Suriye Gerçeğini Gizlemek: Enformasyon Savaşı

Suriye Gerçeğini Gizlemek: Enformasyon Savaşı
Informationclearinghouse sitesinde yer alan ve Suriye'deki savaşta uygulanan medya dezenformasyonunu ele alan önemli bir analiz...

Aisling Bryne

Information Clearing House


Ana akım Batı medyası tarafından Suriye konusunda inşa edilen anlatı, televizyonda gösterilen sahnelerden hareketle aşikâr görünebilir, fakat bu, İran savaşının parçası olan rejim değişikliği projesini perdelemek ve kolaylaştırmak amacıyla, aldatıcı bir şekilde geliştirilen ve koordine edilen bir anlatıdır.

Gördüğümüz şey, başka yorumları ve jeostratejik motivasyonu kasten dışarıda bırakmak amacıyla basit bir insan hakları ve demokrasi mücadelesi anlatısı olarak inşa edilen bilgi savaşının yeni bir evresidir.

CNN'de sunulan anlatı, temel olarak şudur: "Alandan gelen haberlerin büyük çoğunluğu, hükümet güçlerinin [Başkan Beşar] Esad'ın gitmesini isteyen sivilleri ortadan kaldırma girişimiyle sivilleri öldürdüğünü gösteriyor”.  Amaç açıkça, Batılı izleyicilerde bütün diğer düşüncelere baskın çıkan ve Batı/Körfez ülkelerine rejim değişikliğini gerçekleştirmek üzere müdahale çağrısı yapan, yürek burkan bir duygusal cevap ortaya çıkarmak.

Fakat bu, çarpıtma, manipülasyon, yalan ve video kurguları üzerine kurulu bir anlatı.

İlk aylarda anlatı, silahsız protestocuların Suriye güvenlik güçleri tarafından vurulduğu şeklindeydi. Bu daha sonra, barışçıl göstericileri korumak üzere isteksizce, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton'un ifadesiyle “silahlanmaya provoke edilen” silahlı isyancılar hakkında bir anlatıya dönüştü.

Time dergisinde yakın zamanda çıkan bir habere göre bu aynı zamanda, ABD'nin başından beri Suriye muhalefetinin “siber savaşçılarına” eğitim, destek ve ekipman sağlayarak işlerini kolaylaştırdıkları yönündeki bir anlatıydı.  

Suriye muhalefetinin liderlerinin Nisan 2011'de teyit ettiği raporlar, siber eğitime ilave olarak “genç göstericilere” sürgündeki Suriyelilerden, “önde gelen bir Körfez ülkesinden” ve bir Lübnanlı siyasi partiden gelen para ve silah dağıtıldığını ortaya koyuyordu. Rusya'nın eski istihbarat şefi Yevgeny Primakov, benzeri bir şekilde Suriye çatışmasının “barışçıl gösteriler şeklinde değil, otoritelere karşı silahlı isyan şeklinde başladığını” belirtti.  

İronik bir şekilde, Suriye'de gördüğümüz mezhepçi çatışmanın en eksiksiz tanımlarından birini, yeni-muhafazakâr Brookings Enstitüsü'nün Mart 2012 tarihli “Suriye'de Rejim Değişikliği için Seçeneklerin Değerlendirilmesi” raporunda görüyoruz; burada seçeneklerden bir tanesi "Amerika Birleşik Devletleri'nin ‘temiz' bir savaş sürdürmesi … ve sahadaki kirli işlerin ÖSO'ya [Özgür Suriye Ordusu] bırakılması, hatta belki de Irak tarzı ulus inşası yönündeki kitlesel bağlılığın önlenmesi” olarak tanımlanıyor.  

"Bunu Araplar yapsın," diye tekrar etti İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez. "Kendiniz yapın, BM sizi destekleyecektir." Bu noktayı kaçırmayan önde gelen bir Türk yorumcu, ABD'li Senatör John McCain'in "Suriye'de sahada Amerikan askerleri olmayacağını söylediğini” aktardı ve “bu, McCain ve ABD'deki diğer kişilerin istediği şey için biz Türklerin değerli kanımızı akıtacağımız anlamına geliyor” dedi.

Afganistan ve Irak'taki devlet inşası girişimlerinin başarısızlığının ardından doğrudan müdahale, içereceği tüm sorumluluklarla birlikte, para sıkıntısı çeken Batı ülkeleri için iyi gitmezdi. “Kirli iş”i ötekilere bırakmak, “iç savaş yoluyla rejim değişikliği” gerçekleştirmek daha iyiydi.

