"İran’ın Batı Rejimlerine Karşı Çarpıcı Zaferi"

"İran’ın Batı Rejimlerine Karşı Çarpıcı Zaferi"
ABD’de, milyarlarca dolar finansman almadan kimse seçime katılamaz. En üstteki yüzde birde yer alan şirket ve finans yöneticileri, seçmenlerin “seçmesine” izin verilen başkanlık adaylarının kısa listesini hazırlar. ABD sistemi demokrasinin antitezidir ve bu yüzden de seçmenlerin neredeyse yarısı (100 milyondan fazla kişi) seçime gitmekle uğraşmaz bile.

Finian Cunningham
 

Press TV
 

İran'ın 34 yıl önceki İslam Devrimi'nden bu yana gerçekleşen 11. Cumhurbaşkanlığı seçimi, çarpıcı bir zafer üretti. Geçen Cuma günü altı adayın yarıştığı ve yaklaşık yüzde 73 oranında katılımın gerçekleştiği seçimin belki de gerçek galibi İran – İran'ın halkı ve demokratik sistemi – oldu.
 

Hasan Ruhani, yüzde 50'nin üzerinde oy alarak yeni Cumhurbaşkanı seçilmenin gururunu yaşıyor. Bay Ruhani'nin seçilmesi, pek çok gözlemciyi şaşırttı. Onun zaferinin ve seçime katılım oranının gösterdiği şey, İran'ın halktan yetki alan özgür ve adil bir demokrasisinin olduğudur.  

Altı aday, kendi bildirilerini sunmak için İran medyasına özgür ve eşit erişim hakkına sahipti ve bundan sonra halk seçimini yaptı; görüldüğü kadarıyla sürpriz bir isim için karar verdiler.

Halk iktidarının bu canlı ve özgür uygulaması, katılım oranının çoğu zaman yüzde 50 gibi düşük düzeylerde olduğu ve seçmene, her ikisi de yönetici şirket seçkinleri tarafından kontrol edilen ve incelenen iki aday veya parti arasında boş bir “seçim” sunulan pek çok Batı devletiyle karşıtlık oluşturuyor. Amerika Birleşik Devletleri, Batı'nın sözde demokrasisinin bu çok sönük durumunun belki de en göze batan örneği.

ABD'de, milyarlarca dolar finansman almadan kimse seçime katılamaz. En üstteki yüzde birde yer alan şirket ve finans yöneticileri, seçmenlerin “seçmesine” izin verilen başkanlık adaylarının kısa listesini hazırlar. ABD sistemi demokrasinin antitezidir ve bu yüzden de seçmenlerin neredeyse yarısı – 100 milyondan fazla kişi – seçim merkezlerine gitmekle uğraşmaz bile. Bunun zaman ve oy kaybı olduğunu bilirler – çünkü sonu yönetici seçkinler tarafından önceden belirlenmiştir; bu yüzden de Amerika'nın yurtiçindeki ve dışındaki yağmacı, suçlu politikalarında hiçbir zaman değişiklik olmaz.

İran seçimlerinin bahsetmeye değer bir diğer boyutu, gençler arasındaki yüksek katılım oranıdır. Bu genç seçmenlerin çoğu, 1979 İslam Devrimi sırasında doğmamıştır; çok daha fazlası ABD destekli korkunç Şah diktatörlüğü deneyimini (1953-79) yaşamamıştır. Bu, İranlı genç kuşağın son seçime aktif katılımının, İslam Devrimi, anayasa, seçim sistemi ve ülkenin Ayetullah Seyid Ali Hamaney altındaki liderliğinin gerçek bir halk desteğine sahip olduğunun bir diğer göstergesi olduğu anlamına geliyor.

Bu, İran'ı hakir gören ve demokrasi olmadığını iddia eden Batılı siyasi propagandada ve medya propagandasında şaşkınlık yaratıyor. Yaptıkları karalamaların tam olarak neler olduğunu burada yinelemek gereksiz. Fakat temel nokta şu ki, İran halkının seçimi boykot edeceğini ima eden bu Batılı uzmanların fena halde yanıldıkları kanıtlanmış oldu. Batı propagandası, gerçeklikten çok uzakta ve amacında etkisiz gibi görünüyor. Acizliği ve içi boşluğu, bizzat Batı demokrasisinin ölümünün yansımasıdır. Batılı politikacılar ve medya uzmanları, dünyanın geri kalanından ve hatta kendi halklarında kopmuş, gerçeklik dışı bir yaldızlı balonun içinde yaşıyorlar.

