"Suriye’de İç Savaş: Doğu Arap Bölgesi Parçalanırken"

 "Suriye’de İç Savaş: Doğu Arap Bölgesi Parçalanırken"
El Ahbar'da yayınlanan bu analizde, Suriye ve Irak'ın ortak bir siyasi yapı altında birleşmek suretiyle yüzleştikleri mevcut krizi aşabilecekleri belirtiliyor...

Amer Muhsin

El-Ahbar


El-Kaide ile aynı hendeğe düştüğünü fark ettiğin anda oturup düşünme vaktin gelmiştir. Geçen günlerde Suriye muhalefetinin yönetimi -silahlısı ve siyasisi- Nusra cephesine duydukları sempatiyi ve Amerika'nın Nusra'yı terör listesine alan kararına karşı Nusra ile birlikte olduklarını duyurdular. Ulusal Koalisyon lideri Muaz El-Hatib “Suriye'de herhangi bir silahlı grup insan haklarına aykırı davranışta, insanlık suçu veya savaş suçu işlememiştir” iddiasında bulundu. Devamında “Suriye içinde hiçbir askeri grubun özel olarak ezilen Suriye halkına karşı zalimce bir çizgi izlediği belirlenmemiştir'”dedi. Ulusal Konsey lideri George Sabra ise Nusra cephesinin devrimin bir parçası olduğunu söyledi. Özgür Suriye Ordusu komutanlarından Riyad Es'ed Nusra için ise “En iyi ve en cesur fraksiyon” demişti.

Bununla birlikte Nusra'nın kitleler önünde resmini güzelleştirme ve onu iyi gösterme adına basının üstlendiği bir atak liderlerin sözlerine eşlik etti. Nusra'nın rejime karşı askeri operasyonlar yaptığı ama sivillerle iyi geçindiği, merhametli olduğu iddiaları yinelendi. Hatta insanlara “ekmek ve süt” yardımı yaptıkları iddiasıyla övünmeye kadar vardırdılar işi (Güzelleştirme operasyonları esas olarak laikler, elitler ve gazete okuyucuları arasında gerçekleşti, Arap toplumundan büyük bir kesim ise Nusra'nın ne olduğunu gerçekten biliyor ve olduğu gibi “seviyor”!)

Hikmetyar Senaryosu

Aynı sözler zamanında Gülbeddin Hikmetyar'ın Afganistan'daki cihad grupları için de söylendi. 1980'lerin başlangıçlarında komünist Sovyetlere karşı olan savaş giderek yoğunlaşmıştı. Selefi-cihadçı Hikmetyar hareketleri için; dini yönden aşırılıkçı ve terörize eden hutbelerine, yerel veya kabilesel herhangi bir bağı da olmadığı için diğerlerinden daha kolay bağlantı kurulabilecek olmalarına rağmen basında “etkili, sert mücadele eden ve disiplinli' görüntüsü hâkimdi. Sonuçta Hikmetyar, Afganistan savaşına yardım yapan Amerika'dan 600 milyon dolar civarında para elde etti ki bundan daha da fazlası Araplardan gelmişti. Amerikalı yazar Peter Bergen'in ifadesi ile bütün bu paraların ulaştığı gruplar “savaş boyunca önemli bir tane çatışma bile kazanamadı, bütün dünyadan İslami köktendincileri buraya yönelttiler ve aralarından büyük kayıplar verdiler.”

