Suriye’de Ayaklanma: Batı’ya Meydan Okumanın Bedeli

Suriye’de Ayaklanma: Batı’ya Meydan Okumanın Bedeli
"Suriye’nin direnci, İran’la savaşı süresiz olarak ertelemek de dâhil olmak üzere, Batı’nın Ortadoğu çapındaki hegemonyasını yeniden tesis etmeyi amaçlayan tasarımları ertelemiş ve hatta rafa kaldırmış olabilir."

Tony Cartalucci


Press TV



Haaretz gazetesi kısa süre önce, Brooking Institution'ın “Hangi Yol İran'a Gider?” raporunun – İran'ı zayıflatma ve yıkma planının – gerçekten de uygulamaya konduğunun ve Suriye'de şu anda yaşanan çatışmanın Suriye ve İran'ın Batı'ya meydan okumasının ve Tahran'a öldürücü darbe olacak şeyi engellemesinin doğrudan bir sonucu olduğunu doğrulayan, istisnai derecede açıklayıcı bir makale yayınladı.


Makale, “Esad'ın İsrailli dostu” başlığını taşıyor ve ilk bakışta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı bir şekilde İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile müttefik olarak betimleme amaçlı beceriksiz bir girişim görüntüsü veriyor. Ancak gerçekte İsrail'in, Brooking Institution'un “Hangi Yol İran'a Gider?” raporunda sunulan stratejileri kelimesi kelimesine uygulamaya çalıştığını açığa çıkarıyor. Raporda İsrail'in, bir ABD-İsrail saldırısı ve bunu ardından Tahran'la yaşanacak bir savaş öncesinde Suriye'yi İran'dan ayırması gerektiği söyleniyordu. 

Suriye elbette tuzağa düşmedi ve bunun sonucu olarak ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve onların bölgesel müttefiklerinin yürüttüğü yıkıcı, kinci bir vekâlet savaşı saldırısına saplandı.


Haaretz makalesi özel olarak şunları belirtiyor: 

“Netanyahu, Esad'a yaklaşırken bir dizi gerekçeye sahipti. Öncelikle Suriye ve İran arasına biraz mesafe koymak istiyordu, böylelikle Şam'ın, Natanz ve Fordow'daki İran nükleer tesislerine bir İsrail saldırısı gerçekleşmesi durumunda tarafsız kalmasını umuyordu. 

İkinci olarak, İsrail'in Türkiye'yle ve daha sonra Mısır'la olan ittifaklarını kaybetmesi ve beraberinde güneyde bozulan güvenlik durumunu anlaması, Kudüs'ün dikkatini kuzey sınırlarına yöneltti.   

Üçüncü gerekçe Hizbullah'ı zayıflatmak, dördüncüsü ise Suriyeli isyancıların gerçekte El Kaide üyeleri olduğu ve Esad rejiminin düşmesinin Suriye'yi düşman bir İslam devletine çevireceği kaygılarını sunmaktı.” 

Elbette, Haaretz sözde "Suriyeli isyancıların" gerçekte habis El Kaideci teröristler olduğunu ve Batı'nın uzun süredir sattığı söylemin aksine Suriye'de “özgürlük” veya “demokrasi”ye benzer herhangi bir şey kurma niyetlerinin olmadığını kabul ederken, İsrail gerçekte terörist orduyu ilk sıraya çıkaran üç büyük komplocudan biridir.

Pulitzer ödüllü Seymour Hersh'in 2007'de yayınlanan “Yeni Yönelim: Yönetim'in yeni politikası terörizmle savaşta düşmanlarımızdan mı faydalanıyor” başlıklı New Yorker makalesinde İsrail, İran'ı ve bölgesel müttefiklerini yıkma amacıyla mezhepçi aşırıcılara yardım gönderen sinsi bir komplonun doğrudan içine yerleştirilmişti:

“Geçen yıl, Suudiler, İsrailliler ve Bush yönetimi yeni stratejik yönelime ilişkin bir dizi enformel anlayış geliştirdi. ABD yönetiminde danışmanlık yapan isim, bana bunda dört unsurun dahlinin bulunduğunu söyledi. Birincisi İsrail'e güvenliğinin sağlanmasının en yüce ilke olduğu ve Washington, Suudi Arabistan ve diğer Sünni devletlerin onun İran hakkındaki endişelerini paylaştığına dair teminat verilecekti.


