"Lübnan ve Suriye Cephesinden Notlar"

"Lübnan ve Suriye Cephesinden Notlar"
İranlı analistten Lübnan'daki Ahmed Esir fitnesinin arka planı ve Suriye'deki son durumu ele alan bir makale...

Saidullah Zirai

Raja News

Lübnan ordusunun Sayda şehrinde Katar ve Siyonist rejimle bağlantılı tekfircilere ve yaklaşık iki yıldır üzerlerine yatırım yaptıkları dağınık cinayetkar gruplara vurduğu ağır darbeden; bölge halkı için Batı - Arap terörizmine karşı kazanılmış büyük bir başarı olarak kabul edilen bu savaştan çok ciddi dersler ve sonuçlar çıkarılabilir. Aynı şekilde bu yenilginin vermiş olduğu acı, terörizmi Mısır'da çılgınca işler yapmaya yöneltmiştir. Seçkin Şii alimi Hasan Şehate'nin ve kardeşleriyle diğer bir Şiinin Kahire'ye 15 km. uzaklıktaki Ebu Müslim köyünde, Hz. Bakiyetullah'ın (a.f) doğum gününde feci bir şekilde şehid edilmesi, bu yenilgi karşısında ortaya konan bir tepki olarak şekillenmiştir.

Sayda geçtiğimiz son iki yıl boyunca, Batı - Arap kirli ittifakının Direniş'e karşı tahrik noktası olarak ele alınmışsa da gerçek şudur ki, Sayda'nın Sünni halkı, Şeyh Kablan ve Sayda Kudüs Mescidi Cuma İmamı olan Şeyh Mahir Hammud gibi gerçekleri görebilen, seçkin ulemaya sahip olduğundan, her zaman direniş ve Şia ile olumlu ilişkilere sahiptiler. Öyle ki 33 Gün Savaşı'nda Sur şehrini terketmek zorunda kalan Şiilere kendi aralarında kardeşçe yer verdiler ve bu savaş sırasında insani yardımları ve Hizbullah'a ait cephaneyi hiç bir engel çıkarmadan bu bölgeden  geçirdiler. Diğer taraftan Sayda halkı, diğer Sünnilere kıyasla, örneğin Trablus halkına göre daha aydın ve açık fikirli idi. Bu esasa göre, geçen son iki yıl boyunca küçük bir grup tarafından yapılanlar, Lübnan'ın bu önemli şehrinin toplumsal ve kültürel yapısına uymamaktadır.

Sayda, Refik Hariri'nin doğum yeri  -14 Şubat 2005 yılında Beyrut'ta uğradığı terör saldırısı sonucunda ölen Lübnan'ın kudretli eski başbakanı- ve Hariri ailesi ile Sünni Müstakbel Hareketinin kalesi olarak bilinmektedir. Ancak öte yandan Saad Hariri dışında kalan ailenin diğer fertleri ılımlılıklarıyla ünlüdürler. Bu ailenin ve Müstakbel Partisinin nüfuzu, tek başına bu şehirdeki mezhep savaşlarının asıl etkeni olabilecek yeterlilikte değildir. Ve Ehli Sünnet'in ve Hariri ailesinin gücünün kaynağı sayılan Sayda şehri bu kavganın kaynağı değildir. Denilebilir ki, Sayda iki bölge arasında, Sünni halkın yaşadığı  güneydeki Sur ve kuzey Beyrut arasında bulunmaktadır ve Sayda'da kavganın başgöstermesi bu şehirdeki Sünni toplumun bölünmesine ve Lübnan Sünnilerinin sembol şehri olan buranın darbe yemesine neden olacaktır. Beyrut'tan Sur'a giden herkes, Sayda'nın seçkin konumunu, iktisadi ve mimari olarak kalkınmışlığını tasdik edecektir.

