Patrick Cockburn: 'Suriye'de Müzakere Kaçınılmaz'

Patrick Cockburn: 'Suriye'de Müzakere Kaçınılmaz'
Ünlü gazeteci Patrick Cockburn Independent gazetesinde yayınlanan makalesinde, Suriye'deki son durumu ele alıyor...

Suriye'de pek çok çatışma tek çatışmada birleşiyor: iki bölgesel mücadelenin merkezi
 

Patrick Cockburn
 

Independent
 

"Yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun The Independent'a!" Şam'dan Beyrut'a dönmemden yarım saat sonra telefonda Suriyeli bir entelektüelin sesi bana bunları söylüyordu. Öfkesinde o kadar tutarsızdı ki, tam olarak itirazının ne olduğunu anlamak kolay değildi, fakat bana göründüğü kadarıyla işlediğim günah Şam'a gitmem, Suriye hükümetinin üyeleriyle görüşmem ve hükümetin yakın zamanda çökmeyeceği sonucuna varmış olmamdı.


Konuşmamız yüksek bir entelektüel düzeyde değildi. İğnelemelerinden sonra, eğer duyguları bu kadar güçlüyse, neden “benim gibi insanlara münakaşa etmeyi kesip, bütün zamanını Beyrut'un kafelerinde geçirmek yerine Halep'e gidip isyancılarla birlikte savaşmadığını” sordum. Biraz sonra, cep telefonlarımızı karşılıklı olarak kapattık.
 

Şam ve Beyrut arasındaki kısa mesafede araçla yolculuk yapmak, bir gezegenden diğerine geçmeye benziyor. Suriye başkentinde açık ve sağduyulu olan şey, Lübnan sınırını geçtikten sonra ihtilaflı bir şey ve azınlığın bakış açısı haline geliyor. Suriye'nin dışında, medyada ve diplomaside, isyancıların zaferi ve Beşar Esad'ın yenilgisinin an meselesi olduğu şeklinde çok sayıda öngörü dillendirildi. Bu spekülasyonda görmezden gelinen şey Esad güçlerinin hâlâ Suriye'nin tüm önemli şehir ve kasabalarını ya bütünüyle ya da önemli ölçüde kendi kontrolü altında tuttuğu.
 

Şam içindeki ve dışındaki algılar arasındaki fark kısmen, uluslararası ve bölgesel medyanın savaşı betimleme biçiminden kaynaklanıyor. Vize almak zor olduğu için Suriye başkentinde az sayıda yabancı gazeteci var. Öte yandan isyancıların – yine genelde yabancı merkezli olan – hayli gelişkin medya faaliyetleri, her olay hakkında hemen ayrıntılar sunuyor ve buna çoğu kez ilgi çekici, ancak seçici YouTube görüntüleri eşlik ediyor.
 

Anlaşılır bir şekilde, olayların isyancılar tarafından anlatılan versiyonu bütünüyle kendi taraflarına yönelmiş durumda ve Suriye hükümetini şeytanlaştırıyor. Daha şaşırtıcı olan, çoğu kez Beyrut merkezli, bazen de Londra ve New York merkezli çalışan uluslararası medyanın, temelde iyi bir propagandadan başka bir şey olmayan şeyi pek az şüphecilikle kusmaya istekli olması. Yaşanan tablo, kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinden önce, yabancı gazetecilerin ABD'ye girmek için vize alamaması ve bunun yerine Cumhuriyetçi Parti üyelerinin kampanya bilgilerine güvenmeyi kararlaştırması ve dahası Cumhuriyetçi aktivistlerin Meksika ve Kanada merkezli olması gibi bir şey.


Şam'da ağır silahların uğultusunun duyulduğu doğru, fakat şehir kuşatma altında değil. Humus'a giden kuzey ve Deraa'ya giden güney yolları açık; Beyrut yolu da öyle. İsyancılar bir bölgeyi ele geçirdikleri zaman, ordu burayı topa tutuyor, bazılarını öldürüyor ve başkalarını da kaçmaya zorluyor. Başkentin hasar görmemiş alanlarında yaşayanlar için, geleceğin ne getireceği korkusu giderek büyüyor ve buna elektrik kesintileri ile ekmek ve gaz kıtlığı nedeniyle gündelik hayatın artan zorlukları eşlik ediyor.
 

İsyancılar sahada biraz ilerleme kaydettiler, fakat toplam tablo itibariyle Suriyeliler bir siyasi ve askeri yenişmezlikle karşı karşıya. İsyancıların Halep ve Şam'daki saldırıları hızını kaybetti, fakat hükümet güçleri onları ele geçirdikleri kurtarılmış bölgelerden çıkaracak güçte değil. Özellikle Kuzey'de, isyancılar Hama, İdlib ve Halep çevresindeki kırsal bölgede mevzi kazanıyor, fakat ilerlemeleri hâlâ yavaş.
 