1980'lerin başında –Amerika, Arabistan ve Pakistan- cihada destek vermeye karar verdi. Silah ve para yardımını yedi örgütle sınırlarken bu örgütlerin ideolojileri daha çok vahhabi-selefi karakterliydi. Sonuçta Afgan İslami Hareketlerin bünyesinde radikal bir değişiklik (köktencileşme) meydana geldi. Afganistan'da ki komünist Halk Partisine cihad ilan eden liderler; 70'lerin sonunda -ve yüzyıllardır Afganistan'da egemen olduğu gibi- geleneksel dini kurumları temsil ediyorlardı: Yerel dini liderler, sufi şeyhler ve kabile liderleri. Afganistan'da İslami hareketin sembolik lideri Sıbgetullah Macdidi sufi şeyhlerinin filizlerindendi. Ailesi de sufi liderlikleri ile tanınırdı. Ama 1985 Peşaver şurasında selefiler –Hikmetyar ve Burhaneddin Rabbani gibileri- egemen olmaya başladı. İç savaşla beraber Taliban hegemonyasına ve Quetta şurasına kadar varıldı. 80'ler boyunca bu paraleldeki siyasi ilerleyişlerle, para yardımları ve bu çizgideki vaazlarla Arap olmayan köylerin büyük bir kısmı dini uygulamalarla birlikte Selefi-Vahhabi inancının resmi ve tek olduğu yerler olarak dönüştürüldü. Bugün Amerika Afganistan'dan çıkmaya hazırlanırken Arabistan oralara geri dönüyor. İlk işaret Kabil'de 100 milyon dolarlık maliyetle büyük bir mescidin inşasıdır.

Buradaki hedef Nusra'yı ve Suriye'de ki militanlarını destekleyenleri protesto etmek veya bu totaliter eğilimlerin sivil toplumlarla bir arada yaşayabilme imkânsızlığını göstermek değil-ki meselenin tartışılmasına bile gerek yok. Biz burada El-Kaide'den bahsediyoruz, Zerkavi'nin ‘dökümünden' bahsediyoruz. Biz burada demeçlerine ve duruşlarına baktığınızda mezhepçi savaş (cinayetler) ve soykırım çağrıları yapan bir örgütten bahsediyoruz (evet soykırım başka bir şey değil!). Sahadaki faaliyetlerine de bakarsak bu söylediklerinde çok ciddi olduklarını görebiliriz. Biz Irak'ta ki Anbar halkının Amerikalıların kucağına kaçmalarına neden olan örgütlerden (lider kadroları ve militanlarıyla beraber) bahsediyoruz.

Sorun burada Vahhhabiler ve dini uygulamalarıyla ilgili görüşlerimiz de değil. Tarihi net olan bir sicilden (geçmişten) bahsediyoruz: Afganistan, Irak, Pakistan, Cezayir, Yemen vs. Selefi-Vahhabiler silah tuttuğu her yerde –halen olduğu gibi- toplumun yarısıyla iç savaşa varan cenk ilan ediyor ve diğer yarısını da “kırbaçlıyorlar”. Büyük sorun bu grupların tekfirci,selefi ve cihadçı ideolojilerinde yatan gericiliklerde değil; sorun bu ideolojilerin ulusal ve barışçı siyasi bir yapı kurmaktan aciz olmaları ve hayata iç savaştan başka –doğaları gereği- bir şey sunamamalarıdır. Bu ideolojilerin siyasi bir yapı olarak kurulabildiklerine dair tek örnek var o da Taliban ki Afganistan'ı “Peştun ve diğer bölgeler” olarak bölen bir yapı.

Suriye'de İç Savaş

İlke olarak belirlememiz gereken; iç kargaşa ve kimlik saldırıları-cinayetleri (Suriye'de aylardır cereyan eden olaylar gibi) karşısında bizim -Suriyeli olmayanlar- görevimiz Suriye içinde öldürülen diğer Suriyeli için herhangi bir tarafı alkışlamamaktır. Bu durum çoğunlukla Lübnan'da olmak üzere “Suriye dostlarının” pek ilgilenmediği bir durumdur ki Suriye'deki olaylar daha da kanlı olduğunda ve kilitlendiğinde daha çok coşkuyla dolup bütün sorunlarının bu zaferle çözüleceğine inandılar. Körfez ülkeleri. Evet, Körfez ülkeleri: işgalleri ve savaşları bütün Doğu'ya (Doğu Arap bölgesine) yayanlar. Korunan bir sınıra ve kutsal güvenliğe inanan ve “yasaklanmış” siyasetleri olanlar. İç savaşı; önce kışkırtıp teşvik ediyor sonra bir futbol maçı izler gibi coşkuyla izliyorlar.