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi müdürü Joshua Landis, Haziran ayında Foreign Policy'de, "Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve Körfez devletleri… Şam rejimini açlıktan öldürüyor ve muhalefeti besliyor. Suriye'ye yaptırımlar uyguladılar… ve isyancılara Körfez'den gelen para ve silahları yağdırmakla meşguller" diye yazmıştı.

Bölgesel müttefikler açıkça “öz savunma”dan başka amaçlar için kullanılacak sofistike silahları giderek artan düzeyde sağlama “kirli iş”ine hazırlanırken ve ÖSO ile cihadçı müttefikleri Suriye içinde “kirli iş”i gerçekleştirirken (ücretleri Suudi Arabistan tarafından ödeniyor), ABD ve Avrupa ülkeleri, Suriye'deki sistemi yıkıp İran düşmanı ve İsrail dostu bir rejim kurmak için gerekli iletişim ekipmanları, istihbarat, insani yardım ve elbette ahlaki duruş sağlayarak temiz ellerini uzatabiliyorlar. "Temiz eller"e sahip olmak ABD, Fransa ve Britanya'nın, bir yandan üye bir devlete saldırıyı arttırmak yoluyla BM Sözleşmesi'ni deliyor olmalarına rağmen, BM standartlarına göre hareket ettiği görüntüsü vermesini sağlıyor.  

Time dergisi önceki ay, ABD Başkanı Barack Obama yönetiminin “görünmez bir çizgi üzerinde parmak uçlarında yürüdüğünü” yazdı: “[Yönetim] Suriye muhalefetinin Esad'ı devirme girişimini aktif olarak desteklemeyeceğini söyledi… [fakat] ABD'li yetkililerin ortaya çıkardığı gibi, yönetim, “Institute for War & Peace Reporting” ve “Freedom House” gibi kâr amaçlı olmayan küçük kuruluşlar üzerinden Suriyeli muhaliflere medya teknolojileri eğitimi ve destek sağladı.”   

Time, "Varsayılan vahşiliklere dair hızla yayılan videolar, Esad'ı yeryüzündeki en hakir insanlardan biri haline getirdi, Arap Birliği'nin ona sırtını dönmesine ve kalan az sayıda müttefikine hemen hemen her gün rahatsızlık verilmesini sağladı” diye belirtti.

Bu, ikiyüzlülük kokan bir tutum: ABD'li köşe yazarı Barbara Slavin'in belirttiği gibi, "BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan ABD'nin Suriye'ye askeri müdahale ihtimali çok düşüktür… İletişim teçhzatı tedariği, başkalarının silah sağlamasını kolaylaştırıyor.”

Associated Press'in sözlerine yer verdiği bir ABD yetkilisi daha dürüsttü: Washington'un muhalefete verdiği ekipman ve tıbbi destek için “şimdi [bu destek] başka bağışçılardan gelecek silahlarla geliştirilebilir. Kaçakçılık yolları kaçakçılık yollarıdır. Aynı eşekleri kullanırız” dedi ve sargı bezlerinin taşındığı yollarla kurşunların taşındığı yolların temelde aynı olduğunu vurguladı.  

Çeşitli Batı hükümetleri Suriye güvenlik güçlerinin “belgelenmiş suçlara” karşı yardıma koşarken, aynı hükümetler Libya'da Kuzey Atlantik Paktı tarafından işlenen cinayetleri soruşturmayı reddediyor. NATO "kendi ‘teyit edilmiş' ölüm tanımını yarattı: sadece bizzat NATO'nun soruşturduğu ve doğruladığı bir ölüm teyit edilmiş olarak görülebilir”, ki bu da ittifakın şu sonuca varmasını sağlıyor: “Sivil ölümlerine dair elimizde teyit edilmiş bilgi yok.”

İngiltere, bombalamalara katılmış olanlar içinde kendi soruşturmasını yapacak tek ülkeydi. Hazırlanan raporda “koalisyon güçleri sivil ölümlerini engellemek ve minimize etmek için elinden geleni yaptı… Onları bu yaklaşımdan ötürü takdir ediyoruz” ifadelerine yer verdi.

ÖSO ile birlikte İngiliz medyası için savaş muhabirliği yaparken öldürülen gazeteci Marie Colvin'in trajik hikâyesi gibi ("Babr Amr'dayım. Kötüleşiyorum. Dünyanın bunu nasıl izlediğini anlayamıyorum. Bugün bir bebeğin ölümünü izledim. Şarapnel: doktorlar hiçbir şey yapamadı. Karnı inip kalktı, inip kalktı ve en sonunda durdu. Kendimi yardımsız hissediyorum "), isyancıların neden olduğu pek çok başka benzer trajedi var ve bunlar ana akım Batı basınında ender olarak yerini alıyor.

