Suudi Arabistan’ın Son Nefesi: Mezhepçilik

Suudi Arabistan’ın Son Nefesi: Mezhepçilik
"Ve eğer Suudi krallığı İran’ın Lübnan’daki Şiilere yardım etmesi karşısında bu kadar altüst oluyorsa, neden Suudiler de Lübnan’daki Sünnilerin yardımına gelmiyor? Neden Suudiler İsrail işgaline karşı savaşacak bir güç haline getirmek üzere Lübnan’daki Sünnilere para ve silah akıtmıyor?"

Abu Dharr

Crescent-online


Suudi rejimi yalnızca bir şeyi iyi yapıyor: mezhepçi tarzda fitne yaratmak. Suriye'deki savaş, bir kez daha kalleşlik yapma fırsatı sağladı.

Uyarı: bu makale, mezhepçilerin sağlığına zarar verebilir. Kronik mezhepçilere, var olan paranoyayı ve “öteki”ne olan nefreti şiddetlendirebilecek olması nedeniyle bu makaleyi atlamaları önerilir.

Arapça konuşulan ülkelerdeki halk hareketi, Müslüman Doğu'da ve ötesinde kendiliğinden bir coşkuyu ateşledi. Diktatörler ve zalimler sürgün edildi, hapse atıldı veya Kaddafi örneğinde savaşta öldürüldü. Halk, bir dönemin sonunu ve kendi kendini yönetme döneminin başlangıcını alkışlıyordu. Washington ve Tel Aviv'in Arap coğrafyasındaki yaltakçıları üzerinden kendi iplerini elinde tuttuğunu az kişi anladı. Tunus, Libya, Mısır ve Yemen'in anlatılacak ayrı ayrı hikayeleri var. Bizi burada ilgilendiren, “Arap Baharı”nın kördüğümü: Suriye.

Suriye'deki hareket, uzun süredir kapalı kapılar ardında olan şeyi öne çıkarttı: mezhepçilik. İki yıldır devam eden süreçte Suriye'deki iç ihtilaf, mezhepçi kazanı tarihte hiç olmadığı kadar hareketlendirdi. Suriye'de süregiden olayları analiz eden herkes, Sünniler ve Şiilerden bahsediyor. Giderek daha net olarak görülüyor ki Suriye, emperyalist ve Siyonist çıkarların İran finaliyle doruğa ulaştırmayı amaçladıkları “Arap Baharı”nın son aşaması.

Bizim buradaki kaygımız, kamuoyunda kutuplaşmaya neden olan bazı mezhepçi meseleleri ele almak. Öncelikle, Arap mezhepçiler İslami İran'ın Tunus'tan Yemen'e kadar olan halk ayaklanmalarıyla herhangi bir ilgisinin olduğuna itiraz ediyorlar. Yüzeysel bir anlamda, haklılar da. İmam Humeyni'nin kitapları hiçbir zaman Arap Afrikası'nda veya Arap Asyası'nda dolaşmadı, hatta İran İslam Cumhuriyeti'nin ürettiği başka kitaplar veya literatür de dolaşmadı. İran İslam Devrimi'nin etkisi yazı yoluyla değil, sürdürülen bir mücadele ve iyi bir örneğin etkisi yoluyla oldu. Kuzey Afrika ve Batı Asya'daki insanlar sağduyularıyla, İslami bir halk tabanına dayanan İslami bir liderliğin emperyalistlerin aracılara dayalı yönetimini nasıl yendiğini ve Siyonistlere hem Lübnan hem de Gazze'de geri çekilmenin acısını ve aşağı inmenin ıstırabını nasıl yaşattığını anlayabildi.

