Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (17)

Ayetullah Kemal Haydari’den Sekaleyn Hadisi Dersleri (17)
Derslerin çevirisini yayınlamayı sürdürüyoruz...

15/10/2010

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla, Hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âli'ne, seçkin değerli sahabelerine olsun.

Değerli Kevser TV izleyenleri sizleri selamların en güzeliyle selamlıyorum. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. Sizinle ‘Mehdilik Meselesi' programının yeni bir bölümünde ‘Sened ve Delalet Açısından Sekaleyn Hadisi' konusunun on yedinci kısmında birlikteyiz. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'i selamlıyoruz. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

- Hoş bulduk.

- Programın girişinde, inceleyeceğiniz konunun girişi sadedinde bazı açıklamalarda bulunmanız mümkün mü?

- Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olanın Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âli'ne olsun.

Geçen hafta hizmetinizde olamadığınızdan dolayı siz değerli izleyicilerden özür diliyoruz.

Sizin de defalarca belirttiğiniz gibi konumuz Mehdi-i Muntazar inancının zaruret-i diniyyeden ve mütevatir inançlardan olduğu konusudur. Yani akli yönden saygınlığını yitirmek istemeyen bir kimse Ahirzaman'da Mehdi-i Muntazar'ın zuhurunun zaruret-i diniyyeden olduğunu tartışma konusu etmemelidir. Bu konu, aykırı görüş ortaya koyan önemsenmeyecek son derece nadir bir grup hariç Müslüman bilginler arasında görüş birliğinin bulunduğu bir noktadır.

Bu açıklamalardan sonra ikinci etaba geçmiş, İmam Mehdi'nin İtret-i Tahire'den ve Fatıma (selâmullahi aleyha) evlâdından olup olmadığı, hayatta mı olduğu yoksa henüz dünyaya gelmediği mi meselelerini incelemiştik. Şia'nın bu konu özelinde farklı görüşlere sahip olduğunu belirtmiş ve buradan da Sekaleyn hadisine giriş yapmıştık. İmam Mehdi'nin hayatta oluşunu ispatlamak için Sekaleyn hadisini ele almaya başlamıştık. İnşallah dördüncü merhalede bu konuyu inceleyeceğiz. İlk merhalede Sekaleyn hadisinin senedini, ikinci merhalede de metnini incelemiştik. Şu an üçüncü merhaledeyiz. Bu merhalede ise hadiste geçen Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu inceliyoruz. Sekaleyn hadisinin asli metninin hangisi olduğunu açıklamıştık. Son dönemlerde âlim olduğunu iddia eden bazı kimseler bazı Kur'ani ifadeleri kanıt olarak ileri sürmek yoluyla ‘Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im' şeklindeki varyantının içeriğinin doğru olduğunu ispatlamaya çalışmaktadırlar. Aslında bu çaba da hadisin ‘ve Sünnet'im' şeklindeki varyantının sahih oluşunu ispat etmedeki acziyetlerini ortaya koymaktadır. Hz. Resul-u Azam (s.a.a) ‘Allah'ın Kitabı ve İtretim olan Ehl-i Beyt'im' buyurduğuna göre Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu öğrenmek için Kur'an'a ve Peygamber'e (s.a.a) müracaat etmemiz gerekmektedir. Eğer Hz. Resulullah (s.a.a) herhangi bir açıklamada bulunmamış olsaydı veya lugata müracaat edin demiş olsaydı bizler Ehl-i Beyt'i tanımak için lugata müracaat ederdik. Ancak Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'in kimliğini açıkladığını görüyoruz. Kitab-ı Kerim'e müracaat ettiğimizde Ahzab suresinde “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (33/el-Ahzab/33) bu kavramın kullanıldığını görüyoruz. Öyleyse Hz. Resulullah'ın kullanmış olduğu bu kavramın Kur'anî bir altyapısının olduğunu anlıyoruz. Zira hadis de Kitab-ı Kerim de Ehl-i Beyt kavramını kullanıyor.

Ancak kimileri ayetin bu bölümünün Hz. Peygamber'in hanımlarını konu edinen ayetler bağlamında geldiğini söylemek suretiyle Ehl-i Beyt kavramının Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarını da kapsadığını ileri sürmeye çalışmışlardır. Onlar bağlamı göz ardı etmenin mümkün olmadığını iddialarına dayanak göstermektedirler. Bizler ise ayetin bu bölümünün Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e (s.a.a) özgü olduğunu kabul ediyoruz. Onların en önemli dayanağı bağlam ve dilsel açıklamalardır. İlim ve kalem erbabı olanlar ve hakikati öğrenmek isteyenler bunların Ehl-i Beyt kavramının Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarını da kapsadığına dair en önemli kanıtları olan siyak delillerini ve diğer lugavi delilleri dikkatlice incelesinler. Lugata ilişkin açıklamaların onların görüşlerini desteklemediğini görmüştük. Geriye en önemli delil olan siyak delili kalmaktadır. Siyak delilinin de onları desteklemediğine kısmen değinmiştik. Bu programda siyak delilini başka bir yönden ele alacağız.

