İmad Muğniye’ye Bakış: Efsanenin Ta Kendisi

İmad Muğniye’ye Bakış: Efsanenin Ta Kendisi
Şam’da suikasta uğramasının 4. yıldönümünde El Ahbar gazetesi Hizbullah’ı inşa etmek ve bu örgütü zorlu bir direniş hareketine dönüştürmek için 25 yıl birlikte çalışmış İranlılarla buluştu.

El Ahbar


Şam'da suikasta uğramasının 4. yıldönümünde El Ahbar gazetesi Hizbullah'ı inşa etmek ve bu örgütü zorlu bir direniş hareketine dönüştürmek için 25 yıl birlikte çalışmış İranlılarla buluştu.


Gözler soğuk bir kış gününde güneşin rengini almaktaydı. Gözlerin kızıllığı, henüz daha intikamı alınmamış şehit arkadaşın hatıraları için akan gözyaşlarını saklıyordu. İran'da, bir lider olarak insanların güvenini ve İran halkının saygınlığını kazanmış olan bir adamın 25 yıl süren mücadelesine karşı içten gelen bir sevgi vardı.


25 yıldan fazla süren bir cihat kardeşliğine duyulan özlem, “Önder İmam”a güven kazandırmış, İran generalleri ve ordusunun saygısını elde etmesine neden olmuştu.


Efsane komutan hakkındaki öyküleri paylaşma yönünde oluşan güçlü arzu, gizli hususların dikkatsizce ortalığa saçılması ve insanların hayatını tehlikeye atma korkusuyla bastırılmaktaydı. Muğniye'yi tanıyan İranlı yetkililerin yaşadığı durum buydu. Ahirette elde edeceğini umdukları sevap kadar bu dünyada hakkının verilmesi gerektiğini vurguluyorlardı.   


İran'ın “Hacı İmad'la” olan ilişkisi geçici bir ilişki değildi. İran, şehadet günü gelene ve cenazesi kalkana kadar bu ilişkiyi gün yüzüne çıkarmayacaktı. Cenaze gününde ise Tahran büyük küçük bütün unsurlarıyla orada mevcuttu: İnkılap Rehberini temsilen Ali Ekber Velayeti ve Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ı temsilen dönemin Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki. İslam Cumhuriyeti, ona, Tahran'daki devrim ve savaş şehitlerinin mezarlığı olan Beheşt-i Zehra'da sembolik bir mezar temin ederek “zaferlerin komutanı”nı ödüllendirmiş oldu.


Hacı İmad'ın Tahran'daki ilişkileri 1979 yılında İran İslam Devrimi'yle birlikte başladı. İslam Cumhuriyeti'ne sık sık gidip geldi, yaptığı ziyaretlerde Tahran halkının konuştuğu lehçeyle Farsçayı öğrendi. Bu sayede İranlılara olan aşinalığı arttı.


Muğniye'yi 1980'li yılların başından itibaren tanıyan bir İranlı yetkili onun dini inancı ve alçakgönüllülüğünden oldukça etkilenmişti.  


İranlı bir yetkili, “O, her zaman latif bir insandı, kibar, anlayışlı ve uysal biriydi; Allah (c.c.) hayatının her anında mevcuttu. Hayatı hep savaş ve çatışmalar içinde geçmiş olmasına ve şehadete her zaman hazır olmasına rağmen hiçbir zaman gülümseme yüzünden eksik olmazdı. Tevazu ve fedakârlık modeliydi” diye konuştu.


Bununla birlikte direniş eylemlerini organize ederken rahat hali birden kaybolurdu. Aynı yetkili şunları söylüyor: “Sürekli teyakkuz halindeydi, bütün düşünceleri tek bir yöne odaklanırdı, bu durumlarda biraz gergin de olurdu. Mücahitlerin yerin altında yaşadığını, bunun psikolojik olarak onları etkilediğini ve onların üzerindeki gerginlik düzeyini artırdığını bilirdi, zira aylar süren hazırlık ve planlamanın yapıldığı bir çalışmada başarısızlığa uğrama ihtimaline karşı ciddi bir endişe duyulması gayet normaldir. Örneğin ben, sıkı önlemlerin alındığı bir ortamda özel arabamla bir yerden bir yere gidip yerin altında iki saat kalmaya ve her hareketin çok hassas bir şekilde hesap edildiği bir duruma tahammül edemem.”


