"İmam Rıza (a.s) Hz. Masume’nin Türbesinde"

"İmam Rıza (a.s) Hz. Masume’nin Türbesinde"
Ayetullah Misbah Yezdi’nin Hz. Masume’nin konumu ve kerametleri hakkında yaptığı konuşmayı sunuyoruz:
İmam Rıza (a.s) Hz. Masume’nin Türbesinde

 

Ayetullah Misbah Yezdi’nin Hz. Masume’nin konumu ve kerametleri hakkında yaptığı konuşmayı sunuyoruz:

Biz kendimizi baştanbaşa Hz. Masume’ye borçlu biliyoruz. Bu büyük insanın makamlar deryasından bir katreyi bile derk edemeyeceğimizi itiraf ediyorum. Zira bu insanı tanıyabilmek için arif ile maruf (bilen ve bilinen) arasında bir ilinti olmak zorundadır. İnsan kendisi ile aynı türde olmadığı bir şeyin hakikatini gerçek bir şekilde derk edemez. Gözlerimiz görme duyumuz ile uyum içinde olan şeyleri tanır. Kulak, akıl, gönül ve diğer duyu organlarımız da bu şekildedir. Açık olan bir şey vardır o da bu büyük insan ile aramızda onun hakikatini algılamamıza engel olan çok büyük fasılaların olduğudur. Bu makamlara ulaşıp ilahi kerametleri koklayanlara ne mutlu. Ancak biz, buna layık olmadığımızı itiraf ediyoruz. Eğer Ehlibeyt’in (a.s) makamları hakkında bir şey biliyorsak o da onların kendileri hakkındaki sözleri ve onlarla bir şekilde ilintili olan kimselerin onlar hakkındaki ifadeleri sayesindedir.  Bizim Ehlibeyt hakkındaki bilgimiz çok yüzeysel bir bilgidir. Tabii biz bu yüzeysel bilgiyle de övünüyoruz ve ahiret saadeti için tek ümidimiz de bu marifettir.

Onlar kendilerini tanımamız için bize şunu öğrettiler: “Allah sizleri nur olarak yarattı ve arşın etrafına yerleştirdi; sonra Allah bizlere ih­sanda bulunup, minnet edip, yücelmesini ve kendi isminin anılmasını istediği evlere yerleştirdi sizleri. Bizlerin size salât göndermemizi ve sizlerin velayetinizi taşımak nimetini yaratılışımız için esenlik ve nefsimiz için temizlik ve bizler için arınma ve günahlarımız için kefaret kıldı.” (Camia Kebire Ziyareti)

“Allah Teâlâ sizleri nurlar olarak yarattı.” Bu nurların meşale veya güneş nurları gibi olduğunu mu sanıyorsunuz? Peki, sizleri nur olarak yarattımdan kasıt nedir? Biz bu nurun hakikatini bilmiyoruz. Arşın etrafına yerleştirdi cümlesindeki arşın anlamını veya arşın etrafındaki nurların anlamını bilmiyoruz. Ardından da Allah bizlere ih­sanda bulunup, minnet edip, yücelmesini ve kendi isminin anılmasını istediği evlere yerleştirdi sizleri, diye buyuruyor.

Bunun akabinde Bizlerin size salât göndermemizi ve sizlerin velayetinizi taşımak nimetini yaratılışımız için esenlik ve nefsimiz için temizlik ve bizler için arınma ve günahlarımız için kefaret kıldı, diye buyurmaktadır. Yani bizim sizinle kuracağımız irtibattan ve size teveccühümüzden ilahi nurlar bizlere yansıyacak ve günahlarımızın zulmetlerini örtecektir. Bu nurun o kadar şerafeti vardır ki bir teveccüh ve saygı gösterisiyle günahları örtebilir, zira Allah’tan ifaze olunur ve günahlardan ötürü oluşan zulmetleri ortadan kaldırır.