İkincisi, Suudiler, İran'dan destek alan Filistinli İslamcı Parti Hamas'ı İsrail karşıtı saldırılarını kesmeye ve yönetimi daha seküler bir Filistinli grup olan El Fetih'le paylaşmaya zorlayacaktı. (Şubat ayında Suudiler, Mekke'de iki hareket arasında anlaşma konusunda arabuluculuk yapmışlardı. Bununla birlikte İsrail ve ABD, anlaşmanın maddelerine ilişkin memnuniyetsizliklerini dile getirmişlerdi.)


Üçüncü unsur ise Bush yönetiminin, bölgedeki Şii yükselişi etkisiz hale getirmek için doğrudan Sünni ülkelerle çalışacağıydı.


Dördüncüsü, Suudi hükümeti, Washington'un da onayıyla Suriye'deki Beşar Esad yönetimini zayıflatmak için finansman ve lojistik yardım sağlayacaktı. İsrailliler Esad yönetimi üzerinde bu tarz bir baskıda bulunmanın onu daha uzlaşmacı ve görüşmelere daha açık hale getireceğine inanıyorlar. Suriye, Hizbullah'ın silah kanalı. Suudi yönetimi ise eski Lübnan başbakanı Refik Hariri'nin Beyrut'ta öldürülmesinden  Suriye yönetimini sorumlu tutuyor ve bu nedenle de ona kızgınlık duyuyor. Milyarder bir Sünni olan Hariri, Suudi yönetimiyle ve Prens Bender'le yakın ilişkileri olan biriydi. (Bir BM soruşturması, Suriyelilerin işe karıştığını belirtmekle birlikte bu konuda doğrudan bir kanıtın bulunmadığını ifade ediyor. Bu meselenin uluslararası bir mahkeme tarafından ele alınmasına ilişkin başka bir plan var.)”

İsraillilerin Suriye'ye baskı yapmanın bu ülkeyi daha “uzlaşıcı ve müzakerelere açık” hale getireceği inancı ve yakın zamanda yayınlanan Haaretz makalesinde aktarılan “nedenler”, Brooking Institution'un 2009 tarihli "Hangi Yol İran'a gider?" makalesinden çıkarılma. Rapor özel olarak şunları belirtmişti:  

"...İsrailliler [Suriye'yi vurmayı] Suriye'yle barış anlaşması yapıncaya kadar ertelemeyi isteyebilirler (Tel Aviv'in bunun ulaşılabilir olduğuna inandığını varsayarsak). Bu, onların Hizbullah'tan ve potansiyel olarak Hamas'tan gelecek geri tepmeyi hafifletmesini sağlayacaktır. Sonuç olarak Washington'u Tel Aviv ile Şam arasında arabuluculuk yapmaya itmeyi isteyebilirler." (sayfa 109) 

Açıktır ki Suriye, şimdi hepsi de ABD-İsrail çıkarlarıyla yan yana çalışan bölgesel komşuları Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Katar'ın aksine, İsrail'le kurnaz “barış anlaşması”nı reddetti. Bu komşular, uzun süredir sert darbe alan Suriye'de karmaşa ve kırımı hızlandırdı. Suriye'nin direnci, İran'la savaşı süresiz olarak ertelemek de dâhil olmak üzere, Batı'nın Ortadoğu çapındaki hegemonyasını yeniden tesis etmeyi amaçlayan tasarımları ertelemiş ve hatta rafa kaldırmış olabilir.

İsrail'in Suriye'ye yaklaşma yönündeki ikiyüzlü girişimleri, Brookings'in 2009 raporunda çağrısını yaptığı ve şimdiden hayata geçen çok sayıda önerilen stratejiden sadece bir tanesi. Bir diğeri, tuhaf terörist tarikat Halkın Mücahitleri'ni (MEK) terör listesinden çıkarma ve silahlandırma önerisiydi.


MEK on yıllar boyunca ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından bir yabancı terör örgütü olarak listelendi, ancak ABD tarafından yoğun bir şekilde silahlandırılıyor ve finanse ediliyor, hatta üyeleri ABD toprağında eğitim alıyordu – grubun ABD'li yetkilileri ve sivil girişimcileri kaçırması ve öldürmesi nedeniyle listede olmasına rağmen.  

