“Tarihin Sonu” niçin gerçekleşmedi?

“Tarihin Sonu” niçin gerçekleşmedi?
Bu, Amerikalılara sığ Körfez sularının küçük, hızlı saldırı gemileri için ideal bir ortam sunmasına rağmen büyük ve yavaş ABD savaş gemileri için uygun olmadığını hatırlatan son yıllardaki bir dizi olaydan sadece biri. Tüm hesaplara göre, Amerika'nın milyarlarca dolarlık donanması bu kaotik, sığ su savaşında suda yüzen ördeklere [kolay hedeflere] dönecek.

 

 

Alahednews

 

 

Darko Lazar

 

 

1989'da, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün an meselesi olduğu anlaşıldığında, Batılı seçkinler büyük düşünmek için fırsat buldular. Politikacılar küresel bir liberal düzen tarafından tanımlanan yeni bir çağı başlatmaya hazırlanırken, Francis Fukuyama gibi akademisyenler ünlü “Tarihin Sonu”nu ilan ettiler.

 

Fukuyama için, SSCB'nin sonu, liberalizme karşı son ideolojik meydan okuyucunun da ortadan kaldırıldığı anlamına geliyordu. Batı düşüncesinin evrenselleşeceği ve Batı tarzı demokrasilerin ve serbest piyasaların engellenmeden yaygınlık kazanacağı bir dünya hayal etti.

 

Fukuyama, "Arnavutluk veya Burkina Faso'daki insanların ne türden tuhaf düşüncelerinin olduğu hiç önemli değil", "çünkü bir anlamda ortak ideolojik miras olarak adlandırılabilecek şeyle ilgileniyoruz!" demişti.

 

Bu düşünce okulu için kötü haber şu: son otuz yıl, dünyanın birçok köşesindeki insanların “garip düşüncelerinin” gerçekten de önemli olduğunu kanıtladı.

 

Bir dönüm noktası

 

Tarih boyunca imparatorluklar üç temel özellik ile tanımlanmıştır: vahşilik, kan dökme ve onur. Genişlemelerine her zaman, geleneksel olarak kültürel ve politik üstünlük iddiasıyla haklı çıkarılan muazzam bir can kaybı eşlik eder. Fukuyama ve onun gibiler, Batı demokrasilerinin şeffaflık, rasyonellik ve tabii ki de insan hakları gibi “değerleri” ile bu kayıpları ince bir şekilde örterek üstünlük komplekslerini ilan ettiler.

 

Ama tıpkı eski imparatorluklar gibi, çağdaş Batılı olanı da tarihi işine geldiği gibi kabul ediyor. Ulusları fethetme çabalarının her zaman geri tepmeler üreteceği ve bunun kaçınılmaz olarak küresel düzenin yeniden değişmesine yol açacağı gerçeğini kabul etmekte başarısız oluyor. Tarih asla bitmez - her yeni neslin çocuklarının içinde büyümesini istediği uluslara doğru sürekli bir ilerlemedir.

 

İmparatorluklar hiçbir zaman bu direniş kavramını anlamak için zahmet göstermediler. Ve onların seçkinleri, bağımlı olarak yaşamaktansa savaşarak ölmeyi tercih eden sıradan insanların “garip düşünceleri” ile hiçbir zaman ilişki kuramadı.

 

Bu nedenle, bir imparatorluğun yenilgiyi, hatta hegemonyasının serbest düşüşte olduğunu kabul etmesi çok zordur. Ancak Amerikan bombalarının, yaptırımlarının ve diktelerinin daimi gölgesinde doğup büyüyenler için, Afganistan ve Orta Doğu'daki başarısız ABD işgalleri ​​bir dönüm noktası olarak görülüyor olmalıdır.

 

Zafer Günleri Geçti

 

Tarihsel bir bakış açısından, Amerikan küresel hegemonyası kısa süreli bir olaydı. Bu çağ 30 yıldan biraz fazla sürmüş ve sözde 'Terörle Savaş' ile sonuçlanan sürekli savaşlarla tanımlanmıştır. Kilit savaş alanları Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen'di ve bunların tümünde ABD kaybetti. Aksini iddia eden herhangi bir anlatı, yalnızca Batı propagandasıdır ve varoluşsal bir krizle başa çıkamayan emperyal kibrin ürünüdür.

 

Burada, Amerika'nın Afganistan'dan çekilmesinin bundan çok daha fazlası olduğunu belirtmek önemlidir. ABD'nin Orta Asya ve Orta Doğu'daki stratejisinin başarısızlığa uğradığı herkesin bildiği bir kabuldür. Basit ifadesiyle, Amerikalılar sadece Afganistan'ı kaybetmedi; Ortadoğu'yu da kaybetmek üzereler.

 

Bunların çoğunun Çin, Rusya ve İran'ın yükselişiyle ilgisi var. Ancak Amerikan hegemonyasının çöküşü, Washington'un dünyanın temelden değiştiğini kabul etmeyi reddetmesiyle de körükleniyor.

 

Tüm kas gösteren ve kışkırtıcı açıklamalara rağmen, ABD artık dünyanın rakipsiz askeri gücüne sahip değil. Başka bir deyişle, dünya artık tek kutuplu değil ve oyunun kurallarını Amerikalılar koymuyor.

