinden çıkarılmıştı. Mekke’deki İİT olağanüstü zirvesi Şam için siyasi ve diplomatik bir darbe olduysa da, Tahran’daki NAM zirvesinde durumun çok farklı olması bekleniyor. Suriyeliler de Tahran’da temsil edilecek ve ihtilaf içinde olduğu Fars Körfezi’nin Arap petrol monarşileriyle yüzleşme olanağı bulacak. 

Bağlantısızlar Hareketi’nin Doğuşu ve Üçüncü Dünya

Bağlantısızlar hareketi ve “Üçüncü Dünya” konsepti, köklerini Batı Avrupa imparatorluklarının parçalanmaya ve formel olarak sonlanmaya başladığı İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dekolonizasyon döneminde buluyor. Bu, görünüş itibariyle güçlünün zayıf karşısındaki tahakkümünü sonunu simgeliyordu. Gerçekte olan şey ise yalnızca sömürgeciliğin yerini gerilemekte olan imparatorlukların yaptığı dış yardımlar ve kredilere bırakmasıydı. Bu bağlamda İngilizler eski sömürgelerine yardım sunarken Fransızlar ve Hollandalılar da üzerlerindeki kontrollerini sürdürmek için kendi eski kolonilerine aynısını yapacaktı. Dolayısıyla sömürü hiçbir zaman gerçekten sona ermedi ve dünya bir dengesizlik durumuna girdi. Birleşmiş Milletler de büyük güçler tarafından rehin alındı ve Afrika ve Latin Amerika gibi yerlerle ilgili pek çok önemli meseleyi görmezden geldi.

NAM’nin kuruluşunun getirdiği şey öncelikli olarak, - bir dönem kullanılan ifadeyle söylemek gerekirse – “Küresel Kuzey” ülkelerinin tahakkümünün ve diğer ülkelerin içişlerine karışmasının reddi ve beraberinde, Yeni Delhi’nin Tibet’i Çin’in bir parçası olarak tanıdığı 1954 yılında Hindistan ve Çin tarafından oluşturulmuş olan bir arada yaşama konseptiydi.

NAM, bir yanda Çin ve ABD arasındaki gergin ilişkilerin, diğer yanda Çin ve diğer Asya güçleri arasındaki ilişkilerin üzerine eğilmesi gereken bir Asya inisiyatifi olarak yola koyuldu. Yeni bağımsız olmuş Asya devletleri, Soğuk Savaş’ın kendi kıtalarında yoğunlaşmasından kaçındılar; bu, ABD öncülüğünde Kore’ye yapılan ve felaket getiren askeri müdahaleden ve Hindistan ve Endonezya’nın Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı tampon devletler haline getirilmesinden sonra daha da belirginlik kazandı. Bu Asya insiyatifi kısa süre içinde genişledi ve hem Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ve Mısır gibi devletlerin, hem de İngiltere, Fransa ve Portekiz gibi NATO ülkelerine karşı kurtuluş mücadelesi veren Afrika’daki pek çok milliyetçi bağımsızlık hareketinin liderlerinin desteğini kazandı.

Yugoslavya Devlet Başkanı Josip Broz Tito, Hindistan Başbakanı Jawaharlal Nehru ve Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır, örgütün oluşumunun arkasındaki üç temel güçtü. Ganalı Marksist Pan-Afrika’cı Kwame Nkrumah ve Endonezya lideri Ahmed Sukarno da NAM’ye ağırlıklarını verdi ve Tito, Nehru ve Nasır’a katıldı. Bu liderler ve ülkeleri, Soğuk Savaş’ı ideolojik bir mücadele olarak görmüyorlardı. Bu, gerçeğin görülmesini engelleyen bir sis perdesiydi. Onların perspektifinden bakıldığında Soğuk Savaş bir güç mücadelesiydi ve ideoloji yalnızca meşruiyet aracı olarak kullanılıyordu.

Soğuk Savaş’ın Farklı Dünyaları

“Bağlantısızlar” kelimesini dünya sahnesinde ilk kullanan, Hindistan’ın Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Vengalil Krishnan Krishna Menon oldu; “Üçüncü Dünya” terimini ilk kullanan ise Fransız araştırmacı Alfred Sauvy idi. Üçüncü Dünya hâlâ tartışmalı bir siyasi terimdir ve bazıları bu terimi hem saptırıcı hem de etnik merkezli bulmaktadır. Üçüncü Dünya terimi ile bağlantısızlar terimi ve NAM, karıştırılacak şekilde, birbirinin içine geçmiştir.