Ana akım basında yabancı cihadçıların kutsal savaşlarını yürütmek üzere giderek artan oranda Suriye'ye girdiğini okumazsınız; Suudi Arabistan'daki bazı aşırı muhafazakâr Selefi şeyhlerin kendi askeri ağlarını Suriye içine soktuğunu okumazsınız; 14 ay süren kriz boyunca Esad'a olan desteğin ülkeyi saran güvensizlik içinde ancak artmış olduğunu okumazsınız; “Suriye, diğer ülkeler gibi, halkın istediği reformlara ihtiyaç duyuyor… fakat [Arap dünyasında] demokrasiye en yakın olan Suriye'dir” diyen Lübnan Hıristiyan Maruni patriğininki gibi yorumlar duymazsınız.

Türkiye'deki muhalefet liderlerinden, eski Washington büyükelçisi Faruk Loğoğlu'nun Türkiye'nin ÖSO savaşçılarına ev sahipliği yapması ve Suriye'de saldırılar gerçekleştirmesine izin vermesi için “bütün uluslararası normlara, her tür komşuluk ilişkilerine aykırıdır… Ülkelerin birbirlerinin egemenliğine saygı göstermek zorunda olduğu, temel bir kuraldır” dediğini okumazsınız.

Silahlı isyancıların Arap Birliği gözlemci misyonunun ateşkesini nasıl da “rejimin o dönemde onları engelleme kapasitesinin azaldığını bilerek kendilerini güçlendirmek ve Lübnan'dan tedarik sağlamak” için kullandığını, yahut Kofi Annan planını daha büyük saldırıları hazırlamak için nasıl kullandıklarını okumazsınız.

Başkan'ın İngiliz basınında kısa süre önce kanla banyo yapan biri olarak tanımlanması gibi, Esad, eşi ve ailesi yaygın bir şekilde şeytanlaştırılırken, Suudi veya Katar rejimlerini şeytanlaştıran, yahut bölge çapında değişime karşı “karşı devrim” için siyasi partilere ve gruplara, özellikle de Selefilere milyonlarca dolar akıttıklarını vurgulayan makaleler; yahut resmi Suudi müftüsünün kısa süre önce yaptığı, Arap Yarımadası'ndaki tüm kiliselerin yok edilmesi gerektiği şeklindeki açıklamayı (ki bu ana akım Batı medyası kuruluşlarından hiçbirisinde yer almadı); yahut önde gelen bir Sünni siyasi figürünün kısa süre önce bana söylediği gibi, Suudi hapishanelerinde 23 binden fazla tutuklu olduğunu, bunların çoğunluğunun (son raporlara göre %90) üniversite mezunu olduğunu okumazsınız (gerçi dürüst olalım, Chatham House yakın zamandaki bir raporunda bundan bahsetti ve bunun “üniversite eğitiminin yaygın olduğunun göstergesi olduğu” yorumunu yaptı).

Suudi Arabistan ve Katar'ın “rejim yanlısı” Suriye devlet ve özel televizyon kanallarının yayınını durdurmak için bölgedeki uydu kanallarını nasıl sindirdiğini; yahut Suriye muhalefetinin hepsi de İslami yönelimli olan ve güçlü mezhepçi çizgi izleyen – ÖSO'ya “İran'ın faresini” ve “Lübnan'ın şeytan partisinin (Hizbullah) sıçanlarını” öldürme çağrısı yapan - 10 ayrı televizyon kanalı kurduğunu; yahut Rusya'nın krizin başlangıcından bu yana nasıl da iç muhalefetle uzlaşmaya dayalı bir siyasal süreci kolaylaştırmaya çalıştığını okumazsınız.

Ana akım Batı medyasının, Batı'nın rejim değişikliği projesindeki müttefiklerinin -özellikle de Suudi Arabistan ve Katar'ın- doğasını ve bunların Suriye'de ve bölge çapındaki cihadçı Selefi grupları silahlandırmak ve kışkırtmak suretiyle ortaya koyduğu tehlikeyi kasten görmemesinde apaçık bir ikiyüzlülük var. Ana akım Batı basınında bu ikiyüzlülüğü vurgulayan makaleler enderdir.

