Faysal Hüseyni ve el-Fetih'ten diğerleri diyor ki: "İsrailliler"i dert etmeyin! Haçlılara yaptığımız gibi onları da kültürel olarak içimizde eriteceğiz. Bu nedenle, onlara mümkün olduğunca açılalım [bunu “onlara teslim olalım” diye okuyun!] ve onları bu şekilde yenelim! Üzgünüm ama bu hiç gerçekçi değil, artık uyanalım. Bu konuda bir şeyler yapmazsak, tıpkı Amerikan yerlileri gibi kültürel yok oluş ve kimlik yitimi tehdidiyle karşı karşıya kalacağız.
Bu bölümde Ahmed el-Kâtib’in İmam Mehdî’nin (a.s.) varlığı hakkında oluşturmak istediği şüpheleri cevaplandırmaya çalışacağız. Onun bu bağlamdaki iddialarından biri de şudur: 'Hicrî üçüncü ve dördüncü asırlarda Şia -azınlık bir grup hariç- Muhammed b. Hasan el-Askerî’nin varlığına inanmıyordu. Nitekim bu durumu Nevbahtî, Eşarî, Kuleynî, Numânî, Sadûk, el-Müfîd ve Tûsî gibi Şiî müelliflerin tamamına yakını kaydetmiş ve bu döneme Asrü’l-Hayret (Şaşkınlık Çağı) adını vermişlerdir.'
Bu imparatorluk ailesi, 1765 ve 1938 yılları arasında Hindistan'dan yapılan 45 trilyon dolarlık (evet bir trilyon, "t" ile) sistematik hırsızlığa başkanlık etmiştir. O sırada Hindistan'ın GSYİH'si, küresel GSYİH'nın yüzde 28'ini oluşturuyordu. İngilizler 1947'de ayrılmaya zorlandıklarında, Hindistan'ın GSYİH'si, dünya GSYİH'sının %3'üne düşmüştü.
"Auguste Comte’un dinin kaynağı hakkındaki teorisi, Freud ve William James’in tapınma olgusundaki farklı yorumları, Nikki R. Keddie ve Michel Foucault’un İran İslâm İnkılâbı hakkındaki görüşleri, Anthony Giddens’in yapılandırma kuramı; teorilerin felsefî temellerden ve inançlardan doğrudan etkilendiklerinin açık örnekleridirler."
Bu ret, ilk bakışta, İsrailli “müttefikinin” Emirlik'teki mevkidaşına veya kendisini, bu sistemleri ve sırlarını koruma yeteneğine güvenmediği anlamına geliyor. Tel Aviv'in Abu Dabi'den sırlarını vermesini beklediği söylenemez; bu daha ziyade İsrail’in, kendi askeri sistemlerine el koyabilecek ve teknolojik sırlarını deşifre edebilecek bir üçüncü şahıs tarafından Emirlikler'in işgali olasılığını dışlamadığı anlamına geliyor.
1980'lerin başında Hassan es-Saffar'ın kurduğu Arap Yarımadası İslam Devrimi Teşkilatı'nı unutmamak gerekiyor. Ne de Krallığın, 1996 yılında Güney Lübnan'da hazırlandığı iddia edilen bir kamyonla gerçekleştirilen ve 19 ABD askeri personelinin öldürüldüğü El-Hobar bombalamasıyla suçladığı Suudi "Hicaz Hizbullahı"nı unutmalıyız.
"Suudi yöneticisi ise İran'a karşı farklı bir yol izledi. Maskat'ta, Umman hükümdarı Sultan Heysem Bin Tarık'tan, Suudi Arabistan'ın Yemen'de içine gömüldüğü bitmeyen iç savaşı da sona erdirecek bir anlaşma umuduyla, Riyad ve Tahran arasında arabuluculuk yapmasını istedi."