"CIA ve Mossad Siyonist Gündemi İlerletmek İçin 11 Eylül’ü Tertip Etti"

"CIA ve Mossad Siyonist Gündemi İlerletmek İçin 11 Eylül’ü Tertip Etti"
"11 Eylül hakkında seksen civarında çözülmemiş ciddi mesele var, fakat cinayetin tartışmasız bir kanıtı, bir uçağın ÇARPMADIĞI bir gökdelenin, Yedi Numaralı Kule’nin enkaza dönmüş olması."

Rodney Shakespeare

 

Press TV
 

Gelecekte bir noktada – ve bu o kadar da uzak olmayabilir – bir şeytani rejim ihanete uğrayacak. Ve biri ihanete uğradığı zaman, şüphesiz diğerleri onu takip edecek.


İlk hangisi olacak? İsrail mi? 

Kesinlikle hayır! ABD'nin dış politikası, medyası ve siyasi yapıları bütünüyle Siyonizm tarafından yozlaştırılmış ve enfekte olmuştur.

Bundan sadece iki ay önce New York Post, reel politik çizgideki ABD'li diplomat Henry Kissinger'ın “On yıl içinde İsrail diye bir şey olmayacak” sözüne yer verdi. Dahası, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın zihniyetinde kayma yaşanıyor olabilir. On altı Amerikan istihbarat kuruluşunun tamamı tarafından hazırlanan bir çalışma (İsrail Sonrası Ortadoğu için Hazırlık) zamanlama bakımından çok spesifik olmamakla birlikte Kissinger'ın iddiasını destekliyor. 

Elbette bu seksen iki sayfalık çalışmanın tamamı, Siyonistler tarafından alay olarak görülerek kınandı, fakat mesele, çalışmanın öne sürdüğü argüman ve gerçeklerdir. Eğer bunlar geçerliyse, geçerlidir. Bu kadar basit. Çalışma İsrail'in, ABD'nin Siyonist politikasının uluslararası reddi, Filistin yanlısı güçlü bir hareket, Arap Demokratik Baharı ve İslam Uyanışı gibi güçlü gelişmelere göğüs geremeyeceğini söylüyor.

Eğer bu şeyler geçerliyse, neden ABD İsrail adı verilen, kendi kendine acıyan, paranoyak, kokuşmuş, kudurmuş ırkçı topluluğu desteklemeye ve Filistinlilerin kademeli olarak soykırıma maruz bırakılmasına tolerans göstermeye devam etsin?

Gerçekte ABD, kendisinin ve İsrail'in dışlanmış devletler haline geldiği gerçekliğiyle yüzleşmelidir. Yakın zamanda Küba'ya yaptırımlarla ilgili olarak yapılan BM oylaması, Ortadoğu'da nükleer silahsızlanmaya dair oylama ve Filistin'in statüsü için yapılan oylama bunun açık kanıtlarıdır – bunların hepsi dışlanmış devlet statüsüne girildiğinin göstergeleridir. Aslında Filistin oylamasında ABD temsilcisi Susan Rice'ın yüzündeki sıkıntı her şeyi anlatıyordu – Rice, bir dönüm noktasının gerçekleştiğini ve geri dönüş olmadığını anlamıştı.

Diğer yandan ABD ve İsrail'in (İslam'a karşı genel bir savaşla, Siyonist devletin yayılma çıkarlarını genişletmeyi isteyerek) 11 Eylül'de üç bin Amerikalının öldürülmesinde suç ortağı olduğu yönünde giderek artan bir düşünce var. 11 Eylül hakkında seksen civarında çözülmemiş ciddi mesele var, fakat cinayetin tartışmasız bir kanıtı, bir uçağın ÇARPMADIĞI bir gökdelenin, Yedi Numaralı Kule'nin enkaza dönmüş olması. Kule, önce yıkıldı, sonra enkaza döndü.  

Dahası, otuz dakika öncesinde BBC'den bir gazeteci, Jane Stanley (kendisine verilen bir kağıttan bilgi alarak) Yedi Numaralı Kule'nin çöktüğünü aktardı – oysa henüz çökmemişti! FAKAT, otuz dakika sonra GERÇEKTEN çöktü ve enkaza döndü! 

Bunu nasıl önceden “biliyordu”? (Yanıt – kendisine o kağıt parçası verilmişti). 


Giderek daha fazla aklı başında insan, modern gökdelenlerin birden bire enkaza dönemeyeceğini ve BBC'den gazetecilerin falcı olmadığını, sihirli küresinin bulunmadığını, yahut maddi yıkım yaratabilecek büyük güce sahip medyumlar olmadığını anlıyor. Dahası, bir binanın enkaza dönmesi ancak yok edici patlayıcıların ve bir tür enerji rayının veya benzerinin bir arada kullanılmasıyla gerçekleşebilir.

