Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (16)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (16)
Derslerin çevirisini kaldığımız yerden sürdürüyoruz...

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (16)

01/10/2010

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âli'ne, seçkin değerli sahabelerine olsun.

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle selamlıyorum. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. ‘Mehdilik Meselesi' programının yeni bir bölümünde ‘Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi' konusunun on altıncı kısmında sizinle birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

- Hoş bulduk.

- Önceki programın özetini sunmanızda bir sakınca olmasa gerek.

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman ve Rahim'in Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âli'ne olsun.

Programımızın girişini uzatmak istemiyorum. Giriş bölümünde sadece iki noktaya değinmek istiyorum.

İlk nokta; Sekaleyn hadisinin ‘ve İtret'im' şeklindeki varyantının Hz. Peygamber'in (s.a.a) mübarek dudaklarından döküldüğü noktasında ister Ehl-i Sünnet'ten, ister Ehl-i Beyt Okulu'ndan olsun bütün Müslümanlar görüş birliği içindedirler. Hatta bu hadisin Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sahih olarak varid oluşu noktasında onlarca kanal ve rivayet bulunmaktadır. Değerli izleyiciler önceki programlarda bu hadisin Hz. Peygamber'den (s.a.a) kesin bir şekilde varid olduğunu ispatladığımızı hatırlayacaklardır. Ayrıca bir önceki programda Sekaleyn hadisinin ‘ve İtret'im' şeklindeki varyantının Ehl-i Beyt Medresesi'ndeki geliş kanallarına ve rivayete işaret eden asli kaynaklara ilişkin açıklamalarda bulunduğumuzu hatırlayacaklardır. Diğer taraftan her iki mezhep tarafından da Sekaleyn hadisinin mütevatir oluşunun iddia edildiğini de açıklamıştık.

İkinci nokta; Sekaleyn hadisinin asli metni ‘Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im' şeklindeki metni değildir. Zira biz bu metnin, aslı olmayan zayıf bir hadis olduğunu detaylı bir şekilde açıklamıştık. Hadisin asli ve sahih metni şudur: ‘Allah'ın Kitabı ve İtret'im. Bunlar Havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır.' Bu konuyu Allah-u Teala'ya hamd-ü senalar olsun ki önceki programlarda ayrıntılı bir şekilde sunmuştuk.

Üçüncü merhaleye geldik. Bu merhalede Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ‘Ve İtret'im olan Ehl-i Beyt'im' şeklindeki buyruğunda geçen Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu inceleyeceğiz. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak Ehl-i Beyt kavramının kime uyarlanacağını inceleyeceğiz. Sekaleyn hadisinde kavramın kime uyarlanacağına dair bir değini bulunmamaktadır. Gerçi bazı hadislerde buna işaret edilmiştir. Kitap'la/Kur'an'la özdeş olan, O'ndan asla ve kat'a ayrılmayan, kendilerine ve Kur'an'a tutunan kimsenin asla sapmayacağı bu kişileri tanımamız bizim açımızdan çok önemlidir. Kur'an'dan ayrılmayan ve Kur'an'ın da kendilerinden ayrılmadığı bu grup acaba kimlerdir? İlahi kelama göre Kur'an batılın yaklaşamayacağı bir kitap olduğuna göre, Kur'an'ın dengi olan bu topluluğa da batıl yaklaşamaz. Yani Kur'an için geçerli olan her şey bunlar için de geçerlidir. Bu konu inşallah ilerde gelecektir. Kısaca üçüncü merhalede Allah Resulü'nün (s.a.a) Sekaleynden birisi olarak nitelendirdiği Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu inceleyeceğiz.

- Konu anlaşıldı. Seyyidim, sonraki merhaleye geçmeden önce akademisyen ve ilim ehli olan kardeşlerimizden Sekaleyn hadisinin senedine ilişkin soru sormamalarını ve bu noktaya ilişkin açıklamalarda bulunmamalarını istirham ediyorum. Zira çok önemli bir noktaya geçeceğiz. Hadisin senedinin şeksiz şüphesiz sağlam olduğunu ve bu konudaki açıklamaları geniş bir şekilde inceledik.

- Bir insanın hakkı görmemesi veya hakka karşı gözünü kapatması durumu hariç konu son derece açıktır.

- Sunucu: Hz. Resulullah'ın buyruğunda geçen Ehl-i Beyt'ten kasdın kimler olduğu konusuna geri dönelim. Öncelikle dil açısından bu sözcük neyi ifade etmektedir?

- Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ‘İtret'im olan Ehl-i Beyt'im' ifadesinde geçen “Ehl-i Beyt”i tanımaya geçmeden önce kamus ve mucemlere göre ‘ehl' ve ‘beyt' sözcüklerinin ne anlama geldiğini bilmemiz gerektiği kanaatindeyim. Bir Kur'anî sözcüğün veya ifadenin anlaşılabilmesi için mucemlere[1] ve dilsel açıklamalara müracaat etmemiz gerektiği genel bir kaidedir. Yani Kur'an'da geçen salat/namaz, hacc, savm/oruç, zekat, humus vb. onlarca hatta yüzlerce Kur'anî kavramın anlaşılabilmesi için mucemlere/sözlüklere ve dilsel açıklamalara müracaat etmek Kur'an'i bir metottur. Zira Kur'an-ı Kerim kendisi için “bi lisanin arabiyyin mübiyn/apaçık Arapça bir dille” buyurmaktadır. “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (12/Yusuf/2) “Biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur'an kıldık.” (43/ez-Zuhruf/3) Öyleyse Ehl-i Beyt kavramından neyin kasdedildiğini anlayabilmemiz için ilk olarak ‘ehil' ve ‘beyt' sözcüklerinden ne murad edildiğini öğrenmemiz gerekmektedir.

Kavramın ilk sözcüğü ehildir. Gecikmeyelim diye bu bölümü çok süratli bir şekilde geçmeye çalışacağım. ‘Ehil' sözcüğünden ‘bir şeye nispet edilen şey' murad edilmektedir. Bir şeyin başka bir şeye intisap edilişini karşılamak için ehil sözcüğü kullanılır. Örneğin Medine'ye nispet etmek etsen ‘Ehlü'l-Medine/Medine ehli' ifadesini kullanırsın. Zamana nispet etmek istersen ‘Ehlü haza'z-zaman/zamane çocuğu' dersin. Azizan, bir şeyi bir şeye nispet etmek istersen intisap eden şey kendisine intisap edilen şeyden daha genel bir kavram olmalıdır. Zaman, mekan, sanat,  amel veya ev vd. kavramlarından hangisi olursa olsun bu durum değişmemektedir. Ancak “ehil” sözcüğünün kullanılabilmesi için şu iki şart bulunmalıdır: intisap edilme ve ihtisas/özel olma. Bundan dolayı ‘Ehlü'l-Kur'an' sözcüğü kullanıldığında kasdedilen anlam Kur'an'a intisap eden ve Kur'an sahasında ihtisas edenlerdir. Yani ya Kur'an ilimleri, ya tefsiri ya da hıfzı hakkında Kur'an'a intisap edenler ve ihtisas edenlerdir. ‘Ehlü'l-beled/şehir halkı', ‘Ehlü'z-zaman/zamane çocuğu', ‘Ehlü'r-recül/kişinin ehli', ‘Ehlü'l-mer'e/kadının ehli', ‘Ehlü'l-emanet/emanet ehli', ‘Ehlü'l-karye/kasaba ehli', ‘Ehlü't-takva/takva ehli', ‘Ehlü'l-Mağfiret/mağfiret ehli' gibi kullanımların bütünü bu şekildedir. Ehil sözcüğünün anlamı nedir? Öyleyse ehil sözcüğü bir şeye özgü olma anlamıyla birlikte intisap etmeyi ifade etmektedir

“Ve min ehli'l-Medineti meradu ela'n-nifaki/Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır.' (9/et-Tevbe/101)”, “Kul ya Ehle'l-Kitabi/De ki ey Ehl-i Kitab” gibi ehil kelimesinin kullanıldığı onlarca ayet vardır. Ehl-i Kitab sözcüğünün anlamı nedir? Yani ey bu Kitab'a intisap edenler ve ona nispet edilenler. “İnnallahe ye'mürüküm en tueddu'l-emanati ila ehliha/Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi emreder.” (4/en-Nisa/58), “Feb'esu hekemen min ehlihi ve hekemen min ehliha/erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin.” (4/en-Nisa/35) Bu ayetlerin bütününde geçen ehl sözcüğü birşeye intisap eden, ona özgü olan ve ashabı olan anlamına gelmektedir. Son ayetteki ‘ehlihi' sözcüğünde geçen “ehil” kişinin babasından, kardeşinden, yakın akrabasından ve dostundan daha genel bir kavramdır. Bunların bütünü kişinin ehli olarak kabul edilir. Kur'an bu sözcüğü bir şeye intisap etme ve o şeye özgü olma anlamında kullanmaktadır. Allah-u Teala'nın “Fe enceynahü ve ehlehü/Onu ve ehlini kurtardık” buyruğunda da aynı durum söz konusudur. Bu ilahi buyruk sadece onu ve hanımını kurtardık anlamına gelmemektedir. Neseb, mesken vb. bir nedenle kendisiyle bağlantılı bulunan herkes kişinin ehlidir. “Hüve ehlü't-tekva ehlü'l-mağfiret/ Sakınılmaya lâyık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur.' (74/el-Müddessir/56)” buyruğunda da aynı durum söz konusudur. Ayette geçen ‘ehlü't-takva' ifadesi sakınılmanın Allah-u Teala'ya özgü olduğunu ortaya koymaktadır. “Ve lev enne ehle'l-kura amenu ve'ttekav/ (O) ülkelerin halkı inanıp (Allah'ın azabından) korunsalardı' (7/el-Araf/96)”, “Ve ma künte saviyen fi ehli Medyene/ Sen Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin” (27/el-Kasas/45). Bu ayetlerin hepsinde “ehil” sözcüğü hemen hemen aynı anlamda kullanılmıştır.Bu kullanımlar ehil sözcüğü hakkında bize genel bir fikir veriyor.