- Acaba siyak delilinin tartışmasına girmeden önce muradın beyan edilmesi için siyaka/bağlama dayanan tefsir sahasına ait kaideyi açıklamanız mümkün müdür?

-Siyak/bağlam karinesini birçok yerde kullanırız. Siyak karinesine sadece Ehl-i Beyt kavramının anlaşılması noktasında ihtiyaç duymamaktayız. Çeşitli ayetlerde de buna ihtiyaç duyuyoruz. ‘Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin.' (4/en-Nisa/59) Soru; Ulu'l-Emr kavramı kimleri ifade etmektedir? Acaba bu kavramı anlamlandırmak için sözlüklere ve mucem kitaplarına mı müracaat edeceğiz, yoksa canımızın istediği kişilere başvurup Ulu'l-emr kavramını dilediğimiz kimseler hakkında mı kullanacağız? Yoksa Kur'an'da geçen bu kavramı açıklayıp uyarlayan nasslara mı müracaat edeceğiz. Açıkça belli olduğu gibi burada lugata müracaat etmemiz mümkün değildir.

Allah-u Teala'nın şu buyruğunda da aynı durum söz konusudur. “Sizin veliniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir.” (5/el-Maide/55) Ayette geçen “veliniz” sözcüğünden murad nedir? Ruku halindeyken zekatı verenler kimlerdir? Bunu nasıl öğreneceğiz? Bazılarının ısrarla dediği gibi siyak karinesine mi sığınacağız?

Al-i İmran Suresinin 61. ayetinde de aynı durum geçerlidir. Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım (3/Al-i İmran/61) Oğullarımız, hanımlarımız ve nefislerimiz/kendimiz sözcüklerinin tefsiri nedir ve bunlar kimlerdir? Siyaka mı yoksa lugata mı müracaat edeceğiz? Lugatla ilgili açıklamalar belki bize yardımcı olabilir. Ancak burada uygulanması gereken metot hangisidir? İşte bu programda bu konuyu inceleyeceğiz.

Ben öyle inanıyorum ki bu ayetlerde geçen Ehl-i Beyt, Ulu'l-Emr kavramlarının uyarlama yöntemini ve uygulanması gereken metodu öğrenebilmek için aşağıdaki adımları takip etmek gerekmektedir.

İlk adım; bu tür durumlarda özellikle de tartışmanın söz konusu olduğu ayetlerde uygulanacak metodu Kur'an-ı Kerim açıkça dile getirmektedir. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.' (4/en-Nisa/59) Yani meseleyi Kur'an-ı Kerim'e ve Hz. Resulullah'a sunmak. Ayet ayrıca bu sunuşu, imanın bir emaresi olarak belirtmektedir.

Tartışma ve görüş ayrılığının gerçekleştiği dini hakikatlerde Allah'a ve Resul'e (s.a.a) müracaat etmek kişinin mümin oluşunun emarelerindendir. Ancak son derece üzücüdür ki tartışmalı konularda ‘bize Allah'ın Kitabı yeter' diyerek Sünnet'i olumsuzlayan kişilerle televizyon kanallarında ve internet sitelerinde sıkça karşılaşmaya başladık. Bu görüş ya cehaletten kaynaklanmaktadır, ya da nifak ve zındıklığın bir türü olarak görülmelidir. Kur'an bu düşünceyi açıkça reddetmektedir. Ara sıra ehl-i ilimden olduklarını iddia eden bazı kimselerin “Geliniz Kur'an'ın merciiyeti noktasında buluşalım ve birleşelim” sözlerini görüyor ve işitiyoruz. Bizler de bu çağrı karşısında “Allah-u Teala'nın ve Hz. Resulullah'ın merciiyetinde” birleşelim diyoruz. Sünnet'ten kastımız da sizin, bizim, Zeydiyye'nin, İbaziyye'nin ve Ümeyyeci din anlayışının infirad ettiği Sünnet değil, hakkında ittifak bulunan sahih Sünnet'tir. Ancak bu özellikteki bir sünnet aramızdaki tartışmayı sonlandırabilir. Zira Hz. Resulullah (s.a.a) ‘Ümmetim, dalalette ve hatada birleşmez' buyurmaktadır. Kur'an-ı Kerim açık bir şekilde “Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; onu Allah ve Resulüne arz edin” diye emretmektedir.

Kur'an'ı tefsir eden ve açıklayan Zat'a (s.a.a) müracaat edelim. Kur'an'ın müfessiri ve mübeyyininin ne olduğunu Kitab'ın kendisi bize açıklayarak şöyle demektedir: ‘İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik' (16/en-Nahl/44) Hz. Resulullah'ın (s.a.a) açıkladığı bir konu hakkında kimsenin kişisel re'yini ve indi içtihadını açıklama hakkı bulunmamaktadır. Ayetin zahiri ve siyak bunu göstermektedir…

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) açıklamaları vahyin kapsamının dışında değildir. ‘O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.' (53/en-Necm/3-4) ‘Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.' (59/el-Haşir/7) İlk adım ve kural şudur: Kur'anî kavramlardan birisini veya Kur'anî bir konuyu kavramak ve öğrenmek isteyen kişi Kur'an'ın nassı gereğince ilk olarak Kitab'ın müfessiri ve dinin mübeyyini olan Resul-u Ekrem'e (s.a.a) müracaat etmekle yükümlüdür. Bu düzlemde Ehl-i Beyt kavramını anlamak için ilk olarak lugata, bağlama ve diğer Kur'anî karinelere değil Hz. Resulullah'a müracaat etmeliyiz, O'nun bu kavrama ilişkin açıklamalarına bakmalıyız.

