"İsrail Neden Filistinlilerin Kendisinden Nefret Etmesini İstiyor"

"İsrail Neden Filistinlilerin Kendisinden Nefret Etmesini İstiyor"
Hala Gazze’de, dünyanın en geniş açık hava hapishanesinde, bir başka katliam gözler önüne seriliyor. Tanıdık gelen bir gevezelikle çevreleniyoruz: “İsrail’in kendisini savunma hakkı”; “Filistinlilerin (1967) yılında işgal edilmiş topraklarda meşru direnme hakkı”...

Oren Ben-Dor

Counterpunch.org


Hala Gazze'de, dünyanın en geniş açık hava hapishanesinde, bir başka katliam gözler önüne seriliyor. Tanıdık gelen bir gevezelikle çevreleniyoruz: “İsrail'in kendisini savunma hakkı”; “Filistinlilerin (1967) yılında işgal edilmiş topraklarda meşru direnme hakkı”; “Bu kez kim başlattı?”. Daha sahte olanı ise Obama'nın da içinde bulunduğu koronun tekrarladığı, şiddetin iki devletli çözümü hedef alan barış süreci için tehdit oluşturduğu yönündeki modası geçmiş nakarattır.

İsrail hükümetinin motivasyonlarından biri de Ocak ayında hızlıca seçim meselesini halletme çerçevesinde, seçmenleri “alternatif yok' söylemi etrafında birleştirmektir. Burada, politik tartışmanın ufuklarını daraltmak için, realistik, ılımlı ve makul seçenekleri belirlemek için yapılacak olan turnusol testini kontrol altında tutmak amacıyla risk altında olan daha derin bir motivasyon da bulunmakta.

Savaş son derece yararlıdır zira, tanıklık etmekte olduğumuz şiddet ve sessizliğin özü kavranacaksa, ve ardından, adil ve kalıcı bir barış sağlanacaksa, insanların sorması gereken iki önemli sorunun sorulmasını engeller. Birincisi, İsrail nasıl bir devlettir? İkincisi, bu devletin çatışma içerisinde olduğu Filistinliler kimlerdir?

İsrail, Yahudi devleti olmak üzere kurulmuş bir oluşumdur. Kurumları daima Yahudi çoğunluğun varlığının sürdürülmesini teminat altına alacak tarzda şekillendirilmiş ve buna zorlanmıştır. Yahudilik testini geçenler, dünyanın neresinde yaşadıkları göz önünde bulundurulmaksızın İsrail vatandaşlığını hak ederler. Ayrıca, elde ettiği vatandaşlıkla aslında bir yığın politik, sosyal ve ekonomik haklar kazanır ki bunlar, Yahudi olduğu tespit edilememiş insanların ayrımcı bir şekilde mahrum kaldığı bir haktır.

Bu özünde ayrımcı varoluş nedeni, devletin apartheidçı doğasını vurgular. Buradaki apartheid, İsrail'in tesadüfi bir özelliği değildir. Muazzam bir adaletsizlikle acının meydana getirdiği bir dünyadır. Bu özde olan ana özelliği korumak ve onu makulleştirmek, geçmişteki adaletsizliklerin tanımlanmasını engellediği gibi geleceğe ilişkin sürekliliğini de sağlar. Bu öyle bir varoluşsal nedendir ki anayasal yorumlamalar meselesinde üstünlüğü ön plana çıkartır ve bu nedenle de vatandaşların eşitliğine ilişkin kabul edilebilir sınırlamaların empozesini de kapsar.



Bize anlatılan Filistinliler, Batı Şeria ve Gazze'de yaşayan halktır. Bize empoze edilen izlenim, çatışmanın İsrail'le Filistin devleti arasında doğru sınırların çizilmesi için meydana geldiği yönündedir. Bizi iki devletli çözümün adalet ve barışla ilgili beklentiler açısından gerçekçi ve samimi beklentileri tatmin edeceği yönünde ikna etmeye çalışıyorlar. Bu bakış açısından Gazze'deki şiddet, Nobel ödülünü hak edecek bir barış sürecinden akıl dışı bir sapmadır.

