"Mısırdaki Şii Mirası / Mursi’nin Linçleri Kınaması Yeterli Değil"

"Mısırdaki Şii Mirası / Mursi’nin Linçleri Kınaması Yeterli Değil"
El Monitor'dan, Şiiliğin Mısır'daki tarihsel izlerini ve son linç hadisesini ele alan önemli bir analiz...

Mursi'nin linçleri kınaması yeterli değil

 

Nervana Mahmud

 

Al-monitor.com

 

Elimdeki rehber kitap orayı “Las Vegas'taki ideal cami” olarak tanımlıyordu. Bu tuhaf ifade beni Şam'ın güneyindeki Seyyide Zeyneb türbesini ziyaret etmeye teşvik etti. Seyahat yazarının ne demek istediğini hemen anladım; altın kubbesi ve mavi çinileriyle, görkemli tasarımı ve özenle oluşturulmuş mimarisiyle, mutlu ve canlı ziyaretçileriyle bu nefis türbe, en basit ifadeyle baskın duruyordu. Şiiler her zaman mutluluklarında da, acılarında da özenlidirler; tutumları, camileri, temel teolojileri ve tarihsel anlatıları, onları dindaşları olan Sünnilerden ayırır. Bu farklar İslam'ın kendisi kadar eskidir ve çoğu zaman kanlı ve acımasız olan, yüzyıllar boyu devam eden çatışmaları körüklemiştir. Mısır, Irak gibi ülkelerin yıllardır yaşadıklarını yaşamadığı için şanslıdır; ancak ne yazık ki 23 Haziran günü gerçekleşen – ve Kahire'nin güneyindeki Giza ilindeki Zavyat Ebu Muslim kasabasında dört ölü bırakan – Şiilere yönelik barbarca toplu saldırı, çirkin Şii-Sünni mezhepçiliğini tartışmasız bir şekilde Mısır'a getirdi.

 

Suriye'ye, Lübnan'a ve daha sonra İran'a yaptığım ziyaretler, Levant (Doğu Akdeniz) bölgesinin her zaman bir parçası olan derin ve bazen gizli kalan gerilimle ilk kez tanışmamı sağladı. Aynı zamanda ülkeme döndüğümde biz Mısırlıların Şii İslam konusunda ne kadar cahil olduğumuzu anlamamı da sağladı. Arap ulusunun en kalabalık ülkesinin birbiri ardınca gelen hükümetleri, halkı hiçbir zaman nüfusun küçük bir azınlığı, onların tarihi ve inancının tarihsel unsurları hakkında eğitmeye zahmet etmedi. Tarih kitaplarımız olayları çok kuru, soyut ve titizlikle seçilmiş kelimelerle anlatır. Örneğin kitaplar El Ezher camiinin 970 yılında Fatımi Halifesi El Muiz Lidinillah tarafından kurulduğunu net bir şekilde anlatır, ancak Sünni dini otoritesinin en yüksek merkezi olan bu yerin başlangıçta bir Şii ibadet yeri olduğunu, burayı Şiilikten uzaklaştırmak ve bir Sünni üniversitesine çevrilmek için Selahaddin tarafından 10 yıl boyunca kapalı tutulduğunu görmezden gelir. Tarihin bu şekilde aklanması, kronik cehaleti büyütmüş, bu cehalet daha sonra patlayarak Mısır'da Şiilerin zulme uğramasına yol açmıştır. Aynı zamanda Mısırlılara, mezhepler arası ihtilaflardan bir biçimde muaf oldukları yönünde hatalı bir düşünce vermiştir.  

 

Daha ironik olan Mısır'da Şii geleneklerinin, bunların Şii pratikleri olduğu bilinmeden nasıl olup da hayatta kaldığıdır. 10. Yüzyılda Mısır'daki Şii Fatımi yönetimi yok olmayan derin bir miras bırakmıştır; bu, Ramazan fenerlerinden bütün Müslüman bayramları için hazırlanan çeşitli şekerlere ve Mısırlıların her yıl, Hz. Hüseyin ve Hz. Zeynep gibi Peygamber'in Ehl-i Beytinden olanlar da dâhil olmak üzere pek çok dini figür için her yıl kutladığı bir tür mistik doğum günü kutlaması olan Mevlid'e kadar pek çok şeyi içerir. Ölüler için yas tutulması, "Erbain" olarak adlandırılan, definden sonraki kırkıncı günün anılması bile Mısırlıların ortak adetidir. Gerçekte Mısır'daki İslam için yapılabilecek en iyi tanım, belirgin Şii tonları taşıyan bir Sünni doktrini olduğudur.