Bu benim kişisel görüşüm değil, bilginlerin ekserisi bu yönde görüş ortaya koymuşlardır. İbn Teymiyye de bu şekilde düşünenlerdendir. O, Mecmuu'l-Fetava adlı eserinde şöyle demektedir: “Bilinmesi gereken kurallardan birisi de şudur ki; Kur'an ve hadise dair Peygamber'den (s.a.a) bir açıklama bulunuyor ise lugat ehlinin açıklamalarına gereksinim kalmamaktadır. Eğer bir ayetin tefsiri ve ayetten muradın ne olduğu Hz. Peygamber'den (s.a.a) gelen açıklamalar kanalıyla biliniyorsa ne lugat bilginlerinin ne de başkalarının görüşlerine ihtiyaç vardır.[1]

Öyleyse önce lugat ve mucemlerin konu hakkındaki açıklamalarına bakalım görüşü tutarlı değildir. Şimdi ‘Ehl-i Beyt' kavramı neyi ifade etmektedir şeklindeki bir soruya ‘lugata bakalım, lugat sözcüğün eşler hakkında kullanıldığını söylüyor' cevabını verenler doğru Kur'anî metottan haberdar olmayan kişilerdir. Peygamber'in açıklamaları karşısında yapılacak açıklama nasse rağmen içtihad kategorisine girer. Nass kavramı sözü de eylemi de kapsayan genel bir ifadedir.

Bu hakikati açıkça dile getirenlerden birisi de Albani'dir. Albani, Resailü'd-Daveti's-Selefiyye adlı külliyatının Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam kitabında şöyle demektedir:  “Sünnet'i Devre Dışı Bırakarak Kur'an ile Yetinenlerin Sapıklığı (Başlık)

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış durumda iken, bilmiyorum Allah'ın Kitabı'nda ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken) bulmayayım.[2] Bu hadis sahihtir. Bu hadis, İslam Şeriatı'nın yegane kaynağının Kur'an olmadığına kesin bir şekilde delalet etmektedir. İslam Şeriatı'ının kaynağı Kur'an ve Sünnet'tir. Bu ikisinden birini devre dışı bırakarak sadece tek bir tanesine tutunan kimse ise gerçekte hiçbirine tutunmamış olmaktadır. Zira bu kaynaklardan her birisi yekdiğerine tutunmayı emretmektedir. Kur'an Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.' demektedir.[3]” 

Albani, hiçkimsenin ‘biz sadece Kur'an'la yetiniriz. Sünnetle alakamız yok, bize Kur'an'dan haber ver' diyemeyeceğine dikkat çekiyor. Bu anlayış nifakın ve zındıklığın bir türüdür. Hatta zımnen Hz. Resulullah'ın risaletini inkar anlamına gelmektedir. Ezcümle Kur'an ile amel edebilmek için Sünnet'le amel etmek ve Sünnet'e başvurmak gerekmektedir. Sünnet'i devre dışı bırakmak mantığı uğursuz, cehalet kaynaklı, tefsir metodundan nasibi olmayan bir mantıktır. Bu bağlamda kimse bize “Ehl-i Beyt'i anlamak için geliniz lugata bakalım. Orada sözcüğün Peygamber hanımlarını da kapsadığı dile getirilmektedir” demesin.

Devamla şöyle der: “Kur'an'ı Anlamak için Lugatla Yetinmek Yetersizliği (başlık).

Kur'an-ı Kerim'i anlamak için Hz. Peygamber'in (s.a.a) fiili ve kavli sünnetinden yardım almaksızın, Arap dili ne kadar iyi bilinirse bilinsin, sadece dile ve dil kurallarına dayanmanın geçerli bir gerekçesinin olmadığı yukarıdaki açıklamalarla anlaşılmıştı.[4]

Devamla şöyle der: “Hadisin olduğu yerde reye başvurmak batıldır.[5]

Bu bağlamda Hz. Resulullah (s.a.a) Ehl-i Beyt'im şunlardır diyorsa, artık kimsenin kalkıp içtihad etme hakkı söz konusu değildir. İlmi metod aynen bunu gerektirmektedir. Zira Sünnet Kitabullah konusunda hakimdir, O'nu tebyin ve tefsir edicidir.