Ancak Filistinliler üç grubu da kapsamaktadır. Birinci grup, ailesinin kökenleri İsrail tarafından 1967 yılında işgal edilen bölgelerde (Gazze, Doğu Kudüs'ü kapsayacak şekilde Batı Şeria) bulunanlar. İkinci grup, 1947-49 yılları arasında Yahudi bir ülkede Yahudilerin çoğunlukta olmasını sağlamak için, etnik temizliğe uğramış 750 bin kişiden oluşur. Bu grup dünyanın dört bir tarafına dağıtılmış olup çoğu ya komşu ülkelerde ya da 1967'de işgal edilen bölgelerde kurulan mülteci kamplarında yaşamaktadır. İsrail, istikrarlı bir şekilde bu Filistinlilerin uluslararası planda kabul edilen topraklarına dönüş hakkını reddetmektedir. Gazze'deki çoğunluk, şu anda, açıkça Yahudi vatandaşlar için oluşturulmuş, son yaşanan çatışmalarda roketlerle vurulan Askalan ve Telaviv gibi yerleri de içine alan, İsrail şehirleri ve kasabaları altında gömülü bulunan köylerden gelen mültecilerden oluşmaktadır. Dördüncü grup Filistinliler ise, İsrail'in bin bir türlü laf ebeliğiyle “İsrailli Araplar” olarak adlandırdığı, Yahudi olmayan, 1947-49 yılları arasında gerçekleştirilmiş etnik temizlikten kaçabilmeyi başarmış ve şu anda İsrail'deki bazılarının adlandırmayı sevdiği şekilde demokratik ve Yahudi bir ülkede ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamakta olan insanlardır.

1948'e kadar Filistin bölgesi, Ürdün Nehrinden Akdeniz'e kadar uzanırdı. Bölgeye o zamandan beri musallat olan şiddet, toplumumuzun gerçek doğasının doğrudan bir sonucudur. Şiddet, burada, bölme politikalarıyla kuşatılmış olan basit bir gerçeğin marjinalize edilmesi ya da ona karşı susulması nedeniyle patlak vermektedir: Filistin'i olumsuz etkileyen adaletsizlik bölünemez. Bunun nedeni, Yahudi devleti kimliğini korumaktır, birincisi, 1967'de işgal edilmiş topraklarda var olan hukuki düalizmin yanı sıra ‘Ayrımcı Duvar'ın apartehid'in baskın siyasi söylemi haline gelmesi, ikincisi mültecilerin mahrum bırakılmaları ve üçüncüsü, Yahudi olmayan Arap vatandaşların ayrımcılık nedeniyle yaşadıkları acılardır. İki devletli çözüm vizyonu demek, İsrail'in varlığının ayrılmaz bir parçası olan apartheid'in ve Filistinlilerin yaşadıkları adaletsizliğin hiçbir zaman merkezi bir siyasi sorun haline gelmeyeceği demektir.

Mevcut katliama yönelik tepkilerin ölçüsü, şiddetin bizim İsrail'in doğası üzerinde değil de eylemleri üzerinde odaklanmamızı sağlayarak onun meşruiyetini besleme konusunda ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Bu tür tepkiler, tarihi Filistin toprakları üzerinde eşitlikçi bir yönetim kurmak yerine İsrail'i eleştirmeye çağıran söylemleri muhafaza etmeyi teşvik etmektedir.

İsrail, Filistinliler tarafından nefret edilmeyi arzuluyor. Şiddeti körükleyerek İsrail, dikkatleri sadece kendisinin ırkçı doğası üzerinden başka yöne çekmeyi başarmakla kalmadı aynı zamanda, Columbia Üniversitesi'nden Joseph Massad'ın da bir keresinde dile getirdiği gibi, kendisinin işgal etmeye, mahrum bırakmaya ve ayrımcılık yapmaya hakkı olduğuna dair bizleri ikna etti. Bunun anlamı tam olarak şöyle bir iddiadır: Onu kuran ırkçı doğası, sineye çekilmeli ve haklı görülmelidir. Kim bu tür bir iddianın Güney Afrika'daki ırkçı rejimde hüküm sürmesine izin verebilir? Irkçı karşıtı ve İsrail'in varlığının tanınmaması için yapılan eşitlikçi çağrıların bu denli marjinal ve uç hale getirilmesi ve hayalci bir yaklaşım gibi sunulması nasıl mümkün oldu? Ne tür bir varoluşsal pranga, dünyanın olan bitenler karşısında bu denli kör olmasına ve adalet tutkusunu yitirmesine neden oldu? Kendilerine karşı geçmişte Avrupa'da uygulanan şiddetin, ırkçı devletlerini haklı gösteren bir araç olmasına izin verilmesi nedeniyle Yahudilere karşı yapılan şiddeti tahmin eden hiçbir trajedi bulunmamakta mıdır?

İsrail her ne kadar biri İsrail içerisinde diğeri işgal altındaki topraklarda birkaç ırkçı sistemden dolayı acı çeken iki yaranın oluşumuna yol açmış olsa da denizle nehir arasında tek de facto bir devlet kurmuş durumda. Biz İsrail saldırılarının bizi, ılımlı ve gerçekçi teklifler sunmamızı sağlayarak, bu tek devletin herkesin eşit haklara sahip olduğu bir devlete dönüşmesini talep etmemize engel olmasına izin vermemeliyiz.

Oren Ben-Dor, İsrail'de yaşamış birisidir. Kendisi Southampton Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Hukuk ve Felsefe Profesörlüğü yapmaktadır.
Şu e-mail adresinden kendisine ulaşılabilir:
okbendor@yahoo.com.

medyasafak.com