Konumuz özelinde ise “ehil” sözcüğü “eş” anlamına gelmemektedir. Şu noktaya dikkat ediniz. Zira bizler bu noktayı inceleyeceğiz. Kur'an-ı Kerim'in kullanmış olduğu ‘Ehl-i Beyt' kavramından murad Peygamber'in (s.a.a) hanımları değildir. Zira sözcüğün luğavi anlamı bu kullanımdan ve anlamdan daha geniştir. Lugat bilginlerinin bu anlam hakkındaki açıklamaları açık ve nettir. Şimdi lugat bilginlerinin açıklamalarının bir bölümüne işaret edeceğiz.

İlk kaynak, Ebü'l-Hüseyin Ahmed İbn Faris'in Mucemü'l-Mekayis adlı eseridir. Müellif şöyle diyor: “Birbirine uzak iki asli anlamı vardır. Bunlardan ilki; ehl sözcüğüdür. Halil der ki; ‘Ehlü'r-recüli/kişinin ehli' kişinin hanımı anlamındadır. Teehhül sözcüğü ise evlenme anlamına gelmektedir. ‘Ehlü'r-recül' bir kişiye en yakın olan insan anlamına gelmektedir.'[2]” Halil'in “ehl” sözcüğünü hanım olarak anlamlandırması örneklem içindir. Yoksa “ehl” sözcüğü sadece hanımlara özgü değildir. Hanımlar her ne kadar ehl sözcüğünün kapsamında olsa da sadece onlara özgü değildir. Öyleyse kullanım hem hanımı hem de başkalarını kapsayacak bir genişliğe sahiptir.

“Ehlü'r-recül kelimesi bir kişiye en yakın olan insan anlamına gelmektedir.”[3] İster hanımlarından, ister evladlarından, ister başka bir kanaldan olsun kişiye nispet edilen her şey onun ehlidir. “Ehlü'l-Beyt' ise o evin sakinleri anlamına gelmektedir.”[4] Bu bağlamda sadece hanımlar değil evladlar da, hatta hizmetkarlar ve köleler bile işin içindedir. Bu bağlamda kişinin bakımını üstlendiği insan da ehl-i beyttendir. Sözcüğün fıkhi bağlamdaki kullanımında da bu geniş anlam bulunmaktadır. İbn Faris de bu anlama işaret eder. “Ehl-i Beyt, o evin sakinleridir. Ehl-i İslam ise İslam'ı din olarak kabul edenler anlamındadır.”[5]

İkinci kaynak İbn Esir el-Cezeri'nin en-Nihaye adlı eseridir. Yazar şöyle demektedir: “E-h-l maddesi, Ehlü'l-Kur'an; ehlüllah ve O'nun özel kulları. Yani Kur'an hafızları ve onunla amel edenler. Bunlar Allah'ın veli kullarıdır. Onun özel dostlarıdır.[6] Görüldüğü gibi İbn Esir ehl sözcüğüne ‘özel ve özgü' anlamı vermektedir. Ehil sözcüğü eşler anlamına gelmemektedir. Değerli izleyiciler parmak basmak istediğim nokta şudur: Bazıları ısrarla Ehl-i Beyt sözcüğünden muradın Peygamber'in (s.a.a) hanımları olduğu izlenimini vermek istemektedirler. Halbuki dilsel açıdan bu anlam söz konusu değildir. Dilsel açıdan ehil sözcüğü özgülüğü ve en yakın oluşu ifade eder.

İnsanın ehli sadece eş/ler/i değildir. Galiba işaret ettiğimiz bu nükte, yani hanımın ehlin kapsamına girmeyişinin gerekçesi şudur. Kişinin hanımı onu boşamasıyla kendisinden ayrılabilir, ancak oğulları kendisinden ayrılmış olamaz. Oğullar evden çıkabilir, ayrı bir eve geçip yerleşebilirler. Ancak bu durumda dahi neseb bakidir. Ehil sözcüğü ancak kendisine nispet edilenler ve kendisine özgü olanlar hakkında kullanılabilir. Rağıb el-İsfahani (h.502) de bu anlama işaret etmektedir.