Arap coğrafyasında görülebilen bazı kasvetli zihinler, Arap Baharı kuşağının İran'daki İslam Devrimi'nden (1979) sonra doğduğunu ve bu yüzden Şah'ın devrildiği ve rejiminin ezildiği tarih yazılan günlerden esinlenmiş olamayacağını söyleyecek kadar ileri gittiler. Bu, Filistin işgalinden (1948) sonra doğan Filistinlilerin, Filistin'in kaybedildiği ve Siyonizm'in işgal edilmiş Filistin topraklarında İsrail ulus devletini kurduğu 1947-48 Nakba'sını (felaketini) yaşamadıklarını söylemeye benzer! Bu dalgalı mezhepçi körlük nedeniyle, 1979 sonrasında doğan Arap Baharı kuşağının sadece İran'ın Afganistan, Irak, Bahreyn, Yemen ve Suriye'de yaptığı kötü şeyleri gördüğüne inananlar, İsrail'in Mısır, Ürdün, Filistin, Arabistan ve Türkiye'de yaptığı güzel şeylere de inanabilir. 2006'da, Amerikan ve Arap onayıyla İsrail'in Lübnan'da Hizbullah'a saldırdığı zamanki askeri barometreye bakıldığında, genç ve yaşlı kuşaktan Arapların nabzı aynı şekilde attı: hepsi de Hizbullah'ı alkışladı ve İsrail'i yuhaladı – hizipçi Suudi mezhepçilerin fetvaları lanetlendi.

Suriye'ye girelim. Şimdi mezhepçi yılanlar, İran ve Hizbullah'ın Suriye'de, ümmetin geri kalanına karşı Alevilerin yanında saf tuttuğunu söyleyerek zehirlerini kusuyorlar! Tahran'dan Siyonist işgale ve İsrail militarizmine karşı 30 yılı aşkın zamandır sürdürülen İslami ilkelere ve disipline dayalı politika, tüm siyasi araçlar ve dini argümanlarla bir “akideler çarpışması” ve Tahran'ı Şam'a bağlayan bölücü bir klikçiliğe dönüştürülüyor! Belki bu ithamların bir kısmı Şam'daki  bazı kariyerist siyasi oportünistler için geçerli olabilir ama İslami İran'daki itinalı ve vicdanlı karar alıcılar için geçerli değildir. Şam'daki yöneticilere küfretmeye kararlı olan aynı izlenebilir Suudi mezhepçiler, Suriye ve Venezuela coğrafi olarak yerlerini değiştirselerdi Venezuela'yı şeytanlaştırırlardı.  Her ikisi de küfürle yaftalanır ve Filistin işgaline karşı çıkma konusunda yetkisi kılınırdı.

Mezhepçi suları daha da çamurlaştırmak için Bahreyn ve Suriye bile yan yana konuluyor. Bu karşılaştırma içinde bize İran ve Irak'taki Şiilerin Suriye'deki olayları eksik bildirip bu olayların hakkını vermezken, Bahreyn'deki olayları fazla abarttığı söyleniyor. Sözü edilmeyen gerçeklik, Bahreyn'deki ayaklanmanın bölgedeki emperyalist varlığa da karşı çıkacak şekilde kapsamını genişlettiğidir. Suriye'deki ayaklanma bölgedeki emperyalist varlık tarafından destekleniyor. Her iki halk da temsili bir hükümet istiyor. Fakat bunların Amerikan emperyalizminin ve onların Arap coğrafyası veya başka yerlerdeki inançlı politikacılarının güttüğü amaca yöneltilmemesi gerekir.

Bazı mezhepçiler tarihsel paralellikleri canlandırarak bize bugün Irak'taki Şii yöneticilerin Irak'ı 945-1062 yılları arasında Şii öncelikli politikalarla yöneten Büveyhilerin tıpatıp kopyası olduğunu söylüyor. Bize anlattıklarına göre Irak, Selçuk Türkleri tarafından kurtarılarak Sünni yönetime geri getirilmişti.

Suudi Arabistan'la bağlantılı “Sünni” mezhepçiler, bu karışıklıktan son kertede sorumludurlar. Bu, Şii mezhepçilerin olmadığı anlamına gelmiyor. Evet varlar. Ve bazı Şii mezhepçiler ucu Washington'a giden yollarını gösteriyorlar. Havayı mezhepçi egoyla zehirleyen uydu TV istasyonları var. Her iki mezhepçi kesim de (Şii ve Sünni) tek kaygısı Müslümanları bir “İslam iç savaşı”na batırmak olan Siyonistlerin ve emperyalistlerin elinde oynuyor.