Yaklaşık iki yıl önce, Sayda'nın huzurlu durumu birden tersine döndü. Bir grup, ilim tahsil etmeden fetva makamına fırlayan kimselerin emri altına girdi. Zamanla bunlar şehre musallat oldu ve bu şahıslardan biri sanal medyada hızla ünlenerek Sayda'nın dini rehberi olarak öne çıkarıldı: Evet, Ahmet Esir'den bahsediyoruz! Esir, Suriye'deki bu son olaylardan önce Sayda'da sıradan bir parfüm dükkanı işletiyordu ve 2011 kışında bir kaç haftalığına Katar'a gitmiş ve Sayda'ya döndükten sonra, din adamı elbiseleri giyerek, Şiiler karşısında Ehli Sünnet'in savunuculuğu rolüne bürünmüştü. Ardından da bir grup genci etrafında toplamış ve onlara askeri eğitim vererek bir milis teşkilatı oluşturmuştur. Esir, bu müddet boyunca da ara sıra, oluşturmuş olduğu bu milis teşkilatının adamlarıyla Beyrut'un ana meydanında yapmış olduğu konuşmalarla Seyyid Hasan Nasrallah, Lübnan Şii toplumu, İran ve Direniş Cephesi aleyhine ucuz salvolarla onları sahneye çıkmaya, karşılık vermeye zorlamış ancak bunda başarılı olamamıştır. Katar istihbarat teşkilatının Mossad ile kadim ilişkileri ve bu iki rejim arasında ortaya konan ortak projeler  göz önüne alındığında, Katar ve İsrail'in bu müşterek Sayda projesinde de doğru analizler yapamamalarından dolayı belirsizlik meydana gelmiştir diyebiliriz.

Siyonist rejim her zaman, Lübnan'ın ana bağlantı yollarını Hizbullah için güvensiz hale getirmenin arayışı içindeydi. Özellikle de Suriye'nin Lazkiye şehrinden başlayıp, Tartus, Trablus, Beyrut ve Sayda'dan geçerek Sur'a, güney Lübnan'a ulaşan kuzey - güney yolu üzerinde hassasiyetle durmuştur. İsrail bu yolu Hizbullah'a ulaşan insani yardım ve silah sevkiyatının güzergahı olarak tanımlamış ve bu hattın kesilmesi için projeler hazırlamıştır. Çok açıktır ki, böylesi bir işi doğrudan yapmak Telaviv rejiminin gücünü aştığından bir Arap ülkesinin önderliğinde ülke içinde kargaşa çıkarmaktan başka bir yolu bulunmamaktaydı. Denilebilir ki, bu son bir yıl içerisinde, Sayda'yı hedef alarak, ekonomik yönden emniyetli bir bölgeyi, emniyetsiz bir mıntıka haline getiren üçgenin köşelerini, Katar'ın para ve silahları, siyonist rejimin yönetimi ve zahirde Lübnanlı oldukları görülen sokak güçleri oluşturmaktadır. Elbette bu olayın Lübnan'ın iç dinamiklerinde karşılık bulmadığını, hatta Müstakbel hareketinin bile bunu alenen desteklemediğini söylemek gerekir. Bu nedenledir ki ordu bu hareketle mücadele etti ve Müstakbel hareketinin önemli şahsiyetlerinden Fuad Sinyora da  sonunda orduyu savunmak zorunda kaldı.

Ahmed Esir'in emri altındaki tekfirci güruh, yaklaşık bir yıl boyunca fiili olarak Sayda'ya musallat olmuştu ve yapmış oldukları bütün pisliklere rağmen, ne ordu, ne de en çok düşmanlık yaptıkları grup olan Hizbullah tarafından hiç bir engelle karşılaşmamıştı. Suriye ordusunun,  hassas Humus vilayetini, Lübnan'ın Trablus şehrindeki azılı vahhabilere bağlayan küçük ama stratejik önemi büyük olan Kusayr'daki başarısından sonra, bu teröristlerin büyük bir kısmı iki bölgeye, Trablus ve Sayda'ya saldırdılar ve Lübnan'daki çatışmaları genişleterek Kusayr yenilgisinin intikamını alma arayışına girdiler.