Rağıb el-Müfredat adlı eserinde şöyle demektedir: “Ehl sözcüğü külli/genel bir kavrama izafe edilir. Ehlüllah, ehlü'l-hayyat/dikim ehli, ehl-i zemani keza ve ehl-i beledi keza kullanımlarının bütünü bu türdendir.[7] Bir grup lugat bilgininin “ehl” ile “âl” sözcüğünü birbirinden ayırt etmek için dikkat çektikleri bir nükteye işaret etmek istiyorum. Âl kavramı ancak, konuşabilen özel kişilere izafet için kullanılır; bilinmeyen kişi, zaman ve mekanlar için kullanılmaz. Bu nedenle falanın âli, veya bir adamın, şu zamanın veya şu yerin âli denilmez. “Terzinin âli” de denmez. Aksine, sözcük en şerefli, en üstün kişilere izafet için kullanılır: Allah'ın âli, sultanın âli denilir. Ehl sözcüğü bunun aksine bir kullanıma sahip olup hepsi için kullanılır. Allah'ın ehli de denir, terzinin ehli de, zamanın ve ülkenin ehli dendiği gibi.[8]

Öyleyse Kur'anî kullanımların ve lugat bilginlerinin açıklamaları ışığında bu kavramın ne anlama geldiği yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Sözcük, bir şeye özgü olma yoluyla intisap edilmeyi ifade etmektedir.

“Beyt” sözcüğüne geçelim. Lugat bilginlerinin açıklamalarına müracaat edildiğinde bu kelimenin kişinin geceleyin sığındığı yer ve barınak anlamına geldiği görülür. Aynı kökten gelen “beytute” sözcüğü sadece geceleyin vakit geçirme için söz konusudur. Rağıb şöyle der: “Beyt kelimesinin aslı, insanın gece barınağıdır; çünkü, beyt gece kalmak anlamına gelir. Zalle bi'n-nehari cümlesi de gündüz kalmak anlamındadır. Bunun yanında, sadece gece kalınmasına bakılmadan her meskene beyt adı verilir.[9]

Öyleyse ‘Ehl-i Beyt' veya ‘Ehlü'l-Beyt' ifadesi oturdukları ve barındıkları evin ehli anlamına gelmektedir. Bu evde yaşayan kişinin eşi veya diğer bireyler arasında fark bulunmamaktadır. İster o evde sebebi veya nesebi bir bağ olsun ister olmasın fark etmemektedir. Belirli bir meskende yaşayan ve barınan kişiler hakkında Ehl-i Beyt ifadesi kullanılır. Yani aynı evde seninle birlikte yaşayan hizmetçin hakkında “ehlü'l-beyt ifadesi” kullanılabilir. Örfen ve luğaten de hizmetçi o evde olanlarla birlikte bulunduğundan o evden sayılır. Mecmeü Mekayisi'l-Luğat adlı eserde bu açıkça dile getirilmektedir.

Ezcümle bazılarının dile getirip dikte ettirmeye çalıştıkları gibi “ehl-i beyt” sözcüğünden Peygamber'in hanımları kasd edilmemektedir. Bunlar “ehl-i beyt” kelime grubunun kullanıldığı her yerde ifadeye Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları anlamını vermeye çalışmışlardır.

Öyleyse luğavi açıdan “ehl-i beyt” teriminin mucem kitaplarına göre kişinin hanımları anlamına gelmediği açığa çıkmaktadır. Bu açıklamalar ışığında Albani'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde yaptığı açıklamaların tutarlılığı ve geçerliliği yeterince anlaşılmaktadır. Albani şöyle demektedir: “Hz. Peygamber'in buyruğunda geçen ‘itretim' sözcüğünden murad Şia'nın murad ettiği anlamdan daha kapsamlıdır. Ehl-i Sünnet Şia'nın verdiği anlamı reddetmemektedir. Aksine onlar da itrete tutunmaktadırlar. Ancak hadiste geçen itret Peygamber'in Ehl-i Beyti'dir. Bu anlam hadisin bazı kanallarında açıklanmıştır. Şu an ele aldığımız ‘ve İtret'im olan Ehl-i Beytim' hadisinde de aynı anlam söz konusudur. Peygamber'in Ehl-i Beyt'i aslında hanımlarıdır. Aişe-i Sıddıka da Ehl-i Beyt'in kapsamında yer almaktadır.[10]

Şia'ya göre “İtret” sözcüğünden murad Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir (a.s). Ancak Albani'nin ifadelerinde geçen “Ehl-i Beyt'ten asıl kastedilenin Peygamber'in hanımları olduğu” şeklindeki “asıl”dan kasdın ne olduğunu anlayamıyorum. Albani hangi asıldan bahsetmektedir? Eğer dilsel açıklamaları kastediyorsa mucem kitapları bu ifadedeki kasdın ‘belirli bir evde yaşayan kimseler' olduğunu söylemektedir. Bu ifade hanımları ve çocukları da içine alan genel bir kavramdır. Hatta bu ifade hizmetkarları ve köleleri de kapsamaktadır. Öyleyse tahkik erbabı olan Albani gibi bir zatın bu açıklamalarını kabul etmemiz mümkün değildir.

