İran halkı ve onun dünya çapındaki dostları ve destekçileri bu ay İslam Devrimi’nin bir yıldönümünü daha kutlarken, bu devrimin kazanımları üzerine düşünmek faydalı olacaktır. 40. yılına giren İslam Devrimi’nin ve onun meyvesi olan İslam Cumhuriyeti’nin dinmek bilmeyen düşmanlıklar arasında hayatta kalmış olması kendi başına büyük bir başarıdır.
Beyrut’ta bulunan serbest gazeteci Merve Osman’a bir röportaj veren Lübnan Direniş Hareketi Hizbullah’ın Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, 25 Mayıs Direniş ve Özgürlük gününü, direnişin bir denge yaratmayı başardığını ve Lübnan’daki tam hazırlık düzeyinin en yüksek derecede kaldığını, bu yüzden de Suriye’deki varlığının Lübnan’daki düzenlemelerini etkilemediğini söyleyerek andı.
Suudi küçük prensi Muhammed bin Selman, savaşı İran’a taşıma tehdidinde bulunarak acemice bir hata yaptı – dünyanın dikkatini bu noktaya çekti. Şimdi İran’ın vereceği her türlü tepki, uluslararası hukukun ölçülü bir misilleme için tanımladığı tam meşruiyeti taşıyor. Suudi sınırları uzundur, nüfusu huzursuzdur ve askerleri bu türden bir savaş görmemiştir.
İran ise Çin ve Rusya’yla, ŞİÖ ülkeleriyle ve ilave olarak Hindistan ve Pakistan’la bütünleşerek bu hileli sistemden çıkma yolunda ilerliyor. Şimdiden önemli ölçüde dolarsızlaşmış olan bu ülkeler, dünya nüfusunun yaklaşık yarısını barındırıyor ve dünya GSYİH’sinin üçte birinden fazlasını kontrol ediyor.
Yeniden Tahran’a gitmek her zaman – ciddi entelektüel tartışma açısından – aşırı derecede cazip. Nitekim Tahran’ın, biz Batı Aydınlanması’nın krizinden kaçmanın yollarını ararken nereye gideceğimiz veya ne tür modellerin var olduğu konusunun tartışılabileceği ayrıcalıklı bir sahne olarak, Asya genelinde bir rakibi yok.
Bu yılın Şubat ayı İslam Devrimi’nin 38. yılına denk düşüyor. Tarihin ölçeği içinde bu küçük bir noktadan ibaret olabilir, fakat İslam Devrimi, küresel meseleler üzerindeki etkisi açısından deprem yaratan bir olaydı, zira sıradan bir devrim değildi. Şah’ın baskıcı rejimini yıktığı gibi, aynı zamanda emperyalizmin dayattığı düzenin prangalarından kopuş getirdi.
Temel olarak kendi kendine yeterlilik üzerine kurulu bir ekonomi olan ‘Direniş Ekonomisi’ mükemmel bir fikirdir. İran’ın dışarıdan dayatılan yaptırımlardan kurtulmasına yardım ettiği gibi, aynı zamanda ülke içi kapasitelerin ilerlemesine yardım etmekte, ülke içinde istihdam ve katma değer yaratmaktadır ve son kertede İran, küreselleşmiş Batı ve Dünya Ticaret Örgütü kontrollü dünya ticaretinde yapabileceğinden çok daha fazla ihracat yapabilecektir.