Denizden Bir Katre

Aklımızın bu gibi konuları anlamadığını unutmayın. Bizim Ehlibeyt hakkındaki bilgilerimiz onların öğretilerinden alınmıştır ve herkes kendi algısı oranından bunu dillendirebilir. Ancak onların hakikatini onlarla ilintili olanlar bilebilirler. Ehlibeytin makamı ve bunlar arasında İmam Rıza’nın (a.s) mukaddes vücutları bizim arşa yükselmemize vesiledir. Eğer bir gün kalbimizde onlardan gelecek nuru alacak ufak bir pencere açılırsa artık dünyanın lezzetlerine teveccüh etmeyiz. Hatta ahiretin lezzetlerine bile teveccüh etmeyiz. Bu deryada yüzenler bundan aldıkları lezzetle o kadar mesutturlar ki gözleri ne huri görür ne de saray. Ediplerin ve şairlerin onlar hakkında kaleme aldıkları şiirlerinde dile getirdikleri şeyler mübalağa değildir. Bilakis bunlar o denizden sadece birer katredir.

Bizlerin de Ehlibeytin makamını derk edeceğimizi ümit ediyorum. Bunun için çabalamalı ve imamzâdelere  (İmamların salih çocukları) yakın olmak için uğraşmalıyız. Zira voltajı yüksek elektrik lambaya verildiği zaman lamba hemen yanar. Bu yüzden güç dengesini sağlayabilmek için bir regülatörden istifade etmek gerekir. İmamzâdeler bu mesabesindedirler. İmamların nurlarının kalplerimize uygun olmasını sağlarlar.

Hz. Masume’nin Varlığının Bereketi

Biz bugün Hz. Masume’nin komşusu olmakla övünüyoruz. Acaba bu büyük insanın kabri Kum şehrinde değil de başka bir şehirde olsaydı Kum İslami İlimler Havzası kurulacak mıydı? Kuşkusuz Kum İslami İlimler Havzası Hz. Masume’nin bereketiyle Merhum Hairi Yezdi’nin eliyle kuruldu. Acaba bu İslami ilimler havzası Kum’da olmasaydı İmam Humeyni gibi şahsiyetler yetişir miydi? Göründüğü kadarıyla İmam Humeyni de dâhil olmak üzere büyük üstatların hepsi Hz. Masume’nin bereketiyle var olan bu İslami ilimler havzasının meşalesinden yetişmişlerdir. Eğer İmam Humeyni olmasaydı bu devrim tahakkuk bulur muydu? Eğer Allah Teâla bize inayette bulunup Ehlibeytin soyundan gelen bu büyük insanı bağışlamamış olsaydı bu devrim olmayacaktı ve başarıya ulaşmayacaktı. Eğer bu devrim olmasaydı acaba ben ve sizler bugün burada olabilir miydik? Pehlevilerin son dönemlerini görenler ve o dönemde dinin ve dini öğretilerin nüzulü bir seyir (gerileme) içinde olduğunu tasdik edeceklerdir. Eğer İran İslam Devrimi olmasaydı Tunus, Mısır, Libya ve Yemen devrimleri olabilir miydi? Dolayısıyla bütün bu bereketler Hz. Masume’nin varlığının bereketindendir. Bu türbeden bütün bu bereketlerin Şiilerin ve hatta dini azınlıkların kalplerine bile nasıl aktığını sadece Allah Teâlâ bilir. Birçok Hıristiyan ve Zerdüşt Hz. Masume’nin yatırını ziyaret etmeyi nezir etmektedirler. Bizim bu hanedanı bu şekilde tanımamız gerekir.

Nurdan Bir Köprü

Aklımızın onların makamlarını tam olarak derk edemeyeceği bir hakikattir. Ancak bizler büyüklerimize karşı olan hüsnü zannımıza binaen marifetimizi birazcık olsun artırabiliriz. Dostlarımızdan biri şöyle diyordu: Bir gün ziyaret amacıyla merhum Keşmiri’nin huzuruna vardım. Ayetullah Behçet de merhum Keşmiri’yi ziyaret etmek için oraya gelmişti. Sohbet arasında şunları söylediğini anladım; Hz. Masume eşinizin daha fazla kendisini ziyaret etmesini beklemektedir.

Bizler bunları anlamayız. O büyük şahsiyet Hz. Masume’nin bu beklentisini nereden biliyordu? Bu ziyaretlerde ne gibi bereketlerin hâsıl olacağını sadece Allah bilir.