İngiliz basınında çıkan, The Daily Telegraph'ın baş siyasi muhabiri Peter Oborne'un kritik bir yazısı bunun istisnasıydı: "Washington her zaman için, Pakistan istihbarat servisleriyle Taliban arasındaki bağlantıdan yakınıyor. Fakat Suudi istihbaratı ile Ortadoğu çapındaki, en iyi bilinen kolu El Kaide olan Selefi hareketler arasındaki bağlantı hakkında tek bir kaygı kelimesi işitmiyoruz.”

Batı basınında günlük olarak gördüğümüz şeyin teme bileşenleri, çatışma süreci boyunca çok az değişim gösterdi: gerçekte, tüm şiddet ve terör tek bir tarafa, Suriye hükümetine ve onların “karanlık gölgesi” olarak görülen Şebbiha güçlerine atfediliyor.

Buna göre “barışçıl protestocuların” ve Özgür Suriye Ordusu'nun işlediği her tür şiddet eylemi savunma amaçlı – bunların hepsi renkli devrim/rejim değişikliği kitabından çıkıyor; ölen kişilere dair verilen rakamlar neredeyse sadece “aktivistlerin raporlarına ve YouTube görüntülerine" dayanıyor (Suriye hükümetinin gazetecilerin serbest hareketine izin vermemesi nedeniyle teyit edilemediği iddia ediliyor) ve ölen kişiler sadece “halk” olarak tanımlanıyor – ölen isyancılardan söz edilmiyor. El Kaide tipi cihadçı gruplar önemsenmiyor (The Guardian gibi önde gelen medya kuruluşlarındaki haberler, onların gerçekten var olup olmadıklarını sorgulamaya devam ediyor); ve “muhalefet”e verilen her tür silah ve teçhizat, Suudi liderlerine göre, Suriyelilerin “kendilerini savunmalarına” yardım etmek üzere veriliyor.

Gazetecileri kendi taraflarına yerleştirmek, ÖSO'nun, aktivistlerin ve onların Batılı ve bölgesel partnerlerinin, 2004'te ABD Ordusu'nun Felluce'ye saldırı deneyimi sonrasında net bir şekilde öğrendikleri bir değer. WikiLeaks, bir ABD Ordu istihbaratı analizinde "Ordunun bakış açısına göre Batı basını, ABD'nin propaganda operasyonunun parçasıdır. Bu süreç, ABD askeri birimlerinin içinde Batılı gazetecilerin yerleştirilmesiyle kolaylaşmıştı" dendiğini ortaya çıkarmıştı. ABD Ordusu Kasım 2004'teki ikinci Felluce saldırısında “pek çok gazeteciyi … ABD birliklerine yerleştirdi, öyle ki bunlar istihbarat raporunun talep ettiği gibi, ABD kuvvetlerinin propaganda kolu gibi hareket edebilecekti.”

Bu Batı anlatısının temel sacayağı, neredeyse sadece “aktivistlerin” ve muhalefetle bağlantılı grupların, özellikle de Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin iddialarına ve “kanıt”larına dayanıyor. Reuters'in aktardığına göre Coventry'den, yarım gün eşiyle birlikte bir kıyafetçi dükkanı işleten, sonra da “eline bir laptop ve telefon alıp internete haber yüklemeden önce çatışma ve hak ihlalleriyle ilgili verileri toplayan” bir adamın başında olduğu bu ekibin ciddi ciddi, 14 aydır süren Suriye çatışmasının, yani zamanın en önemli jeostratejik çatışmasının günlük ölüm istatistiklerinin temel kaynağı olduğunu düşünebilir miyiz?

Bunun geniş çaplı bir (dez)enformasyon projesinin ön ofisi olduğu açıktır – Rus diplomatlar bu kuruluşla görüşmek istediklerinde red cevabı almışlardı. Bölgenin önemli siyasi figürleri bana – ki başka raporlar da bunu gösteriyor – Gözlemevi'nin Dubai merkezli bir rüşvet fonu tarafından finanse edildiğini ve rejim değişikliği projesinin temel bileşenlerinden biri olduğunu söylediler.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “dış müdahale istemek için bir bahane elde etmek için, insani bir felaket provoke etmenin” muhalefetin çıkarına olduğunu söylemişti; dolayısıyla Gözlemevi'nin, “katliam” iddiaları da dâhil olmak üzere verdiği rakamların sürekli olarak ölü sayılarında belirgin bir patlama göstermesi ve bunun bazen aşırı düzeyde olması şaşırtıcı değildir.

