"ABD ve Müttefikleri İslam’dan Niçin Nefret Ediyor ve Korkuyor"

"ABD ve Müttefikleri İslam’dan Niçin Nefret Ediyor ve Korkuyor"
Batı İslam’dan korkuyor mu? Ve Batı, bir milyar insanın dinine karşı küresel bir savaş yürütüyor mu? Cevap açık: Evet! İslam’a ve İslam’ın savunucusu olduğu her şeye karşı sistematik bir savaş yürütülüyor.

Zahir Mahruki
 

Press TV
 

İslam'a karşı komplolar tüm cephelerde: askeri, siyasi ve ekonomik savaşın yanı sıra, İslam'ın savunucusu olduğu her şeyi lekelemek için kitle propagandası da kullanılıyor.


ABD ve müttefiklerinin süregiden askeri girişimlerinin çoğu Müslümanlara karşı; bu tesadüf mü kasti mi? Hepsi de Müslüman topraklarında olan bunca savaşa girip, bunun basit bir tesadüf olduğunu veya “teröristlerin” peşinden gidildiğini söylemek imkânsızdır.

Irak'ın kan gölüne dönmesi, Amerika Birleşik Devletleri ile Müslüman bir halk arasındaki bir savaşın sonucuydu, Lübnan'a karşı açılan Batı-İsrail savaşı da öyleydi ve NATO'nun Afganistan'daki “radikal Müslümanlara” karşı savaşı da öyle. Eğer bir kitap yazıyor olsaydık bu listeyi devam ettirebilirdik.

Siyaset sahnesinde, dinlerini yaşamaya çalışan Müslümanlar her türden dirençle karşılaşıyorlar ve siyasette bir yer kazanmayı başardıklarında boykot ediliyor ve kenara itiliyorlar. Cezayir'de Şeriat yanlıları siyasi sorumluluğu eline aldıklarında Batı'nın direnciyle karşılaştılar. Filistin'de Hamas ve Mısır'da Müslüman Kardeşler aynı kaderi yaşıyor.

O halde neden Batı bu denli İslam karşıtı?

Bunun cevabı, ideolojinin doğasındadır. Uzlaşmaya yanaşmayan Mollalar değil, ideolojinin kendisidir ve bu yüzden Batı, İslam'la sonuna kadar savaşmaya ant içmiştir. Zira İslam, Batı'nın dünya tahakkümünü ve onunla bağlantılı her tür çapulculuğu reddedecektir.

İslam bir ideoloji olarak tam manasıyla benimsenirse, dünya tepeden tırnağa yeniden şekillenecek ve yeni düzen, en çok Batı'nın çıkar ve değerleri üzerinde yıkıcı olacaktır.

İslam, kesinlikle, en zengin topraklarda, adını söylemek gerekirse Fars Körfezi'nde adaletsiz liderlere izin verilemeyeceği anlamına gelmelidir. Körfez, İslam'ın kurallarını tüm kalbiyle kabul ettiği zaman geri kalanlar da bunu kesinlikle kabul edecek, bu ise gerçek bir yüzleşmenin başlaması anlamına gelecektir. İşte bu nedenle İran gibi ülkelere her şekilde direnç gösterilmektedir, zira bir Müslüman ülkenin başarısı onlar için kötü bir örnek teşkil etmektedir.

Böyle bir durumda El Yamame gibi anlaşmalar veya Müslüman ülkelerin asla savaşta kullanmayacak şekilde milyarlarca dolar verdiği diğer tehlikeli silah anlaşmaları artık olmayacaktır. Bazı Müslüman ülkelerin kendini ortaya koyduğu üzere, silahlar yerel olarak üretilecek ve kışlalarda paslanmak yerine Müslümanların ve zulüm görenlerin korunması için kullanılacaktır.



İslam, ekonomiyi siyasetten, yaşam tarzını ahlaktan ayırmaz, bunların hepsi bir ve aynıdır. Şeriat kurulduktan sonra, dışarıdaki ülkeler artık karşılarında belli bir Müslüman ülkenin kukla liderini değil, bir bütün olarak Müslüman toplumu bulacaktır.

Bu yüzden Batı'ya göre tüm mollalarla savaşılmalı ve mümkün olan yerde ortadan kaldırılmalıdır. Onlar, Müslüman olmayanların Müslümanlar üzerinde otorite kurmasını reddetme üzerine kurulu bir doktrini savundukları için düşmandırlar.