Gerek NAM, gerekse ve özellikle Üçüncü Dünya, hatalı ve özensiz bir şekilde, gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin eş anlamlısı olarak, yahut ekonomik göstergeler olarak kullanılmaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğu sınırlı olanaklara sahip eski sömürgeler, veya emperyalizmin ve sömürünün kurbanı olan Afrika ve Latin Amerika gibi yerlerdeki en az zengin ülkelerdi. Bu, NAM ülkelerinin ve Üçüncü Dünya ülkelerinin yoksulluk kavramıyla tanımlanması veya yanlış tanımlanması sonucunu getirdi. Bu gerçekten de hatalıdır ve terimlerin her ikisi de bu anlama gelmemektedir.

Üçüncü Dünya, Soğuk Savaş sürecinde Batı Bloğu’nun oluşturduğu Birinci Dünya’nın da, İkinci Dünya’yı meydana getiren Doğu/Sovyet Bloğu ve Komünist Dünya’nın da formel olarak parçası olmayan ülkeleri diğerlerinden ayırt etmek için geliştirilmiş bir kavramdı. Teoride bu Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğu tarafsızdı ve NAM’ye katılmak, bu bağlantısızlık tutumunun formel ifadesi anlamına geliyordu.

Çin Halk Cumhuriyeti ve Küba gibi komünist devletler, İkinci Dünyacılar olarak tasavvur edilmelerinin yanı sıra yaygın olarak Üçüncü Dünya’nın da parçaları olarak düşünüldüler ve kendilerini de üçüncü küresel gücün parçaları olarak gördüler. Başkan Mao’nun Üç Dünya teorisi üzerinden tanımlanan görüşleri de, Angola, Çin, Küba ve Mozambik gibi komünist devletlerin Üçüncü Dünyacılar olarak sınıflandırılmasını destekledi, zira bu devletler, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya gibi, Sovyet Bloğu’nun parçasını teşkil etmiyorlardı.

Üçüncü Dünya’nın siyasi anlamını en ortodoks yorumlarında, komünist Yugoslavya devleti Üçüncü Dünya’nın parçasıydı. Aynı bağlam içinde, NATO’ya olan bağları ve ABD kontrollü Merkezi Antlaşma Teşkilatı (CENTO) üyeliği nedeniyle İran, 1979 yılındaki Devrim’e kadar siyasal olarak Birinci Dünya’nın parçasıydı. Bu nedenle, Yugoslavya’nın İkinci Dünya ülkesi olarak görülmesi ve İran’ın 1979’dan önce Üçüncü Dünya ülkesi olarak görülmesi doğru değildir.

Üçüncü Dünya terimi aynı zamanda “Küresel Güney” teriminin doğmasına neden oldu. Bu isim, Üçüncü Dünya’nın haritada, bir arada “Küresel Kuzey” olarak adlandırılmaya başlayan kuzeydeki Birinci ve İkinci Dünya’ların tersine, güneyde yer almasına dayanıyordu. Küresel Kuzey ve Küresel Güney terimleri, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla beraber Birinci, İkinci ve Üçüncü Dünya terimlerinin yerini almaya başladı.

Bandung, Belgrad ve Bağlantısızlar’ın Kurumsallaşması

NAM, Soğuk Savaş sürecinde Batıcılar ve Sovyetçiler arasında sıkışmış olan Üçüncü Dünya’cıların üçüncü yolu veya gücü şekillendirmeye çalıştıkları bir sırada oluştu. NAM, ABD ve Batı Bloğu’nun kendi küresel çıkarlarına karşı işlenmiş bir günah olarak gördükleri ve çileden çıkmalarına neden olan 1955’teki Bandung Konferansı’ndan sonra doğacaktı.

Batı Bloğu’nun görüşünün aksine, Sovyetler Birliği NAM’yi kabul etmeye çok daha fazla meyilliydi. Sovyet lideri Nikita Kruşçev, 1960 yılında BM’nin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti Başbakanı Patrice Lumumba’yı ve başka bağımsız dünya liderlerini devirmek için ABD’ye yardımcı olan Batı nüfuzundaki sekretaryası yerine Birinci, İkinci ve Üçüncü Dünya’lardan oluşan bir “troyka” tarafından yönetilmesini dahi önerdi.

