Mısır Devrimi İhanete Uğradı: Darbe, El Kaide Yangınına Benzin

Mısır Devrimi İhanete Uğradı: Darbe, El Kaide Yangınına Benzin
Mursi yanlısı bir perspektiften önemli bir analiz...

Mısır Devrimi ihanete uğradı: Darbe, El Kaide yangını için benzin

 

Eric Walberg

 

Press TV

 

 

Son birkaç ay içinde, Mısır Müslüman Kardeşler hareketinin onlarca üyesi öldürüldü, büroları yağmalandı ve yakıldı. Polis, onları korumayı açıkça reddediyor.


General Sisi Çarşamba günü ordunun darbesini ilan ederken, Mursi Cumhurbaşkanlığı web sitesinde devrilmesini kabul etmeyen bir video yayınladı. “Ben Mısır'ın seçilmiş cumhurbaşkanıyım. Devrim bizden çalınıyor.” Dakikalar sonra web sitesi kapandı, video kayboldu ve Cumhurbaşkanı ile birlikte 300 Müslüman Kardeşler üyesi şimdi ev hapsinde.

Kahire Amerikan Üniversitesi'nden Muhammed Elmasri şöyle yazıyor: “Hüsnü Mübarek döneminin medya sahipleri, Mübarek rejimi yandaşları ve Mısır'ın liberal ve laik muhalefetinin temel üyeleri, Mursi'yi ve Müslüman Kardeşler'i şeytan gibi göstermek üzere, yakın siyasi tarihin belki de en etkili propaganda kampanyalarından birini oluşturmak için bir araya geldiler.”  


Bütün bunlar Mısır'ın liberalleri ve laiklerinin istediği gibiydi; Müslüman Kardeşler'in destekçileri köylüler, işçiler ve dindar entelektüellerdi ve kesinlikle imkansız olan şeyi yapmaya – bir yüzyıl boyunca Mısır'ı imparatorluğun üçüncü sınıf bir yedeği haline çevirmeyi hedefleyen emperyalist ve yeni sömürgeci beyin yıkama ve planlamaları tersine çevirmeye – çalışıyorlardı.   

Tasfiye şimdi en hareketli döneminde. İhvan'ın uydu televizyon ağı, başka iki popüler uydu televizyonuyla birlikte uydu  yayınından çıkarıldı; orada ve El Cezire'de çalışan ve fazla Mursi yanlısı olduğu düşünülen sunucular ve iş arkadaşları hapse atıldı. Devlet televizyonu, bir zamanlar Mübarek döneminde yaptığı gibi İhvan aleyhtarı tutum almaya yeniden başladı.

Ordu tarafından göreve getirilen yeni ‘cumhurbaşkanı', Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur, cumhuriyeti ve anayasayı koruyacağına yemin etti, ancak cumhuriyet ve anayasanın ne olduğu açık değil. Mısır, 2011'den geçen Aralık ayındaki referandumla yeni bir anayasanın kabul edilmesine kadar anayasasızdı, fakat ordu bu anayasayı askıya aldı. Meşru cumhurbaşkanının ordu tarafından görevden alındığı Mısır'ı cumhuriyet olarak adlandırmak da kötü bir şaka olur.

İslami uyanış 

Ancak bu histeri, yatıştırması veya tahliye edilmesi imkânsız olan derin sular üzerinde yüzüyor. Geneive Abdo gibi Batılı analistler bile Mübarek'in Batı destekli, laik diktatörlüğü yıllarında “tarihi, sosyal ve ekonomik koşulların toplumun dine dönmesi için zemini hazırladığını” kabul etti. Bu, Batı medyası tarafından “Arap Baharı” olarak hafife alınan, fakat gerçekte belirgin bir şekilde İslam'dan esinlenmiş olan ve İran 1979 devriminin, Cezayir'in 1990 devriminin ve Filistin intifadalarının (1987, 2000) belirgin izlerini taşıyan – ki liberaller ve laikler bunlarda hiçbir rol oynamamıştı – 2011 ayaklanmalarıyla sonuçlandı.   