Özgür Suriye Ordusu ile iç içe uzun aylar geçiren El Cezire muhabiri Nir Rosen'ın söylediği gibi: "Her gün muhalefet, genelde ölümlerin nedeni hakkında bir açıklama yapmaksızın ölü rakamları veriyor. Öldüğü aktarılanların çoğu aslında ölen muhalefet savaşçıları, fakat ölüm nedenleri saklanıyor ve onlar… sanki sadece protesto gösterisi yapıyormuş veya evlerinde oturuyormuş gibi, güvenlik güçleri tarafından öldürülen masum siviller olarak gösteriliyor.”

Uluslararası basında genişçe yerini bulan, asker kaçaklarının “organize şekilde katledilmesi” ve “kitlesel terk” iddiaları ve muhalif Suriye Ulusal Konseyi'nin “büyük çaplı soykırım”a maruz kalan bölgeler iddialarıyla “dokuz aylık ayaklanmanın en kanlı günü” (20 Aralık 2011) olarak sunulan şey, rakamların çok büyük ölçüde değişiklik gösterdiğini (10 ila 163 silahlı isyancı, 9 ila 111 silahsız sivil ve 0 ila 97 hükümet gücü), ve “gerçeği” ortaya koymanın imkânsız olduğunu gösterdi. Benzeri şekilde, The Guardian gazetesinin Aralık 2011'deki ölüm rakamlarına dair olan ve sadece, genelde muhalefet kaynaklarından gelen basın raporlarına dayanan veri blogu, temel yanlışlıklar içeriyor ve 10 aylık süre boyunca öldürülen silahlı isyancılara hiçbir şekilde referans vermiyordu.  

Dolayısıyla Gözlemevi ve “aktivistler” içeriğiyle oynanmış rakamlar aktarıyor, Batı medyası bu raporları sorgulamadan aktarıyor ve BM, sadece muhalefet ve aktivist kaynaklarına dayanarak raporlar sunuyor. Aralık 2011 tarihli BM İnsan Hakları Komisyonu raporu, sadece 233 varsayılan “ordu kaçağı” ile yapılan röportajlara dayanıyordu; benzeri şekilde, Suriye hükümetini insanlığa karşı suç işlemekle itham eden ilk BM raporu “kurbanlar ve şahitler” ile yapılan 369 röportaja dayanıyordu. BM İnsan Hakları Yüksek Komisyonu Ofisi sözcüsü, “kimisi özel olarak isim veren kurbanlar ve sığınmacılardan kanıt” edinirken, BM'nin “isimleri çaprazlama kontrol eden bir konumda olmadığını ve hiçbir zaman da olmayacağını” söyledi ve “Listeler belli – sorun, bunların doğruluğunu teyit edip edemeyeceğimiz” dedi.

İngiltere'nin kamusal yayın kuruluşu Channel 4, “Suriye medya devrimine” liderlik ettiklerini iddia ettiği Suriyeli “video gazetecilerinin” davasını destekledi. Kanalın dış işler muhabiri Jonathan Miller şunları yazdı: "Tüm haberlerin tarihleri satırlanıyor; tam yer ve tarih tek başına raporun doğruluğunu tasdik etmiyor, fakat aynı saldırının başka bir yerden filme alınmış, başka yerlerden gelen haberlerle birleştiğinde, haberler birbirini doğrulamış oluyor.” Kanal, “gerçeği” abartan aktivistlerle – “olayları abartmak anlamına gelse de” – yapılan bir belgeseli bile yayınladı.

Suriye çatışmasının ilk aylarında, şimdi meşhur olan Danny ve Halid Ebu Salah gibi aktivistlerle Batı medyasında düzenli olarak röportaj yapılıyordu. Bu, Suriye ordusunun Humus'a operasyon düzenledikten sonra bulduğu görüntülerin onlara, başka şeylerin yanında, röportajlar için çocuk “kurbanlar” hazırlandığını gösterinceye ve “tanık ifadeleri” tüm güvenilirliğini yitirene kadar devam etti. Beyrut'tan aktaran New York Times muhabiri Neil MacFarquhar, haberlerini neredeyse sadece, “Skype üzerinden konuşan aktivistler” ve “YouTube'a konulmuş videolar” üzerinden hazırlıyor.

İngiliz Daily Mail tarafından şu ana kadarki “en korkunç video” olarak tanımlanan ve bir muhalefet üyesinin “canlı canlı gömüldüğünü” gösteren bir YouTube görüntüsünün çok büyük bir ihtimalle sahte olduğu ortaya çıktı. İngiliz yayın kuruluşunun 2003 yılında Irak'ta çekilmiş olan ve yüzlerce ceset torbasının bulunduğu bir fotoğrafın 3 hafta önce El Hula katliamı hikayesi için kullanılmasından daha fazla açıklayıcı olan, altına konulan yazıydı: “Bir aktivistten gelen fotoğraf. Bu fotoğrafın – bağımsız olarak teyit edilememekle birlikte – Hula'da gömülmeyi bekleyen çocuklara ait olduğuna inanılıyor.”