Öyleyse çeşitli mahfillerde ilmi diyaloglara giren sevgili azizan! Bir ayetin tefsiri için öncelikli ilk adım, Müslüman bilginlerin açıklamalarının delalet ettiği gibi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) fiili ve kavli sünnetine müracaat etmektir. ‘Bizler için hadis bağlayıcı değildir, bize düşen salt olarak Kur'an'a uymaktır' şeklinde ifadeleri kullanan birilerini gördüyseniz… Bunlar hakkında Berbehari'nin (h.329) Şerhü's-Sünne adlı eserindeki şu ifadelerine bir bakınız: “Kendisine hadisin sunulduğu bir şahıs eğer ben hadisi değil Kur'an'ın ne dediğini öğrenmek istiyorum derse o kimsenin zındıkça bir düşünceye sahip olduğundan kuşkuya düşme. Hemen bu kişinin yanından kalk ve onu terk et.[6]

Tam da günümüzdeki manzarayı betimliyor İmam Berbehari. Televizyon kanallarında ve internet sitelerinde Müslüman bilginlerin bütü tarafından sahih olarak kabul edilen bir rivayet okunduğunda ‘Bana Kur'an'dan haber ver, o önemli değildir' diyen pek çok kimse görmeye başladık. Berbehari, ayrıca ‘Hemen bu kişinin yanından kalk ve onu terk et' diyerek bu tip kimselere karşı takınılacak tavrı da belirtiyor. Zira Kur'an ‘Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin)' buyurmaktadır. Konuyu Hz. Resulullah'a (s.a.a) sunmayan kimse ya iman etmiş değildir veya imanında bir sıkıntı var demektir. Bu tavır bir tür nifak anlamına gelmektedir.

İkinci adım; Ayetin kimlere uyarlanacağını açıklayan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) fiili veya kavli sünneti bulunmuyorsa, ayetin bağlamına bakılır. Ehl-i Beyt, Ulu'l-Emr, vilayet, hanımlar ve oğullardan kastın kimler olduğunu anlayabilmek için ayetin bağlamına bakılır. Eğer konu hakkında siyak/bağlam da bize yeterli veriyi sunmuyor ve sorunu halletmede yetersiz kalıyorsa diğer ayetlere ve Kur'an'daki diğer karinelere bakılır. Başka bir ifadeyle söyleyecek olursak Kur'an'ı Kur'an'la tefsir ederiz. Yani ayeti anlama noktasında siyak yetersiz kalıyorsa Kur'an'daki konuya yardımcı olacak diğer ayetlere bakılır. Bu da yetersiz geliyorsa artık lugat kitaplarına, mucemlere ve sözlüksel kullanımlara bakılır. Öyleyse bir ayetin tefsiri için yukarıda belirtilen dört adım sırasıyla takip edilir.

Albani, Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam adlı eserinde bunu açıkça dile getirerek şöyle der: “İlim erbabının ekserisi arasında yaygın olan görüş şudur: Ayetin tefsiri için sünnet yoksa Kur'an'ın Kur'an ile tefsirine geçilir.[7]” Sünnet bulunduğu halde Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmek nass-ı nebevi karşısında içtihada yeltenmektir. Nass-ı nebevinin söz konusu olmadığı durumlarda ilk önce bağlam gözetilerek ayet tefsir edilir, sonra dışsal karinelere yani başka ayetlere müracaat edilir.

Benim de bu konuda bir kanıtım bulunmaktadır. Tevbe suresindeki şu ayete dikkat etmenizi istiyorum. ‘Eğer siz ona (Resûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ona Allah yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına. Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu.' (9/et-Tevbe/40) Bu ayetin Ehl-i Sünnet'in dayanaklarından olduğunu biliyoruz. Ehl-i Sünnet ilk halifenin faziletini açıklama sadedinde bu ayete dayanmaktadır.

Soru; bu ayetin ilk halifeyle irtibatlı olduğunu size kim söyledi? Eğer, bağlama, diğer rivayetler ve lugata müracaat etmemiz gerektiği görüşündeyseniz niçin bu ayet özelinde rivayete müracaat ediyor ve tarih ve rivayetlerin bu noktada icma ettiğini söylüyorsunuz. Bu durum da bilginlerin ilmi metotlarının az önce belirttiğimiz metot olduğunu ortaya koyuyor. Yani Kur'anî bir kavramın ve hakikatin anlaşılması bağlamında baş vurulacak ilk merci Hz. Resulullah'ın (s.a.a) fiili ve kavli sünnetidir. Sünnet yoksa Kur'an'a müracaat edilir. İşte biz de bu metodu Ahzab suresine uygulamaya çalışacağız.   

- Konu anlaşıldı. Acaba yukarıda geçen adımları Tathir Ayeti'ndeki Ehl-i Beyt kavramının anlaşılması için uygulamamız mümkün müdür?

- İnşallah programın vakti elverdiği ölçüde ilk adımı ayete uygulamaya çalışacağız. İlk adım, Hz. Nebiyy-i Ekrem'e (s.a.a) müracaat etmektir. Ey Allah'ın Resulü! Ahzab Suresinin ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' (33/el-Ahzab/33) ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramı kime uyarlanacaktır? Acaba Hz. Resulullah (s.a.a) bunun tefsirini açıklamış mıdır, yoksa açıklamamış mıdır? Birileri ‘elimizde bir tane dahi rivayet bulunmamaktadır' ve ‘Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu açıklayan ittifak edilmiş sahih ve açık bir rivayet yoktur' diyebilir. Bu iddia için bütün Müslümanlar nezdinde muteber olan kaynaklara ve hadis mecmualarına müracaat edelim. Ben sadece sened yönünden sahih olan rivayetleri sunmakla yetineceğim. Bu rivayetleri aktardıktan sonra Ehl-i Beyt'ten olmanın söz konusu bu dört kişiye mahsus olduğunu açıkça belirten ulemanın kimliklerine geçiş yapacağım. Kavramın Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e (a.s) özgü olduğunu açıkça dile getiren Ehl-i Sünnet bilginlerinin isimlerini aktaracağız.

