Rusya Müslümanlarının Durumundan Yakınma / Suriye’yi Savunmak Direnişi Savunmaktır

Rusya Müslümanlarının Durumundan Yakınma / Suriye’yi Savunmak Direnişi Savunmaktır
Aralarında Avrasyacılık akımının baş teorisyeni Aleksander Dugin’in de bulunduğu Rusyalı bir grup önemli toplumsal ve politik şahsiyet, Raja News Haber Ajansını ziyaret ederek yetkililer ile görüştüler. Medyasafak olarak bu söyleşinin tercümesini sunuyoruz.
Rusya Müslümanlarının Durumundan Yakınma / İran Karşısında Putin’in Stratejik Değişimden Başka Çaresi Yoktur / Suriye’yi Savunmak Direnişi Savunmaktır

 

Aralarında Avrasyacılık akımının baş teorisyeni Aleksander Dugin’in de bulunduğu Rusyalı bir grup önemli toplumsal ve politik şahsiyet, Raja News Haber Ajansını ziyaret ederek yetkililer ile görüştüler. Basın toplantısı şeklinde ve İran Teleks sitesinin işbirliği ile gerçekleşen bu görüşmede Rusyalı konuklar Raja News muhabirinin sorularını yanıtladılar.

Raja News’te gerçekleşen bu oturuma Rusya’daki İran Muasır Araştırmalar Merkezi Müdürü Recep Seferof, filozof ve Rusya Asya (Avrasya) hareketi lideri Aleksander Dugin, Rusya İslami Komite Başkanı ve Uluslararası Birlik Hareketinin kurucusu Haydar Cemal ile Çağdaş Dünyada Siyaset, Din ve Siyasi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Maxim Shevchenko katıldı. Söz konusu oturumda Suriye sularındaki Rus askeri varlığı, Putin hükümetinin İran’ın küresel etkisine bakışı, İran halkının Rus yetkililere itimat etmeyişinin nedenleri, Rusya’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki hile iddiaları, Putin ile Medvedev hükümetleri arasındaki farklılıklar ve Rusya’da Müslümanların vaziyetleri ele alındı.

Aşağıda bu basın toplantısının tam metnini sunuyoruz.

Öncelikle Raja News’e geldiğiniz için teşekkür ederiz. İlk sorumuza geçelim. Sayın Haydar Cemali, Rusya İslami Komite’deki sorumluluğunuza binaen ülkedeki dindarların vaziyeti ve özellikle Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Rusya’da İslam dinine yaklaşımın nasıl olduğunu bize kısaca anlatabilir misiniz?

Haydar Cemal: Öncelikle Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, Komünist Rusya’daki ikinci sınıf yetkililer özelleştirmeyle birlikte yönetime geldiler. Bunlar liberal ve Batı eğilimli insanlardı ve İsrail ile çok güçlü irtibatları vardı.

Yeltsin döneminde yeni Rusya’nın yönetici sınıfı arasında İslam’a karşı şiddetli bir husumet oluştu. 1990’dan 2000 yılına kadar etkili olan ve akıllarda kalan en önemli olay Çeçen Cumhuriyetinde vuku bulan ilk savaştı. İlk Çeçen savaşında Rusya’da ve bilhassa Moskova’da yaşayan ve ticaretle uğraşan Kafkas asıllı halklar şiddetli bir şekilde baskı altında tutuldular. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından yirmi yıl sonra akıllarda kalan ikinci olay da yine Çeçenistan’da vuku bulan ikinci Çeçen savaşıydı. 11 Eylül olayından sonra Müslümanlara yapılan baskılar arttı ve ikinci Çeçen savaşından ötürü Putin Batı’nın antiterör koalisyonuna Rusya’nın da katılacağını söyledi.

O günden sonra federal hükümetlerin Müslümanlarla çatışmaları arttı ve Müslümanların durumları her gün biraz daha kötüleşti. Mahalli yetkililer kendi bölgelerindeki Müslümanlara karşı savaş açtılar ve sahte belgelere binaen Müslümanlara bazı suçlar isnat etmeye çalıştılar. Yani Müslümanları sahte belgeler aleyhlerinde yazılacak ortamlara sokmaya çalıştılar. Bu da mahalli mahkemelerin başıboş hareket etmelerinin bir sonucuydu.