Albani'nin “Peygamber'in Ehl-i Beyt'i aslında hanımlarıdır” ifadelerine tekrar dönelim. Şeyhim, hangi asıldan bahsediyorsun sen? Eğer luğavi asıldan bahs ediyorsan mucem kitaplarında sözcüğe verilen anlam bundan daha geneldir. Eğer kullanımsal asıldan söz ediyorsan o da verdiğin anlamdan daha geniş bir manayı ifade etmektedir. Eğer varid olan hadislere işaret ediyorsan Peygamber'in (s.a.a) hanımlarının Ehl-i Beyt kavramının içinde mi dışında mı olduğunu belirten hadisleri ilerde göstereceğiz. Aişe'yi özellikle zikretmesine de anlam veremiyorum. Sanki Hz. Peygamber (s.a.a) Aişe'den başka hiçbir hanımla evlenmemiş gibi sadece onun zikredilmesine ve bunda ısrar edilmesine anlam veremiyorum. Ümm-ü Seleme denilsin, Mariye denilsin. Peygamber'in hanımlarını birinci ve ikinci derece olarak ayırt etmenin dayanağı nedir? Kur'an-ı Kerim'in açık ifadeleri bize çeşitli yerlerde bu düşünce tarzının yanlışlığını ortaya  koymaktadır. Tahrim Suresi Eğer o sizi boşarsa belki de Rabbi ona, sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, oruç tutan dul ve bakire eşler verir.” (66/et-Tahrim/5). Peygamber'in hanımlarının hepsinin mümin ve Müslüman hanımların en hayırlısı olduğu iddiası dayanaktan yoksundur. Bu hanımlardan daha yüce olanları bulunmaktadır. Hz. Hatice, Hz. Fatıma ve Hz. Meryem (a.s) onlardan daha hayırlıdır ve dünya hanımlarının en faziletlileridir. Bize kimse Aişe hakkında rivayetler bulunmaktadır demesin. Zira ileri sürülen rivayetler sadece Ehl-i Sünnet kalanından aktarılmıştır. Bizler ise Müslüman bilginlerin hakkında görüş birliği ettiği rivayetleri kabul etmekteyiz.

Öyleyse Albani'nin iddiası dayanaktan yoksundur. Ne luğavi ne de istimali/kullanımsal (terimsel) bir asla sahiptir. Beri taraftan bu görüşün Hz. Peygamber'den (s.a.a) aktarılan sahih rivayetler ve nasslar açısından da bir dayanağı bulunmamaktadır. Ayrıca Aişe'nin kendisinin de bu ayette geçen Ehl-i Beyt'ten olduğuna dair bir iddiası bulunmaktadır. Halbuki Aişe'nin kendisi bu hadisin ravilerindendir. İnşallah ilerde Ümmü'l-Müminin Aişe'nin tefsir sahasındaki rivayetlerini içeren bir kitapta da bunun dayanağı olmadığını göstereceğiz. Orada Aişe'nin ayetin kapsamına girdiğini ve Ehl-i Beyt'in bir bireyi olduğunu iddia etmediği ortaya çıkacaktır. Kendisi bu tür bir makama oldukça muhtaç olduğu halde Ehl-i Beyt'ten olduğunu iddia edememiştir. Zira kendisi, ayette söz konusu edilen ve hadiste geçen Ehl-i Beyt'ten olmadığını bilmektedir. İnşallah bu konuyu ilerde açıklayacağız. Ezcümle luğavi, örfi ve fıkhi kullanım gereğince kavram geneldir, Peygamber hanımlarına özgü değildir.

- Luğavi, örfi ve istimali/kullanımsal açıdan “ehl” ve “ehl-i beyt” sözcüklerinin hanımlara özgü olmadığı anlaşıldı. Ancak konuyla ilgili olarak muhalif görüşte olanların ileri sürdükleri şöyle bir itiraz var: Ayetlerin siyakı burada geçen Ehl-i Beyt kavramından muradın Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları olduğunu göstermiyor mu?

- Ahzab suresindeki bu ayetler Müslüman bilginler arasında görüş ayrılığının çıktığı en önemli konulardandır.

Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: Ey peygamber! Hanımlarına şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, haydi gelin, sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim. Yok eğer Allah ve Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki, Allah içinizden güzellik edenlere pek büyük bir ecir hazırlamıştır.' (33/el-Ahzab/28-9) Ayette incelenmesi gereken noktalardan birisi de ayetin orijinalinde geçen ‘minkünne/içinizden' sözcüğüdür. Acaba ‘min' edatı teb'iz/baziyet için midir yoksa beyan/açıklama görevini mi üstlenmektedir? Kimileri edatın beyan/açıklama amaçlı kullanıldığını iddia etmektedirler. Ancak kanaatimizce teb'iz/baziyet için olmasa da beyan için olduğuna dair de bir emare söz konusu değildir. Yani edat açıklama amaçlı da olabilir baziyet/bir bölüm anlamını ifade etmek için de kullanılmış olabilir. Öyleyse ‘min' harf-i cerrinin beyaniyye mi yoksa tebiziyye anlamında mı kullanıldığını tespit etmek için dışsal karine/ler/e muhtacız. Bu bağlamda okuyucunun zihnini ayetlerin bir bölümünü zikrederek ‘min' harf-i cerrinin beyan anlamında kullanıldığını söylemenin hiçbir yararı bulunmamaktadır. Zira ‘min' beyan anlamında kullanıldığı gibi teb'iz/bazıları anlamında da kullanılabilir. Ey peygamberin hanımları! sizden her kim (minkünne) bir terbiyesizlik ederse ona azab iki kat katlanır. Bu Allah'a göre çok kolaydır. Yine sizden her kim (Minkünne) Allah'a ve Resulü'ne boyun eğer, salih bir amel işlerse, ona da mükâfatını iki kat veririz. Hem onun için bol bir rızık hazırlamışızdır. Ey peygamberin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva ile korunacaksanız, çekici bir eda ile konuşmayın ki kalbinde bir hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin. Güzel ve dosdoğru söz söyleyin. Hem vakarınızla evlerinizde durun' (33/el-Ahzab/31-3) Bu hitap gerçekten acayiptir! Peygamber'in bütün hanımları ayetlerde geçen her şeyi yerine getirmek zorundadırlar, ancak Aişe hariç! Şu an Aişe'nin Cemel Savaşına ıslah için veya başka bir gerekçeyle çıkmış olması konusuna girmek istemiyorum. Önemli olan Aişe'nin bu ayetin gereğini yerine getirmemiş olmasıdır ki kendisi de sonradan çıkışının yanlışlığını dile getirmiş ve pişmanlık duymuş, hatta tevbe de etmiştir. İnsan ıslah amaçlı yaptığı bir eylemden dolayı tevbe etme ihtiyacını hisseder mi? Tevbe ancak günahın ve masiyetin söz konusu olduğu eylemler için geçerlidir. Bunu kadr-i yüce bilginler de açıkça dile getirmişlerdir.

Bakınız Allame Albani ne diyor; Allame, İsmail b. Ebu Halid kanalıyla Kays'tan da şu rivayeti aktarır: “Aişe kendi kendisine evinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanına defnedilmeyi arzuladığını söylermiş. Ayrıca şöyle demiş: Ben Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra bir olay gerçekleştirdim.[11]

Kur'an-ı Kerim, kendisine vakarlı bir şekilde evinde oturmasını söylemiştir. Biz Aişe'nin ırza ilişkin suçlardan binlerce kez beri olduğunu söyledik ve söylüyoruz. Peygamber'in (s.a.a) bütün hanımları için de aynı durum söz konusudur. Ancak bizler onun masum olmadığı görüşündeyiz ki Allame Albani de bunu açıkça dile getirmektedir. Allame Albani şunları yazmaktadır: “Özetle Hav'eb hadisi sahih bir isnada sahiptir. Haveb köpekleri hanginize uluyacak hadisinin metninde de bir sıkıntı bulunmamaktadır… Aişe Amiroğulları yurduna vardığında gece vakti Haveb su­yu başında oturanların köpekleri kendisine havlamıştı. Bunun üzerine Aişe: ‘Bu hangi su?' dedi. ‘El-Hav'eb suyu' dedi­ler. Aişe de ‘Mutlaka geri dönmem gerek' dedi. Bunun üzerinde beraberinde bulunanlardan birisi ‘İleri git. dönme! Belki Allah senin vesilenle insanların arasını sulh edecektir' dedi. Aişe de bunun üzerine cevaben ‘Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ‘Ona El-Haveb'in köpekleri havladığı zaman (kadınları kasdederek) içinizden birinin hali nasıl olacak' buyurduğu­nu işittim' diye yanıtladı.[12]

Aişe Cemel Savaşı nedeniyle de şöyle demektedir: Ben Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra bir olay gerçekleştirdim. Beni Peygamberin hanımlarının bulunduğu yere gömün.[13] Aişe Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanına gömülmeyi hak etmediğini anlamıştı.