Dolayısıyla dünya (ve özellikle Amerikalılar), CIA ve Mossad'ın İslam'a karşı genel bir savaş başlatarak Siyonist çıkarlarını ilerletmek için üç bin Amerikalının öldürülmesinin yoğun bir şekilde parçası olduğu yönündeki çirkin gerçeği kabullenmelidir. Ünlü analist Kevin Barrett bu durumu “İsrail son kullanma tarihini doldurdu” sözleriyle özetlemiş ve şunu eklemişti: “ABD iflas ediyor ve İsrail için yapılan savaşlarda – ABD stratejik çıkarlarına hizmet etmekten ziyade zarar veren savaşlarda – binlerce canı feda ediyor.” 

Bu yüzden, ABD uyanıp ırkçı İsrail'i desteklemenin kendi stratejik çıkarlarına olmadığını anladığında, neden İsrail'e ihanet edip Ortadoğu çapındaki modern demokratik devletlerle açık ve normal ilişkiler geliştirmeye karar vermesin?

Peki ya Suudi Arabistan'a ihanet etmek? Modern veya demokratik bir devletten değil, daha ziyade feodal, habis ve totaliter bir devletten bahsediyoruz. Suudi Arabistan ABD'nin ihanetine uğrayacak mı? 



Bu mümkün. Birkaç yıl içinde ABD'nin enerji bakımından bağımsız hale gelmesi bekleniyor. Bu olduğu zaman ABD neden hırsızların ve işkencecilerin yoz rejimini destekleyerek uluslararası planda nefret toplamaya devam etsin?

Ya İran? Neden ABD yakın arkadaşı İngiltere'nin ve dış politikası Siyonistler tarafından kontrol edilen başka ülkelerin desteğiyle İran'a ihanet etmesin? 

Ah, hayır. İran'a ihanet zaten gerçekleştirildi. ABD akla gelebilecek her türlü ihanet, hile, kalleşlik ve ikiyüzlülüğü hâlihazırda gerçekleştirdi.

Peki ya Bahreyn? ABD ve İngiltere Bahreyn'e ihanet edemez mi? 

Okuyucu, Bahreyn'de altı bin Amerikan askerinin bulunduğunu ve katil Halife rejiminin hayatta kalacağının kesin olduğunu söyleyebilir. 

Ama öyle mi? Kısa süre önce İngiliz Dışişleri Bakanı Bahreyn'deydi ve İngiltere'nin rejime ihanet edebileceğinin en açık muhtemel işaretini ortaya koydu; kırk yılı aşkın zamandır görevde olan Bahreyn Başbakanıyla görüşmeyi reddetti. Dahası, “diyalog” sürecinin başlaması için hayli basınç var.

Şu halde açık ki İngiltere Yemen'dekine benzer bir “çözüm”ü düşünüyor – orada rejimin başı gitti ve yerine bir başkası getirildi, yani bir değişim görüntüsü var ama hiçbir gerçek değişim yok. Bahreyn örneğinde elbette, muhtemelen, İngiltere'dekine benzer olduğu iddia edilecek bir anayasal monarşiyle bir Prens'in (işkenceci Prens Nasır değilse de) göreve getirileceği açıklanacaktır. Ancak, her ne kadar yeni bakanlar ve gerçek siyasi gücü olmayan yapılar için oy verme cilası olacak olsa da, gerçeklik rejimin iktidarda kalmaya devam etmesi olacaktır – tam da Yemen'de olduğu gibi. 

Fakat Bahreynliler gerçek demokratlardır ve ihanete uğramayı hiçbir zaman kabul etmeyeceklerdir. “Diyaloğun” hapishanedekileri içermeden yürümesi halinde daimi bir öfke olacaktır. Hatta “diyaloğun” bütün siyasi tutuklular derhal serbest bırakılmadan ve tazminat ödenmeden gerçekleşmesi halinde öfke daha da büyük olacaktır. Her şeyden önce işkence görenler ve yakınları öldürülen aileler için derhal tazminat sunulmalıdır. 

Dürüst olmak gerekirse, Arap demokrasisi ve İslam uyanışı devam ederken İngiltere'nin “çözümü” ve “diyalog” hiçbir şeyi çözmeyecektir. Buna, Siyonist İsrail'in bir başka devasa hata yapabileceği, yani İran'a saldırıp ABD'yi de buna sürükleyebileceği eklenebilir. Eğer bu olursa, Bahreyn'de siyasi değişimin ilerlemesi çok hızlanacak ve Ortadoğu'nun diğer otokratik ülkelerde de aynısı olacaktır.

Şimdi lütfen bir anlığına, kısa bir süre önce, dostların birbirinin sırtına vurup karşılıklı hediyeler verdiği zamanı düşünün. Evet, uzak olmayan bir geçmişte ABD ve İngiltere, Tunus'taki Bin Ali ve Libya'daki Albay Kaddafi'yle, tıpkı Mısır'daki Mübarek ve Yemen'deki Salih'le olduğu gibi yapmacık dosttular.  

Arkasından neler olduğuna bakın. 

Sonuç olarak, katil Halife rejiminin gitmesinin zamanı gelmiştir. Dahası, kendisine şimdi gitmesi önerilir, zira bugün dost zannettiği, fakat pek yakında arkadan vurma fırsatı arayacak olan kişilerin ihanetine uğrayabilir. 

Çev: Selim Sezer

medyasafak.com