1979'da, İran devriminin doruğunda, genç bir Müslüman Kardeşler üyesi, Essam El-Erian (şimdi Hürriyet ve Adalet Partisi'nin başkan yardımcısı ve milletvekili) şöyle demişti: “Gençler, Batı demokrasisinin, sosyalizmin ve komünizmin siyasi ve sosyo-ekonomik zorluklara çözüm getirmeyi başaramamasının ardından, toplumun hastalıkları karşısındaki çözümün İslam olduğuna inanıyor.”


Otuz yıl sonra Müslüman Kardeşler, gençlik idealizminin rüzgarını arkasına alıyor ve hem örgütlenme bakımından, hem de toplum için önerilen yeni “harita”yı reddeden güçlü düşmanlarla karşılaşmasına rağmen, Mısır'ın modernite yürüyüşünün zulüm görmüş yansıması olarak, 84 yılın meyvelerini topluyor.

Mısır'ın yeni türden bir İslami demokrasi kurabileceği yönündeki umutlar an itibariyle ezilmiş durumdadır. Şu ana kadar ayakta kalabilmiş tek İslam devrimi İran'dakidir; bu devrim, Irak savaşı, ekonomik kriz, yıkım ve yaptırımlar gibi Batı entrikaları altında boğulsa da, hâlâ güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor. Diğer İslam devrimleri – Cezayir ve Afganistan – Batı basıncı altında yarı yolda kaldılar. Türkiye'de İslamcıların sandık başarısıyla 2001'de dönüşüm başladı, ancak Mısır'daki İslamcı zaferi gibi, her iki ülkenin imparatorlukla olan yakın entegrasyon nedeniyle bu zafere büyük ölçüde gölge düştü.

2011'de Tunus'ta Bin Ali'nin ve Mısır'da Mübarek'in devrilmesi, Türkiye ve İran'ın – her ne kadar örneklerin her biri çok farklı olsa da – Yirminci Yüzyıl'da laik Batı yanlısı diktatörlüklerden İslam'dan esinlenmiş bağımsız demokrasilere giden tarihini tekrar ediyor. Ancak Mısır, yeni bir aşamayı, toplumun aşağıdan yukarı yeniden İslamlaştırılmasını da yaşıyor – en azından Temmuz 2013 darbesine kadar öyleydi.

2011'de Mübarek'e karşı, Batılılaşmış kent gençliği tarafından kıvılcımı çakılan ayaklanma, kısa süre içine Mısırlıların büyük çoğunluğunu seferber etti, ancak muhalefet kısa süre içinde laik ve İslamcı kamplara ayrıldı ve ordu ile polis burada laiklerin yanında durdu. İran ordusu bu kadar kemikleşmiş halde değildi ve İranlıların başında, Batı emperyal düzeninin kuklası olma yönünde bir niyeti olmayan bir düşünür ve eylemci – Ayetullah Humeyni – vardı.   

Cezayir'in tekrarı 

Mısır'daki askeri darbe, 1991'de Cezayir'de gerçekleşen ve ülkenin tarihindeki ilk demokratik seçimlere son veren, korkunç bir iç savaşı başlatan, ülkeyi yıkılmış halde bırakan ve yirmi yıl sonra Cezayirlilere musallat olmaya devam eden darbenin çok korkutucu bir tekrarıdır.

 

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlara karşı verilen kurtuluş mücadelesinde bir milyon Cezayirli öldü – bu, Cezayir'in ilk iç savaşı/devrimi idi ve muhalefete Fransız tipi eğitim almış laik sosyalistler ve ulusalcılar hâkimdi. O tarihte, mücadelenin hedefinde olan Fransız yetkilileri, bir İslami devrimi engellemek için bütün reformist dini örgütleri kapattı ve iktidarın dizginlerini etkili bir şekilde, yeraltında faaliyet yürütmüş, laik (Fransız tipi eğitimli) bağımsızlık hareketine teslim etti. M. Moaddel'e göre devrimden sonra “Cezayir devleti Pehlevi devletine şaşılacak derecede benziyordu; güçlü bir laiklik uygulamasının olduğu bu devlet sosyal, kültürel ve ekonomik alanların içindeydi ve İslami grupların karşı çıktığı bir tarım reformu yürütüyordu”. İran şahının laik bir kapitalist yol çizmeye çalışması gibi, Mısır'da Nasır da laik sosyalist bir yol çizdi ve bu yol Cezayir'de Bin Bella tarafından taklit edildi, ancak her üç örnekte de sonuçlar hayal kırıklığı yarattı ve muhalefetin ortadan kaldırılmasını gerektirdi.