Allame der ki: “Ben derim ki; Aişe'nin bir olayla kasdettiği şey Cemel Savaşı'dır. Zira kendisi bu savaştan dolayı büsbütün pişman olmuş ve tevbe etmiştir.[14]

Ey Müslümanlar! Aişe'nin yaptığı davranışa içtihad ismi verilecekse onun bu davranışından dolayı tevbe etmesine nasıl anlam verilmelidir? Zira içtihadında yanılan insan günah değil sevap elde etmektedir. İnsan sevap alacağı bir içtihaddan dolayı tevbe eder mi!? Bundan dolayıdır ki Allame Albani şöyle demektedir: “Bu konu hakkında en fazla Aişe'nin orasının Hav'eb suyu olduğunu öğrenince dönmeye yeltendiği söylenebilir. Ancak hadis de Aişe'nin dönmediğine delalet etmektedir. Bu davranış ise Ümmü'l-Müminin'e yaraşmayan bir davranıştır.[15]

Allame Albani, Ümmü'l-Müminin'e bu davranışın yaraşır olmadığını söyleyerek eleştiride bulunan Üstad Afgani'ye ise şöyle cevap vermektedir: “Cevabımız şöyledir: Kemal sahibi zatlardan her zaman kendilerine uygun davranış çıkmayabilir. Zira biz Peygamber hanımlarının ismet sahibi olmadıklarına inanıyoruz.[16]” Metinde de görüldüğü gibi Üstad Afgani, Ümmü'l-Müminin Aişe'yi savunma pozisyonuna girerek rivayet hakkında kuşku doğurmağa çalışıyor. Ancak Allame Albani kendisine gerekli cevabı veriyor.

Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.' (33/el-Ahzab/33-4) Ben bu ayet özelinde dışsal ve içsel karinelerin Peygamber hanımlarının Ehl-i Beyt'in kapsamına girmediğine delalet ettiğini iddia ediyorum. Hem bu ayette hem de diğer ayetlerde ve bütünü sahih olan nasslarda Peygamber hanımlarının Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ilahi buyruğunun kapsamına girmediğine dair karineler bulunmaktadır.

Karinelerden bir tanesini açıklayacağım. ‘Ehl-i Beyt' kavramı eğer peygamber hanımlarını konu ediniyor olsaydı ayetin başında geçen ‘ve karna fi Buyutikünne/evlerinizde oturunuz' ve sonraki ayette geçen ‘vezkürne ma yütla fi buyutikünne/ Evlerinizde okunan' ifadeleri gereğince Ehl-i Beyt ifadesinin de Ehlü'l-Buyut'a (evler ahalisi) dönüşmesi gerekirdi. İfadelerde de görüldüğü gibi ‘beyt/ev' kelimesi Ehl-i Beyt kavramında tekil olarak gelmişken diğer ifadelerde ‘beyt/ev' kelimesi ‘buyut/evler' şeklinde çoğula dönüşmüştür. Zira Peygamber hanımlarının tek bir evi değil farklı evleri vardı. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarından her birisi bir evde oturduğundan dolayı ayette de onlara hitap ederken buyut/evler ifadesi kullanılmıştır. Her halükarda konunun peygamber hanımları olabilmesi için “Ehl-i Beyt” ifadesi ile “buyut” ifadelerinin birbiriyle örtüşmesi şarttır. Ehl-i Beyt ifadesinde sözcük tekil, diğer ifadelerde ise sözcük çoğul olarak gelmiştir. Konunun peygamber hanımları olabilmesi için her ikisinin de çoğul gelmesi gerekirdi. Öyleyse ‘yüridullahu/Allah dilemektedir' ifadesinde söz konusu edilen ev ile öncesinde ve sonrasında geçen evler birbirinden ayrıdır.

Soru: Peki Ehl-i Beyt kavramı neden bu siyak-sibak bağlamında zikr edildi.

Cevap: Zira önceki ve sonraki ayetlerde kınama, eleştiri ve dokundurma söz konusudur. ‘evlerinizde oturunuz' ‘yabancı erkeklere karşı çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır' ilahi buyruklarındaki hitaplar Peygamber'e intisap edenlerin bütünü için geçerli değildir. “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” öncesi ve sonrası Peygamber'in hanımlarına yöneliktir. Peki Peygamber'e çok özel olarak nispet edilenler kimlerdir. Bunlar Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir. İşte bu ismi zikredilenler bahsi geçen emirlerden, değinilerden istisna edilenlerdir. Zira ayetin ‘İnnema yüridullahu' bölümünde bir işaret olmuş olsaydı bu hitabın peygambere nispet edilen Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e varıncaya kadar bütün herkes için geçerli olduğunu tasavvur ederdik. İlmi ifadeyle söyleyecek olursak ‘def-ü dahl-i mukadder' söz konusudur.[17] Ayetin bu bölümü öyle bir ifade tonuyla gelmiş olsaydı öncesinde ve sonrasındaki hükümler Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in yaşamış olduğu evi de kapsardı. Ancak Allah-u Teala direkt olarak bu ev ile Peygamber'in (s.a.a) hanımlarının bulunup yaşadığı diğer evleri birbirinden ayırmıştır. Peygamber'in hanımlarının kendilerine özel hükümleri vardır. Bu evde yaşayanların da kendilerine özel ve özgü hükümleri söz konusudur.