Propaganda ve hayallerden uzak olmakla beraber: Suriye'de askeri bir sonuç –Suriye'ye havadan veya karadan veya her ikisi beraber bir müdahale olmadığı sürece ve Türkiye ve diğerleri muhalefete yardımı kesmediği müddetçe- çok uzak bir ihtimaldir. Suriye'deki durum bir iç savaşa benziyor: Suriye ordusunun muhalif yanlıları olan yerlerde kontrol sağlaması zor gibi dururken aynı şey muhalefet için de geçerli ki rejim yanlıların olduğu bölgelere nüfuz etmeleri zor gözüküyor. Bütün bunların arasında Suriye halkının çoğunluğu gelecekteki karanlığı görürken halk iki tarafın da sivil hayatı konusunda dikkatsiz davrandığını biliyor.

Her iki tarafın da diğerinin bölgesine tahakküm kurması ve bölge insanıyla ilişkileri geliştirmesi çok zor. Bu durum Suriye'nin bütün kentleri moloz yığını haline gelse de öyle kalacak: Humus'ta Telbise, Rastan ve diğer bazı kısımlar ordu tarafından aylardır kuşatma altında ama bir türlü kontrol altına alınamıyor. Başka tarafta ise Özgür Suriye Ordusu Kuzey İdlip'te Harem bölgesini kontrol altında tutmak için yüzlerce militanını kaybetti, üstelik burası silahlı muhalefetin kontrol ettiği alanların merkezinde ve Özgür Ordu'nun merkez karargâhına birkaç kilometre uzaklıkta olmasına rağmen. Ve bugün rejime bağlı milisler Harem'in tarihi kalesinde savunma yaparken muhalifler kale girişlerine saldırılarda bulunuyor ve duvarlarına tırmanmaya çalışıyor. Bu gerçeküstü sahne ortaçağ savaşlarını hatırlatıyor (ve Suriye'deki tarihi kaleler, Markeb'ten Halep'e ve Husn kalesine kadar çoğu tarihinde askeri merkez görevi görerek savaş tanıklığı yapmıştır). Kalenin etrafındaki militanlar, Rastan'da kuşatma altında savaşan muhalifler gibi benzer nedenlerle savaşıyorlar:

Hayatlarını korumak için. Harem'de sahnelenenler Halep'teki ölüm tarlalarına benziyor ve Şam kırsallarındaki ise bombaların her iki tarafa düştüğü saldırılarla devam ediyor. Bu da Suriye'nin sahip olduğu birçok yüzden biri: Acı yüzü.

Suriye'deki savaş sadece iç savaş değildir. İç savaşlarda yaşanan zor bir sahneye yaklaşılıyor: Artık savunulacak bir şeyin kalmaması. Şehirler yıkılıyor, altyapılar yerle bir ediliyor ve üretim duruyor. Olaylar üzerinde kontrol mekanizması kurma seçeneği kayboluyor, dolayısı ile eski doğal hale dönüş hayalleri de yok oluyor. Muhaliflerde saplantılar oluşuyor ve rakiplerini yıkma arzusu baki kalıyor. O zaman işte ülke askeri meydandan başka bir şeye benzemiyor. Savaşan taraflar –ve dış destekçileri- ülkenin haritasına, askeri harita gibi bakmaya başlıyorlar. Bu yüzden Suriye'deki savaş siyasi olmadığı gibi rejimle de ilişkili değil artık. Ve örneğin Beşşar Esad'ın bırakmasıyla bitecek gibi durmuyor. Lübnan'daki iç savaşın Arafat'ın gitmesiyle, Beşir'in öldürülmesi veya Emin'in hezimetiyle bitmediği gibi.