İran’ın seksen sekizinci üye olarak katıldığı 1979 tarihli NAM zirvesine ev sahipliği yapan Fidel Castro ve Küba, İkinci Dünya ve komünist hareketlerin Üçüncü Dünya ve NAM’nin “doğal müttefikleri” olduğunu öne sürecekti. Nasır ve Nehru’nun Sovyetler Birliği’ne yakın durması ve Sovyetler Birliği’nin pek çok ulusal kurtuluş hareketine destek vermesi de, Küba’nın kapitalist sömürüye ve Birinci Dünya’nın emperyalist politikalarına karşı İkinci ve Üçüncü Dünya ittifakı argümanını güçlendirir mahiyetteydi.

İlk NAM zirvesi 1961 yılında Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’da, Maraşel Tito’nun başkanlığı altında toplanacaktı. Belgrad’daki zirve tüm imparatorluklara ve sömürgeciliğe son verilmesi çağrısı yapacaktı. Tito, Nehru, Nasır, Nkrumah, Sukarno ve diğer NAM liderleri, Batı Avrupalıların Afrika’daki sömürgeci rollerini sonlandırmalarını ve Afrika halklarının kendi kaderlerini tayin etmelerine izin vermelerini isteyecekti.

Birkaç ay öncesinde Kahire’de Cemal Abdül Nasır tarafından bir hazırlık konferansı da gerçekleştirildi. Hazırlık toplantılarında, bağlantısızlık beş nokta üzerinden tanımlandı:

(1) Bağlantısız ülkeler, farklı siyasal ve toplumsal sistemlere sahip ülkelerin bir arada yaşamasına dayalı bağımsız bir politika izlemelidir;

(2) Bağlantısız ülkeler, ulusal bağımsızlığa destek verme konusunda tutarlı olmalıdır;

(3) Bağlantısız ülkeler, süper güç veya büyük güç politikaları bağlamında oluşturulmuş çok taraflı bir ittifakın parçası olmamalıdır;


(4) Eğer bağlantısız ülkeler büyük güçlerle iki taraflı anlaşmalar yapmış veya bir bölgesel savunma paktına üye olmuşlarsa, bu anlaşmaların Soğuk Savaş bağlamı içinde yapılmamış olması gerekir;

(5) Eğer bağımsız devletler bir büyük güce askeri üsler veriyorsa, bu üsler Soğuk Savaş bağlamında kullanılmamalıdır.

Takip eden tüm NAM konferansları, yapıldıkları dönemde var olan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin BM’ye girmesinden Demokratik Kongo Cumhuriyeti içindeki çatışmalara, Afrikalıların Batı Avrupa ülkelerine karşı verdiği bağımsızlık savaşlarından apartheid ve ırkçılığa karşı mücadeleye ve nükleer silahsızlanmaya kadar geniş bir yelpazedeki hayati meselelerle ilgilenecekti. NAM ayrıca geleneksel olarak Siyonizm karşıtı oldu ve Filistin, Lübnan, Suriye ve Mısır topraklarının İsrail tarafından işgal edilmesini kınadı; bu ise Tel Aviv’de hiç bitmeyecek gibi görünen bir tiksinti yarattı.

NAM’yi Yeniden Gündeme Getirmek

Pek çok kişi, Bağlantısızlar Hareketi’nin bugün gerçekten gündemde olup olmadığını soruyor. Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana NAM’nin gücü erirken, ABD, neo-liberal ekonomik reformlar ve Dünya Bankası, NAM üyeleri üzerinde giderek daha fazla kontrol sağlamaya başladı. Pek çok örnekte NAM ülkeleri, sadece adı farklı olan de facto sömürge ülkeler konumuna geri döndü. Bugün Belarus, Kolombiya, Etiyopya ve Suudi Arabistan gibi pek çok NAM üyesi, fiilen bağlantılı ülkeler haline gelmiş durumdalar.

İran’ın NAM’yi yayılmacı Batı dünyasıyla mücadele etmek için yeniden gündeme getirmek istediği tartışma götürmez bir gerçek. Rusya ve Çin için de aynısı geçerli. Her şeye rağmen NAM, İran’ın Batı devletleriyle yaşadığı politize olmuş nükleer ihtilafında İran’a önemli diplomatik destekler sundu. NAM aynı zamanda Batı’nın nüfuz ettiği ve amacından saptırdığı Birleşmiş Milletler karşısındaki en yakın alternatif.