İlk kaynak; İmam Müslim'in (h.261) Sahih'idir. Rivayet şöyledir: “Aişe şunları söyledi: Hz. Peygamber (s.a.a), üzerinde siyah yünden ma'mul na­kışlı bir örtü olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. Derken Hz. Hasan b. Ali (a.s) geldi. Onu örtünün içine aldı, sonra Hüseyn (a.s) geldi, O da beraberinde girdi. Sonra Fatıma (a.s) geldi. Onu  da içeri aldı. Sonra Ali geldi. Onu da içeri aldı. Sonra ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' ayetini okudu.[8]

Allah'ın Resulü! Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdendir, ifadesini kullanmadı. Lugatı iyi bilenler ne demek istediğimi ve neye vurgu yapmak istediğimi anlarlar. Eğer Allah Resulü'nün muradı bu ayetin kapsamına hanımlarını da katmak olsaydı hiç kuşkusuz örtü altına aldığı kimseler için ‘Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdendir' derdi. Ancak Hz. Resulullah (s.a.a) ‘Allahım! İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir' demiştir.

İkinci kaynak; Albani tarafından telif edilen Sahih-ü Süneni't-Tirmizi'dir. Ata b. Ebu Rebah kanalıyla Ömer b. Ebu Seleme'den aktarıldığına göre o şöyle demiştir: Ahzab Suresi 33. ayeti olan ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' ayeti, Ümmü Seleme'nin evinde peygambere indiği zaman Hz. Resulullah (s.a.a.),  Fatıma ve Hasan ile Hüseyin'i çağırarak onları bir örtü ile örttü. Ali de onun arka tarafında idi onu da örtüsüyle örttü ve şöyle buyurdu: ‘Allah'ım işte bunlar benim Ehli Beyt'imdir. Onlardan günahı gider ve onları tertemiz yap' Ümmü Seleme ‘Ey Allah'ın Peygamberi! Ben de onlarla beraber miyim?' diye sorunca Hz. Resulullah (s.a.a) ‘Sen yerinde kal sen zaten hayır içindesin' buyurdu.[9]

Hz. Peygamber (s.a.a) kavramı sınırlamak adına, çağırdığı kimseleri bir örtü altına alıyor ve diğerlerinin bu örtünün altına girmesine engel oluyor. Ayrıca ‘Allah'ım, işte bunlar benim …' diyerek hasrı (sınırlama) pekiştiriyor.  ‘Bunlar benim Ehl-i Beyt'imdendir' ifadesini de kullanmayarak Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu açıkça belirtiyor. Örtü altına aldığı kimseler Ehl-i Beyt'in bir bölümü değil, o anki Ehl-i Beytin bütünüdür. İşin garip tarafı ayet Hz. Ali'nin (a.s) evinde değil de Hz. Resul-u Azam'ın (s.a.a) hanımlarından birisinin evinde nazil oluyor. Eğer Ali'nin evinde nazil olmuş olsaydı ‘Peygamber'in (s.a.a) örtünün altına koyabilecek hanımı o anda orada bulunmuyordu' denilebilirdi. Hatta Peygamber hanımlarının Ehl-i Beyt'ten olmadığına dair hadiste daha kuvvetli bir delil ve net bir ifade söz konusudur. Ümm-ü Seleme'nin bu makama sahip olma isteğini Hz. Resul-u Azam (s.a.a) ‘Sen yerinde kal, sen zaten hayır içindesin' diyerek geri çevirmiştir. Ehl-i Beyt için kırmızı çizgiler oluşturmuştur. İşte bu ev nübüvvet ve risalet evidir. Bu ev Ali ve Fatıma'ya, Hasan ve Hüseyin'e mahsustur.

Şu ifade farklılığını görüyor musunuz? Allah-u Teala Peygamber hanımlarından bahsederken ‘Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın' ifadesini kullanırken bu kişiler için iltifat dolu ‘Ehl-i Beyt' ifadesini kullanıyor. Hz. Resulullah (s.a.a) da Ehl-i Beyt'in kimler olduğunu dikkat çekerek ve özelleştirerek açıklıyor, kavramı örtünün altındakilere özgü kılıyor ve oluşabilecek diğer olasılıkların hepsini bertaraf ediyor.