Ancak aktivist kaynaklı videolar ve ifadeler, ana akım medyadaki sorgulanmayan haberlerin temelini teşkil etmeye devam ediyor: örneğin Hula katliamının ardından The Guardian, birinci sayfadan bir hikayeye yer verdi – o tarihte ayrıldığı aktarılan bir ordu kaçağından gelen, “en önemli tanıklıklardan biri” idi bu. Adam, devamlı ateş olmasına rağmen evinin 300 metre ilerisinde katliamı görmüş ve duymuştu. “Şebbiha olduğunu bildiği” adamların otomobiller, motorsikletler ve askeri kamyonlarla Taldus köyüne doğru sürdüğünü ve “Yaşasın Şebbiha, sana fedayız Esad” diye bağırdığını iddia ediyordu.

Burada Suriye güvenlik güçlerinin ve Suriye hükümetinin destekçilerinin ihlaller ve cinayetler işlemediğini iddia etmiyoruz, kendileri de bunun gerçek olduğunu kabul ettiler. Kısa süre önce ABD ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski, “Beni vahşeti ve insanları bıçaklamayı savunan bir konuma koymayın” dedi ve ekledi: “Dürüstçe söylemek gerekirse, mesele bu değildir. Böyle şeylerin olduğunu biliyoruz, ve gerçekten de korkunç. Fakat müdahale etmediğimiz pek çok başka ülkede bunların çok daha büyük çaplıları yaşandı.”

Tanık olduğumuz şey, yeni bir savaş kuşağıdır – gerçekte propaganda olan şeyin kullanılmasıyla, rejim değişikliği için ezici kamuoyu desteği sağlamak üzere konsensüse dayalı bir bilinç yaratmanın amaçlandığı bir bilgi savaşı.

The Guardian, (önde gelen bir Amerikan dış politika dergisi tarafından “bombalamak ya da işgal etmek istemedikleri bir ülkeyi nadiren bulan üç amigo”dan biri olarak tanımlanan) Senatör McCain'in altında kalmamak üzere, Mart ayında kendi ağzından şunları yazdı: "Eğer Guardian okurlarının barışsever bir topluluk olduğunu düşünüyorsanız, bunun üzerine yeniden düşünün. Online bir ankette okuyucuların %83'ten fazlası [13,200 oy], John McCain'in Suriye'ye hava saldırısı düzenleme çağrısını destekledi."

The Guardian, saf propagandanın parçası olarak Şebbihaları – röportaj yaptığı “göstericilere göre” – “müdahale etmek için bir bahane arayan” ve protestolara ateş açan “sade haki giyimli, hafif makineli tüfekli adamlar ve çocuklardan oluşan büyük gruplar” olarak tanımlarken, bölgede bulunan bir Avrupalı diplomat bana, gerçekte Şebbihaların kim olduğunun açık olmadığını, hatta gerçekten var olup olmadıklarının bile kesin olmadığını söyledi.

Diplomat bana, BM gözlemcilerinin isyancılar tarafından bloke edilen bir tali yolu incelerken aktivistler tarafından videoya çekildiği bir anı anlattı; arkasından bu video uluslararası haberlerde, kazılmış alanda cesetler olduğu ve BM gözlemcilerin cesetlerin çıkarılmasını izlediği şeklinde gösterildi, gerçekte ise yol boyu uzanan bir hendekten başka herhangi bir şey kayda alınmamıştı.

Rejim değişikliği için bir örtü olan bu bilgi savaşının temel bileşenlerinden biri insan hakları. Suriye'deki olaylara tek yanlı olarak yaklaşan Uluslararası Af Örgütü veya İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi kuruluşlar, bilerek veya bilmeyerek, Suriye'ye dönük bu bilgi savaşının entegre bir parçası olarak kullanılıyorlar.

İsyancıların işlediği hak ihlalleri, işkence ve cinayetler hakkında tek tük raporlar yayınlasalar da, Suriye'deki çatışmayı ağıt yakarak, John Bolton ve McCain'in "Neden dünya hiçbir şey yapmıyor?" çizgisinde, tek taraflı bir saldırganlar ve kurbanlar vakası olarak sunuyorlar. Örneğin Uluslararası Af Örgütü'nün “Gözler Suriye'de” sitesinde, sadece, “güvenlik güçlerinin, ordunun ve hükümet yanlısı silahlı çetelerin yaptığı işkence ve kötü muamelenin boyutu”, “reform yanlısı” Suriyelilere yapılan tacizler ve hükümet karakollarındaki ölümler hakkında belgelere yer veriliyor.

