İmam Cafer es-Sâdık’a atfedilen bu türden rivayetlerin neredeyse tamamını aynı noktada buluşturan ortak özellik ve hedef, Şiî terminolojisinin bilinçli bir biçimde dönüştürülmesi, bu suretle Şiî doktrinlerin altının oyulması ve bu terimlerin Sünnî muadillerinin ön plana çıkarılmasıdır... Öte yandan, tevellânın zaruri bir bütünleyici unsuru olarak teberrânın İmam Cafer es-Sâdık tarafından benimsendiği şüphe götürmez bir gerçektir.
24.01.2025
10.12.2024
8.06.2024
28.04.2024
19.11.2023
4.11.2023
Ben”imiz, kendi zihnimize sığar mı, sığmaz mı? Zihnimiz, deyim yerindeyse, bizden (=ben’imizden) bir kokudur sadece. O ben’imizin şuûnundan bir şa’ndır. Bu durumda bütün bu şuûn (varlığımız, vücûdî boyutumuz), tek bir şa’na (zihin) nasıl sığabilir?
"Tüm algısal güçler (kuvve), beş duyu organı ve hatta bâtınî duyu organları – kısacası insandaki her şey – mutlak anlamda nefsin şuûnundan olup, onun kuvvelerindendir. Nefs-i nâtıka da huzûrun kendisidir. Biraz önce bahsettiğim epistemolojik problemin düğümü tam da burada çözülmektedir."
2015 yılında Basil el-Arac, Beyrut'taki Direnişi Destekleme Konferansı'na katıldı. Filistin'e döner dönmez birkaç genç adamla birlikte bir haftalığına ortadan kayboldu. Filistin Yönetimi, bu grubun İsraillilere karşı askeri bir operasyon düzenlediğini bildirdi. Buna paralel olarak İsrailliler de bu grubun Lübnan Hizbullahı tarafından silah altına alındığını iddia etti.
Zira velâyetin hatminin temel ölçütü, Peygamberlerin Hâtemi’ne (s.a.a.) manevî yakınlıktır. Şahsına münhasır bu yakınlığı pek çok rivayet açıklamıştır. İbn Arabî'nin “İnsanların ona en yakını, âlemlerin İmamı ve tüm nebilerin sırrı olan Ali ibn Ebî Tâlib’dir” ifadesi de hem şekilsel hem manevî hem şuhûdî hem de gaybî bir yakınlığı ifade etmektedir. Onun o Hazret’e yakınlığının bir benzeri yoktur; dolayısıyla onun velâyeti de benzersizdir.
İran’daki birçok din âlimi Sünnî idi ve bunlar arasında Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve hatta Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfe gibi isimler de bulunmaktaydı. Bu listeye Gazzâli, Cüveynî, Fahr-i Râzî, Zemahşerî ve Mevlânâ’yı da eklediğimizde şu gerçeğe ulaşmamız gerekecektir: Eğer İranlılar mezhep adı altında Araplardan intikam almayı amaçlasaydı, bunun Şiîlik vasıtasıyla değil; bilakis kural gereği diğer mezhepler (Sünnî) yoluyla gerçekleştirilmesi gerekirdi. Tüm bunlara ilaveten, Şiîliğin İran’daki müessisleri ve mübelliğleri çoğunlukla Araplardı.
Adeta hem Salâmân ve Absâl kıssasını hem de Makâmâtu’l-Ârifîn’i okumuş gibi [hatta okumuştur]. Hâfız muhakkak bunları okumuştur. İbn Sînâ’nın ârif olmadığını söyleyenler [bilmelidirler ki] İbn Sînâ [Batı’nın öngördüğü/dayattığı] ıstılahî anlamda bir filozof değildir. İbn Sînâ bir Bertrand Russell, bir Wittgenstein değildir ki... O, ilâhî bir hekîmdir.