“Çok az kişi İran'da onun Lübnan vatandaşı olduğunu bilirdi. Birçoğu onu Hacı Rıdvan olarak biliyordu.” İranlı yetkili sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir keresinde 2006 Savaşı'ndan sonra Hasan Nasrullah'la birlikte Tahran'a gelmiş ve açık toplantılar düzenlemişti. Tabii Hacı Rıdvan kameranın arkasındaydı. Parlamento başkanı Haddad Adil'in evine girdik. Nasrallah evde, Hizbullah'ın kazandığı zafer nedeniyle tebrik için gelen İran'ın önde gelen yetkilileriyle bir araya gelmişti. Herkes onunla birlikte resim çekinmek istiyordu, Hacı İmad ise kamerayı eline alıp çekim yapmaya başladı. Hatta Haddad bile onun İmad Muğniye olduğunu bilmiyordu.”


Hacı İmad'ın İran'daki arkadaşları Hacı İmad hakkında şunları söylüyor: “Organizasyon ve örgütlenme düzeyinde son derece yetenekli büyük bir insandı. Hizbullah hareketinin ilk kuruluş günlerini gören kişi, adı İmad Muğniye olan birisinin direnişin örgütlenmesi konusunda bu yaptıklarını yapabileceğini tahmin edemezdi. Şundan emin olun ki Tahran, bütün ayrıntıları bilmiyordu. Hizbullah bağımsız bir hareket olarak kurulmuştu. Başından beri kendi ayakları üzerinde duruyordu. Tahran, stratejik işleri biliyordu. Bizimle bazı ayrıntıları tartışıyorlar ya da bize bunları danışıyorlardı, İranlı yetkililerin çok azı Hizbullah'ın nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Biz İranlılar Hizbullah'ın sadece dış boyutunu biliyorduk. Daha fazlasını bilen varsa onun da bilgisi tamamen teorik düzeyde ve kağıt üzerindeydi. Hizbullah her şeyden önce ruhtur, ilişkidir, insanlarla Allah arasındaki ilişkidir. Nasıl çalıştıklarını bilmiyorduk, nasıl şehit olduklarını ve zafer kazandıklarını bilmiyorduk.”


Aynı kaynaklar, Hacı İmad'la ilgili şunları söylüyor: “Kendisini çok seven ve olaylara ilişkin analizini önemseyen ve bunlara güvenen Nasrallah'a çok yakındı. Konuyu özetle anlatır, konunun özüne dalardı. İranlıların bölgedeki stratejik müttefikleriyle yaptıkları bütün toplantılarda Hacı İmad, mütercim rolü üslenirdi, özellikle de Suriyelilerle yapılan toplantılarda. Ancak Suriyeliler onun İmad Muğniye olduğunu bilmezdi. Bunun tek istisnası (2009 yılında Tartus'ta öldürülen) General Muhammed Süleyman ve bir avuç Suriyeli yetkiliydi. Bu hassas toplantılarda İmad Hac, konunun başarıya ulaşması için sergilediği gayretinin açıkça hissedileceği şekilde tercüme yapardı. Anlatılanları karşı tarafın hoşuna gidecek şekilde aktarılmasına gözen gösterirdi. Bazen çeviriye ilave ve açıklamalar yapardı. Öteki tarafa bu tarafın şöyle şöyle talepleri var derdi, öbür tarafa da bu tarafın şöyle şöyle yapmaya hazır olduğunu söylerdi. Pratikte çeviri üzerinden aslında görüşmeleri kendisi yönetirdi, sonuç olarak herkes arzu ettiğine kavuşurdu. Yaptığı her şey son derece dahiceydi.”


Aynı kaynaklar, şöyle devam ediyor: “İran'a çokça gelirdi. Bizim açımızdan Hacı İmad bizlerden biriydi. Bizimle Arapça konuşmazdı, Farsçası çok akıcıydı. Tahranlıların aksanıyla Farsçayı o kadar iyi konuşurdu ki onu tanımasanız İranlı olmadığını bilemez ve doğuştan Tahranlı zannederdiniz”.  Ve İranlı yetkili ekliyor: “Gerçek kimliğinin açıklanmaması konusunda oldukça temkinliydi. Çekilen fotoğraf karesi içinde yer almamaya özellikle özen gösterirdi. Fotoğrafını çekme fırsatını kimseye vermek istemezdi.”