Bu durumun önemli bir istisnası, insani desteğin askerileştirilmesini devamlı olarak eleştiren Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) oldu. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan  “insani koridor” çağrısı yaptığı zaman, ICRC kaçınılmaz olarak bu bölgelerin güçlendirilmesi için asker gönderilmesini gerektirecek böyle bir hareketi açıkça eleştirdi.
Savaşta propagandanın bir araç olarak kullanılması yeni değildir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere'de "otobüslerde ve halka açık yerlerde yüksek sesle bahsedilen… münferit bir vahşet anı değil… genel bir pratik olarak… elleri kesilen… süngüye takılan bebekler”den söz edilirken, bir Parlamento üyesi “Parlamento'da alışılageldik bahaneler… tek kanıtları ‘tanıklar tarafından görülmüş' olması” diye yazmıştı.

Suriye'yle ilgili yayınlarda gördüklerimiz, 2003'ü çağrıştırıyor – Batı hükümetleri ve Batı medyası, Batı'da sürgünde yaşayanların iddialarını bir bakışta kabul ediyor. Eski bir ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı yetkilisi olan ve şimdi Washington'deki Georgetown Üniversitesi'nde ders veren Paul Pillar, Suriye muhalefetinin neo-con tarzı silahlandırılması için “bu, Bush'u Irak savaşına götüren yeni-muhafazakâr düşüncenin devamıdır. Sonuçlar hakkında düşünceli analizlerin yerini yine hayaller alıyor” diyor.

Savaşın geleceğini tanımlamakla görevli ABD Kurmay Başkanı Yardımcısı, 1997'de “bilgi efendileri ve bilgi kurbanları arasındaki çatışma” tanımını yapmış ve “Biz bilgi savaşının efendileriyiz… biz senaryoyu yazıyoruz” diye yazmıştı. "Bilgi akışını yönetemeyen toplumlar rekabetçi de olamazlar… Mücadelenin koşullarını stratejiden ziyade duygular oluşturur” diye de devam etmişti. Böylesi bir saldırı karşısında, Suriye hükümetinin kendisini savunmak için yapabileceği az şey var – Esad şimdiden, Suriye'nin Batı'ya karşı medya savaşını kazanamayacağını söyledi.

Suriye mezhepçi savaşın bir sonraki ve daha şiddetli aşamasına geçerken, SUK/ÖSO ve onların yabancı destekçileri ABD'den gelen olası ağır silah girişlerini arttırırken ve bu daha şiddetli saldırılara yol açarken, Suriye hükümeti (Cumhuriyet Muhafızları ve Suriye Ordusu'nun güçlü 4. Bölüğü hâlâ yedekte tutulmaktadır) “tüm silahlı grupların” üzerine gitmeye başlarken, ana akım medyadaki “haçlılar”ın Suriye hükümetini “vahşet”le – katliamlar, çocukların canlı kalkan olarak kullanılması, Suriye hükümetinin çökmesinin an meselesi olduğu iddiaları, vs. – itham etmesini bekleyebiliriz.

Fakat orada rekabet halindeki iki anlatı olduğunu bilmemiz gerekir. Yakın zamanda BBC “muhalefet tarafından yüklenen video… sahadaki hikayeye ışık tutabilir… hikâyeler hiçbir zaman siyah ve beyaz değildir – çoğu zaman grinin tonlarını taşırlar” kabulünde bulundu. Channel 4'ten Alex Thomson ise Özgür Suriye Ordusu tarafından kaçırılıp ardından ellerinden kaçtıktan sonra, yaşadıkları ona “Bir anlığına bile, benim El Kuseyr'deki isyancılarla yaşadığım deneyimin bir seferlik bir olay olduğunu düşünmeyin" dedirtmiş ve eklemişti: “Suriye'nin isyancıların elindeki bölgelerinde neler olduğunu öğrenmeye çalışırken bu deneyimi başka kimler yaşamış olabilir diye düşündürüyor.”   Mitlerle tamamlanan anlatı, şimdi sabit bir sanal gerçeklik yarattı.