Genel bir şekilde Rusya’daki Müslümanların durumu çok kötü, hatta Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasında en kötü duruma sahip olduklarını bile söyleyebiliriz.

Acaba din karşıtı olan Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Rusya’da İslam’a yönelimde her hangi bir artış oldu mu? Tabii sorum halk bazında. Yani Rusya halkı komünist devletin baskılarından kurtulduktan sonra İslam’a ne kadar yöneldiler?

Haydar Cemal: Öncelikle İslam’a yönelim hakkında şunları söylemem gerekir. Aslında bugün İslam hakkında çok kötü bir algı oluşturulmak istenmektedir. Yani İslam’ı çok kötü bir din gibi göstermek istiyorlar. Ülkenin resmi dini unvanıyla Ortodoks Hıristiyanlık etkin bir şekilde halka sunulmaktadır ki bu da halk üzerinde makûs etkide bulunabilir.

Genel bir şekilde komünist dönemin zihniyeti güçlü bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Halk bazında da Satanizm gibi farklı ve yeni dinler ortaya çıktı ve İslam gibi dinlerin tebliğ edilmemeleri için çok etkin bir şekilde medyada propagandalar yapıyorlardı. Tabii bu gibi şeyler şu anda yoktur. Ama 1990’da sihirbazlar, büyücüler televizyonlara çıkıp halkı bu gibi hurafelere davet ediyorlardı. Ancak her şeye rağmen Rusya’da daimi bir İslam’a yöneliş görüyorduk.

Sayın Seferof, Rusya’da yapılan son seçimlerde Putin’in tekrar Cumhurbaşkanlığına seçildiğine şahit olduk. Bu, uluslararası alanda bilhassa Ortadoğu’da vuku bulan çok önemli olayların olduğu bir zamana denk geldi. Birçok kişi bu olayların Rusya ile Batı arasındaki soğuk savaşı kızıştırdığını söylemektedir. Nitekim Libya olaylarında buna şahit olduk ve bugün de Suriye krizinde buna şahitlik etmekteyiz. Size göre Putin’in seçilmesi bu gerginliği daha da artıracak mıdır? Ve bu ayrışmada uluslararası yeni bir bloğun çıkmasını bekleyebilir miyiz? Tabii bunun soğuk savaş yıllarındaki gibi bir şey olacağını söylemek istemiyoruz. Ancak yeni bir oluşumla Batı karşısında yeni bir güç bloğu oluşabilir mi?

Seferof: Ben yeni bir seçenek unvanıyla Sayın Putin’in güdeceği politikaların Medvedev politikalarından farklı olacağına inanıyorum. Eğer Putin, Medvedev’in politikalarını devam ettirirse Rus toplumu istikrarsızlaşır. Buna ilave olarak kesinlikle Rusya’da ciddi karışıklıklar ortaya çıkar.

Bu yüzden Putin başka bir siyaset gütmek zorundadır. Bu yeni siyasetinde de stratejik bir ortağa ihtiyacı vardır. Putin buna binaen “Avrasya Topluluğu” düşüncesini ortaya attı ve bu oluşumda yer alması için farklı ülkelere öneride bulundu.

Tabii Rusya’da bu düşünceler hakkında tartışmalar olmadı. Putin ve siyasetlerini icra etmeye çalışan yakınları ile danışmanları bu konu hakkında henüz ciddi bir şekilde görüş belirmemişlerdir. Kuşkusuz bu Avrasya Topluluğunun asıl unsurlarından biri İran olacaktır. Çin çok büyük bir potansiyeli olduğundan bu topluluğun üyesi olamaz. Hindistan da Batıcı ve Amerikacıdır ve hiçbir zaman bu gibi meselelerde Rusya’ya özel bir temayülde bulunmamıştır. Afganistan’ın kendine has bir görüşü yoktur ve eğer varsa da bu da Amerika etkisindeki bir görüştür. Pakistan da zan altındadır ve orada bir gelecek yoktur ve siyasi güçlerin vaziyetinin ne olacağı belli değildir.

