"ABD, Mezhebi Bölünmeyi Büyütmek için Vahhabi-Siyonist Müttefiklerini Kışkırtıyor"

"ABD, Mezhebi Bölünmeyi Büyütmek için Vahhabi-Siyonist Müttefiklerini Kışkırtıyor"
Irak’ta, temel olarak Şiileri hedef alan yeni bir ölümcül terörist bombalamalar dalgası, 2013 yılının Nisan ayında 700’den fazla sivilin ölümüne, 1600’den fazla kişinin yaralanmasına neden oldu.

Yuram Abdullah Weiler

 

Press TV

 

Irak'ta, temel olarak Şiileri hedef alan yeni bir ölümcül terörist bombalamalar dalgası, 2013 yılının Nisan ayında 700'den fazla sivilin ölümüne, 1600'den fazla kişinin yaralanmasına neden oldu. Bundan önce Mart ayında 229, Şubat ayında 418, Ocak ayında 319 kişi hayatını kaybetmiş, böylece Mayıs ayına kadar Irak'ta silahlı şiddet toplamda 1,600'den fazla kişinin ölümüne neden olmuştu. Mayıs ayında şu ana kadar ölü rakamı 250'yi geçti.


20 Mayıs Pazartesi günü Irak'taki ölümcül bombalı saldırılar 70'ten fazla Şii Müslümanının hayatına mal oldu. 2 araç bombalaması ile bir otobüs terminalinin içindeki patlamanın 14 can aldığı güneydeki Basra'dan, park halindeki bir aracın İran'dan gelen Şii ziyaretçileri taşıyan bir otobüsün yanında patlamasıyla 12 kişinin öldüğü, Bağdat'ın 80 km kuzeyindeki Beled'e kadar olan bir alanda seri terörist eylemler gerçekleştirildi. Diğer araç bombalamaları da Bağdat'ın Şii ağırlıklı mahallelerinde en az 30 Iraklının ölümüne neden oldu.

Aynı gün ABD'nin orta-güney kısmındaki Oklahoma eyaletini vuran korkunç bir hortum, 20'den fazla kişinin ölümüne neden oldu. Bu olay, bütün ABD ağlarında gece-gündüz televizyon yayınlarının konusu oldu, fakat Irak'ı vuran ve ABD'nin kışkırttığı terör hortumunun kurbanları hakkında benzer yayınlar yapılmadı. Bazı Iraklılar son bombalı saldırılar akınının arkasında ABD'nin olduğunu bile düşünüyor; başkaları da ABD'yi, ülkeyi üç bölgeye bölme planının parçası olarak şiddeti kasten teşvik etmekle suçluyor. 

Temel olarak Şii Iraklıları hedef alan ölümcül saldırılar dalgasına yanıt olarak, Birleşmiş Milletler Irak Yardım Misyonu “Iraklılara çeşitliliği kabul etme” çağrısı yaptı. Mart 2003'te ABD'nin Irak'a gerçekleştirdiği yasadışı müdahale ve işgal öncesinde Irak toplumu çeşitliliği kabul ediyordu. Iraklı Şiiler ve Sünniler arasında göreceli bir uyum vardı ve bugün tanık olunan türden vahşet o zamanlar meydana gelmiyordu. İran'ın Tebriz şehrinden gelen, Georgetown Üniversitesi siyaset bilimi bölümü misafir öğretim üyesi ve okutmanı Shireen Hunter, şöyle yazıyor:  “Açıktır ki, Sünniler ve Şiiler arasındaki farklar… gerçektir ve inkar edilemez. Fakat tarihsel olarak sıradan Sünniler ve Şiiler barış içinde, ve yakın değilse de bir arada yaşamışlardır.”

