Derrida, Fârâbî’nin söylediklerini okusaydı onun, kendisinden bin yıl kadar önce bu meselelere işaret ettiğini görmüş olacaktı. Yani benim dış dünyadaki varlığım, faal akıl vasıtasıyladır. Faal akılla olan irtibatımdan ve bu aklın her yerde var olmasından dolayı evrende algıladığım, işittiğim ve anladığım her şeyde hâzır ve nâzır olurum. Ancak faal akla gereken ilgiyi göstermeyen Fransız filozof, dış dünyada gördüğü cisimlerde hâzır olduğunu söylemekte ve bunu ifade ederken “huzûr” sözcüğünü (bulunuş metafiziği) kullanmaktadır.
Etan Kohlberg, çağdaş bir oryantalist ve Şiilik araştırmalarında aktif, Siyonist bir uzmandır. O, “Râfıza” terimi hakkında yazmış olduğu iki makalede, mezkûr terimin anlamını ve tarihsel arka planını açıklamayı amaçlamış; ilk Şiî ve Sünnî kaynaklardan yararlanarak, yüklendiği mânâları incelemiştir. Kohlberg, bu terimin başlangıçta olumsuz bir anlama sahip olduğu, ancak Şia İmamları tarafından müspet ve iftihar verici bir anlama dönüştürüldüğü konusunda ısrarcıdır.
Her zerrede, damlada, varlıkta ilahî sevgi vardır çünkü hepsi Hak Teâlâ’ya doğru bir hareket halindedir. Her varlık hareket halindedir. Bu âlemde sakin bir varlık yoktur. Bu hareket, Hakk’a doğru bir “hubbi harekettir” (sevgi hareketidir). Bu hareket, her zaman yükseliş yönlü bir harekettir; düşüş yönlü bir hareket değildir. Sonbaharda yaprağın düşmesi gibi zâhiren düşüş yönlü hareketler bile bir başka yükseliş hareketinin çizgisi üzerindedir.
“İçimde bir sıkıntıyla oradan çıktım” ifadesinden öyle anlaşılıyor ki sahâbî Ebu’t-Tufeyl Gadîr Hadisi’nden elde edilecek sonuçları oldukça önemli ve büyük bir mesele olarak görmekteydi. Bu da İmam Ali’ye (a.s.) muhalefet edenlerin, O’na yardım etmeyip O’nu yüz üstü bırakanların, O’nunla savaşanların, kendisini O’na önceleyenlerin helak oluşudur.
Üçüncü karine ise; insanlık tarihinde harikulâde ve eşsiz bir hakikat olup, bir soyda birbiri ardınca ve muhaliflerinin dahi, kendilerinin ilim, ahlâk ve ibadetteki azametlerini kabul ettiği on iki yüce şahsiyetin zuhur etmiş olmasıdır. Bugüne dek istinad edilmemiş bu üçüncü karinenin varlığı, ilk iki müjdenin şahsa münhasır gerçek misdakının ortaya çıkmasını sağlamaktadır
Nitekim Kerbela’da Şebes b. Rebi sahâbedendi ve Yezîd’in ordusunda yer almıştı. Dolayısıyla onun hakkında ‘‘içtihad etti ve yanıldı’’ diyorlar. Yani İmam Ali (a.s.) ile savaşan bir kimse sahâbî ise sadece muaheze edilmemekle kalmayacak, amelinden dolayı ecir de alacak!
İbn Hazm ‘‘Sahâbenin tümü kesinlikle cennet ehlidir. Onların tümünün cennete gireceği ve hiçbirinin cehennem ateşine girmeyeceği sabittir’’ der. Hz.Ali'yi, Ammâr’ı, Osmân b. Affân’ı öldürse de cennetliktir! Kerbelâ’da İmam Hüseyin’i (a.s.) öldürseler de yine cennetliktirler! Yani “Hasan ve Hüseyin (a.s.) cennet ehli gençlerin iki efendisidir” hadisine rağmen...