Devrim bir iç savaşa dönüştü. Suriyelilerin Mart 2011'de zalim bir polis devletine karşı başlattıkları ayaklanma Aleviler, Hristiyanlar, Dürziler ve diğer azınlıklar tarafından, onları ortadan kaldırmayı amaçlayan mezhepçi bir kampanya olarak görülüyor. Alevi subayların törenle kafalarının kesildiği YouTube görüntülerini izliyor ve Esad'ı yenilmesi halinde kendilerini nasıl bir kaderin beklediğini düşünüyorlar.
 

Bütün bunların üzerinde, Halep'in harap olmasını gören ve Şam'ın da aynısını yaşayacağını düşünen orta sınıf şehirli Suriyelilerin bir kısmında anarşi korkusu bulunuyor. Ayın başında başkente vardığımda bir arkadaşa halkın fikirlerini sorduğumda şu yanıtı aldım: “Yüzde 15'i hükümeti destekliyor, yüzde 15'i hükümete karşı ve kalan yüzde 70, her şeyi yıkmadan bu savaşın bitmesini istiyor.”
 

Mevcut yenişmezlik hali kırılabilir mi? Eğer isyancılar çok büyük para aktarımı, eğitim ve silah almazlarsa bu pek olabilir gibi görünmüyor ve bunun da hemen ve belirleyici bir etkisi olmayacaktır. Alternatif olarak Washington ve Londra uzun süredir Suriye yönetimi içinde bir bölünme umuyordu ama bu gerçekleşmedi. Geçtiğimiz haftalarda kamuoyuna epey duyurulan bir dizi ayrılma da, rejimin çekirdek kadrosu içinden gelmedi.
 

İç savaşın şiddeti giderek alevleniyor. Savaş uzun süre önce, geçmişte Kuzey İrlanda için kullandığımız, görüşme ve uzlaşıya varabilmek için çok fazla kanın akıtıldığı “son haddinde acımasızlık politikası” düzeyine ulaşmış durumda.
 

ABD ve müttefiklerinin politikası giderek tuhaflaşıyor: bir yandan muhalif Ulusal Koalisyon'u Suriye'nin meşru hükümeti olarak tanıyorlar, fakat diğer taraftan bu koalisyonun en etkili askeri gücü olan El Nusra Cephesi'ni El Kaide bağlantılı bir “terör örgütü” olarak yaftalıyorlar. Tıpkı 2003 sonrasında Irak'ta olduğu gibi Suriye, Müslüman dünyanın dört bir yanından gelen cihadcı savaşçılar için bir mıknatıs haline geldi. Washington, cihadcı militanları güçlendirecek ve Suriye devletinin hükümet aygıtını çözecek bir isyancı askeri zaferi için giderek daha az coşku duyuyor.
 

Bu krizde Suriye'nin bir sorunu, pek çok çatışmanın tek çatışmada birleşmiş olması. Ayaklanmanın laik destekçileri, denklemi “rejime karşı halk” olarak kuruyor. Ayaklanmanın mezhepçi karakterini önemsiz görüyor ve bunun hükümet tarafından abartılıp manipüle edildiğini söylüyorlar. Fakat Suriye'de mezhepçilik ve demokrasi birbirine dolanmış durumda, tıpkı daha önce Irak'ta olduğu gibi. Irak'ta adil bir seçim, Şii çoğunluğun yönetiminin Sünnilerin yerini alması anlamına geliyordu. Suriye'de ise, nüfusun yüzde 70'ini oluşturan Sünnilerin Aleviler ve müttefiklerinin yerini alması anlamına geliyor. Her iki ülkede de demokratik dönüşüm şiddetli mezhepsel sonuçlar yaratacaktı (veya yaratacak) zira çoğunluğun yönetimi, iktidarı elinde bulunduran topluluğun değişmesi anlamına geliyor.


İki uzun soluklu bölgesel mücadelenin merkezi olması, Suriye krizini daha da karmaşıklaştırıyor ve kızıştırıyor. Bunlardan biri, Müslüman dünyada giderek büyüyen Sünni-Şii ihtilafı, ikincisi ise ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve müttefiklerini İran ve az sayıda dostuyla karşı karşıya getiren çatışma.
 

Mevcut yenişmezlik halinin nasıl kırılacağını görmek zor. Şam, Halep ve Humus giderek 15 yıllık iç savaş zamanındaki Beyrut'a benziyor. Bu şehirlerin bazı kısımları normal yaşama tutunurken, biraz ileride sniperlar top ateşiyle parçalanıyor. İki taraf da diğerini mat edecek güce sahip değil. Büyüklü küçüklü savaş baronları, ülkenin gerçek yöneticileri haline geliyor. Suriye'nin ticari kalbi Halep'te, isyancıların başlıca işi şehri yağmalamak. Ayaklanmanın askerileşmesi, başlangıçtaki demokratik amacını aşındırıyor. Tam bir dış müdahale hariç olmak üzere, müzakereye dayalı bir çözüm, her ne kadar gerçekleşmesi uzun zaman alabilecek olsa da, kaçınılmaz hale geliyor.
 

Çev: Selim Sezer
 

medyasafak.com