Bu kişiler ilk önce Trablus'tan işe koyuldular. Ekseriyetini Alevilerin oluşturduğu Hermal vilayetine karşı savaşmaya Kusayr'daki nihayi yenilgiden önce başlamıştılar, ancak bu girişimleri ordu tarafından engellenince, teröristler bu tahriklerini bu sefer de Sayda'da başlattılar. Fakat bu gerçekte stratejik bir hataydı. Çünkü Kusayr ve Trablus'un aksine Sayda iki Şii bölgesinin arasında yer almaktaydı. Teröristler Ahmet Esir'in emri altında,  geçtiğimiz cuma günü orduya saldırarak 22 askeri öldürdüler ki bu sayıda bir kayıp Lübnan ordusunun tarihinde çok az görülmüştür. Ordu bu olaya hemen karşılık verdi ve saldırganlardan 32'sini öldürüp yaklaşık 100'ünü de yaralayarak şehri teröristlerden temizledi. Orduya saldırmak, İsrail, Katar ve tekfirci üçgenin yapmış olduğu büyük bir stratejik hata olarak görülmektedir. Çünkü diğer Arap ülkelerinin aksine, Lübnan'da ordu bir mezhebi korumak için veya bir mezhep aleyhinde operasyon yapmaz ve ilkesel olarak tarafsız kalır.

Lübnan'da orduya saldırı hiç bir grup tarafından tasvip edilmez, bu nedenle Lübnan ordusunu savunmak büyük bir meşruiyet kazandı ve ordunun Sayda şehrindeki temizlik hareketi desteklendi. Bu meşruiyetten destek alan ordu üç gün içinde Sayda'da kontrolü tamamen ele geçirdi. Teröristlerin yenilmesiyle birlikte Sayda'da aslında İsrail, Katar ve tekfirci üçgeni mağlup olmuş oldu ve Şiilere ve Hizbullah'a yaptıkları “Eğer Suriye devletini korumaktan vaz geçmezseniz, Lübnan'ı size dar ederiz” tehditleri de hüsrana uğradı.

Terörizm Suriye'de de, çok zor şartlarla yüz yüze gelmiş durumda. Hemen hemen her yerde ordunun ve gençlerden müteşekkil hallk güçlerinin kuşatması altındalar. Bugün başkent Şam, teröristlerin kurşunlarının menzilinden olabildiğince çıkmıştır. Ordunun son günlerde Şam'ın güneydoğu ve kuzeybatısında yaptığı operasyonları hükümet merkezini emniyete alarak, hassas Humus vilayetine bağlı olan – ki Ürdün ve Irak sınırını Lübnan'a bağlamaktadır -  Telkilah'a - Tartusu Humus, Hermel ve Trablusa bağlayan bölge - terörist saldırı ihtimalini azaltarak, geniş ve hassas bir bölge olan Halep vilayetinin teröristlerden temizlemesi yolunda ordunun elini güçlendirmiştir. Suriye ordusunun son iki aydaki operasyonlarıyla, gelişmiş silahların Türkiye sınırlarından sevkiyatı da büyük ölçüde engellenmiştir ve Rakka ile Deyrezzur'un bağlantılarının kesilmesiyle, Suriye ordusunun Halep şehrinin etrafına ciddi bir biçimde nüfuz etmesi, Rakka ve Halep'teki teröristlerin irtibatı ciddi bir şekilde sekteye uğratılmıştır.

Halep'in tamamen özgürleştirilmesi halinde teröristler Suriye topraklarından kaçmak zorunda kalacaklardır. Bu konu Batı'yı, siyonist rejimi ve bunlara bağlı olan Arap devletlerini ciddi bir şekilde endişelendirmekte ve el ve ayaklarının birbirine dolanmasına neden olmaktadır. Bu günlerde, krizin başlangıcından beri teröristlere yardım ettiklerini inkar etmeyen Amerikalılar, en yüksek seviyedeki diplomasi kanalı olan  dışişleri bakanının açıklamalarıyla silah sevkiyatına hız vereceklerini beyan ediyorlar. Öte yandan Suudi Arabistan dışişleri bakanı da son bir kaç aylık suskunluğuna son vererek Suriye'deki olayların gelişiminden endişeli olduklarını söyledi ve İran ve Hizbullah'ı uyardı. Ancak gerçek şu ki, bugün Suriye'deki teröristlere silah ulaştırmak her zamankinden daha zor bir hale gelmiştir. Lübnan, Türkiye, Irak, Ürdün ve siyonist rejim sınırlarından teröristlere büyük miktarlarda ağır silahları göndermek mümkün değildir. Amerika'daki bazı çevrelerin bile itiraf ettikleri gibi Suriye buhranında kontrol artık devletin ve ordunun eline geçmiştir.

Çev: Ali Naki Dedesoy

medyasafak.com