Meseleyi ikna edici bir şekilde açıklayan Profesör Hunter, şunları ekliyor: “Azımsanmayacak Şii azınlıkların da olduğu Güney Asya'da, son on yıl veya dolaylarına kadar büyük ölçekli Sünni-Şii çatışması tarihi mevcut değildi.” O halde Şii ve Sünnilerin barış içinde bir arada yaşamasını bir terörizm hortumuna çeviren nedir? Sünni Müslüman çoğunluklu ülkelerde azınlık olarak yaşayan, dolayısıyla hükümetlerde eşit siyasi sese sahip olmayan Şiiler, 1960'larda Lübnan'da Ayetullah Musa Sadr'ın liderliği altında eşitlik talebini dillendirmeye başladı. Bu hareket 1982'de Lübnan'da gerçekleşen Siyonist işgal ve arkasından gelen iç savaş yıllarının sonucu olarak radikalleşti. 2003'teki ABD işgali sonrasında Iraklı Şii hareketlerin yaşadığı süreç de bunun benzeridir.

Yeni Amerika Vakfı'ndaki kıdemli Ulusal Güvenlik üyesi Douglas A. Ollivant'ın Irak'taki “dinginci” Şii geleneği hakkındaki iddialarıyla çelişir şekilde, Baas partisinin cesur bir muhalifi olan ve 1980'de Saddam yandaşları tarafından şehit edilen Ayetullah Muhammed Bakir el-Sadr'ın kuzeni ve öğrencisi Ayetullah Muhammed Sadık el-Sadr, güçlü bir şekilde Şii liderlere diktatörün baskıcı rejimine açıkça karşı çıkma çağrısı yapıyordu. “Dinginci”den başka her sıfatın kullanılabileceği el Sadr, ekonomik yaptırımların neden olduğu yıkım nedeniyle ABD'yi suçladı ve 1997'den itibaren Saddam rejimine giderek artan bir yoğunlukta karşı çıktı. Şimdi hayatta kalan tek oğlu Mukteda el-Sadr'ın liderliği altında süren güçlü Sadr hareketinin gelişiminin arkasındaki temel güç olan Ayetullah Muhammed Sadık, 1999'da Necef'te, diğer iki oğlu Mustafa ve Muammal ile birlikte şehit edildi. 

Şii İslam'a gayretli bağlılıkları ve Baasçı rejime açık muhalefetleriyle Sadr'lar, Ayetullah Sistani ve Ayetullah Hoi'nin daha “dinginci” yaklaşımlarının karşıtıydı. Ne var ki ABD otoriteleri, bu son “dinginci” din adamlarının bile Irak işgalinin mimarlarının dayattığı seküler bir “demokrasi”yi desteklememesi karşısında gafil avlanmış gibi görünüyor; onlar, bütün Iraklılar için serbest seçimlerin yapılmasını istediler. Gerçekte, 2005'te yapılan Irak ulusal meclisi seçimlerinde en fazla sandalye kazanan, “dinginci” Ayetullah Sistani'nin vesayeti altında kurulmuş olan Birleşik Irak İttifakı oldu.


2003'teki ABD işgali sonrasındaki bir başka dar görüşlü hareketin parçası olarak, Koalisyon Geçici Yönetimi başkanı Paul Bremer bir “Baas'tan arındırma” planı hayata geçirdi ve bu, Saddam rejiminin üst düzey mevkilerinde olanların çoğunun Sünni olması nedeniyle “Sünnilerden arındırma” olarak görüldü. Belki de kasten bir isyan yaratmaya çalışan Bremer, Baas Partisi'ni ve Irak Ordusu'nu dağıttı ve bu, 300 bin silahlı genç adamı işsiz bırakarak, on binlerce eski subayın emekli maaşlarını keserek ve 30 binden fazla deneyimli hükümet yöneticisini vazifeden ayırarak düşmanlık yarattı. Bremer bundan sonra, Baasçıların yerini alacak yeni atanmış kişilerin belirlenmesi için din ve etnisite temelinde, titizlikle hazırlanmış bir formül uyguladığında, arzu ettiği “seküler” karışıma ulaşmak yerine, er ya da geç tam bir iç savaşa dönüşecek şekilde, mezhepçi bölünmeyi kurumsallaştırdı. Irak toplumunun dokusunu daha da parçalayan ABD yetkilileri, mezhepçi şiddeti önleme kisvesi altında Sünni ağırlıklı mahallelerle Şii ağırlıklı mahalleler arasına beton duvarlar inşa etti.
 

