Pek çok araştırmacı Şîa’nın ana eğilimlerinin ve kelâmî çizgisinin Mu‘tezile etkisinde şekillendiğine inanmaktadır. Bu metnin yazarı bu görüşün yanlışlığını, dahası Mu‘tezile’nin, hatta Basra Mu‘tezilesi’nin, Şîa’nın düşüncesinden çokça etkilendiğini kanıtlamanın peşindedir. Mu‘tezile’nin önde gelen şahsiyetlerinden olan Nazzâm’ın önemli Şiî düşüncelerine yönelimi bu iddiayı doğrulamaktadır.
11.03.2025
3.02.2025
5.01.2025
10.12.2024
2.12.2024
18.11.2024
Hz. Hatmî Mertebet’in (Muhammed'in) (s.a.a.) aklı, Sâdır-ı Evvel’dir (ilk sudûr eden). Sâdır-ı Evvel de Akl-ı Küll’dür. Vahiy de Akl-ı Küll’den başka bir şey değildir.
Metafiziğin anlamını kavrayamayanlar onun fizikten ayrı olduğunu sanırlar. Bazıları fiziğin bittiği yerde kocaman bir boşluğun başladığını ve metafiziğin bundan sonra geldiğini savunmaktadırlar. Bu, kuruntudan başka bir şey değil. Öncelikle bilmemiz gereken şey, varlık âleminde boşluk diye bir şeyin olmadığıdır. Hayır, tüm varlık birbirine vâsıldır. Ancak âlemdeki bu ittisalin yanında bir fasl da mevcuttur. Yani mahiyetler birbirlerinden ayrıdırlar.
Âlem Allah’ın bir tecellisi olması hasebiyle her an yenidir ve her ân düşünür. Âlem, insan suretinde düşünür.... “Gitmek”te hem bir kayboluş hem de bir yüceliş anlamları gizlidir (ref‘- irtifa‘-terfi). Buradan cevherî harekete varmak istiyorum. Her ortadan kalkış bir yüceliştir. Hiçbir şey yok olmaz; sadece derecesi yükselir.
Felsefe tarihinin dönüm noktasını teşkil eden Kant, konu iman olunca akıldan ziyade ahlâkı devreye sokmuştur. Örneğin bizim hakîmlerimiz hem nazarî akıl hem de amelî akıl derken o daha çok pratik akla vurgu yapmış, Hıristiyanlığın hakikatine ahlâk üzerinden ulaşılması gerektiğine inanmıştır. Buna benzer düşüncelere İslâm dünyasında da rastlamaktayız [Mesela Faslı Müslüman düşünür Taha Abdurrahman; Medya Şafak].
Allah ile mülakat (buluşmak) cisimsel, zamansal, mekânsal ve maddî bir buluşma değildir. Bu likâ, marifette ve bilinçtedir. Evet, O’nun varlık ve tekvin itibariyle her yerde hazır olduğu malumdur. O’ndan uzaklığımız marifet ve bilinç düzlemindeki bir uzaklığı ifade eder. Bir kimse O’nun bu her yerdeki huzurunu bilinç düzeyinde kavrarsa, bu kavrayışın kendisi O’na ulaşmak (likâ) demektir.
Ne yazık ki burada bazıları akıl ile kalbi birbirine karşı konumlandırıyor. Bunlar arasında bir tekabül varmış gibi konuşmamak gerekir. Akıl hiçbir zaman kalbin karşısında yer almaz. Kalp –ki aşkın merkezi de kalptir– akla renk katar ve onu süsler. Akıl da kalbe nizam verir. Akıl ve kalp aslında tek bir şey olup, birbirleriyle işbirliği içindedirler.