Bu alanda kendisine has potansiyeli olan, bağımsız politikalar güden, hiç kimseye bağlı olmayan, büyük enerji kaynaklarına sahip olan ve dış politikasında bağımsız hareket eden tek ülke İran İslam Cumhuriyeti’dir.

Aslında Putin Rusya’nın uluslararası konum ve rolünün artması için çabalamakta ve bölgesel sorunların çözümünde etkin bir şekilde yer almak istemektedir. Bu yüzden İran İslam Cumhuriyeti ile etkin bir işbirliğine gitmek zorundadır.

Şanghay Zirvesi’nden ve Sayın Ahmedi Nejad’ın işbaşına gelmesinden sonra İran ile Rusya arasındaki ilişkiler ciddi bir şekilde gelişti. Her ne kadar birçok kişi İran’ın Şanghay Zirvesi’ne katılmasının bir birliğin oluşmasına vesile olacağını düşünüyorlardıysa da Medvedev’in Batı eğilimli politikaları bu süreci başarısız kıldı. Rusya’nın İran’la ilişkilerinde düştüğü bu hatanın tekrarlanacağını düşünüyor musunuz?

Seferof: Eğer İran, Şanghay İşbirliği Örgütünün tam üyesi olsaydı bu örgüt BM ve AB’den sonra dünyanın en büyük üçüncü kurumuna dönüşecekti. İran’ın sahip olduğu potansiyel ve büyük enerji kaynakları göz önünde bulundurulduğu zaman, uluslararası sorunların çözümünde çok büyük etkisi olacağı kolayca anlaşılır. Bununla birlikte eğer İran bu örgütün üyesi olsaydı bugün bu ülkenin etrafında oluşan karışıklıklar muhtemelen mevcut olmayacaktı.

İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütüne katılmasını istemeyen Batı idi. Bunlar İran’ı örgüte kabul etmemesi için Rusya ve Kazakistan’a baskı yaptılar. Zira İran’ın Orta Asya ile ekonomik işbirliğinin olmasını istemiyor ve İran’ın ekonomik etkisinin bölge ile sınırlı kalmasını arzu ediyorlardı. Tabii bu hususta Çin ve Rusya’nın işleri de etkisiz değildi. Şanghay İşbirliği İran’ın Rusya ve Çin nükleer şemsiyesi altına girmesine ve Amerika’nın baskılarının azalmasına neden olacaktı.

Sayın Shevchenko, Rusya’nın savaş gemilerini Suriye’nin Tartus limanına gönderdiğini işittik. Keza Birleşmiş Milletlerde Suriye dosyası hakkındaki tartışmalarda Rusya birkaç kez Beşşar Esad yönetimini savunmak amacıyla veto hakkını kullandı. Öncelikle Rusya’nın Suriye’yi destekleme nedeni nedir? İkincisi bir taraftan Batı, Amerika, Arap ülkeleri ve Türkiye Suriye aleyhinde çalışmakta bir taraftan da Çin, Rusya ve İran Beşşar Esad yönetimini desteklemektedir. Bunları göz önünde bulundurduğunuzda size göre Suriye krizindeki beklentiler nelerdir?

Shevchenko: Her halükarda Rusya’nın Tartus limanına gönderdiği bir savaş gemisidir. Rusya’nın hâkim elit sınıfı Beşşar Esad’ın ülkeden kovulmasının -ki bu ancak zorla olacak bir şeydir- Rusya’nın dünya gündemini belirleyen ülkeler listesinden adının silinmesi anlamına geleceğini çok iyi bilmektedirler. Bu pragmatik korkudan ötürü küresel politikalar alanında ağırlığını hissettirebilmek amacıyla Rusya Suriye’yi savunmaktadır. Yoksa Rusya; İran, Hizbullah hareketi ve Suriye halkının dertleriyle dertlendiği için Suriye’yi savunmamaktadır.

