"İran’ın Yükselen Gücü, ABD Önderlikli Batı Emperyalizmini Korkutuyor"

"İran’ın Yükselen Gücü, ABD Önderlikli Batı Emperyalizmini Korkutuyor"
Strateji, Savaş ve Uluslararası Politika öğrencileri ve profesyonelleri, İran’ın (sivil veya askeri amaçlı, bu konuda tartışma yersizdir) nükleer kapasite peşinde koşmasının çağdaş Batı emperyal güçleri neden korkuttuğunu hiç merak etti mi?

S. S. Salim
 

Press TV
 

Strateji, Savaş ve Uluslararası Politika öğrencileri ve profesyonelleri, İran'ın (sivil veya askeri amaçlı, bu konuda tartışma yersizdir) nükleer kapasite peşinde koşmasının çağdaş Batı emperyal güçleri neden korkuttuğunu hiç merak etti mi?


Pek çok çalışmanın gösterdiğine göre, hayır. Örneğin 2004'te ABD'deki The William and Mary College'in Uluslararası İlişkilerde Teori ve Pratik bölümünde yapılan bir çalışmaya göre (çalışmanın başlığı “Uluslararası İlişkiler: Tek bir disiplin mi çok sayıda disiplin mi?” idi) uluslararası çalışmalar (yani Uluslararası İlişkiler, Stratejik Araştırmalar, Uluslararası Güvenlik, vs.) alanı Batılı beyaz erkeklerin hâkimiyeti altındadır; bir başka deyişle, alandaki yorumcular Batılıdır ve bu mantık/bulgular temelinde bu yorumcular Batı çıkarlarından ve söyleminden çok fazla uzaklaşmayacaktır. Basitçe ortaya çıkan sonuç, bu alanın büyük ölçüde gerçekliğe değil, dünyanın Batı tarzı temsiline eğilimli olduğudur (Sosyal Yapısalcılar da bunu ileri sürer ve pek çok eleştirmen, alanın, statükoya göre tanımlanan kavram ve soyutlamalar temelindeki analiz ve hipotezlerden hareket eden “gerçekçilerin” hâkimiyetinde olmasına meydan okumuştur).

Kısacası, Batı'nın neden İran'ı nükleer silahla görmekten korktuğunu anlamak için önce Batı'nın uluslararası güvenlik ve politikaya yönelik yaklaşımını anlamak gerekir.



Rekabet dünyasında fakir Batı:

Silahlı Soyguncular. Siz okuyuculara göre, neden dünyadaki savaşların büyük bölümü Batı devletleri tarafından başlatılmıştır? Bu sorunun cevabı basit (yüksek lisans tezimde buna derinlemesine cevap verdim) : Batı ülkelerinin coğrafi talihsizlikleri nedeniyle fakir ülkeler olduklarını görürsünüz. Ortadoğu veya Rusya'nın petrol veya doğalgaza, Afrika'nın doğal minerallere sahip olmasından farklı olarak Batı ülkeleri hiçbir gerçek rekabet kaynağına veya avantajına sahip değildir ve bu doğaldır.

Bu nedenle Batı'nın, Büyük İskender zamanından beri öğrendiği bir şey var; Roma İmparatorluğu, Britanya İmparatorluğu, Fransız İmparatorluğu ve bugünün ABD liderliğindeki Batı İmparatorluğu'nda daha da hızlı bir şekilde öğrendikleri şey, kendileri için (doğanın vermediği) rekabet avantajını yaratmanın yolunun, rekabetçi doğal kaynaklarla kutsanmış bu ülkeleri güç kullanarak soymak olduğudur.

Fakat Batı nasıl olup da dünyanın geri kalanını soyma amacına, kendisini savunan ülkelerin karşı saldırısı tehdidi altına girmeden koyulabildi? Bunun cevabını, kendi kendilerine geliştirdikleri ve kökeni Tukididis'in “güçlü olan her zaman zayıf olanı düşürebilecektir” sözüne dayanan, askeri gücün faydası mantığında buldular.

Kısacası Batı, rekabetçi bir ordu-güvenlik-endüstri bloğu oluşturmaya başladı ve bu blok akla gelen her biçimde hayatta kalabilmesi bakımından önemliydi: ekonomik olarak (Batı'nın hâkim olduğu silah ticaretinden savaş işlerine kadar, ihracat ve deniz ötesi ticaretten payını arttırma), sosyal olarak (sağlık vb. harcamaları), kültürel olarak (“Batı'nın askeri yenilmezliği kültürü”nü sürdürme) ve siyasi olarak (şirketler için kâr yaratma, statükonun gücünü koruma, vs.). Bu yüzden, büyük ekonomik krizler döneminde bile Batı, savunma ve güvenlik kasaları için daha fazla fon pompalamanın yolunu her zaman bulacaktır.

Kısacası askeri güç, yani iyi eğitim almış ve iyi donatılmış bu silahlı güçler, Batı devletlerinin kendi rekabet kaynakları haline gelmiştir ve Batı devletleri bu güç sayesinde, rakiplerine karşı aradığı küresel rekabet gücünü eline alabilmiştir. Bir başka deyişle Batı, savaşları hayatta kalması için temel önemde olan doğal bir iş sektörü haline getirmiştir. Ve işte, [1] sayı ve kapasite bakımından askeri güç tahakkümlerini, [2] seçtikleri herhangi bir zamanda ve yerde savaş yürütebilme yeteneklerini sürdürme ihtiyacı nedeniyledir ki Batı devletleri, bu rekabetçi avantajı ele geçirme veya ona meydan okuma yolları arayan veya arıyor gibi görünenlerden her zaman korkmuş ve onlar karşısında kendisini tehdit altında hissetmiştir.

İşte bu nedenle İran'ın veya başka bir ülkenin, özellikle de Batı emperyalizmine ve soygunculuğuna meydan okuyan ülkelerin nükleer silah girişimleri, Batı'nın rekabet avantajının/kaynaklarının sıfırlanması ve özellikle bölgede, yerel vekillerin kullanılmasıyla artık uygulanamaz hale gelmesi demektir; ve işte bu nedenle bu yazara göre İran nükleer silah üretmeli ve bunları dünyanın çok uzak yerlerine ve hatta uzaya gönderebilecek tüm kapasiteleri oluşturmalıdır.
Kısacası bu yazara göre mesele bu kadar basittir. Genel olarak nükleer silahlar doğaları itibariyle, uluslararası ilişkiler alanındaki “Batılı yorumcular”ın söylediklerinin aksine barışın önünde bir tehdit değildir, hatta barışın silahlarıdır ve savaş cesaretini kırmaktadır. Yani, benzeri silahlara sahip ülkeler kendilerini savunabilecekleri için, Batılı emperyalistler veya kendini savunmaktan ziyade kişisel çıkarlar uğruna birbiri ardına savaşlar çıkaranlar artık aynı mantığı izleyemeyeceklerdir.

İşte Batı'nın İran'ın bir nükleer silah sahibi olmasından korkmasının nedeni, tıpkı geçmişte Sovyetleri kendi askeri rekabet avantajına meydan okumasından, yahut Almanlardan, yahut Napolyon'dan, yahut Perslerden, Çinlilerden vs. korkmasının nedeni budur.
Özetle, Batı'nın rekabet kaynaklarını, askeri gücünü veya silahlı kuvvetlerini etkisi kılabilecek bir devlet veya bir aktör, bir bütün olarak Batı'nın küresel rekabet gücünü ele alma kapasitesine erişmiş demektir.

Çev: Selim Sezer

medyasafak.com