Onu tanıyanlardan biri şöyle diyor: “İran içinde ya ad dışında her karşılaştığımızda onunla ne zaman resim çektirmek istesem herkesten önce makinaya davranırdı. Fotoğrafçılığı ya da kameramanlığı kimseye kaptırmazdı. Herkes kameranın önünde olurdu, o ise arkasında olmayı tercih ederdi. Yakından tanımayanlar, sadece onunla yüzeysel bir ilişkiye geçerek onun başkalarından farklı olduğunu anlayamazlardı.”


Onu tanıyanlardan başka biri de şöyle diyor: “İran'a geldiğinde Kum şehrini ziyaret ederdi, ulemayla buluşmalar gerçekleştirirdi, özellikle kendisi üç sene önce vefat etmiş bulunan ve en büyük irfan alimlerinden olan Ayetullah Taki el Behcet'le buluşurdu.  Temmuz saldırısı sırasında Lübnan'daki Şiilerden ‘Küçük Cevşen' duası okumaları istendi. Aynı gün birçoğunun cep telefonunda onlara bu duanın yapılması çağrısında bulunan bir mesaj iletildi.”


Hacı İmad'ı bölgesel denklem içerisinde bu kadar çetin ceviz haline getiren şey neydi? “Onun sakin hali, daima Allah'a olan yönelimi ve endişesi. Siyasi analizlerinde çok isabetli ve derindi.”


İranlı yetkili sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bir keresinde 2003 yılında beni ve İranlı başka üst düzey bir yetkiliyi Güney Lübnan'daki cepheye bir geziye götürdü. Arabayı kendisi sürüyor, her yeri, Hizbullah'ın yerini İsrail'in konumunu bize açıklıyordu. Son derece cesurdu. 2000 yılından önce bir seferinde direnişçilerin dağları delerek oluşturdukları mağaralarda buralara nasıl hareketli füzeleri yerleştirdiklerini göstermek için benzeri bir geziye götürmüştü.  Bu hareketli füze rampaları dışarıya raylarla taşınıyordu. Füze atışı yapılır yapılmaz rampa raylar sayesinde tekrar mağaranın içerisine çekiliyordu. Bu gezide arabayla Güney'e geçtik. Gezinin bir yerinde öyle bir yere geldik ki hiç araba sürmeye uygun bir yer değildi. Yürüyerek yaklaşık 45 dakika seyrettik. Yürüdüğümüz yer mücahitlerin misket bombalarından ve mayından temizlediği bir araziydi. Buraları nasıl kazdıkları ve o kadar büyük füzeleri, rampalarıyla birlikte Siyonistlerin gözü önünde bu kadar sarp bir araziye nasıl taşıdıkları insanın havsalasının alacağı bir mesele değildi. Büyük bir başarıydı. O zaman işte İsraillilerin Lübnan'a bir saldırı düzenlediklerinde ağır bir yenilgi alacaklarını anladım. Üzerinden geçtikleri halde İsraillilerin mücahitlerin kendilerini nasıl kamufle ettiklerini görmüştük. Savaşçılar ot ve benzeri şeylerle mağaranın ağzını kapayarak buralarda gizleniyorlardı. Bir seferinde beni Balbekke'deki eğitim kampına götürmüştü. İki dağ arasındaki vadiden geçişte direnişçi gerillalar ip kullanarak dağlık bölgede bir uçtan diğer uca gidiyorlardı. 2000'den sonra ise gittiğim bir gezide mücahitlerin İsraillilerin mevzilerini gözlemledikleri yerleri gördüm.”


Aynı kaynak şöyle diyor: “Bu ziyaretler Hizbullah'ın tam olarak ne yapmaya çalıştığını bizim açımızdan netleştirmeyi amaçlıyordu. Her seferinde bu mücahit hareketin nasıl çalıştığını anlama konusunda büyük bir başarı elde etmeye başladığımı hissediyordum. Ancak sana açıkça şunu söyleyebilirim: Hizbullah'ın nasıl çalıştığını kimse bilmiyordu. Evet bu hareketin dinamiklerini bilenler vardı ama kimse çalışma mekanizmasını ve hareket yöntemini bilmiyordu.”