Öyleyse bu açıklamalar Albani'nin “İtret, Peygamber'in hanımlarıdır” şeklindeki düşüncesini reddetmektedir. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) ‘Mehdi benim itretimdendir' şeklindeki ifadesi Mehdi konuya açıklık getirmektedir.

- Suudi Arabistan'dan Abdullah kardeş hatta

- Selamün Aleyküm. Selman-ı Farisi ve Ammar b. Yasir gibi bazı sahabilerin Ehl-i Beyt'ten olduğunu belirten hadisleri nereye koyacağız. Bunlar da Sekaleyn hadisinin kapsamına giriyor mu?

- Ürdün'den Eymen kardeş hatta.

- Selamün Aleyküm! Seyyidle şu konu hakkında tartışmak istiyorum. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' (33/el-Ahzab/33) ‘Rahmetullahi ve Berekatühü Aleyküm Ehle'l-Beyti/Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir.' ayetlerini l birbiriyle nasıl örtüştürüyor.

- Peygamber hanımlarının luğavi ve örfi açıdan Ehl-i Beyt'in kapsamında bulunduğuna zaten inanıyorum. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Azizan, tartışma konusu olan nokta şurasıdır; eğer sizler fazilet ve ilim ehli olduğunuzu iddia ediyorsunuz size söylenen düşünceler ve fikirler üzerinde iyice fikrediniz. Yeni bazı bilgiler öğrenir de ilim talebelerinden olursunuz. Bizler luğavi açıdan kişinin hanımlarının ehl-i beytinden olmadığını söylemiyoruz. Konumuz Tathir ayetindeki Ehl-i Beyt kavramını Hz. Resulullah'ın (s.a.a) kime tatbik ettiğidir. Acaba bu ifadeyi Peygamber (s.a.a) hanımlarına tatbik etmiş midir yoksa etmemiş midir? Konu sözcüğün luğavi anlamı değildir. Doğrudur, luğavi anlamı hanımları da, hanımların dışındaki diğer kişileri de kapsar. Konumuz sözcüğün örfi ve fıkhi boyutunu da sunmak değildir. Bu anlamların hiçbirisinde bir tartışma söz konusu değildir. ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' İlahi buyruğunda geçen Ehl-i Beyt kavramının ayetten önce ve sonra geçen ‘buyut' sözcüğüyle ve bu evlerde yaşayan kişilerle aynı olmasının mümkün olup olmadığını tartışıyoruz. ‘Rahmetullahi ve Berekatühü Aleyküm Ehle'l-Beyti' ayetinin konumuzla bir alakasını kuramadım.

Selman ve Ammar b. Yasir'in Ehl-i Beyt'ten olduğunu ifade eden hadislere gelince bu hadislerde geçen ehl-i beyt kavramı dilsel anlamdaki ehl-i beyttir. Yani sözcük o eve nispet edilen, o evdekilerle özel dostlukları ve bağı bulunanlar anlamındadır. Bunu zaten söz arasında söylemiştik. Dilsel, örfi ve fıkhi açıdan ehl-i beyt kavramı hizmetkarları, köleleri, hatta neseb ve sebeb bağı olmayan kişileri dahi kapsayabilecek bir genişliğe sahiptir. Ancak konumuz ayet-i kerimedeki Ehl-i Beyt kavramıdır.

- Teşekkürlerimizi sunuyoruz, Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-Selamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.  


[1] Sözcüklerin vaz'i, istimali/kullanımsal ve mecaz vs. anlamlarının incelendiği geniş boyutlu sözlüklerdir. Çev.

[2] Ebü'l-Hüseyn Ahmed İbn Faris İbn Zekeriyya, Mucemü'l-Mekayis fi'l-Luğa, E-h-l maddesi, s.92

[3] Age, agy

[4] Age, agy.

[5] Age, agy.

[6] Ali bin Muhammed bin Abdülkerim el-Cezeri bin Abdülvahid eş-Şeybani el-Musuli, en-Nihaye fi Garibi'l-Hadis ve'l-Eser.s.54.

[7] Rağıb el-İsfahani, el-Müfredat fi Ğaribi'l-Kur'an, s.30 Al maddesi, Darü'l-marifet

[8] Age, agy.

[9] Age, s.64

[10] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c.4, s.359

[11] Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c.1, s.855, İkinci Kısmı.

[12] Age, agy.

[13] Age, agy.

[14] Age, agy.

[15] Age, agy.

[16] Age, agy.               

[17] İfade zihne bunlar da sözün kapsamına girmektedir şeklinde gelecek bir düşünceyi bertaraf etmek, anlamına gelmektedir. Çev.

Çev: Cevher Caduk

medyasafak.com