Bir diğer önemli gerçek, pek çok Batı ürününün artık Müslüman dünya tarafından istenmeyecek olmasıdır. Bunlardan en önemlisi, yukarıda bahsettiğimiz gibi, Müslümanlara başka Müslümanlarla savaşmaları için rutin olarak satılan silahlardır.

Zira İslam'ın temeli, bir Müslümanın bir başkasına kılıç kaldırmasını yasaklamaktadır. Müslümanlara, çatışmaya girmeleri bir yana, başkalarından kazanç sağlamayı düşünmeden önce birbirlerinden kazanç sağlamaları emredilmiştir.

İsrail Batı'yı, özellikle de ABD'yi kendi hedeflerini gerçekleştirmek için kullandığı için, Yahudiler de suyun üzerinde kalabilmek için ABD'yi kullanmaktadır. Müslümanlar bir gün birleşirse, bir tehdit olarak İsrail artık var olmayacak ve İsrail'e karşı korunmak için alındığı varsayılan silahlara da gerek kalmayacaktır.

Amerika artık İsrail'i desteklemekle ilgilenmez hale geldiğinde, İsrail “haritadan silinecek” olduğundan, Yahudiler İslam'ın ABD ve Avrupa'ya tehdit oluşturacak kadar yükselmesini engellemek için her tür taktiği kullanmaktadır.

İslam tarihi konumunu geri kazandığı zaman, Batı kesinlikle İsrail'i koruma amaçlı bir harekete girişme riskine girmeyecek ve giremeyecektir. ABD ve Avrupa'nın, Yahudilere karşı gönülsüz olmalarının yanı sıra, İsrail'i de Yahudi halkını sevdiklerinden değil, Arapları sürekli teyakkuzda tutmanın ve böylelikle silah satışlarına devam etmenin bir aracı olarak destekledikleri iyi bilinmektedir.

Fakat Araplar Arapçılığın yerine İslamcılığı geçirdikleri zaman, Amerika ve müttefikleri muhtemelen İsrail'i terk edeceklerdir. Öngörülen bu senaryo, ABD, Sovyetler Birliği ve Avrupa'nın Almanya'yı yenmek için birleştiği İkinci Dünya Savaşı'ndan bütünüyle farklıdır.

Genel kanı Hitler'e karşı savaşın Yahudileri koruma sözü nedeniyle başlatıldığı şeklinde olsa da, gerçek, bu savaşın her şeyden önce Avrupa'yı korumak için yürütüldüğüdür (tıpkı Miloşeviç'e karşı savaşın Müslümanları korumak için değil Avrupa'nın istikrarını korumak için yürütülmesi gibi).

Gerçekte Yahudiler Avrupa'da ve Amerika Birleşik Devletleri'nde hiç sevilmemektedir ve bunun en büyük kanıtı Avrupa'dan Filistin'e gönderilmiş olmalarıdır.

Medyada ve siyasi çevrelerde Mollaların ilkesiz oldukları ve bu nedenle hedef alındıkları söylense de, gerçekte Batı güçlerini ve devrilmiş Hüsnü Mübarek, Ürdün Kralı Abdullah ve Fars Körfezi'nin diğer kralları gibi kukla müttefiklerini en fazla korkutan şeyi onların İslam ilkelerine sıkı sıkıya bağlılık sözüdür. Neden?

Şeytan ayrıntılarda gizlidir. İslam yönetimi ele aldığında hükümet şekli, yalnızca erdemin liderler üreteceği mutlak demokrasi olacaktır. Liderlik miras ve siyasi dolaplarla belirlenmeyecektir.

Bir Müslüman ülkenin liderleri, İslami değerlerle ilgili olarak erdeme göre seçilir. Tek başına bu gerçek çağdaş Arap ve İslam dünyasının her bir ayrı lideri tarafından dikkate alınacaktır.

İslam, Müslümanların siyasetten toplumsal ve ekonomik meselelere kadar her konuda karar alma süreçlerine katılımını garanti edecektir. Bu, örneğin, uluslararası ekonomide yeni kurallara yol açacak ve Müslümanlar, doktrinin gerektirdiği üzere, uluslararası ticarette Müslüman kardeşlerine öncelik verecektir.