Batı'nın İran'ı tecrit etme yönündeki genel bölgesel politikasıyla uyumlu olması nedeniyle ABD, Irak'ta ve başka yerlerde öldürücü şiddetin büyütülmesinde araçsal bir işlev gördü. Profesör Hunter'ın söylediği gibi,  “Daha geniş bir ölçekte, Müslüman dünyası çapında mezhepçi gerilimin yakın zamandaki yoğunlaştırılması, Batı'nın İran'a karşı bölgesel bir ittifak oluşturmak üzere mezhepsel farkları araçsallaştırma stratejisini yansıtıyor”.


ExxonMobil de, Bağdat'taki merkezi hükümetin onayı olmadan Kerkük'teki bölgesel Kürt hükümetiyle petrol anlaşması yaptığı zaman, etnik-mezhepçi gerilimden menfaat sağlamayı başardı. Bu da sürpriz gelmemeli. Tarık Ali'nin yazdığı gibi: “İşgali açıkça savunanlar dışında, işgalin amacının demokrasi olduğuna inanan kimse oldu mu? Şüphesiz petrol ve demokrasinin karışmayacağını herkes bilir. Batı'nın bu konudaki sicili apaçıktır. Petrolün olduğu yerde, itaatkar bir otokrasiyle anlaşmak daha iyidir, ve eğer demokrasi Batı'nın petrol üzerindeki kontrolünü tehdit ediyorsa, gitmesi gereken seçilmiş liderdir. Bu, 1953'te İran'da yaşandı ve Nisan 2002'de Venezuela'da başarısız oldu.” 

Bununla birlikte Nuri el Maliki, Irak'ı Suriye'deki Başkan Beşar Esad hükümetini devirmeyi amaçlayan, ABD destekli Suudi/Katar/Türkiye/Siyonist girişiminin dışında tutma konusunda ısrarcı oldu. Washington, Dışişleri Bakanı John Kerry'yi Mart ayında, tutumunu değiştirmeye ikna etmek üzere bu ülkeye dahi gönderdi, fakat başarısız oldu.  Irak'taki terörist saldırılar artarken ve bu şüphesiz kısmen de olsa ABD destekli Selefi isyancıların Suriye'den geçip Irak El Kaidesi'nin yenilenmesini süratlendirmesinden kaynaklıyken, El Maliki'nin Suriye'ye karşı ABD'nin tarafını tutmaması anlaşılırdır ve bu yüzden de Irak'ın çıkarlarının İran'ın çıkarlarıyla hayli yakın olduğunu hissetmektedir. Suriye politikasındaki bu anlaşmazlık, ABD tarafından yerleştirilmiş Irak hükümetini velinimeti ve eski efendisi Washington'la direkt çatışmaya getiriyor. 

Irak'taki ve Suriye'deki korkunç ölüm rakamlarına rağmen, ABD ve onların Vahhabi-Siyonist müttefikleri, İran'ı hedef alma yönündeki nihai amaç doğrultusunda Suriye'de, Irak'ta ve Ortadoğu çapında etnik-mezhepsel farklılıkları ateşlemeyi amaçlayan acımasız kampanyalarına inatla devam ediyor. İslam adına kan dökenleri mahkum eden Dr. John Andrew Morrow, şunları yazıyor: “İslam'ın savaşçı olmayan kişilerin öldürülmesini kategorik olarak kınadığı her zaman hatırlanmalıdır. Sivilleri öldüren militanlar, savunduklarını iddia ettikleri ideolojinin tersi yönde hareket ediyor.”
 

Çeviren: Selim Sezer
 

medyasafak.com