Keza İmam Ali de (a.s.), ‘Ben hiçbir şey görmedim ki kendisinden önce, kendisinden sonra ve kendisiyle birlikte Allah’ı görmemiş olayım!’ buyurmuştur.
Al-Monitor için haber yapan Yemenli gazeteci Mareb al-Ward, Çin'in Yemen büyükelçilerinin Ensarullah'ın temsilcileriyle düzenli olarak görüştüğünü ve Çinli görevlilerin örgütten 1962 devrimcilerinin halefi olarak bahsettiğini belirtti.
"Faal akıl, evreni idare eden akl-ı küll’dür. İnsân-ı Kâmil’in aklı da o akılla bir birlik kuran ve uyumlu olan bir akıldır."
Zira velâyetin hatminin temel ölçütü, Peygamberlerin Hâtemi’ne (s.a.a.) manevî yakınlıktır. Şahsına münhasır bu yakınlığı pek çok rivayet açıklamıştır. İbn Arabî'nin “İnsanların ona en yakını, âlemlerin İmamı ve tüm nebilerin sırrı olan Ali ibn Ebî Tâlib’dir” ifadesi de hem şekilsel hem manevî hem şuhûdî hem de gaybî bir yakınlığı ifade etmektedir. Onun o Hazret’e yakınlığının bir benzeri yoktur; dolayısıyla onun velâyeti de benzersizdir.
Gerçekte Allah, bunları kendisinden almıştır. Allah, insanlardan alınabilecek bir şey değildir ki… Aslında Allah onları kendi kendilerinden almıştır. “Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, gerçekten yoldan çıkmış kimselerdir.” (Haşr, 19)
Aslolan vücûddur. Yokluk, varlığın ışığında anlam kazanır. Eğer varlık olmasaydı, yokluğun ne gibi bir anlamı olabilirdi? Hiçbir anlamı olmazdı. İnsanın bu meselelere/kavramlara dikkat etmesi, yani aslolanın vasl ve vahdet olduğunu bilmesi oldukça önemlidir. “Yabancılaşma,” “hicran” ve “firâk” gibi şeylerin tamamı ârızîdir ve sonradan meydana gelir.
Bu bölümde Ahmed el-Kâtib’in İmam Mehdî’nin (a.s.) varlığı hakkında oluşturmak istediği şüpheleri cevaplandırmaya çalışacağız. Onun bu bağlamdaki iddialarından biri de şudur: 'Hicrî üçüncü ve dördüncü asırlarda Şia -azınlık bir grup hariç- Muhammed b. Hasan el-Askerî’nin varlığına inanmıyordu. Nitekim bu durumu Nevbahtî, Eşarî, Kuleynî, Numânî, Sadûk, el-Müfîd ve Tûsî gibi Şiî müelliflerin tamamına yakını kaydetmiş ve bu döneme Asrü’l-Hayret (Şaşkınlık Çağı) adını vermişlerdir.'