Rusya’nın hâkim elit sınıfı İslam’ı tanımamakla beraber İslam’dan da korkmakta ve bundan nefret etmektedirler. İslam dünyasının korkunç bir dünya olduğu algısına sahiptirler. Hatta 10. yüzyılda yaşayan Frenkler bile İslam ve İslam dünyasını bugün Rusya’da yönetimde bulunan kimselerden daha fazla tanıyorlardı.

Sorunuzun ikinci kısmına gelince kısaca Suriye’deki vaziyet hakkında bir açıklama yapmalıyım. Bize daima Suriye meselesinin pragmatik bir mesele olduğu söylenmektedir. Yani kavga petrol ve gaz boru hatları ile transit geçiş yolları hakkındadır. Biz bu vesileyle etki alanımızı genişletebiliriz diyorlar (kastettiğim Ortadoğu’da İran, Rusya veya AB’dir). Konunun bu şekilde gündeme getirilmesinin kabul edilemeyecek kadar maddi ve yüzeysel olduğuna inanıyorum.

Bana göre biz Suriye ile ilgili meseleleri Kudüs ve mukaddes toprakların kurtuluşu için mücadele doğrultusunda incelemeliyiz. Yani bu mücadele Kudüs ve Kudüs’ün mukaddesatları içindir ki Suriye’deki olayların çıkmasına neden olmuştur. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve hatta Yahudiler bile bu hususta Allah Teâlâ’nın farklı dinlerde ilan ettiği hakikatleri kabul etmeye hazırdırlar.

Ben Filistinlilerin ister Müslüman olsun ister Hıristiyan olsun ülkelerinden ve topraklarından mahrum ve sürgün edilmiş bir topluluk olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla Filistin’i ve Filistinli hareketleri savunmak için Suriye’nin var olması gerekir. Ben Suriye hakkında bundan başka bir şey tasavvur edemiyorum.

Suriye’nin Filistinli hareketleri savunabilmesi ve mukaddes topraklar için mücadele etmesi Suriye’nin bütünlüğünü korumasına bağlıdır. Bu açıdan bakıldığı zaman Türkiye devleti ve Erdoğan her ne kadar Filistinlilerin yanında olduklarını iddia edip Gazze’ye yardım gemisi de gönderseler aslında Hizbullah ve Filistinlilerin Siyonistlerle mücadele için oluşturdukları tribünü ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Türkiye’nin bu girişimlerinin İslam, Hıristiyanlık ve adaletle birlikte Filistinli hareketlerin mücadelesiyle de düşmanlık olduğunu söyleyebilirim. Bu düşünce radikal bir düşünceye benzeyebilir ama maalesef bir gerçektir.

Sayın Dugin Rusya’da yapılan son iki seçimlerde bazı partilerin seçimlerin yapılış şekline itirazlarına şahit olduk. Amerika elçisinin bu itirazları yönlendirdiğine ve bunları devrime dönüştürme gayreti içinde olduğuna dair bazı haberler elimize ulaştı. Rusya’daki siyasi aktivistlerden biri unvanıyla bu olayın gerçekliğini bize anlatabilir misiniz? Acaba gerçekten meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hile oldu mu?

Dugin: Ben asla demokratik bir düzen taraftarı değilim. Bu yüzden seçimlerde hilenin yapılıp yapılmaması benim için hiç de önemli değildir. Şunu kesin bir şekilde söyleyebilirim ki Rusya’da seçimlerden ötürü yapılan bütün protestolar Amerikalılar ve onların Rusya’daki siyasetlerinin takipçileri tarafında yönlendirilen etkinliklerdi. Bunlar Amerika’nın Rusya’daki nüfuzunun artması peşindeydiler. Bunlar için seçimlerde hilenin yapılması veya yapılmamasının bir önemi yoktu.

Amerikalılar Irak’ta bir milyona yakın sivili öldürdüler. Bu meselenin onlar için bir önemi yoktur. Eğer birileri Amerika ve İsraillilere bir tokat atarsa onlar bu kişi aleyhinde her türlü girişimde bulunur ve dünya kamuoyunu onun aleyhinde ayaklandırırlar. Medya gruplarının bu husustaki bütün haberleri yalandı. Tabii bu, Rus yetkililerinin bütün gerçekleri söyledikleri anlamında değildir.

