Son yirmi yılda Hizbullah üyelerinin uyuşturucu ticareti yapmalarına ve bunu düşmanlarını hedef almak için bir silah olarak kullanmalarına izin veren bir fetvanın varlığını iddia eden yüzlerce kitap, araştırma ve makale yayımlandı. Tüm bu yayınlarda fetvanın varlığına delil olarak gösterilen ana kaynak, seksenlerin başında Amerikan vatandaşlığı alan ve resmi Amerikan kurum ve departmanlarında çalışan İsrailli Yosef Bodansky'dir.
Filistinli kaynaklara göre, on binlerce Müslüman protestocuya, üzerinde 1979 İran Devrimi’nin lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni’ye atfedilen ünlü bir alıntının olduğu, önceden paketlenmiş yemekler verildi: "Allah’ın yardımıyla Filistin kurtarılacak! Kudüs bizimdir.” Paketlerin üzerindeki notta Kubbetüssahra resmi ve Filistin bayrağı da görülüyordu.
Bir hafta boyunca suyumuz yoktu, neyse ki kar yağıyordu. Bize biraz badem, kiraz, incir ve üzüm sunan bir bahçemiz vardı. Bodrumda kutular içinde mısırlarımız da vardı, onlardan yedik. Bir Pazar sabahı kapı açıldı, bir adam içeri girdi ve "bitti" dedi. Adamın ismi Ruhullah’tı, yani “Allah’ın Ruhu”!
IŞİD yeryüzünden silindikten sonra Irak’a ne olacağını zaman gösterecek, fakat uzun ve kademeli Balkanlaşma süreci bugün halihazırda geri dönüşsüz hale gelmiş gibi görünüyor.
Her ne kadar 2003 Irak işgali hakkındaki yaygın görüş bunun tamamen petrol meselesi olduğu şeklinde olsa da, İsrail’in baskısı da burada pek bilinmeyen, ancak temel önemde bir rol oynadı. Seçkin Amerikalı profesörler John Maersheimer ve Stephen Walt, “İsrail lobisi ve ABD dış politikası” başlıklı derinlemesine makalelerinde, Amerikan dış politikasının temel odak noktasının kendi çıkarları değil, İsrail’le olan ilişkileri olduğunu gösterdi.
Bu direnişte birçoğu Ho Chi Minh tarafından yenilgiye uğratılmış olan Amerikalı askeri uzmanlar, iki direnişi karşılaştırmanın baştan çıkarıcılığına direnemeyecekler ve tereddütsüz bir şekilde Hizbullah savaşçılarının direniş tarzlarının özellikle askeri taktik ve strateji alanında Vietnamlıların ortaya koymuş oldukları taktiklerden daha üstün olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardır.
1990’ların başlarında “tarihin sonu”, yani bütün uluslararası sistem üzerinde kalıcı bir Batı hegemonyasının tesis edildiği ilan edildiği zaman, sözü edilen hegemonyanın geleceğinin izleyen on yıllar içinde nasıl gelişeceği henüz açık değildi.