NAM zirvesi İran ve müttefiklerinin organizasyonuyla gerçekleştirilecek ve ABD ve Avrupa Birliği’nin İran ekonomisine karşı uyguladığı tek taraflı yaptırımlarla mücadele etmeye ve bunların üstesinden gelmeye, ayrıca ABD ve AB’ye dünyadaki güçlerinin sınırlı olduğunu ve gerilemekte olduğunu göstermeye çalışacak. İran’ın, çift taraflı olarak vizeleri kaldırmak için 60 NAM ülkesiyle müzakere edecek olması, bu yönde atılmış küçük bir adım. Daha başka adımların içinde, Batı’nın uluslararası mali işlemler üzerindeki mutlak gücünden kurtulmayı sağlayacak yeni ve alternatif bir küresel mali yapı için öneriler de olacaktır.

NAM zirvesindeki önemli bir olay, ısınan ilişkilerin göstergesi olarak Mursi’nin Tahran’a gelmesi olacak. Elbette Kahire ve Tahran arasındaki ilişkiler bir gecede yeniden inşa edilmeyecektir, zira Mursi üzerinde de sınırlamalar var. Tahran’daki NAM zirvesinde Mısır ve İran arasında gerçekleşecek olan, yalnızca uzun bir sürecin adımları olacaktır. Mısırlılar, Batılı ve Arap veznedarlarıyla büyük bir ihtilafa düşmemeye itina gösteriyorlar ve İran’ın sabırlı olması bekleniyor. Bununla birlikte Mursi’nin Tahran’da bulunması, sembolik olarak büyük önem taşıyor. Tahran, bütün yıldızlarının NAM galasında yan yana gelmesi nedeniyle çok iyimser olmakta haklı.

Diplomatik çevreler, NAM zirvesinin arifesinde Mısır’a bakıyorlar. Mursi’nin İran’a gideceğinin açıklanmasından önce, Mısır’ın NAM zirvesinde, Tahran’a duyduğu soğukluğun bir ifadesi olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Mahmud Mekki tarafından temsil edilmesi bekleniyordu.

Kahire’nin Tahran’la olan ilişkisi ve Mursi’nin İran seyahatinden doğacaklar, Arap dünyasının, İsrail’in ve ABD’nin dikkatle izlediği şeyler.

Bazı analistler, Mısır’ın duruşunun İran’ı tecrit etme projesine karşı “ya hep ya hiç” tutumu olabileceğini, özellikle Şii-Sünni bölünmesini de içeren mezhepsel meseleler itibariyle böyle olabileceğini iddia ediyorlar. Bu gerçekten hatalı, zira Mısır’ın İran’ı tecrit etmek için yapabileceği belirgin hiçbir şey yok. Kahire ve Tahran 1980 yılından beri zaten hiçbir bağa sahip değildi ve Mübarek ABD’nin sadık bir müttefiki olarak Mısır’ı Suudi Arabistan ve İsrail’le birlikte İran etkisini kırmaya çalışan bir ülke haline getirmişti.

En kötü senaryoya göre iki ülke arasındaki ilişkiler, Mübarek döneminde olduğu gibi kalacaktır. Bu, Suriye’deki durumun İran’ın daha hızlı yakınlaşma yönündeki isteğini arttırmasına rağmen, İran’ın kaybedeceği bir durum değildir. Mısır-İran ilişkileri ancak iyiye doğru gidebilir, bunun dışında gidebileceği bir yön yoktur.

Mübarek’i koltuğundan eden ve Mısır Müslüman Kardeşler hareketini iktidara getiren seçimlerin yapılmasını sağlayan (Özgürlük) Meydanı protestoları, İran resmi yetkililerinin “Arap Baharı”ndan farklı olarak “İslam Uyanışı” olarak adlandırdıkları şeyin parçası. İran, ebedi diktatör Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılması halinde Mısır’la birlikte yeni bir bölgesel eksen oluşturabileceği yönündeki inancını da gizlemedi. Eğer, en azından söylem itibariyle Arap Baharı kavramından İslam Uyanışı’na sıçramayı sağlayabilecek birisi varsa, bu, İran’la ittifak yapmak yoluyla bunu yapabilecek olan Başkan Mursi’dir.

8 Ağustos’ta İran, Mursi’ye Tahran’da yapılacak NAM zirvesine katılma davetini iletmek üzere Hamid Bakai’yi Mısır’a gönderdi. O yoldayken uluslararası basın ve uzmanlar en büyük dikkati Bakai’nin hükümetteki derecesine dikkat çekiyordu; onbir tane ikinci başkan yardımcısı içinde en önde geleni olduğunu ve İran Cumhurbaşkanlığı’nın yürütme işlerinden sorumlu hükümet üyesi olduğunu anlamamışlardı yahut bundan bahsetmiyorlardı.

