"Suudi Arabistan Suriye’deki Kan Gölünden Sorumlu"

"Suudi Arabistan Suriye’deki Kan Gölünden Sorumlu"
"Aktarılan haberlere göre birkaç hafta önce Bender Washington’u ziyaret etti ve orada CIA ve Beyaz Saray yetkilileriyle bir araya geldi. Başkan Barack Obama ile de gizli bir toplantı yapmış olmalıdır."

Yusuf Fernandez  

 

Press TV

 

Şam yakın zamanda Suudi rejimine sert tepki gösterdi ve Riyad'ın Suriye'yi, yabancı destekli teröristlerle mücadelesinde Hizbullah'tan savaşçıları kabul etmesi nedeniyle kınamasının ardından krallığı “teröristleri desteklemekle” suçladı.


Suriye, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefikleriyle yakın bir şekilde çalışan Suudi Arabistan ve Katar'ın, ülkesindeki çatışmadan ve süregiden kan gölünden sorumlu olduğunu ifşa etti.

Suriye Enformasyon Bakanı Umran el Zuabi'nin açıklamaları, Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el Faysal'ın ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Cidde'de buluşmasının ardından geldi. Prens Suud el-Faysal Suriye'de “yabancı işgali”nden söz etti ve ülkesinin, dünyanın her yerinden gelen El Kaide bağlantılı binlerce teröristi finanse ettiğini, silahlandırdığını ve onları Suriye'de savaşmaya teşvik ettiğini unuttu.  

Gözlemcilere göre Suudi Arabistan'ın gerçek amacı, İran'ın müttefiki olması nedeniyle Beşar Esad hükümetini tasfiye etmek ve yerine Suudi yanlısı aşırıcı bir hükümet geçirmek. Bu, Riyad'ın Şii liderliğindeki Irak hükümeti üzerindeki baskısını arttırmasını ve Lübnan'da Hizbullah'a karşı Suudi yanlısı ve Batı yanlısı güçleri teşvik etmesini de sağlayacaktır.

Yakın zamanda Ahmed Carba'nın yabancı destekli Suriye Ulusal Koalisyonu'nun başkanlığına seçilmesi, daimi olarak bölünmüş haldeki muhalefet gövdesi üzerindeki Suudi Arabistan etkisini arttırdı ve Katar liderliğine ciddi bir darbe indirdi. Suriye'nin doğusundaki Haseke eyaletinden bir aşiret lideri olan Carba, güçlü Suudi bağlantılarına sahip. Bu görevi Katar destekli bir figür olan işadamı Mustafa Sabbah'tan devraldı. McClatchy News'e göre Carba, “Suudi istihbarat servislerinin önde gelen üyeleriyle yakın temas halinde”. Bu, onun bir Suudi ajanı olduğunun kibarca söylenişidir. Sabbah'ın kendisi ise, “Suriye dosyasının şimdi Suudi Arabistan'ın ellerinde olduğunu” söyledi.


Carba, Esad hükümetiyle barış görüşmelerini reddettiğini açıkça ifade etti; böylelikle Suudi rejimine kazanç sağlayan ve daha fazla masum Suriyelinin canına mal olan şiddet döngüsünün devamından yana olduğunu ifade etmiş oldu.  Carba, “bu koşullarda 2. Cenevre konferansına katılmak imkansızdır” dedi. Bir süredir Suriye'deki olayları takip eden siyasal gözlemciler, bu “koşullar”ın yabancı destekli teröristlerin Esad hükümeti güçleri tarafından askeri bakımdan devamlı olarak yenilgiye uğratılması olduğunu anlıyorlar.  

Riyad'ı savaşı körüklemeye daha da fazla girişmeye iten şey, militanların zafere umutsuzca duyduğu bu ihtiyaçtır. Carba'yı vekil olarak kullanan Suudi hükümeti, Suriye'ye karşı savaşta yeni ve daha da ölümcül bir evre başlattı. Carba, koalisyon başkanı olarak geçirdiği ilk iki günde, militanların yakında “Suudi Arabistan'dan yeni sofistike silah sevkiyatları” alacağını duyurdu. 

Suudi Dışişleri Bakanı Suud el Faysal ise her türlü müzakereye dayalı çözümü reddetti ve Suudi Arabistan'ın istediği tek senaryonun rejimin topyekun çöküşü ve arkasından da Suudi yanlısı unsurların Suriye'deki yeni iktidar yapısında baskın bir konum işgal edecekleri bir çözüm olduğunu netleştirdi. Bunun sonucu olarak Suudi Arabistan, 2. Cenevre konferansını sabote etmek için elinden geleni yapıyor.


Geçen yıl ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rus mevkidaşı Sergey Lavrov'un üzerinde anlaşmaya vardığı bu konferansın Mayıs ayında gerçekleşmesi isteniyordu, ancak konferans defalarca ertelendi ve şimdi yapılıp yapılmayacağı şüpheli. Bunun büyük ölçüde nedeni, Batı'nın ve Fars körfezi monarşilerinin gözde müşterilerinin, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Ulusal koalisyonunun, savaşı kaybediyor olmalarından ötürü bu konferansa katılmayı reddediyor olmaları.