Bu bağlamda İranlı yetkili, İsrail'in çekildiği 2000 Mayısı'nda Lübnan'da kendisine rastladığını, İmad Muğniye ile birlikte operasyon odasında birlikte bulunmanın takdir edildiğini belirtiyor. Ve ekliyor: “Müthiş bir şeydi. Tarihi bir andı. Her şey mevcuttu. Televizyonlar İsrail ordusunun kaçışını gösteriyordu. Secde ederken ‘Lübnan'dan çıktık' diye bağıran subayın sureti gözümün önünden gitmiyor. Bölgede konuşlanmış bulunan bütün mücahitlerle iletişim halindeydi. İsrail ordusunun çekildiği günün hemen ardından onunla aramızda bir tartışma yaşadık. Bana ‘İsrail'in Lübnan'a saldırmasına izin vermeyeceğiz.” dedi.


“Kendisiyle şehit olmadan birkaç gün önce görüştük” diyor başka bir üst düzey İranlı yetkili. “Akşam yemeğini birlikte yedik ve bölge meselelerini konuştuk. 2006 Savaşı'ndan sonra bölgede gelişmelerin ne olacağını ve İsrail'in içerdeki durumlarını konuştuk. Büyük bir zaferden bahsetti. İsrail'in kendi gözünde bile İsrail, tamamen farklı hale gelmişti. Oyunun kurallarının ve bununla birlikte bütün bölgeye bir tehdit olarak İsrail'in tamamen değiştiği konusunda çok netti. Özellikle de 1967 savaşından sonra İsrail savunma bakanının bütün Arap başkentlerinin menzilleri içerisinde olduğunu belirttiğini hatırlamak gerekir. 33 Gün Savaşı, konvansiyonel silahların İsrail'i korumaktan aciz olduğunu ve bize tehdit teşkil etmediğini gösterdi. Zira konvansiyonel silahlar konusunda biz daha üstündük. Bu, İsrail'in stratejik rolünü Batılıların gözünde azaltan bir şeydi. İsrail artık görevini yerine getirebilecek konumda değildi. Bu fırsatı iyi değerlendirmeliydik. Bunu Hacı İmad bize o gece söylemişti. Son derece iyimserdi. Dedi ki: ‘Davayı kazandık. Bu şekilde İsrail'i yok etmek mümkün'. Teorisi, Batılılar ve Amerikalılar tarafından kendisinden beklenen görevi yerine getirememesi durumunda İsrail'in kendiliğinden yıkılacağı üzerine kuruluydu.”


İranlı bir yetkili, Hacı İmad'ın Seyyid Hasan Nasrullah'la ilişkisini şöyle tarif ediyordu: “İki bedende tek bir ruh. Dosttular, arkadaştılar, kardeştiler, Seyyid Nasrallah'ın Hacı İmad olmadan nasıl yaşayacağını bilmiyorum. Bu soru sürekli aklıma geliyor, zihnimi kurcalıyor. Kimse Hacı İmad'ı Seyyid'in tanıdığı kadar tanımıyor.”


Yaklaşık iki hafta önce meydana gelen basit bir olay, Hacı İmad'ın İran açısından ne anlama geldiğini en iyi anlatan bir şeydir. Tahran'da gençler için düzenlenen İslami Uyanış Konferansı'nda Rehber Ali Hamaney, toplantının sonunda gençlerin temsilcilerini huzuruna kabul etti. Üst düzey İranlı yetkililerin katıldığı toplantıda Kudüs Tugayları Komutanı meşhur General Kasım Süleymani de bulunuyordu. Girişi müthişti, İranlı yetkililerden biri onu salondakilere tanıtmak için kalkıp “Bu da İran'ın İmad Muğniyesi” dediğinde salon yer yerinden oynadı. İşte bu söz, bütün hikâyeyi aslında özetliyordu.  Müthiş bir örnekliğe dönüşen efsane Hacı İmad'ın hikâyesini…


medyasafak.com