İran’ın eski Kürdistan vilayeti valisi, geçmişte İkinci Başkan Yardımcısı da olmuş, şimdiki Birinci Başkan Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi, İran’ın kıdemli başkan yardımcısıdır. Ancak Bakai’nin hem Cumhurbaşkanı’nın temsilcisi, hem de Cumhurbaşkanı’nın yakın bir yaveri sıfatıyla Kahire’yi ziyaret etmesi önemliydi. İran, davet mektubunu İsviçre Büyükelçiliği’ndeki ilgili kısım üzerinden veya başka diplomatik kanallardan gönderebilirdi, fakat Bakai’yi doğrudan Mısır’a göndererek büyük bir jest yaptı. Bu, İran ve Suriye’ye karşı konspiratif davranışlar içinde olan bütün ülkeleri ciddi şekilde endişelendirdi. Bu endişeli ülkelere göre Tahran’daki NAM buluşması tamamen Mısır, İran ve Suriye hakkında olacak.

Mısır’daki Suudi Arabistan, Katar ve IMF hareketleri Tahran’daki NAM zirvesiyle ilgili mi?

Hem Suudi Arabistan hem de Katar, Mursi’nin Çin’den yardım talep etmesi beklenen Pekin ziyareti öncesinde Mısır’a mali yardım teklifinde bulundu. Suudi ve Katar yardımlarının Mısır Müslüman Kardeşler hareketinin İran’la temas yollarını etkilemek üzere kullanılmasının yanı sıra, Doha ve Riyad’ın petro-despotlarının yardım teklifleri aynı zamanda Kahire üzerindeki etki yaratmak için süren Arap rekabetinin parçası.

Mursi pek çok kişi tarafından Katar’ın adamı olarak görülüyor ve Riyad ve Kahire arasındaki ilişkiler bir süredir pek iyi değil. Mısırlıların Suudi Arabistan’a karşı yaptığı protesto eylemlerinin alevlenmesiyle Kahire’deki Suudi Büyükelçiliği’nin geçici olarak kapandığı dahi oldu. Daha önemlisi, Suud Hanedanı, Mısır’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mursi’ye karşı uzun süre Mübarek’in sağ kolu olmuş Ahmed Şefik’i destekledi. İlave olarak Suud Hanedanı, Mısır içindeki destekçilerini Müslüman Kardeşler’e karşı harekete geçirdi. Suud Hanedanı’nın Mısır’daki destekçileri olan Nur Partisi ve onların parlamento koalisyonu Mısır İttifakı (İslami Blok) için çağrı yaptı ve Müslüman Kardeşler’in parlamento koalisyonu olan Demokratik İttifak’ın arkasında ikinci sırada yer aldı.

Hem Doha hem de Riyad’ın ABD çıkarlarına hizmet ediyor olmasına rağmen bu iki şeyhlik aynı zamanda birbirinin rakibi. Her iki tarafın da Halifa rejimini desteklemek için Bahreyn ada krallığını işgal ettiği ve Libya ve Suriye hükümetlerine karşı birlikte çalıştığı bir aranın arkasından Katarlı-Suudi rekabeti yeniden başladı.

Suud ve El Sani aileleri arasındaki rekabet, sözde Arap Baharı (veya İran’a göre İslam Uyanışı) sürecinde Libya’da farklı silahlı grupları ve birbiriyle rekabet halindeki hükümet karşıtı grupları desteklemelerinde de kendisini gösterdi. Doha ve Riyad’ın farklı tarafları desteklediği Mısır seçimleri, Katar-Suudi Arabistan ateşinin üzerine benzin döktü.

Katar Emiri Hamad bin Halifa el Sani, Katar’ın etkisini genişletme aracı olabilecek her yerde Müslüman Kardeşler’i destekleme yönünde tutum aldı. Mübarek’in devrilmesinden yalnızca birkaç gün sonra Katar’ın El Cezire’si, yalnızca Mısır’la ilgili yayın yapan El Cezire Mısır Canlı Yayın kanalını kurarak büyük bir ileri görüşlülük gösterdi. Katar ve medyası Mısır Müslüman Kardeşler hareketine destek çıkarken, Suudi Arabistan ve medyası bunu yapmadı.