Allame Albani hadisin sonuna “Hadis sahihtir” notunu düşer.[10]

Albani bu anlamdaki bir hadisi başka bir kanalla Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet eder. Hz. Resulullah'ı (s.a.a) hacda arefe günü Kasva isimli devesine binmiş hutbe verirken gördüm. Şöyle diyordu: Ey İnsanlar! Size iki şey bırakıyorum onlara uyarsanız asla sapıtmazsınız, Allah'ın Kitabı ve İtretim olan Ehl-i Beyt'im. Rivayet sahih li-ğayrihidir.[11]

İşin ilginç tarafı şu ki Tirmizi bu Sekaleyn hadisinden hemen sonra tathir ayetini nakleder.

Tirmizi 3871 nolu hadisin ardından ise şu notu düşer: “Ebu İsa et-Tirmizi der ki: Bu hadis hasendir. Bu konuda rivayet edilen en güzel hadistir.[12]

Üçüncü kaynak tahkikini Şuayb Arnavut'un yaptığı Sünenü't-Tirmizi'dir. Allame Arnavut, konuyla ilgili 4121 nolu hadisin ardından sahihtir notunu düşer.[13] Yani Allame Albani de Allame Şuayb el-Arnavut da rivayetin sahih olduğunu söylemektedirler.

Bu hadise işaret eden kaynaklardan bir diğeriyse Müsned-ü Ahmed'tir. Ravi diyor ki; Hz. Resulullah'dan (s.a.a) gördüğüm bir şeyi sana haber vereyim mi? Ben; evet, dedim. O dedi ki: Ben Hz. Fatıma'ya (a.s) varıp Hz. Ali'yi sordum. O da; Hz. Resulullah'a (s.a.a) doğru gitti, dedi. Oturdum onu bekliyordum. Nihayet Resulullah (s.a.a) beraberinde Ali, Hasan ve Hüseyn olduğu halde geldi. Her birinin elini kendi elinin içerisine almıştı. İçeri girdi ve Hz. Ali ile Fatıma'yı önüne oturttu. Hz. Hasan ile Hüseyn'i iki kucağına oturttu. Sonra -elbisesini onların üzerine örterek veya onlara giydirerek dedi- şu ayet-i kerime'yi okudu: ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.' Sonra devamla; Al­lahım, işte şunlar benim Ehl-i Beyt'imdir, buyurdu. Hadis sahihtir.[14]

Rivayet sadece burada geçmemektedir. Bu da hadisin birçok ravisinin olduğuna kanıttır. Bir diğer rivayet Şeddad b. Ammar'dandır. Ben Vasile b. Eska'ın yanında oturuyordum. O sırada Hz. Ali'yi (a.s) bahis mev­zuu ederek ona küfrettiler. Yanındakiler gidince o bana dedi ki: Otur sana onların küfrettiği zattan haber vereyim. Ben Allah Resulü'nün ya­nında bulunuyordum. O sırada Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn gel­diler. Hz. Peygamber elbisesini onların üzerine atarak şöyle dedi: Al­lahım, bunlar benim Ehl-i Beytimdir…[15]

 Hz. Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali'ye tavrına bir bakın, bir de Ümeyyeci din anlayışının tavrına...

Şuayb el-Arnavut bu rivayete şu notu düşer: “Bu hadisi İbn Ebu Şeybe, Ebu Ya'la, Taberani, Tarihü'l-Kebir'inde Buhari, tefsirinde Taberi, Müşkilü'l-Asar adlı eserinde Tahavi, İbn Hibban, Mucemü'l-Kebir adlı eserinde Taberani, Zevaid'inde Katii, Hakim ve Beyhaki rivayet etmişlerdir. Beyhaki rivayetin sahih olduğunu da belirtmiştir.[16]

İmam Ahmed başka bir yerde de Hz. Resulullah'ın (s.a.a) “Allahım! Bunlar benim Ehlibeytimdir ve hassemdir/en özel varlığımdır” buyurduğunu aktarmaktadır.[17] Hasse sözcüğünü Hz. Resulullah (s.a.a) hanımları için kullanmamaktadır. Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları için hasse sözcüğünü kullandığına dair, ittifak edilen sahih bir tane rivayet göstermelerini istiyorum. Bana Sahihü'l-Buhari'de Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Aişe için ve hanımları için şöyle diyor demesinler. Buhari onlar için kanıttır, bizim için değil. İster kabul ederler ister reddederler. Bu onların bileceği bir şey. Bizi bağlayan hadis, ittifak edilen Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sahih ve açık olan şu buyruğudur: “Allah'ım! İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'im ve hassemdir. Onlardan ricsi gider ve onları tertemiz kıl. Ümm-ü Seleme şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, ben de sizinle miyim?

Hz. Resulullah (s.a.a) ‘Hayır sen hayır üzeresin' buyurdular.[18]

Şuayb Arnavut daha sonra hadisin senedi hakkında bazı açıklamalarda bulunur. Bilginlerin bir bölümün hadisin senedini sahih, bir bölümünün ise zayıf saydığını belirtir. Ancak Allame rivayeti sahih sayanların görüşünü destekler.[19]

Hadisi rivayet eden başka kaynaklar da vardır.[20]

İmam İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim' adlı eserinde İmam Hasan'ın “İşte bizler Ehl-i Beyt'iz” sözünü nakleder. Halbuki böyle bir iddiayı Peygamber'in (s.a.a) hiçbir hanımı dile getirmiş değildir. İlim ehlinden birisi Aişe'nin Ehl-i Beyt'ten olduğuna dair ondan aktarılan bir rivayeti bize getirsinler. İnşallah ilerleyen haftalarda Ümmü'l-Müminin bu ayet bağlamındaki rivayetini sunacağız.