 

İslamcıların imparatorluk tarafından manipüle edilmesi, 1979 yılında Afganistan'da Sovyetler Birliği'ne karşı “cihad”la hızlandı. Burada Cezayirliler, Mısırlılar ve dünya çapından İslamcılar, şimdi İslamcılara yakın olduğu varsayılan ABD tarafından örgütlendi ve finanse edildi ve başında ABD-Suudi destekli El Kaide'nin olduğu yeni bir terörist dinamik açığa çıktı. 

Bu sırada Cezayir'de, 1980'lerde petrol fiyatlarındaki düşüşün ciddi ekonomik zorluklara neden olmasıyla gerçek İslamcılar için bir demokrasi penceresi açıldı. 1988'deki ayaklanmalar sonrasında ve yeni anayasanın iktidardaki FLN dışındaki siyasi partilere izin vermesiyle, acele içinde kurulmuş olan İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) Haziran 1990 belediye seçimlerinde %50'den fazla oy aldı ve iktidarı almaya hazır hale geldi. Ulusal seçimler iptal edildi ve Cezayir'in ikinci iç savaşı başladı.

Ordu müdahale etti ve bir terör kampanyası başlattı, İslamcıları katletti ve hatta sahte İslamcı ölüm mangaları örgütledi. En meşhur İslamcı Silahlı Gruplardan bazıları gerçekte, ordunun Fransız destekçilerinin bile kabul etmek zorunda kalacağı üzere, Cezayir gizli servisleri tarafından oluşturulmuştu. Fouzi Slisli'ye göre “İç cephede amaçları İslam adına, FIS'nin itibarını kaybettirecek vahşetler işlemekti. Uluslararası cephede amaç, Batı'yı İslamcılığın ‘kökünün kurutulması' gerektiğine ikna etmekti.”

Cezayir dinamiği, reelpolitiğin “böl ve fethet” taktiğinin korkunç bir örneğidir. Bu taktik 1970-80'li yıllarda Afganistan'da Sovyetler Birliği'nin desteklediği sosyalist Afganlara karşı, 1980-90'lı yıllarda ise Mısır ve Suriye'de kullanılmış, Müslümanlar Müslümanları İslam adına öldürmüş, “güvenlik güçleri” de bu entrikanın parçası olmuştur.

Cezayir iç savaşı, Mısır'ın o dönemki Sedat/Mübarek kabusunun aşırı bir versiyonuydu; Fransa ve ABD bu laik askeri hükümetlerin her ikisini de destekliyordu (Afganistan ve Suriye'de ise laik hükümetlere karşıydılar çünkü onların “düşmanları” olan Sovyetler Birliği bu hükümetleri destekliyordu). 1992-2002 yılları arasında, tahminlere göre 200,000 Cezayirli hayatını kaybetti. Bugün, İslamcılar tarafından kazanılmış meşru seçimlerin sonuçlarının yıkılmasını destekleyen laik Mısırlılar Cezayir'i hatırlamalı ve irkilmelidir.

Bugünkü Cezayir 

Cezayir'deki İslamcılar hala kontrol altında tutuluyor, fakat Cezayir'in travması henüz sona ermedi. Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika'nın ölümünün yaklaşmasıyla, bugün Mısır'da olduğu gibi güvenilir seçimlerin yapılması için baskı yapılacaktır, ancak her iki örnekte de İslamcılar yine en büyük güç olacaktır.  