 

Washington'un Orta Doğu'daki sözde ittifaklarının modasının geçtiği artık açık bir sır. Aksine çöküşte olan bir Amerika için, ne kontrol edebilecekleri ne de kazanmayı hayal edebilecekleri bölgesel bir savaşın içine çekilme riskini temsil ediyorlar. Bu arada, Körfez monarşileri ve 'İsrail' için Amerikalılar; 1990'lardaki ihtişamlı günlerinden bir türlü vazgeçemeyen, güvenilmez ve öngörülemeyen bir aktör haline geldiler.

 

Hileli Savaş Oyunları

 

Washington'un kararsızlığı, Körfez'deki birkaç olay da dahil olmak üzere, bir dizi çuvallamayla kendini tam olarak teşhir etti.

 

Bunlardan en dikkate değer olanlardan biri, ABD deniz kuvvetlerinin, Washington'un yaptırım rejimini uygulama kisvesi altında bir İran petrol tankerini kaçırmaya çalıştığı Ekim ayı sonlarında ortaya çıktı.

 

Girişim, İran'ın İslam Devrimi Muhafızları Ordusu tarafından ustaca engellendi. Video kaydında, Amerikan Arleigh Burke sınıfı güdümlü füze destroyerleri ve hızlı müdahale kesicisi tarafından takip edilen tankerin kontrolünü ele geçirmek için helikopterler ve sürat tekneleri kullanan Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) personeli gösteriliyordu.

 

Bir noktada, Amerikan destroyeri ile tanker arasına bir IRGC sürat teknesi giriyor. Videoda, ABD gemisinin savaş mevzilerine doğrultulmuş ve destroyerin üç milimetrelik zırhını kolayca delebilecek büyük kalibreli bir makineli tüfek görülüyor. Ve böylece, takip sona eriyor.

 

Bu, Amerikalılara sığ Körfez sularının küçük, hızlı saldırı gemileri için ideal bir ortam sunmasına rağmen büyük ve yavaş ABD savaş gemileri için uygun olmadığını hatırlatan son yıllardaki bir dizi olaydan sadece biri. Tüm hesaplara göre, Amerika'nın milyarlarca dolarlık donanması bu kaotik, sığ su savaşında suda yüzen ördeklere [kolay hedeflere] dönecek.

 

Ancak bunlar Washington'daki politika yapıcılar için tam olarak yeni ifşalar değildir. Amerikalılar on yıllardır İran'la savaşın provasını yapıyorlar ve sonuçlar her zaman feci ABD kayıplarını içeriyor.

 

2002 yılında, Korgeneral Paul Van Riper, ABD ordusunun Amerikalıların "Orta Doğulu" düşmanlarını yenmesini sağlamak için tarihinin en büyük savaş oyunlarından birini icrasının ardından komutanlığından ayrılmıştı.

 

Yaklaşık 200 milyon ABD dolarına mal olan tatbikatlar sırasında Riper, “düşük teknolojili, üçüncü dünya ordusunun” komutanıydı. ABD filosu Körfez'e girdiğinde, Riper, ABD donanmasının önemli bir bölümünü batıran sürpriz bir saldırı başlatmadan önce küçük teknelerine görünüşte amaçsız daireler çizme talimatı verdi.

 

Savaş oyununu durdurmak zorunda kaldılar ve Amerikan gemileri "yeniden yüzdürüldü"; ABD kuvvetleri ancak böyle bir şans elde edebildi. Bu 2002'de gerçekleşmişti ve o zamandan beri ABD sadece daha da zayıflarken, İran olağanüstü derecede güçlendi.

 

Hayatta kalma modu

 

Batı'daki bazı siyasi akımlar rotayı değiştirme ve ABD'nin, dünyanın geleceğindeki rolü hakkında ciddi müzakerelere başlaması gerektiğini kabul ederken, birçoğu hâlâ radikal ideolojik ve askeri doktrinlere bağlı kalmayı sürdürüyor.

 

Görüşlerdeki bu farklılık, tek kutuplu düzenin çöküşünü hızlandırdığı gibi, Amerikan diplomasisinin klasik versiyonu olan “ya dediğimizi yap ya da… ” yerine karşılıklı saygıya dayalı diyaloğu da geciktiriyor.

 

Peki, bu benzeri görülmemiş zorluklar için ABD stratejisi nedir? Ve Washington'daki politika yapıcılar, ABD'nin hâlâ dünyanın tek süper gücü olduğu varsayımına bağlı olarak mı çalışıyor?

 

Mevcut Biden yönetiminin eylemleri, ellerinde gerçek bir strateji olmadığını gösteriyor. Beyaz Saray, oyun planını, yeni durumlara göre farklı şekillendiriyor.

 

Onların söylemleri, ABD'nin küresel sahnede hem ekonomik hem de askeri açıdan daha da gerilediği gerçeğini görmezden geliyor. Ancak, Biden'ın selefine çok benzeyen eylemlerinde mevcut yönetim, eski sömürge yapılarını terk etmeye itiliyor. ABD'nin Afganistan'daki askeri varlığı önemliydi. Diğerleri de yakında aynı kaderi paylaşacak.

 

 

Çeviri: Medya Şafak