Keza İmam Ali de (a.s.), ‘Ben hiçbir şey görmedim ki kendisinden önce, kendisinden sonra ve kendisiyle birlikte Allah’ı görmemiş olayım!’ buyurmuştur.
Aslolan vücûddur. Yokluk, varlığın ışığında anlam kazanır. Eğer varlık olmasaydı, yokluğun ne gibi bir anlamı olabilirdi? Hiçbir anlamı olmazdı. İnsanın bu meselelere/kavramlara dikkat etmesi, yani aslolanın vasl ve vahdet olduğunu bilmesi oldukça önemlidir. “Yabancılaşma,” “hicran” ve “firâk” gibi şeylerin tamamı ârızîdir ve sonradan meydana gelir.
Bu bölümde Ahmed el-Kâtib’in İmam Mehdî’nin (a.s.) varlığı hakkında oluşturmak istediği şüpheleri cevaplandırmaya çalışacağız. Onun bu bağlamdaki iddialarından biri de şudur: 'Hicrî üçüncü ve dördüncü asırlarda Şia -azınlık bir grup hariç- Muhammed b. Hasan el-Askerî’nin varlığına inanmıyordu. Nitekim bu durumu Nevbahtî, Eşarî, Kuleynî, Numânî, Sadûk, el-Müfîd ve Tûsî gibi Şiî müelliflerin tamamına yakını kaydetmiş ve bu döneme Asrü’l-Hayret (Şaşkınlık Çağı) adını vermişlerdir.'
Hamas'taki kaynak The Cradle'a ayrıca şunları söyledi: "Katarlılar, Meşal'in bu kadar kader belirleyici bir tavır alamayacağını hissettiler." İşte bu noktada Şeyh Yusuf El-Karadavi (İhvan'ın manevi rehberi olarak kabul edilir) müdahale ederek henüz karar vermemiş Haniye'yi ve Ebu Merzuk'u baskı altına aldı.
Dolayısıyla istediğiniz her şeyi yapmak istemeniz, özgürlük değildir. Özgürlük bilinçledir. Bazen özgürlük, bir şeyi yapmamaktır [yapmamayı istemektir]. Yalnızca istediğiniz her şeyi yapınca mı özgürsünüzdür, yoksa bazen yapmadığınızda da mı özgürsünüzdür? O halde ben akla itaat ettiğimde mi özgürüm, nefsime mahkûm olduğumda mı? Akla itaat etmek özgürlüktür.
Çağdaş Faslı Arap düşünür Muhammed Âbid el-Câbirî, kendi düşünsel projesinde Şiî tefekkürünü Hermetik görüşlerin ve Gnostik – rasyonel olmayan – düşüncelerin bir ürünü olarak görür. O bu ilişkiyi, yapısalcılık ve söylem analizi gibi yöntemlerden faydalanmak ve tarihsel kanıtlar sunmak suretiyle keşfetmeye çalışmaktadır. Elinizdeki çalışma bu ilişkinin varlığını ve bu [varsayımsal] ilişkiden hâsıl olan sonuçları kritik etmeyi amaçlamaktadır.
Bu, İbn Sînâ’nın sözüdür. Yani İmam Ali’nin diğer sahâbîlere, hatta diğer insanlara nispeti, makulün mahsusa nispeti gibidir. Makulün mahsusa ne nisbeti vardır? Mahsus göz önünde olan, zâhir olan şeydir. Gözle görülen, kulakla işitilen veya diğer duyu organlarıyla algılanandır. Fakat makul, mahsusa göre çok üstündür. Makul, akılla anlaşılabilecek bir şeydir.