Kısacası dünya, İran'ın modern ve düzgün bir demokrasisi olduğunu hiç olmadığı kadar net gördü.

Şimdi büyük soru ise şu: bu durum Batı'nın İran'a yönelik politikasını değiştirecek mi? Sonuçta Batı'daki hükümetler ve medyanın tekrarladığı nakarat, İran'da demokrasinin olmadığıdır. Bu nakarat, Tahran'a karşı acımasız yaptırımların uygulanmasını meşrulaştırmak için kullanıldı. Fakat bu nakarat, lekesiz geçen İran seçimlerinin göz kamaştırıcı ışıkları altında içler acısı bir kara çalma biçimine büründü. 

Hiç olmadığı kadar açık hale gelen şey, ABD ve Avrupa Birliği'nin İran'a dayattığı ekonomik yaptırımların İranlı 80 milyon sivili – ki bunların ezici çoğunluğu ülkesini açıkça seviyor – yaralamayı amaçladığıdır. Bu yüzden bu yaptırımlar yalnızca haksız değildir; aynı zamanda despotik, barbarca ve suç niteliğindedir ve varılacak tek makul sonuç, derhal sonlandırılmaları gerektiğidir.

Bu gerçeklerle iç içe geçen bir diğer mesele ise, İran'ın nükleer programının her türlü kınanmanın ötesinde olduğudur. Ne Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'ndan ne de İran'ın kendi düşmanlarından, İran'ın sivil kalkınma amaçlı nükleer güç üretme yönündeki soylu girişimlerine gölge düşürecek tek bir kanıt kırıntısı çıkabilir. Kinci Batı yaptırımlarıyla geçen yıllara rağmen devasa oranlarda sandık başına giden İran halkı da, dünyaya meydan okuyarak, ülkelerinin nükleer tutkularının peşinden gitmesinin vazgeçilemez bir hak olduğunu dünyaya göstermiştir. 

Büyük 2013 seçimleri, gerçekliğin en üst momentidir. Amerikalı ve Avrupalı hükümetlerin ikiyüzlülüğünün, hilelerinin ve cürümlerinin açıkça ifşa olduğu bir andır.

İran'da demokrasinin çarpıcı zaferi düşünüldüğünde – ki 2009'da Mahmud Ahmedinejad seçildiği zaman Batı'nın ürettiği isyanın bir benzeri de kesinlikle yaşanmadı – şimdi Batılı seçkinci iktidarlar, İran halkını bu barbarca yaptırımlarla cezalandırmaya devam etmeyi “meşrulaştırmak” için şimdi neyin arkasına saklanacaklar?

İran halkı kazandı. İran'ın tam bir sivillik üzerine kurulu bir demokrasi olduğunu göstermek için, Batı rejimlerinin savaş tehditlerini de içeren zorbalığına karşı koydu. İran halkının argümanı galip geldi ve dünyanın gözleri önünde gerçeklik davasını kazandı. Şimdi, Batı rejimlerine İran'a yönelik politikalarını temelden değiştirmek ve İran halkına hak ettikleri demokratik saygıyı göstermek düşüyor. 

Bununla birlikte bu temel değişim – gerekli ve haklı olmasına rağmen – muhtemelen ufukta görünmeyecek. Zira küstah Batılı güçler, şu an Suriye'de ve daha önce Libya, Irak ve Afganistan'da olduğu gibi, İran'da da yıkıcı ve suçlu bir rejim değişikliği girişimi içindeler. Batılı rejimlerin gerçekte İran'ın nükleer sanayii veya demokrasi eksikliği varsayımları ile bir derdi yok – bu son nokta, Suudi Arabistan ve Katar gibi yeryüzündeki en despotik diktatörlerle sıkı fıkı olmalarıyla, gülünç bir şekilde kendisini gösteriyor. Batılı güçlerin gerçek sıkıntısı, İran halkının bağımsız olması ve mükemmel bir şekilde demokrasiye adanmış olmasıdır. Batının bu küstah güçlerinin bu “sıkıntısı”, İran seçimlerinin ışığında ancak, eskiden olduğundan da daha büyük hale gelmiştir.

Batılı emperyalist rejimlerin mücrim mantığı düşünüldüğünde, İran'ın demokratik zaferi Batı saldırganlığı için daha da büyük bir nedendir. Fakat bu yoz Batılı rejimler un ufak hale geliyorlar. Bir zamanlar büyük olan güçleri de öyle.
 

Çeviren: Selim Sezer
 

medyasafak.com