Hz. Masume’nin türbesinde sorumluluğu olan dostlarımızdan biri diyordu ki; bir gün şans eseri türbenin avlusunda Ayetullah Behçet’i gördüm. Dediler ki; “Allah biliyor ki bacı ile kardeş arasında ne gibi mesajlar gidip geliyor.” Ben ne dediklerini anlamadım. Bu iki büyüğün arasında nasıl mesaj alışverişi olduğunu çıkaramadım. Ayetullah Behçet bunu söyleyip gitti. Sonraki günün sabahı türbenin vakıf bürosundaydım. Yaşlı bir kadının, “Ben sabah İmam Rıza’nın (a.s) türbesindeydim ve şimdi de buradayım” diye iddiada bulunduğunu işittim. O yaşlı kadını getirdiler. Kendisiyle konuştuk. Nişaburluydu ve yaşı yetmişi geçmişti. Dedi ki: “Ben, oğlum ve bizimle birlikte olanlar ziyaret için Meşhed’e gitmiştik. İmam Rıza’yı (a.s) ziyaret ettiğim zaman “Ey İmam! Keşke tevfik hâsıl olsaydı da ben bacınızın ziyaretine gidebilseydim” dedim ve ardından oradan çıktım. Ayakkabılarımı almak için oradaki sorumluya gittiğimde bana “Burası Kum şehridir” dedi. Yaşlı kadının elinde Meşhed’teki türbenin ayakkabı emanet yerinin numarası da vardı. O zaman Ayetullah Behçet’in ne demek istediğini anladım. İmam Rıza (a.s)’ın bacısına mesajı şuydu: “Yarın sana bir misafir göndereceğim onu ağırla.”


İmam Rıza’nın (a.s) Kızkardeşini Ziyareti


Bu da bilinmesi gereken bir hikâyedir. Bu vesileyle bazı büyük âlimlerimizi anıyor ve onların Ehlibeyt’in şefaatine nail olmaları için dua ediyoruz. Bunlardan birisi naklediyor ve diyor ki; “Feyziye Medresesi’nde kılınan cemaat namazından sonra merhum Eraki’nin avlunun bir tarafında durup Fatiha okuduğunu görüyordum. Bir gün cesaretimi toplayıp ‘Siz neden her zaman buradan geçtiğiniz zaman Fatiha okuyorsunuz?’ diye sordum. Bana dönüp: ‘Bu büyük şahsiyetin benim üzerimde hakkı var’ diye cevapladı. Ben de, ‘Ne hakkı var?’ diye sordum. Sorumun cevabında dedi ki: ‘Ben merhum Ayetullah Hansari’nin yanındaydım. Bu adam Ayetullah Hansari’ye bir şeyler anlattı. Ben de bunu işittim ve imanım arttı. Bu yüzden bunun benim üzerimde hakkı vardır ve buradan geçeceğim zaman kendisi için Fatiha okuyorum.” Merhum Eraki şöyle buyurmuşlardı: “Merhum Şeyh Hüseyin Ali Nahudeki’nin bir kardeşi vardı ve gençlik yıllarında kendisine çok hizmet etmişti. Bir gün kendisine haber verdiler ve “Kardeşin İsfahan’da dünyadan göçtü. Defnetmek için Hz. Masume’nin türbesinin yanına Kum’a getiriyorlar. Bu gece onun kabirde ilk gecesi” dediler. Merhum Şeyh Hüseyin Ali Nahudeki çok üzüldü ve “Bu kardeşim bana çok hizmet etti. Bugün de onun bana ihtiyacı var” dedi. Kardeşinin hakkını eda etmek için İmam Rıza’nın (a.s) kabrine gitti ve dua ederek: “Efendim! Biliyorsunuz bu kardeşimin benim üzerimde çok hakkı var. O bugün çok muhtaç durumda ama benim elimden hiçbir şey gelmiyor. Sizden rica ediyorum. Kum’a gidip bacınıza durumu bildirin ve bu sizin misafirinizdir deyin” dedi. Sonraki gün İmam’ın türbesine gittiğimde dostlardan biri bana şunları anlattı: “Dün bir rüya gördüm. Rüyada ziyaret için İmam’ın türbesine geldim. Dediler ki İmam burada değil. Ben de olur mu burası İmamın kabri, dedim. Türbede bulunanlar bana, İmam Kum’a gitti, diye cevap verdiler. Ben, Kum’a niçin gittiler diye sorduğumda, Şeyh Hüseyin Ali Nahudeki’nin kardeşini emanet etmek için bacısını ziyarete gitti, dediler. Şeyh bunu duyunca teşekkür etmek için tekrar İmam’ın türbesine gitti.


