Eğer bu perdeler kaldırılırsa o zaman hakikatler sizde zâhir olur. Yani “meâd” (son-dönüş yeri) aslında “mebde”ye (başlangıç) dönüşten başka bir şey değildir. ‘‘Son ne olacak’’ diye soruyorlar. Azizim son, başa dönmekten başka bir şey değildir. “İnna lillah ve inna ileyhi râciun.” (Allah’tanız ve yine O’na dönüyoruz.) Kıyamet, başlangıca dönüştür. Nereden geldiysen oraya geri döneceksin.
Kişisel kanaatim şudur ki Resûlulah’ın (s.a.a.) esas gayesi sadece yazı yazmak değildi. O cemaatin gerçek yüzünü ve durumunu ortaya koymaktı da. Bu da zaten gerçekleşmiştir. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) Dâr, Gadir ve Menzilet hadisleri gibi yollarla amacını çok önceden defalarca kez belirtmişti.
Velâyet, bâtına, sırr-ı süveydaya, sonsuz âleme gitmektir. Nübüvvet ise tersine bir seyirdir. O sonsuz âlemden bu âleme seyirdir. Nebi, velâyeti tamamlanmış olandır, velâyetsiz hiçbir peygamber yoktur. Her peygamber, velâyeti ölçüsünde nebidir.
Peki kendisini nasıl görüyor? Yani kendisine ait bir tasavvura mı sahiptir? Yani Hak Teâlâ kendisini tasavvur mu ediyor? Bir şeyin tasavvuru o şeyin dışındadır. Bir şeyin tasavvuru o şeyin kendisinden farklıdır. Hak Teâlâ’nın kendisini görmesi, kendi kendindeki huzuru demektir. Bu ise huzurun esasıdır. Gören, görülen ve görmek hep O’dur.
Yemen’i ve dünyadaki gelişmeleri takip eden kimseler için Ensarullah hareketini yakından tanımak büyük bir önem arz ediyor. Lübnan’ın el-Menar televizyonu, Ensarullah hareketini inceleyen bir dosyaya yer verdi, biz bu dosyanın çevirisini değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz:
Allame hadisi rivayet eden sahabîlerin isimlerine alfabetik sıraya göre verir. 41. sayfadan başlar ve 144. sayfada sonlandırır. O, hadisi rivayet eden 110. sahabînin ismini şöyle verir: Ebu Merazim Yala İbn Mürre İbn Vehb es-Sakafî. Bu 110 sahabî Gadir hadisini rivayet eden isimlerden bulabildiklerimizdir. Hadisi rivayet edenlerin sayısı muhtemelen bundan daha fazladır.
Aklın tatmasına örnek sanatçılardır. Sanat işte böyle ortaya çıkıyor. Sanatçı, aklı tat alan kimsedir. Kavram yaratmıyor, tadıyor. Sanatçı kavram yaratmaksızın kendi tattığına ulaşıyor. Akıl tadar, zevk aklın tadışıdır. O halde şuhûd aklın görmesidir, zevk ise aklın tatmasıdır. Demek ki akıl olmadan ne şuhûd olur ne de zevk.