Avrupa, Bender'in talebini görmezden geldi 

Bununla birlikte dünyanın pek çok hükümeti Suudilerin konumunu desteklemiyor ve Suriye'de bütün dünya için, özellikle de Avrupa için ciddi bir tehdit olacak El Kaide bağlantılı veya Taliban tarzı aşırıcı bir rejim istemiyor. Manidar bir şekilde, Suudi istihbarat servisi şefi Prens Bender bin Sultan'ın yaptığı son Avrupa turu hem Suudi Arabistan hem de kendisi için başarısızlıkla sonuçlandı. Bender bin Sultan Avrupa ülkelerini Suriye muhalefetine yönelik askeri yardımı arttırmaya ikna etmeye çalıştı, ancak bu ülkelerin tümü oybirliğiyle bu talebi reddetti. Kısa süre önce iki Fransız milletvekili, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande'a Suriye krizine yaklaşımda makul olmaya başlama ve muhalefet silah tedarikini reddetme çağrısı yaptı

Jacques Mayar ve Alain Marsaud konuya ilişkin açıklamalarında “Maskeler düştü ve Suriye muhalefeti içindeki bazı figürlerin gerçek yüzü ortaya çıktı. Muhalefet demokratik akımları da içeriyor olsa da, ayakta kalan akımların çoğu aşırıcı” diye yazdı ve ekledi: “Bu muhalefete silah tedariki sadece Suriye'de değil, Ortadoğu çapında daha fazla kaosa neden olacaktır.”

Uzun yıllar Suudi Arabistan'ın ABD büyükelçiliğini yapan Bender, Washington'un krallık içindeki güçlü adamı. Onun içerideki görevi, birinci nesil prenslerden ikinci nesil prenslere iktidar devri sürecini korumaktır. Dışarıdaki görevi ise direniş eksenini yok etmeyi veya zayıflatmayı amaçlayan bir gündemi hayata geçirmektir ki bu amaç, ABD tarafından da paylaşılmaktadır. Bender aynı zamanda CIA ve ABD'deki karar alma merkezleri ve kuruluşlarıyla da yakından bağlantılıdır. 


Aktarılan haberlere göre birkaç hafta önce Bender Washington'u ziyaret etti ve orada CIA ve Beyaz Saray yetkilileriyle bir araya geldi. Başkan Barack Obama ile de gizli bir toplantı yapmış olmalıdır. Obama, Suudilerin Lübnan ve Suriye meselelerinin yönetilmesi işinin sadece kendilerine verilmesi talebini, Bender'in sorumluluğu üstlenmesi şartıyla kabul etmiş olmalıdır.  

Bu yüzden ABD hükümeti, Suudi müttefikinin Suriye'ye, aralarında bu ülkede savaş eğitimi alan ve daha sonra ülkelerine geri döndüklerinde bilgi ve becerilerini pratiğe dökebilecek olan yüzlerce Batılı militanın da olduğu uluslararası teröristleri göndermeye devam etmesine izin verdi.

Ortadoğu üzerine çalışan ünlü gazeteci Robert Fisk, ironik bir şekilde Obama yönetiminin Suriye'de demokrasi istediğini iddia ettiğini belirtti ve şunları söyledi: “Fakat Katar yönetimi bir otokrasidir ve Suudi Arabistan, Arap dünyasındaki en kötü diktatörlüklerden biridir. Her iki devlette de iktidar aile içinde devrediliyor ve Suudi Arabistan, Suriye'deki Selefi-Vahhabi isyancıların müttefiki. Tıpkı Afganistan'ın karanlık dönemleri boyunca, Ortaçağ'dan kalma Taliban'ın en ateşli destekçisi olduğu gibi.”  

Hizbullah'a karşı Suudi rolü 

Suudi rejiminin istikrarsızlaştırma rolü sadece Suriye'yle sınırlı değil ve bunu Lübnan'da da görmek mümkün. Bazı Lübnanlı medya kuruluşları, 9 Temmuz günü Güney Beyrut'taki Bir el-Abid banliyösündeki patlama nedeniyle Suudi Arabistan'ı suçladı. Lübnanlı kaynaklara göre saldırı, terörist bir grubun değil, profesyonel bir istihbarat servisinin işiydi. Bu kaynaklar, Bender bin Sultan'ın, Suriye savaşındaki rolü nedeniyle Hizbullah'ı zayıflatma ve ona baskı uygulama planının ifasında bir rolü olduğunu varsayıyorlar.

Sözü edilen Lübnanlı kaynaklar, El Kuseyr çatışmasının Suriye çatışmasında belirgin bir dönüm noktası ve beraberinde yabancı destekli militanlar için kesin bir yenilgi ve bölgede Suudi rolünün zayıflaması anlamına geldiğini, Suudi Arabistan'ın da bunu anladığını söylüyorlar. Suudi rejiminin direniş eksenini tasfiye etme projesi, Suriye Arap Ordusu ile birlikte Hizbullah tarafından sabote edildi.

Bu nedenle Suudi Arabistan, uzlaşmaz tutumu ve Suriye'deki terörist ve aşırıcı gruplara olan devamlı desteğiyle, dünyanın istikrarını ve Suriye'nin geleceğini riske atmaktadır. Suudi silahları şimdiden El Kaide bağlantılı grupların elindedir ve bu gruplar Suriye'de bu silahlarla katliamlar yapmakta, her tür suçu işlemektedir. Aynı zamanda bu silahların bu gruplar tarafından Batı ülkeleri de dâhil olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde terörist saldırılar gerçekleştirmek üzere kullanılması tehlikesi de bulunmaktadır.
 

Çev: Selim Sezer
 

medyasafak.com