ÖZEL: “İsrailoğullarının nakiplerinin sayısınca” hadisi çerçevesinde / İmamlar ile İsrailoğullarının nakipleri arasında yapılan sayısal benzetmenin analizi
- Medyasafak.net
- EHL-İ BEYT OKULU
- 09.12.2025
İbranice נִקְּבוּ (nikvu) ifadesi ve onun Arapça karşılığı olan نقیب (nakib), “seçilmiş ve tensip edilmiş, atanmış” anlamına gelmekte olup, özünde “Allah tarafından bir nass ile belirlenmiş olma” anlamını taşır. Yani, temel olarak dilbilimsel bakımdan, İbranice ve Arapçada birine ancak seçilmiş ve özel olarak atanmışsa “nakip” unvanı verilir.
“İsrailoğullarının Nakiplerinin Sayısınca” Hadisi Çerçevesinde / İmamlar ile İsrailoğullarının Nakipleri Arasında Yapılan Sayısal Benzetmenin Analizi[1]
Emir Rıza Hakikathâh ve Muhammed Rıza Muinî
Özet
Bu makalede, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vasilerinin İsrailoğullarının nakiplerine benzetildiği rivayetleri ve bu rivayetlerde yapılan sayısal benzetmede sözü edilen sayısal eşitliğin, görünen anlamının ötesinde bir anlama sahip olup olmadığı incelenmiş ve şu soruya cevap aranmıştır: Bu benzetmede, benzerlik yükünü sadece on iki sayısı mı taşımaktadır, yoksa benzeyen (müşebbeh) ile benzetilen (müşebbehün-bih) arasında başka bir benzerlik yönü (vech-i şebeh) mevcut mudur? Bu soruyu cevaplamak amacıyla önce, nakiplerin Tevrat’taki konumu ve Arapça “nakib” kelimesinin İbranice, Aramice, Süryanice ve Yunanca eski Tevrat nüshalarındaki etimolojik analizi yapılmış ve “nakib” kelimesinin “Allah tarafından seçilmiş ve tayin edilmiş olmak” anlamını içerip içermediği araştırılmıştır. Buradan hareketle, daha sonra, “Allah tarafından seçilmiş, ıstıfa edilmiş ve nass ile tayin edilmiş (mansûs) olma”nın, hadislerde yapılan benzetmenin, teşbihin her iki tarafının da ortak özelliği olarak kabul edilmesi gerektiği gösterilmiştir. Ardından, ileri sürülen bu iddianın ispatı sadedinde, Hz. Peygamber’in vasilerinin sayısından söz ettiği hadislerde geçmemiş olsa da, onların Allah tarafından seçilmiş olduğunu gösteren diğer metinsel kanıtlar sunulmuştur.
Bu araştırma, sayısal benzetme içeren rivayetlerin derinlemesine anlaşılmasına katkıda bulunmakta ve Şiî düşüncesinde İmamların (a.s.) ilahî konumunu ve onların nass ile tayin edilmiş oldukları görüşünü güçlendirmektedir. Ayrıca, Hz. Peygamber’in on iki vasisine dair rivayetlerin sadece Ehl-i Beyt İmamlarına (a.s.) tatbik edilebileceği gerçeğini vurgulamaktadır.
Giriş[2]
Şiîlerin ve Sünnîlerin hadis derlemelerinde, Hz. Peygamber’den (s.a.a.), kendisinden sonraki halifelerin ve vasilerin sayısının, İsrailoğullarının nakiplerinin, İsrailoğullarının oymaklarının (esbât), Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerinin ve bir yıldaki ayların sayısına benzetildiği çok sayıda rivayet nakledilmiştir.[3] Bu rivayetler bir arada incelendiğinde, Hz. Peygamber’in vasilerinin sayısının on iki olduğu anlaşılmaktadır; zira bu sayı, rivayetlerin birçoğunda açıkça zikredilmiştir.
Konuyla ilgili rivayetlerin en önemlilerinden biri, Hz. Peygamber’in bütün Müslümanlarca kabul edilen şu hadisidir: “Benden sonra halifeler, İsrailoğullarının nakipleri sayısınca, on ikidir.” Bu hadis, muhtevası aynı kalmakla birlikte, farklı lafızlarla nakledilmiştir. Bu hadisin önemi ve bu yazının sınırları göz önüne alınarak, hadisin farklı rivayetlerinin incelenmesi başka bir araştırmaya bırakılacak ve burada sadece hadisin yukarıda alıntılanan rivayeti incelenecektir.