 

Çağdaş Mısır'da Şiilik, üç safhadan geçmiştir:

 

Birincisi, Şiiliğe yönelik hoşgörü safhasıdır. Lübnan ve Irak'ta olduğu gibi, mezhepler arası evlilikler gerçekleşmiştir. Bunlardan en meşhuru, Kral Faruk'un kızı Fevziye'nin İran Şahı ile evlenmesidir; din adamları da dâhil olmak üzere Mısır'da hiç kimse, bu nikah hakkında şerh düşmemiştir – nikah başarısızlıkla sonuçlanmışsa da bu, dini nedenlerden kaynaklı değildir.

 

İkincisi, Şiilerin her zaman zulüm görmediği, fakat pek çok azınlık gibi kimliklerini, hükümet tarafından desteklenen Arap milliyetçiliği kimliği lehine terk etmelerinin beklendiği kayıtsızlık safhasıdır.

 

Üçüncüsü, ayrımcılık ve zulüm safhasıdır. İran İslam Cumhuriyeti'nin ortaya çıkışı ve beraberinde Körfez ülkelerinde Vehhabiliğin hortlaması, toplumda Şiilere karşı büyüyen bir kutuplaşma ve önyargıya yol açmıştır. Eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in rejimi önyargıları beslemiş, Şiileri tutuklamış ve onlara baskı yapmıştır. Bu, radikal Sünni İslamcılara karşı daha geniş havuç-sopa yaklaşımının bir parçasıydı – bir yandan gözler onların kinlerinden ve aşırı görüşlerinden uzaklaştırılıyor, hatta “düşmanları” tutuklanıyor, diğer yandan ise Sünni İslamcılar otoriteye meydan okuduklarında acımasızca bastırılıyorlardı. Şiiler, tıpkı Kıptiler ve diğer azınlıklar gibi, İslamcıların örsü ile devletin çekici arasına sıkışmıştı.

 

Ocak 2011 devrimi Şiilere karşı daha iyi muamele getirmedi; gerçekte içinde oldukları sefaleti arttırdı. Mübarek en azından ülkenin güvenliği meselesini sıkı tutuyor ve dini kanallardan nefret söylemi ve mezhepçi malzemeler yayılmasına izin vermiyordu. Devrim, olabilecek en kötü azınlık karşıtı kombinasyonu getirdi: nefret ve yanlış bilgi yayan bağımsız dini medya, kanunun ve düzenin çöküşü ve Şii karşıtı bir retoriğin yükselişi. Nisan sonlarında, onlarca İslamcı bir Mısırlı Şii aktiviste karşı eylem yaptı. Geçen Mısır ayında, Selefi Nur Partisi'nden bir milletvekili, Mısır'a İranlı turistlerin gelmesinin ulusal güvenliği tehdit ettiğini ve ülkenin Sünni doktrinini yıkacağını iddia etti.

 

Ancak nihai olarak Pazar günkü korkunç saldırıya yol açan en hayati faktör, Müslüman Kardeşler'in açıkça Şiilere karşı tahrikte bulunması oldu. Geçen Nisan ayında, Müslüman Kardeşler'in rehberlik ofisi üyesi Muhammed Vahdan, Şiilerin Mısır'da yerinin olmadığını söyledi. Başlangıçta İran'la olan sıcak ilişkiler ve Suriye çatışmasına çözüm getirecek müzakere girişimleri kısa ömürlü oldu ve arkasından Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin U dönüşü geldi. 15 Mayıs günü, Suriye'yle ilgili bir eylemde bazı Selefiler Şiileri hakaretler etti, Mursi ise "sessizce dinleyip tepkisiz kaldı". Birçok kişinin bu tepkiyi, pek çok radikal İslamcının sapkın olarak gördüğü Şiileri linç etme izni olarak görmesi şaşırtıcı değildir.

 

İran'da camilerin ortasında şadırvanlar yaygın şekilde görülür; bu, İslam'ın Zerdüşt ateşini nasıl söndürdüğünü anlatan bir mirastır. Eğer Mursi ve yönetimdeki partisi, mezhepçiliği gerçekten de söndürmek istiyorsa, sözlü kınamadan fazlasını yapmalıdır; cehalete ve Şii karşıtı tahriklere onay verilmemelidir. Manifestolarının yeniden doğuş olduğunu iddia eden Mısır İslamcı rejimi, İslam öncesi kabileciliği ve vahşi geri kalmışlığı sürdürmemeli, trajik İslam içi savaş dönemini de yeniden canlandırmamalıdır. Şii mirasından gurur duymamız, Şii kardeşlerimizi kucaklamamız ve hoşgörüyü – imanımızın en değerli unsurunu – yeniden canlandırmamız gerekir.

 

Nervana Mahmud Ortadoğu meseleleri hakkında çalışan bir yazardır. Twitter üzerinden takip etmek için: @Nervana_1
 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com