Bakınız İmam Hasan (a.s) ne buyurmaktadır: Hz. Ali (a.s.) şehid edilince yerine oğlu İmam Hasan (a.s) halife se­çildi. Hz. Hasan namaz kılarken bir adam üzerine saldırdı ve hançerle onu yaraladı. Ravi Husayn, ken­disine ulaştığına göre Hz. Hasan'ın bir kişi tarafından secdede iken yaralandığını söylemiştir. Ravi der ki: Hz. İmam Hasan (a.s) birkaç ay hastalandı sonra iyileşti ve minbere çıkarak dedi ki: Ey Irak halkı, bi­zim için Allah'tan korkun. Biz sizin emirleriniz ve konuklarınızız. Biz Ehl-i Beyt'iz. Allah Teala, bizim hakkımızda: ‘Ey Ehl-i Beyt, ...' ayetini indirdi. Ravi der ki; Hz. Hasan bu ayeti o kadar çok tekrarladı ki mescidde bulunan herkes hüngür hüngür ağladı.[21]

Aynı rivayeti Şevkani, Derrü's-Sehabe adlı eserinde aktarmaktadır. Şevkani rivayetin Taberani'nin el-Kebir'inde geçtiğini ve rical tabakasının sika olduğunu söyler.[22]

Değerli izleyiciler farklı ilim tabakalarından ve yönelişlerden kaynaklar aktarmamızın nedeni bu hadisin “müttefekun aleyh” (herkes tarafından üzerinde ittifakn edilmiş) olduğunu göstermektir.

Diğer bir kaynak Acuri'nin Kitabü'ş-Şeriat adlı eseridir.[23]

Sözlerimi Iraklı müfessir Allame Alusi'nin açıklamalarıyla sonlandırıyorum: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in örtü altına alınmasını, Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir sözünü, Ümm-ü Seleme'nin örtü altına alınmayıp kendisine hayır duasında bulunulmasını içeren Hz. Peygamber'in (s.a.a) buyrukları sayılamayacak kadar çoktur.”[24]

Rivayet tevatür haddini fazlasıyla aşmıştır. Zira tevatürde sayı bellidir. Allame Alusi ise rivayetlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu belirtmektedir. Alusi'nin sözlerinde üç nokta göze çarpmaktadır: Ehl-i Beyt'in bu dört kişiden ibaret oluşu, Ehl-i Beyt hakkında dua edilmesi, hanımların bu kavramın dışında kalması. Ayet, Ümm-ü Seleme'nin evinde nazil olduğu halde O'nun Ehl-i Beyt'in kapsamına girmemesi son derece ilginçtir. Ayetin kapsamına Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarının girdiğini söyleyenlerin sözüne şaşırmamak elde değil. Rivayet, ayetin evinde nazil olduğu Ümm-ü Seleme'yi kavramın dışında bırakıyorsa, ayetin evinde nazil olmadığı Aişe'yi evleviyetle dışta bırakır.

Uygulanan ilk adım gereğince Ehl-i Beyt'in belirtilen kişiler olduğunu gösteren rivayetler mütevatirdir. Bu bağlamda siyak şöyle diyor, türünde açıklamalara girmek yersiz olduğu gibi cahilce bir davranış, hatta nass karşısında ictihaddır.

- Sunucu: Suudi Arabistan'dan Abdullah hatta

- Abdullah: Selamun aleyküm, Ben sünniyim. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarının kavramın kapsamına girmediğinde anlaştık. Bu konu Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Şia arasında tartışmalı bir konu. Ancak kavramın kapsamına girmemesi, onların makamlarının alçalmasını gerektirmez. Zira onlar kafirlerin ve münafıkların anneleri değil, müminlerin anneleridir.

- Konumuz Ehl-i Beyt kavramının Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımlarını kapsayıp kapsamadığıdır. Ve mevzu da tartışmalı değildir. Konu hakkında aykırı görüş ortaya koyanlar Selefiler ve Vehhabilerdir. Bakınız Selefi bilginlerden Allame Şeyh Abdürrezzak el-Afifi, el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam adlı eserin talikinde rivayetleri aktardıktan sonra bunları zayıf göstermek için nasıl çırpınıyor: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in Ehl-i Beyt'in kavramının kapsamına girdiğini gösteren sahih bir rivayet bulunmamaktadır. Bu tür rivayetlerin ravilerinin çoğunluğu ya rafizidir, ya Şiilikle itham edilmiştir veya rivayetler zayıftır. Bu rivayetler sahih olsa dahi en fazla bunların Ehl-i Beyt'ten olduğuna delalet edebilirler. Bu, ayet onlar hakkında inmiştir anlamına gelmez. Rivayetler kavramın onları içerdiğine delalet edebilir, onlara özgü olduğuna değil. Ayetlerin bağlamı, söz konusu ayetin Hz. Peygamber'in (s.a.a) hanımları hakkında nazil olduğunu açıkça göstermektedir.[25]

Bu iddia koskoca bir yalan ve iftiradır. Müslüman bilginlerin hepsi bu rivayetlerin sahih olduğunu belirtmektedir. Allah aşkına rivayetin ravisi Ümm-ü Seleme ve Aişe Şii midir, nasıl hükümler bunlar? Peygamber (s.a.a) “Bunlar benim hassem/en özel varlığımdır” diyor, bu şahıs hadisin içeriğiyle çatışacak bir iddiada bulunuyor.