2012, yılında ABD Dışişleri Bakanlığı nihayet MEK'i listeden çıkaracak ve İran'a karşı onları ciddiyetle finanse etmeye ve silahlandırmaya başlayacağını açıklayacaktı. LA Times, 2012 tarihli “ABD İranlı grup Halkın Mücahitleri'ni terör listesinden çıkarıyor” başlıklı yazısında şunları aktaracaktı: 

ABD'li bir yetkili Cuma günü, ihtilaflı grubun şiddeti terk ettiğini iddia eden yüksek fiyatlı bir lobicilik kampanyasının ardından, küçük ama etkili İranlı sürgün grubu Halkın Mücahitleri'ni ABD'nin yabancı terör örgütleri listesinden çıkaracağını söyledi. 

Hem New Yorker hem de İngiltere'de yayınlanan Daily Mail,  MEK'in İranlı bilim adamlarının öldürülmesi de dâhil olmak üzere İran'a karşı terörist faaliyetlerinde Batı tarafından silahlandırıldığını, eğitildiğini ve yönlendirildiğini yazacaktı.

ABD'nin MEK'i listeden çıkarması ve silahlandırması, Batı'nın kendi “ilan edilmiş” düşmanlarını ikiyüzlüce silahlandıracak bir siyasi düzenbazlık içinde olduğunu kanıtlıyor. Bir yandan terör örgütlerini kınayıp diğer yandan eşzamanlı olarak onları Batı'nın düşmanlarına karşı silahlandırma ve yönlendirmeye dayanan bu ikili oyun, nasıl olup da NATO ve bölgesel müttefikleri tarafından sözde “ılımlılara” gönderilen binlerce ton silahın neredeyse tamamen, çatışmanın en ağır silahlı, en iyi finanse edilmiş ve en örgütlü militan cephesini oluşturan, El Kaide'nin Suriye kolu El Nusra'nın eline geçtiğini de açıklıyor.


Brookings raporu sadece bir kağıt parçası değildir, şirket-finans çıkarlarının bakışıyla hayata geçirilen, en az iki ABD başkanlığının İran'a, Suriye'ye ve daha geniş Ortadoğu'ya karşı kampanyasında baskın olan, belgelere dökülmüş bir komplodur. Haaretz, insanların makaleyi hızlıca okumasını ve İsrail'in bir şekilde Suriye devletini desteklediği sonucunu çıkarmasını, aktarılan şeyin aslında Suriye'yi, tam da Libya'da olduğu gibi önce tuzağa çekmeyi, sonra ölümcül bir şekilde arkadan vurmayı amaçlayan ikiyüzlü bir “barış anlaşması” olduğunu hiçbir zaman anlamamasını umuyor olabilir

Haaretz ayrıca okuyucularının açık olan şeyi de anlamamasını umuyor: Suriye, Batı'nın kronolojik olarak 2011'deki “ayaklanma”ya giden sinsi adımlarını reddetti. Şimdi Haaretz bunların “özgürlük savaşçıları”nın değil, teröristlerin faaliyeti olduğunu bizzat kabul ediyor; New Yorker da 2007'de bunların ABD, Suudi Arabistan ve bizzat İsrail tarafından üretildiğini açığa çıkarmıştı.

Suriye'nin Batı'nın İran'a karşı tasarımlarını engellediği için cezalandırıldığı, bölündüğü ve yıkıldığı açıktır. Suriye içinde Suriye halkına ve hükümetine karşı savaşan güçlerin yabancı saldırganlığına ve temel olarak Batı çıkarlarının Arap Dünyasını yeniden sömürgeleştirme girişimi olan şeye yardım ettiği ve suç ortaklığı yaptığı da açıktır. NATO'nun vekil güçlerinin Şam Üniversitesi'ne fırlattığı havan topları 10 ila 15 masum canı daha alırken, kamuoyu, şimdi bu “isyancılar” tarafından işlenen dizginsiz vahşiliklerin önceden planlanmış, cezalandırıcı doğasını anlamalıdır. 
 

Çev: Selim Sezer
 

medyasafak.com