Askeri bakımdan İslam, Müslümanlara birleşerek, onu gasp etmeyi veya içişlerine karışmayı düşünen kişilere “terör” aşılayacak güçlü bir ordu kurmalarını emreder. Bir doktrin olarak İslam kendinden emindir ve uyulması gereken esaslar belirlemiştir. Bu esaslardan birisi, Müslüman olmayanların tahakkümüne boyun eğmemektir.

İslam'la ilgili çok belirgin bir faktör, gerçek takipçilerinin kalbine hücum etmesi ve bu kalplerle yol kat ettiğidir. Müslümanlar dünya çapına yayılmış olduğundan, İslam, gerçek İslam, fikri olandan fiziksel olana kadar tüm cephelerde, gezegenin her noktasına askerler yerleştirmiştir. Gerçek Müslümanların kaygılı olduğu yerde coğrafya mühim değildir.

Son olarak İslam, Batılı değerlere ve yaşam tarzlarına tehdit oluşturduğu için Batı'nın sadece fiziksel tahakkümüne değil, ideolojik tahakkümüne karşı da tehdittir. Örneğin Batılı siyasetçilerin ve kamuoyunun Müslüman kadınların başını açmak için yürüttüğü savaş, statükoyu koruma direncinin bir ifadesidir.

Çok daha ciddi bir mesele olarak, Batı tarzı demokrasi insanların kendileri için en uygun gördükleri şekilde yaşamalarına neredeyse bütünüyle izin vermektedir. Örneğin eşcinseller, feminist güçlerin eşcinsel evliliğini desteklemesini sağlamak için feminist hareketlerle yan yana mücadele edecektir. İslam ise sadece destekçi kazanmak için kendi değerlerinden taviz vermez ve bu yüzden de ahlaksız yaşam tarzları için büyük bir tehdittir.

Bütün dünyayla, Müslümanların yanı sıra gayrimüslimlerle de alay etmesine rağmen ABD ve müttefikleri, kendisini İslamcı olarak adlandırılan kişilerden ağır darbeler yemiş ve bu kişiler, bir Müslümanın bakış açısıyla bakılacak olursa, dünyayı daha iyi yönde değiştirmişlerdir.

Hizbullah'ın İsrail'e meydan okuması ve Irak'ta deniz piyadelerine karşı yükselen isyan, İsrail için meseleleri perspektife yerleştirmiş ve Yahudi devletini uzlaşmaya, yani Suriye'yle müzakereye daha istekli hale getirmiştir. İslamcılar, gündemlerinde çıkış noktası olarak kullanmak yoluyla El Cezire gibi Arap medyasını güçlendirerek, onları popülerleştirmiş ve CNN ve Fox gibi Batılı propaganda makinelerinin kamuoyundan gizlediklerinin üzerine yeniden düşünmesini ve daha ılımlı olmaya yönelmelerini sağlamıştır; bu noktada hâlâ gidilmesi gereken uzun bir yol vardır fakat saçmalamadan önce en azından düşünmektedirler.

ABD ve müttefiklerinin İslam'ı yenebileceğine inanmak, en az George Bush'un IQ'sunun Usame Bin Ladin'inkinden daha fazla olduğuna inanmak kadar saçmadır. İslamcılar, kendilerine ait olan en önemli şeylerini, yani canlarını feda edecek askerlerden oluşan bir ordu kurma konusunda daha başarılıdır. Onlarla savaşmak bütünüyle imkânsızdır.

Şeyh Hasan Nasrallah, Hizbullah'ın İsrail'le savaşının bütün İslam ümmeti adına bir savaş olduğunu söylerken bütünüyle haklıydı. Eğer İsrail Hizbullah'ı yenebilmiş olsaydı, bir sonraki adım olarak Suriye'nin ateş altında olduğu bir durumda yaşardık.

Fakat böyle yazılı olduğu üzere, Hizbullah ayakta kaldı ve şimdi İsrail Suriye'yle “barış” arıyor. İsrail, Avrupa ve Amerika'daki babalarına danışmadan böyle bir adım atmazdı ve eğer bu babalar Suriye'yle barışı bir gereklilik olarak görüyorlarsa, İslamcıların kendilerini kabul ettirmeyi başardığı sonucuna kesinlikle varabiliriz.

“Biz buradayız ve burada kalmaya devam edeceğiz ve siz yaklaşımınızı değiştirinceye kadar ve İslam ümmeti er ya da geç ayağa kalkıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz.”

medyasafak.com