Bu yüzden mesele hakikatin nerede olduğu meselesi değildir. Hakikati biz kendimiz oluştururuz. Eğer Rusya’nın güçlü ve bağımsız ülke olması gerektiğine inanırsak her şeyin normal olduğunu söyleyebiliriz. Eğer buna muhalif olursak, Rusya’nın düşmanlarının menfaatleri için çalışmış oluruz. Burada artık kimin haklı ve kimin günahkâr olduğu önemli değildir.

Sayın Seferof son yıllarda Rusya’da meydana gelen bazı değişimlerden ve Rus yetkililerinin çalışmalarından ötürü İran’da Rus devlet yetkililerine karşı bir tür güvensizlik oluşmuştur. Buşehr Nükleer Santrali macerası, bunun geç faaliyete girmesi, S-300 füzelerinin geç teslimi, BM’deki İran karşıtı dört taslağa olumlu oy vermesi… Bunun nedenlerinden sadece bir kaçıdır. İşbaşına gelecek yeni hükümette de güvensizliğe neden olan bu gibi şeyler devam edecek mi yoksa yeni politikalar mı benimsenecektir? Örneğin S-300 füzeleri İran’a teslim edilecek mi?

Seferof: Buşehr Nükleer Santralinin geç faaliyete girmesi veya füzelerin geç teslim edilmesi yüzünden İran halkı Rusya’ya karşı güvenlerine yitirmedi. Bilakis Rusya’nın İran aleyhindeki dört ambargo kararına olumlu oy vermesi yüzünden İranlılar Rusya’ya olan güvenlerini yitirdiler.

Maalesef Putin döneminde Rusya İran’ı kullanabileceği bir kart olarak görüyordu. İhtiyaç duyduğunda bu kartı masaya koyuyor ve lazım olmadığı zaman da alıp cebine koyuyordu. Batılılar Rusya’yı mevcut sorunlarıyla kabul etmeye ve hatta sorunlarını çözme konusunda Rusya’ya yardım etmeye bile hazırdılar. Bunun karşılığında sadece İran meselesinde kendileriyle birlikte hareket etmesini ve bu uğurda İran’ı kurban etmesini istiyorlardı.

Rusya bunu yaptı ama karşılığında Batılılardan hiçbir şey de alamadı. Aslında Batılılar bu işleriyle Rusya’yı kandırdılar. Örneğin Rusya füze radar sisteminin Avrupa’da kurulmasını istemiyordu. Ancak Avrupalılar Rusya’nın isteğini yerine getirmediler. Batılılar son ana kadar Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütüne üye olmasını ertelediler. Batılılar Amerika’nın ihtiyaç duyduğu bütün konularda Rusya’nın Amerika’nın politikalarına tabi olmasını istiyorlardı. Ancak bunun karşılığında Rusya’ya hiçbir şey vermediler ve nihayetinde bu uğurda Rusya birçok şeyden mahrum oldu.

Rusya’nın aydın toplumunda; İran’a vurulacak her darbenin ve İran’daki sistemi değiştirmek için yapılan her girişimin büyük sonuçları olacağı ve ilk aşamada Rusya’nın stratejik menfaatlerinin tehlikeye gireceği ve hatta Rusya’nın milli güvenliğinin bile tehlike altında olacağı düşüncesi oluşmaktadır.

Son olarak şunu söyleyebilirim; bu davranışlardan ötürü İranlılar Rusya’ya güvenlerini kaybettiler. Bunun da Rus halkıyla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece devlet yetkililerinin aldığı kararlardır. Ruslar Rus yetkililerinin İran’a karşı adil olmayan politikalar güttüğüne inanmaktadır. Bunlara adil olmayan politikalar demek de doğru değildir. Bilakis salt hatalardır. Ruslar İran halkının yanındadır.

Acaba bu yaklaşım Putin’in gelecek hükümetinde de devam edecek midir?

Seferof: Putin’in devletin istikrarını korumayı garanti edecek yeni siyasi yaklaşımlarının olması gerekir. Bu alanda başka bir seçeneği yok.

Raja News’i ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz.

   

Sedat Baran tarafından medyasafak.com için çevrildi.