- İsveç'ten Mühenned hatta

- Mühenned: Selamun aleyküm, Kimi Müslümanlar ayetlerin anlaşılması için Hz. Peygamber'in (s.a.a) buyruklarına değil de i'raba dayanmaktadırlar. Şu an bir dostum bulunmakta, kendisi abdestte ayaklarını yıkamakta. Kendisine niçin ayaklarını yıkadığımı sorduğumda “İrab bunu gerektiriyor” demektedir.

- İlk adımı uyguladık. Elimizde Hz. Resulullah'ın buyruğu bulunuyor ve bu buyruk kavramın bunlara özgü olduğunu söylüyor. Dileyen kimse karineye, bağlama ve şahidlere bakar. Ancak bu tutum, nass karşısında içtihaddır. Yukarıda Afifi'nin tutumunu izler, rivayetleri zayıf göstermeye çalıştığını arzetmiştik.

Bakın başka bir örnek, Sahih-ü Müslim'in tahkikini yapan Şeyh Müslim b. Mahmud Osman, Ehl-i Beyt hakkındaki Sahih-ü Müslim rivayetini aktardıktan sonra şöyle demektedir: “Bu hadis zayıftır.” Ali ve Fatıma'nın faziletini ve menkıbelerini kim aktarıyorsa Buhari ve Müslim dahi olsa feda edilir! Haydi Müslim'in naklettiği bu hadisin zayıf olduğunu varsayalım. Peki işaret ettiğimiz sahih ve hasen kanallardan rivayet edilen diğer onlarca rivayet ne olacak? Bunlar ilmi emanet sorumluluğuna sahip değiller. Ya cahiller veya garazları var.

- Teşekkürlerimizi sunuyoruz, Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler. Es-Selamü Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü.  


[1] İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava, c.13, s.18

[2] Muhammed b. İsa et-Tirmizi, Sünenü't-Tirmizi, Kitabü'l-İlm,10, Hadis No:2663

[3] Muhammed Nasırüddin Albani, Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam ve Beyan Ennehu la Yestağni anha bi'l-Kur'an, s.11-2

[4] Age, s.14.

[5] Age, s.22

[6] İmam Ebu Muhammed el-Hasan b. Ali b. Halef el-Berbehari, s.119 Şerhü's-Sünne, tahkik ve ta'lik: Abdurrahman İbn Ahmed Cümeyzi, Mektebetu Dari'l-Minhac Riyad

[7] Menziletü's-Sünnet fi'l-İslam, s.15

[8] Müslim bin Haccac bin Müslim el-Kuşeyri en-Nişaburi, Sahih-ü Müslim, c.4, s.229 Hadis No.2424 Fezail-ü Ehli'l-Beyt.

[9] Muhammed Nasırüddin Albani, Sahih-ü Süneni't-Tirmizi, c.3, s.306, Hadis No:3205

[10] Age, agy.

[11] Age, Hadis No:3786.

[12] Age, Hadis No:3871

[13] Sünenü't-Tirmizi, c.6, s.336, Hadis No:4121, Tahkik Şuayb el-Arnavut.

[14] Müsned-ü Ahmed İbn Hanbel, c.28, s.193, Tahkik Şuayb el-Arnavut.

[15] Age, agy.

[16] Age, agy.

[17] Age, c.44

[18] Age, agy.

[19] Age, agy.

[20] İbn Ebu Şeybe, El-Musannef, c.17, s.118; Nesei, Hasaisü Emiri'l-Müminin s, 26; Hafız Dulabi, ez-Zürriyetü't-Tahiretü'n-Nebeviyye, s.108; Müsned-ü Ebi Yala el-Mavsili, c.12, s.313; Hafız Zehebi, Siyer-ü Alami'n-Nübela, c.3, s.254. Arnavut hadisin kanallarla ve şahidleriyle sahih olduğu notunu düşer. 

[21] İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, c.6, s.190 Tahkik Hikmet İbn Beşir İbn Yasin, Dar-ü İbn Cevzi

[22] Şevkani, Dürrü's-Sehabe fi Menazili'l-Karabeti ve's-Sahabeti, Allame hadisin adresini tam olarak vermiyor çev. 

[23] Acurri, Kitabü'ş-Şeriat, c.5, s.2207

[24] Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusi, Ruhu'l Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, c.22, Dar-ü İhyai't-Türasi'l-Arabiy,

[25] Amidi, el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam, c.1, s.323 Talik Allame Abdürrezzak Afifi, Darü's-Sumay'i
 

Çev: Cevher Caduk

medyasafak.com