Müslüman âlimler, bu hadisi, farklı rivayetleriyle birlikte, genellikle, Hz. Peygamber’den sonra on iki halifenin geleceğine dair bir müjde ve bir beşaret olarak değerlendirmişlerdir. Bunun nedeni, esasında, bu hadisin ve farklı rivayetlerinin metninde geçen “on iki” (isnâ-aşer) ifadesidir. Ayrıca hem Şiî hem de Sünnî hadis derlemelerinde bu değerlendirmeyi ve görüşü destekleyen çok sayıda rivayet de mevcuttur.[4] Bu görüşün yanı sıra, bir kısım kelâm ve hadis âlimi, bu rivayetlere daha derin bir anlam yüklemiş ve rivayetlerde yer alan benzetme (teşbih) hakkında daha detaylı araştırmalar yapmışlardır.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Hz. Peygamber neden kendisinden sonra gelecek vasilerinden bahsederken sadece “on iki” sayısını zikretmiş ve onları İsrailoğullarının nakiplerine –ve ayrıca, burada ele almayacağımız bazı hadislerinde, İsrailoğullarının oymaklarına, Hz. İsa’nın havarilerine ve bir yıldaki ayların sayısına– benzetmiştir? Acaba bu benzetmede yalnızca “on iki” sayısı mı bir anlam taşımaktadır, yoksa benzeyen (müşebbeh) ile benzetilen (müşebbehün-bih) arasında başka bir anlama mı işaret edilmiştir?
Bu soruyu yanıtlamayı amaçlayan bu çalışmada, öncelikle, söz konusu benzetmenin anlamının doğru bir biçimde analiz edilmesi ve benzetmenin taraflarının dikkatle incelenmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda, Arap belagati ve edebiyatı kuralları dikkate alınarak, hadisin metninde bir “tashif”in (harf/kelime değişikliği) meydana gelip gelmediği ihtimalinden söz edilecektir. Ardından, buradan hareketle, rivayetlerde benzetilen taraf olan İsrailoğullarının nakiplerinin vasıfları Eski Ahit nüshaları ve İslâmî kaynaklar ışığında incelenecek ve böylece on iki kişiden oluşan bu topluluk hakkında iphamdan uzak, kesin bir bilgiye ulaşılmaya çalışılacaktır. Çalışmanın devamında ise, rivayetlerde benzeyen taraf olan Hz. Peygamber’in halifelerinin, Müslümanlar nezdindeki konumu incelenecektir. Bütün bunlardan maksat, söz konusu rivayetlerde yapılan benzetmenin anlamını açıklığa kavuşturmak ve böylece, İsrailoğullarının nakipleri ile Hz. Peygamber’in halifeleri arasında kurulan benzerliğin anlamını derinlemesine kavramaktır.
Şüphesiz bu çalışma, halifeler ile nakipler arasında tam bir eşleşme ve benzerlik olduğunu iddia etmemektedir;[5] sadece bu iki topluluk arasında kurulan benzerliğin ortak yönünü (vech-i şebeh) daha açık bir şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu araştırmayı benzerlerinden ayıran üç temel özellik şunlardır: Birincisi, bu rivayetlerde geçen benzetmenin anlamını daha iyi açıklamak için sarf edilen çaba; ikincisi, İsrailoğullarının nakiplerinin daha kesin anlamını kavramak için Eski Ahit nüshalarını, İbranice, Aramice, Süryanice ve Yunanca gibi dillerdeki anahtar kelimelerin analizine dayalı olarak incelemek ve üçüncüsü, içinde “nakip” lafzının geçtiği rivayetleri daha doğru bir biçimde izah etmek.
Bu çalışmada ortaya konulan araştırma, sonucu itibariyle, sayısal benzetme içeren rivayetlerin daha derinlemesine anlaşılmasına katkı sağlamakta ve Şiî düşüncede İmamların (a.s.) ilahî konumlarını ve onların nassla tayin edildikleri görüşünü güçlendirmektedir. Ayrıca, Hz. Peygamber’in on iki vasisine dair rivayetlerin sadece Şîa İmamlarına (a.s.) tatbik edilebileceği gerçeğini de teyit etmektedir.
1. Problemin Ortaya Konuluşu
Bahsi geçen hadisin tam metni, Sünnî muhaddis Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) tarafından şu şekilde rivayet edilmiştir:
Mesrûk şöyle dedi: Abdullah b. Mesud’un yanında oturuyorduk, o bize Kur’ân okuyordu. Bir adam ona şöyle sordu: “Ey Ebâ Abdurrahman (Abdullah)! Allah Resulü (s.a.a.) size, kendisinden sonra kaç halife geleceğini söylemedi mi?” Abdullah (b. Mesud) şöyle cevap verdi: “Evet, [biz de ona bu soruyu sorduk] şöyle buyurdu: ““Benden sonra halifeler, İsrailoğullarının nakipleri sayısınca, on ikidir.”[6]
Aynı benzetmeyi içeren benzer rivayetler, on dokuz sahabî[7] ve altı Masum İmam’dan[8] (a.s.) da nakledilmiştir. Hadisin Sünnî hadis derlemelerinde yer alan en meşhur rivayet tariki, İbn Mesud tarikidir ve İbn Mesud rivayeti hem Şiî hem de Sünnî hadis kitaplarında farklı senetlerle nakledilmiştir.[9]
Genel olarak, birçok Müslüman, bu iki topluluk arasındaki benzerlik yönünün, sadece benzeyen (imamlar) ile benzetilenin (nakipler) sayılarının aynı olmasından ibaret olduğunu düşünmektedir. Eski ve çağdaş Şiî ve Sünnî kelâm âlimlerinin birçoğu da, bu rivayetlerdeki benzetmeyi açıklarken sadece sayısal benzerliğe ve bu sayıların birbirlerine eşit oluşuna işaret etmiş ve dolaylı olarak, benzerlik yönünün sadece Hz. Peygamber’in (s.a.a.) halifeleri ile İsrailoğullarının nakiplerinin sayılarının on iki olmasından ibaret olduğunu kabul etmişlerdir. Bu grupta yer alan âlimler, bu rivayetleri sadece Resulullah’tan (s.a.a.) sonra on iki halifenin geleceğine dair bir beşaret olarak değerlendirmişlerdir.