Bu aynı zamanda, El Arabiye gibi Suudi kontrollü medyanın Mısır’daki seçim sonrasında bile Cumhurbaşkanı Mursi’ye yönelik eleştirilerini sürdürmesinin de nedeni oldu. Mursi, Suud Hanedanı’nın Mısır’la arasındaki gerilimi hafifletmek için, Cumhurbaşkanı olarak ilk dış gezisini Suudi Arabistan’a yaptı.

Lehte yaptıkları haber yayınlarının yanı sıra, Katar’ın seçim sürecinde Mısır Müslüman Kardeşler hareketine mali yardım da yaptığı düşünülüyor. İlave olarak Mısır’daki Katar yatırımları, Mısır Merkez Bankası’nın Temmuz 2012’de yayınladığı rakamlara göre %74 oranında arttı. 11 Ağustos’ta Emir el Sani ve Katarlı bir heyet de Mursi’yi ziyaret etmek için bir günlüğüne Mısır’a gitti. Ertesi gün, 12 Ağustos’ta Mursi, Mısır Silahlı Kuvvetleri şefi Feldmareşal Tantavi’yi ve Genelkurmay Başkanı ve Tantavi’nin iki numarası Sami Anan’ı nazik bir şekilde görevden aldı veya “emekli etti”. El Sani’nin ziyareti sonrasında Mısır içinde, Müslüman Kardeşler’in Süveyş Kanalı’nı Emir el Sani’ye kiralamayı planladığı yönünde dedikodular dolaşmaya başladı; bu dedikodular Mursi ve Cumhurbaşkanlığı yetkilileri tarafından yalanlandı.

Emir el Sani’nin Mısır ziyaretinin bir çıktısı, Katar’ın Kahire’ye iki milyar Amerikan doları verdiğinin açıklanması oldu. Gerçekte Katarlılar Mısır’a yalnızca 500 milyon Amerikan doları vermiş ve kalan kısmın Tahran’daki NAM zirvesi sonrasında başlayacak taksitlerle verileceğini söylemişti. Bu ödeme takvimi bir şeyler anlatıyor mu?

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Tahran’daki NAM zirvesinin arifesinde kredi pazarlığı yapmak üzere gerçekleştirdiği Kahire ziyaretinin zamanlaması da şüphe yaratıyor. Belirsizlik ve dilencilikle geçen bir yılın sonunda Katar ve IMF ceplerini Mısırlılara açtı (Katar daha önce de biraz para göndermişti). Libya Geçiş Konseyi bile mali bakımdan birlikte çalışma teklifinde bulundu, hem de kendi hazinesinin NATO saldırısının sonucu olarak dağınık olmasına ve hazinenin ve malvarlıklarının ABD desteğiyle Batı tarafından yağmalanmasına, neoliberal iktisatçı Ali Tarhuni’nin “petrol ve finans bakanı” olmasına rağmen. Suud Hanedanı’na gelince, onların Mısır’a mali yardım yapmasının koşulunun Kahire’nin İran karşıtı politikaları sürdürmesi olduğunu herkes anlıyor.

Herkes Tahran’da Mursi’yi izliyor olacak

Özgürlük ve Adalet Partisi adıyla ülkeyi yöneten Mursi ve Müslüman Kardeşler hakkındaki okumalar, muhtelif. Bir yandan Mısır hükümeti, Gazze’deki Filistinlilerle sınırları kapalı tutmayı sürdürdü. Aynı zamanda uluslararası anlaşmalara bağlı kalınacağı sözü veriliyor ki bu, üzeri kapalı bir şekilde İsrail’le yapılan barış anlaşmasına gönderme yapıyor ve bu şekilde İsrail’den bahsetmekten kaçınmak ve bir medya yaygarasını engellemek hedefleniyor. Diğer yandan ise Mursi, Mekke’deki İslam İşbirliği Teşkilatı olağanüstü zirvesinde, Suriye krizini tartışmak için Ankara-Kahire-Riyad-Tahran temas grubunun kurulması yönünde pozitif jestlerde bulundu ve Mısır’ın İsrail’le olan barış anlaşmasında bazı değişikliklerin yapılmasını istediğini söyledi.

Pek çok politikacı gibi Mursi de, seçim vaatlerini sulandırdı. Düşmanları ve rakipleri tarafından sarılmış bir ince çizgiden yürürken yavaş yavaş güç biriktirmeye çalıştı