İran'ın Suriye'yi ve Hizbullah'ı ve diğer Filistinli direniş hareketlerini desteklediği söylenilir. Bunun sonuçları Güney Lübnan'ın İsrail işgalinden özgürleştirilmesi, İsrail'in 2006'daki Hizbullah'ı Amerikan kontrolünde ezme girişiminin yenilgiye uğratılması ve işgal altındaki Filistinlilere silah ve destek sağlanması olduğuna göre, burada yanlış olan nedir?! Sadece mezhepçilik bu mesele hakkındaki doğru fikirlere sekte vurabilir. Ve eğer Suudi krallığı İran'ın Lübnan'daki Şiilere yardım etmesi karşısında bu kadar altüst oluyorsa, neden Suudiler de Lübnan'daki Sünnilerin yardımına gelmiyor? Neden Suudiler İsrail işgaline karşı savaşacak bir güç haline getirmek üzere Lübnan'daki Sünnilere para ve silah akıtmıyor? Neden Lübnan Sünnileri kendi Hizbullah'larına sahip olamıyor? Lübnan'daki bazı Sünniler, Suudi kaynaklı mezhepçiliğin etkisiyle Hizbullah'ın silahsızlandırılması çağrısı yapıyorlar! Doğru okudunuz mu: “Hizbullah'ın silahsızlandırılması”?!



İsrailliler kendi ulusal çıkarları için Hizbullah'ın silahsızlandırılmasından daha iyi bir şey hayal etmiş midir? Neden Suudiler ve onların ahbabı olan Araplar yüz milyonlarca, hatta belki de milyarlarca doları Şiileri öldürecek Sünnileri silahlandırmak için harcıyorlar da, Sünnileri Siyonistleri öldürmek üzere silahlandırmaya bir kuruş harcamıyorlar? İslami İran asla Hizbullah, Hamas, İslami Cihad ve diğer kurtuluş hareketlerini desteklediği için suçlanmamalıdır; Suudi Arabistan ve Arap siyasi akrabaları, asla İsrail'e karşı kullanılmayacak ve Arabistan'ın yakıcı güneşi altında sıcak kumlarda pas tutacak silahlar ve silah sistemleri almak için Amerikalılar ve İngilizlerle silah anlaşmaları imzaladıkları için suçlanmalıdır.

Suudi Arabistan ve onun Amerikalı CIA ulusal güvenlik şefi, Bender bin Sultan ve ekibi, kendi ülkelerini özgürleştirdikten sonra Filistin'i de özgürleştirmek isteyen bir halk hareketinin akışını tersine çevirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. Yine dejavu yaşıyoruz. Suudi şebekesi, Afganistan'da Sovyetler'le savaşmak için İslami radikalizmi kullanmakla meşguldü. Sovyetler yenildikten sonra “mücahitler” Amerika ve Suudi Arabistan'ın bir numaralı düşmanı haline geldi. Amerikan müttefiki Pakistan, 1980'lerde bu senaryonun gelişme sahasıydı. Bugün Türkiye gelişme sahasına dönüşüyor ve Suudi finansmanlı ve telkinli diğer ahmakların yanı sıra Cebhetü'l-Nusra, yeni dönem mücahitleri konumunda. (Suriye bağlamında Batı medyası ve onların emrindeki medya kuruluşlarının, Afganistan'da olmuş olanlarla Suriye'de olanlar arasında gerekli bağlantıları kurmayalım diye, “mücahitler” kelimesini kullanmadığına dikkat edin).

Washington, Riyad ve Tel Aviv kendi yollarında ilerlerse, Afganistan'da ne olduysa Suriye'de de onlar olacak. Suriye'nin gelecekteki Karzai'si kim olacak? “Özgürlük savaşçısı” iken “terörist”e dönüşecek olan faydalı ahmaklar kim? Bu konuda hataya düşmeyelim; bu, Suudilerin aldattığı mezhepçilerin inanmamızı istediği gibi Suriye'yi kâfirlerden kurtarma stratejisi değildir; bu, İran İslam Cumhuriyeti'nin son üçte bir asırdır “Sünni” Filistin'i özgürleştirme amacı doğrultusunda sağlamlaştırdığı etki alanını kırma stratejisidir. Eğer Suudiler ve onlarla aynı hizaya gelenler yangına göğüs geremiyorlarsa mutfaktan çıkmalıdırlar; “Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar. Allah sizin düşmanlarınızı çok iyi bilir” (Nisa:44–45). 

Çev: Selim Sezer

medyasafak.com