Mübarek Şecere

Bu büyükler böylesi bir hanedandır. Bu azizlerin yatırlarında binlerce insan ağlayıp inlemekte ve Türkçe, Arapça, farsça, Hintçe ve diğer farklı dil ve lehçelerde konuşmaktadır. Acaba bunları işitin birileri var mıdır? O şahsın kaç tane kulağı vardır? Aynı anda kaç kişinin sözlerini dinleyebilir? Kaç dil bilmektedir? Hacetleri nasıl giderebileceğini nereden biliyor? Nasıl bir kudreti var ki bütün bunları icra edebiliyor? Ey Fatıme Can! Benim şöyle bir isteğim var dediğimiz zaman yani bizi işittiğine ve ne yapacağını bildiğine inanıyoruz, demektir. Acaba onun bütün bu sesleri nasıl işitebildiğini hiç düşündük mü? Yavaş konuşursak işitir, yüksek sesle konuşursak işitir. Farsça veya Türkçe konuşursak anlar. Bazen anında hepsine icabet eder.

Bir süre önce bir televizyon kanalında bir spiker şunları söylüyordu: Bizimle birlikte çalışan bir bayan arkadaşımız telefonda hacetini İmam Rıza’ya (a.s) arz etti. Dört saat sonra tekrar telefon etmeye geldi. Kendisine hanımefendi siz yeni telefon açtınız dedim. Bana, ben teşekkür etmek için geldim, hacetim gerçekleşti cevabını verdi.

Gerçekten bunlar kim? Ne biçim güçleri, algıları, ilimleri ve muhabbetleri var. Bunların bizimle ne işleri var? Bizlere ne ihtiyaçları var ki isteklerimizi yerine getirsinler? Eğer Hz. Masume’yi tanırsak ilahi ülfetin mazharı İmam Rıza’nın (a.s) makamını tanımamız için bir pencere olur bu bize. Masum İmamlar arasında sadece bu büyük insan “el-İmam’ur-Rauf” lakabıyla meşhurdur. İmam Rıza’nın (a.s) ve diğer Ehlibeyt İmamlarının hayatları boyunca sahibi oldukları muhabbeti terazinin bir kefesine koyun. Diğer kefesine de ilahi muhabbeti koyup tartın. O zaman bütün bu muhabbetlerin ilahi muhabbete nispetle katrenin denize olan nispeti gibi olduğunu göreceksiniz. Zira bunlar mahlûk ve sınırlıdırlar. Ama Allah Teâla sınırsız ve ganidir. Rahmet ve muhabbeti sınırsızdır. Keza O affetmekte de sınırsızdır. Allah Teâla İmam Rıza’yı (a.s) sevdiği için biz de O’nu seviyoruz. Hz. Masume’yi seviyoruz çünkü o İmam Rıza’nın (a.s) bacısı ve o mübarek ağacın bir dalıdır. Allah’ın yarattığı bu mübarek ağaç nasıl bir ağaçtır? Allah sizleri nur olarak yarattı ve arşın etrafına yerleştirdi. Siz arşsınız bizimle ne işiniz var? Makamınız nurdur. Âlemdeki bütün nurlar bu nurun karşısında sönüktür. Bu nur Allah’ın nurudur. “Allah yerin ve göğün nurudur” (Nur, 53)

Dolayısıyla eğer Hz. Masume’den bu tür bir marifetin bir zerresini bize ver diyorsak dünya ve ahiret nimetlerinden daha değerli olduğu içindir. Eğer birilerine zerre kadar bu marifet nasip olursa biran bile huri ve saraylara itina etmez.

 

Sedat Baran tarafından medyasafak için çevrildi.