Fakat Cezayir iç savaşında yaşanan korkunçlukların bugün Cezayir'de veya Mısır'da bir tekrarını üretmek o kadar kolay olmayabilir. Her durumda, Müslüman Kardeşler'in çökeceğine dair öngörüler, İmparatorluk'la Mübarek tarzı uzlaşmanın yeniden hayata geçirilmesi umudunun hayli zayıf olduğu Mısır'ın gerçekliğiyle çelişiyor. Darbenin tek yaptığı şey, İmparatorluk'la anlaşmaya çalışmanın zarar vericiliğini teyit etmek oldu. Bugün Mısır'ı ileriye götürecek tek yol, otuz yıl önce İslamcı uyanış yolunda ilerlerken İran'ın yaptığı gibi yılanın başını kesmektir. 

Mısır'da halen gerçek terörist tehditler var. 2012 itibariyle, El Kaide'nin Bin Ladin sonrası lideri Mısırlı Eyman Zevahiri, Suriye'deki Esad hükümeti ve Mısır'daki Müslüman Kardeşler hükümetinin arasını açmakla meşguldü. Avrupalı cihadçılar Nasr şehrinde İslam veya Arapça dersleri almak üzere Kahire'ye geliyor, daha sonra Mısır, Sina veya Libya'daki El Kaide eğitim kamplarına yöneliyordu. Batılı güçleri hedef alan Bin Ladin'in aksine Zevahiri, her zaman yerel rejimler ve Arap yöneticilerle savaşmaya odaklandı. Eğer Müslüman Kardeşler bir kez daha yeraltına zorlanırsa, hayal kırıklığına uğramış İslamcılar kendilerini savunmak ve Batı modelinin yeniden dayatılmasına direnmek zorunda kalacakları için bu terörizmin yükselişe geçmesi kaçınılmazdır.

Emperyalistlerin IMF, NATO, Körfez ve elbette İsrail ve AB üzerinden dayattıkları baskın güç nedeniyle, Müslüman Kardeşler'in hepsini paketlemesi ve işlevsiz neoliberal ekonomiyi işler hale getirmesini (bu esnada da ucuz, laik Batılılaşmış kültürün başını alıp yürümesine engel olmasını) beklemek boş bir hayaldir. İran bu doğrultuda cesur bir girişimde bulunmuştur ve İmparatorluk bunu hiçbir zaman unutmamış ve affetmemiştir.

Gerçekte Müslüman Kardeşler, Mısırlıların en fazla ağırlık yapan sorununa yönelerek, çok yoksul kişilere karneyle ekmek dağıtılmasına yardım etmek için on binlerce kişiyi seferber etti. Çöp dağlarını temizlemek için mangalar seferber etti. Eş zamanlı olarak ofisleri tahrip edildi ve yakıldı ve aktivistleri öldürüldü.

Mısır'ın ruhani mirasından ve insan gücünden yararlanılması, ABD hâkimiyetindeki dünya düzeyinden bir derece bağımsızlık sağlamak, Mısır'ı yeni, daha az gösterişli, daha az Batılı bir topluma dönüştürme iddiasında bulunmak için açık bir planı gerektirir. Belki, geçmişin hem fiziksel, hem de ruhani nitelikteki emperyal çöplerinin birikmesi karşısında kısa vadede başarısız olabilir. Emperyalistlerin ve Mısır'daki ve Arap dünyası çapındaki takipçilerinin niyeti kesinlikle budur.

Nasırcı Hamdin Sabahi veya Muhammed El Baradey gibi anti-emperyalistlerin, kitlelerin oylarını yeterli bilgi sahibi olmadan verilmiş oylar olarak değersiz görmesi, darbe çağrısı yapması ve açıkça emperyalistlerin şemalarını dileyerek tek gerçek anti-emperyalist muhalefeti karalaması utanç vericidir – hayır, suçtur. İslamofobi ilkeldir. Şimdi hevesle, cunta hükümetine atanmayı bekliyorlar (cunta sosyalizmden veya anti-emperyalizmden kalan herhangi bir şeyi hoş görebilirmiş gibi), İslamcılar ise yeniden hapisteler.
 

medyasafak.com