Savaşı daha da komplike yapan onun dış yüzü: İki tarafın da dış destekçilerini tamamen benimsedikleri görülüyor. Rejim için konuşacak olursak artık ‘seçenekler' diye bir şey yok. Rejim eğer dıştaki dostlarının desteğini kaybederse hemen ardından devlet kurumlarını da kaybedecek ve baskıların, ambargoların ardı ardına geleceği bir döneme girecektir (ki Batı bu konuda artık bir uzman!). Ondan sonra ihracat pazarlarını, petrol alış-satışları ve temel malzemeleri almakta da zorlanacaktır. Desteğini kaybedince askerlerini, bürokrasini elinde tutamayacak. Aynı durum silahlı muhalefet için de geçerli. Türkiye, sınırlarını kapattığı anda silahlı muhalefet birkaç hafta içinde çöker. Basının ‘Özgür Ordunun Ganimetleri' ve kadınların mücevher satışları haberleri sizi aldatmasın. Suriye'de devam eden savaşın çapı ve ilerleyişi -birçok cephede, bir sürü militanla ve uzun süre boyunca- devletler seviyesindeki yardımlara ve değirmen taşını döndüren istihbarat örgütlerine bağlı. Bu yüzden taraflar, harabeye doğru götüren savaşın çözümü için umutlarını beklenen Rus-Amerikan anlaşmasına bağladılar. Suriye'nin Lübnanlaşma ihtimali ve yüzlerce yıl sürebilecek iç çatışmaların ve kavgaların da olabileceği kanısı üzerinde anlaşılmış gibi.

Suriye ve 3 Nihilist Grup

Uluslararası Kriz Grubu'nun son raporlarına göre Halep'te rejime karşı savaşan 3 ana askeri oluşum var: Tevhid Tugayı, Nusra Cephesi ve Ahrar Şam Tugayı. İkinci ve üçüncü örgütlerin ‘selefi-cihadi' ideolojisinde ve El-Kaide'ye de yakın oldukları bildiriliyor. Nusra cephesi zaten El-Kaide'yi resmi olarak benimseyen bir grup. Raporlarda Ahrar Şam tugayının ise resmi bir bağlantısı olmadığı ama El-Kaide'nin ideolojisine ve söylemlerine çok yakın olduğu söyleniyor. Problem Halep'te 3'te 2'lik bir grubun selefi-vahhabi oluşu değil. Geri kalan 3. grubun (Tevhid Tugayı) sahadaki söylemlerine ve davranışlarına dikkat ettiğimiz zaman ulusal konulardaki esaslarda ve siyasi duruşlarda selefi gruplardan farklı olduğunu görebiliriz.

Bazı yazarlar El-Kaide'nin ve ona benzer örgütlerin uyguladığı şiddeti, verimsiz, sonuca ulaşılmayan ama sabotaj ve yıkım için kullanılabilir bir “nihilist (bütün değerleri yok sayan) şiddet” diye tanımlıyor. Ardından, bu tür tekfirci örgütlerin hegemonyası Suriye'yi sonu gelmeyen nihilist bir tünele sokar diyorlar. Gerçeğe bakacak olursak bugün El-Kaide Suriye'de bulunan tek örgüt olmamakla beraber ülkeyi 3 nihilist örgüt kuşatmış durumda. Bütün bunlar, savaştan sonra “zor hayal edilebilen” ve “çözümü zor” bir Suriye'ye işaret ediyor.