Çatışmayla geçen on altı ay, Suriye bağlamında “grinin tonlarının” olduğunun anlaşılması için fazla geç: 16 ay boyunca The Guardian, Channel 4, BBC ve diğerleri çatışmayı, büyük ölçüde düzmece “kanıt”larla, tam da siyah ve beyaz olarak sundular ve bu şimdi insanlar tarafından giderek artan oranda sorgulanıyor. Peter Oborne, birkaç ay önce The Daily Telegraph'ta çıkan bir yazısında çatışmayı rejim ve “halk” arasındaki bir mücadele olarak sunan İngiliz Başbakanı David Cameron'un "ya az bilgi aldığını ya da tehlikeli bir şekilde İngiliz kamuoyunu kasten kandırmaya yaklaştığını” yazdı.

Tekfirci cihadçıların ve onların destekçilerinin krizi tanımlamasına ve yönetmesine izin verildi. Kriz şimdi simgesini araç bombalamaları, cinayetler, sakatlamalar ve barbarlıklarda buluyor. Muhalefet yelpazesinin aşırı ucunun güçlenmesi – her ne kadar azınlık olsa da – orta çizgidekileri – ki bunlar iç muhalefetin en büyük kesimidir – susturdu ve kenarı itti. İç muhalefetin temel liderlerinden birisi kısa süre önce Çatışmalar Forumu'nda, başka liderler gibi kendisini de Selefiler tarafından öldürülen yakın akrabaları olduğunu söyledi. Bölgedeki önde gelen bağımız gazetelerden El Ahbar'ın kısa süre önce yazdığına göre içerideki muhalefet, iki istenmeyen arasında iç açıcı olmayan bir seçim yapması gerektiğini anlıyor: ya, şu anda gerçekleştirilebilir olmayan bir diyalog ya da Suriye'nin çöküşü.  

Kendi kendini “Suriye'nin Dostları” olarak atayanlar, savaş silahları, sözler ve ideolojiyle, BM Güvenlik Konseyi'nin etrafında parmak uçlarıyla yürümek ve son girişimini Annan misyonunun yaptığı, Suriye içi siyasal diyalog ve çatışmaya müzakereli çözüm bulma yönündeki tüm girişimlerin altını oymak için elinden geleni yaptı. Suriye'ye karşı Batı/Suudi/Katar "kirli savaş"ı, kendileri için savaşacak ve öldürecek insan bulmaya olduğu kadar, (dez)enformasyon kampanyasına da dayanıyor.  

Niyeti apaçık bir şekilde Clinton'un, Rusya'nın Suriye'ye saldırı helikopterleri tedarik ettiği iddiasıyla yaptığı “vuruş”, bir hayli yol aldı – ABD Kongresi, İngiliz hükümeti ve ana akım medya hizaya geçerek eylem çağrısı yaptı. Senato Silahlı Hizmetler Komitesi'nin bir üyesi ABD Savunma Bakanlığı'na yazdığı yazıda Rusya'nın devlet silah firmasını “Suriye'de kitle katliamlarının faili” olarak tanımladı ve İngiliz hükümetinin acil durum güvenlik komitesi Cobra, birkaç kez toplandı.

Ancak New York Times'ın “Obama yönetiminin Rusya tarafından Suriye hükümetine verilen desteğe en sert eleştiri” olarak tanımladığı şey, önde gelen bir Savunma Bakanlığı yetkilisine göre Clinton'un hikayesinin üzerine konulmuş, dolayısıyla “Rusları zor bir konumda bırakacak” “küçük bir vuruş” idi. Rusya'daki rutin faaliyetinden dönen Times'ın verdiği bilgiye göre ise bahsi geçen, “marjinal askeri kullanım”a yönelik üç helikopterdi.

Kendileri bakımından ana akım medya, kurbanlarının her zaman olduğu gibi siviller olduğu mezhep savaşına doğru kayışta belli bir sorumluluk taşıyor. Nitekim medyanın kurban ve zalim kavramlaştırması, müzakere sahasını ortadan kaldırdı. Lavrov şu ikazda bulundu:  "Ya etkisi bulunan herkesi müzakere masasında toplarız ya da bir kez daha, utanmadan her şeyin rejimin hatası olduğunu, geri kalan herkesin melek olduğunu ve bu yüzden de rejimin değişmesi gerektiğini söyleyen ideolojiyle karşı karşıya kalırız.”

Lavrov ayrıca şu tavsiyede de bulundu: “Suriye krizinin çözülme biçimi, yarın da dünyada önemli bir rol oynayacaktır; dünya ya BM Sözleşmesi'ne dayanan bir yer, ya da güçlü olanın haklı olduğu bir yer olacaktır.”  

Aisling Byrne, Çatışmalar Forumu'nda proje koordinatörüdür ve Beyrut'ta yaşamaktadır.

Çev: Selim Sezer

medyasafak.com