Senaryolara Nusra cephesi ve kardeşlerini eklediğimiz ve rejimin kazandığını düşündüğümüz zaman, eşit derecede bir nihilist şiddetin devam edeceğini söyleyebiliriz. Rejimin zaferi derken, ideolojik, örgütlü veya halkın tamamının katıldığı bir zaferden bahsetmiyorum. Sadece askeri ve ordusu kalmış olan rejimle korkulu bir ittifak yapmış bir halk da kötü bir senaryodur. Rejime muhalif ve düşman olan aynı zamanda rejimle bir gelecek düşünmeyen Suriyeliler ne olacak? Suriye kendini yeniden nasıl inşa edecek?
Libya senaryosunda, Ulusal Meclis adı altındaki fraksiyonlarda (İhvan gibi) da görüldüğü gibi “rejimin batının askeri yaptırımlarıyla devrildiğini düşünürsek; yönetim, Körfez ülkeleri ve Batı hegemonyasındaki insanlara (Ahmed Cilbi'nin Suriye versiyonu insanlara) teslim edilebilir”. Böyle bir çözüm halinde (biz böyle bir çözümün barışçı ve istikrarlı olacağını varsayarsak -ki Libya'da görüldüğü gibi çok uzak bir ihtimal olur) muhalefet yıkılmış ve dış güçlere borçlu bir yönetim devralır. Ardından uluslararası kurumlar milyarlarca dolarlık borç ve kredilerle Suriye'nin siyasi ve iktisadi geleceğini rehin alıp Suriye'yi istediği gibi kısıtlayacaktır. Uluslararası bankaların görevlileri gelecek ve Suriye idaresinin kurumlarıyla ve istihbaratıyla ortaklaşa bir şekilde Mısır'a yaptıklarının daha fazlasını Suriye'ye yapacaklardır. Savaşı finanse edenlerin, Suriye'nin yeniden inşasıyla ve -milyarlarca dolar vererek- yıkılan yerlerin onarımıyla ilgileneceğini mi zannediyorsunuz? Şam'da ki rejim devrilir devrilmez sponsor devletler Suriye'deki ilgilerini çekeceklerdir. Bu sistemler mezhep savaşını kışkırtmak ve seçimleri satın almak için milyarlarca dolar verebilir ama Suriye'yi yoksulluk batağından çıkarmak için hazinelerini açmazlar. Körfez ülkeleri 80'lerde, Irak'ı İran ile savaştırmak ve Afganistan'da cihad için milyarlar harcadı ama savaştan sonra Afganistan ve Irak halkları için ne yaptılar? Suriye'de de en iyi ihtimalle Şam'ın kalbine Arabistan tarafından büyük bir cami inşa edilip bağışlanacaktır.

Geleceğe Çıkan Yol: Irak ile Birlik

Iraklı araştırmacı yazar Hasan Numan Halef bana “Suriye'de şu an cereyan eden olaylar daha önce Irak'ta yaşanan felaketlerin doğal bir uzantısıdır” dedi. Biz doğulular olarak geçen senelerde Irak'ta yaşanan ölümlere, cinayetlere ve sivillerin katledilişlerine kayıtsız kalmanın bedelini ödüyoruz. Irak'ta yaşanan katliamlara kayıtsız kalırsak, bu olayların Bağdat'tan Beyrut'a, Şam veya Halep'e taşınmayacağını düşündük. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca Irak'ta binlerce patlama meydana geldi. Bu patlamaların rastgele olduğu gibi mezhepsel bir yönü de vardı ve on binlerce masum insan bu patlamalarda hayatını kaybetti. Bu şekilde suçlar işlenmeye halen devam ediliyor ve herkes bu suçların arkasında kimlerin olduğunu biliyor. Haftada onlarca kayıp verilirken Arap bölgesinde kayıtsızlık ve cehalet devam ediyor.

Bu olaylar Arap düşünce dünyasında gerçek ve etkili bir tartışma yaratamadı. Mezhepçi katliam sözleriyle çağrılar yapan güçlerin, karşı taraftaki insanlara karşı tekfirci görüşleri yaymasından çok bunu siyasi alanda yapmaya çalışması çok sarsıcı olmuştur. Fenomenleri Zerkavi olan taraflar ile Körfez'de geniş alana sahip selefi hareketler Irak meselesini mezhep sorunu haline getirdiler. Burada, Suriye rejiminin de bu gruplara izin veren güçler arasında olduğunu unutmayalım (Türk ve Körfez istihbaratları ile birlikte ortak bir şekilde, Suud'un Mezopotamya projesi olan Ayyad Allavi'nin desteklenmesi).

Doğu Arapları bugün ileriye atlayabileceği yeni adımlar ve cesur fikirleri oluşturmaya başlıyor. Eski rejimlere teslimiyet halinde değil ama büyük ve zorlu mücadelelerle bu adımı atabilirler. Suriye ve Irak'ın krizlerinden çıkabilme yolları Irak ve Suriye arasında kurulacak birlikle olabilir.

30 yıldan sonra Irak rahat bir şekilde nefes alabilmeyi yeni başardı. Bitmeyen patlamalara rağmen Irak halkı güvenli ve istikrarlı bir çözüm için sesini yükseltiyor. Büyük petrol gelirleri personeller ve tüccar hareketleri için makul maaşlar sağlarken aynı zamanda ülkenin temelleri ve altyapısı yeniden kuruluyor. 2013 yılında büyük elektrik projelerine başlanacak ve 2015 yılında Irak enerji alanında kendi kendine yeten bir ülke haline gelecek. Irak petrolü raporları doğru ise -ki en son rapor olan Uluslararası Enerji Kurumunun analizine göre 2020 yıllarında Irak'ta günlük petrol üretimi 6-8 milyon varile ulaşacak. Irak Suriye hacminde iki ülkeyi idare edebilecek bir güce -mali olarak- sahip.

Bugün Irak'ın sorunu mali sorun değil. Sorunlar siyasi ve kalkınma sorunlarıdır ki Suriye ile birlik olması bu sorunların tedavisi olacaktır. Irak şu anda üretemeyen bir ülke olmasından dolayı muzdarip. Irak devlet bütçesi 80 milyar dolar civarına ulaştı. Ama bunun üçte ikisi personellere maaş olarak harcanıyor (tüketim ve ithalat için olanı hariç). Bununla birlikte devletin işgücü gerçek iktisadi değerini üretemiyor daha.

Suriye'nin ise -burjuvazisinin- sahip olduğu üretim, sanayi, işgücü ve bu konularda uzmanlığı bulunmaktadır. Irak'ın ihtiyacı olan da bu. İki ülke birlik olursa (bazılarına göre 'tek olma' şeklinde) elimizde 50 milyon nefesli güçlü ve gerçek bir ülke olur. Kalkınmayı sağlayacak modelleri gerçekleştirebilecek bir iç pazar da olabilir. Kaynaklarıyla birlikte satın alınamayan aydınları ve basını da olabilir. Bu birlik mezhepçi tehlikelere karşı en iyi çare olan azınlıklarda korku bırakmayacak bir şekilde mezhepsel çoğunluğa sahip olmayan, mezhepçiliğe izin vermeyen ve her çeşit toplumdan insanın tehlike altında kalmadan yaşayabildiği bir birlik. Eğer Bağdat Şam'a açılırsa doğudaki her şey değişebilir ve bölge ticaret, ulaşım-taşıma ve insanların birbirine karıştığı bölge haline gelebilir.

Bazıları bu sözlerin bir hayal ürünü olduğunu düşünebilir. Ama bu an özel ve tarihi bir andır. Irak yeniden kuruluyor ve Suriye'nin var olan yıkımlarını tekrar inşa etmesi lazım. Bu duruma en uygun olanı ise yukarıdakilerdir. Tekrar önümüze gelemeyecek bir fırsattır. Bu şekildeki adımlar Irak ve Suriye'yi kalkındıracaktır. Bu şekildeki olası bir projenin karşısında duracakların -kendilerince- birçok nedeni var ki İsrail ile yaşanan çatışmanın ve Filistin sorununun dengelerini değiştirebilecek olması bile yeterlidir. Ve Amerika bütün müttefikleriyle var olan gücüyle böyle bir projeye karşı duracaktır. Ama biz de burada bağımsızlık meselesini tam olarak -merkezinden- vatan seçeneğiyle birlikte daha iyi anlayabileceğiz. Ve daha önemlisi “dünyanın yarısı karşında dursa da geleceğini kendin belirleyebilirsin” seçeneğinin önemini daha iyi kavrayabileceğiz. Bu mesele Rus ve Amerikalıların ittifaklarını –ki bütün geleceğimizi belirleyen ittifaklar- beklemiyor. Abdülnasır'ın ve Şeriati'nin vatan meselesinin özünden anladıkları budur. Doğu Arap bölgesi hareket ediyor şu an. Kalıcı olmak için; kendini göstermek, dost ile düşman arasında ayırım yapabilmek ve tarih yazabileceğine inanmak lazım.

Çev: Hasan Sivri

medyasafak.com