Ancak acaba bu benzetmede, genel kabul görmüş olan Hz. Peygamber’in halifelerinin sayısının on iki olması anlamının arkasında kalmış ve gözden kaçırılmış başka bir anlama da işaret etmekte midir? Bu sorunun cevabını ararken öncelikle, benzetme (teşbih) hakkında kısaca bilgi verilmesi ve ardından, bu rivayette yapılan benzetmede işaret edilen anlamın doğru bir şekilde anlaşılması için çaba gösterilmesi uygun olacaktır.
2. Benzetme (Teşbih)
Teşbih, belâgat ilimleri terminolojisinde, iki şeyin bir veya birden fazla özellikte ortak olduklarının ifade edilmesi olarak tanımlanmıştır.[10] Benzetmenin temel unsurları şunlardır: benzeyen (müşebbeh), benzetilen (müşebbehün-bih), benzetme yönü (benzeyen ile benzetilen arasındaki ortak özellik; vech-i şebeh) ve benzetme edatı (edat-ı teşbih). Şu noktaya dikkat etmek önemlidir: Bir benzetmede, konuşmacının isteğine bağlı olarak,[11] benzetme yönü tek veya çok, tekil veya bileşik olabilir.[12]
Teşbih terimi, özel veya genel anlamda kullanılabilir. Genel anlamıyla benzerlik (müşâbehet), aynılık derecesinde tam bir benzerliği (mümâselet) veya farklılıklarla birlikte benzer olmayı içerebilir. Eğer benzetme yönü, benzetmenin her iki tarafında da tamamen aynı ise, sözgelimi, her iki taraf da tamamen aynı şekle ve ağırlığa sahipse, teşbih yerine “temâsül” teriminin kullanılması daha uygun olur.[13] Özel anlamda ise teşbih, benzetme yönünde birbirine yakın olan benzeyen ile benzetilen arasındaki benzerlik anlamına gelir.[14] Bir başka ifadeyle, benzetme yapısal olarak; biri, iki şey arasındaki bir benzerlik ve benzetme yönü açısından iki taraf arasında yakınlık bulunduğunu (teşbihin özel anlamı), diğeri ise benzetme yönü açısından iki taraf arasında aynılık derecesinde bir benzerliğin bulunduğunu ifade etmek olmak üzere iki anlama işaret etmek için kullanılır.
Burada sorulması gereken soru şudur: Sayının sayıya benzetilmesi hangi şartlarda mümkündür ve hangi şartlarda benzetme yönü bir sayı olabilir? Belâgat âlimleri, bir şeyin ancak süreğen (muttasıl) bir özelliğe sahip olması durumunda benzetme yönü olarak kullanılabileceğini ifade etmişlerdir; çünkü esasında, kesintili (munfasıl) özelliklerde her bir özellik diğerinden bağımsız olarak tanımlanır ve aralarında bir benzerlik kurulması imkânsız hale gelir. Bu durumun en iyi örneği sayıların benzetilmesidir. Sözgelimi, üç kırmızı elma ile dört nar arasında bir benzetme yapılamaz. Çünkü “üç” ve “dört” tamamen birbirinden bağımsız olarak tanımlanmışlardır. Ancak, renkleri tamamen aynı olmasa bile, bu meyveleri kırmızı olma özellikleri bakımından birbirine benzetebiliriz. Çünkü “kırmızılık” süreğen bir niteliktir ve onun tüm örnekleri “kırmızılık” bakımından ortaktır.[15]
Son iki nokta dikkate alındığında şu sonuca varmak mümkündür: Benzetmede sayı sadece, benzetmenin tarafları belirli ve aynı sayıda sayılabilenler (madûd) olduğunda ve yalnızca mümâselet ve aynılık, başka bir ifadeyle sayısal eşitlik, söz konusu olduğunda kullanılabilir; tıpkı “Ali yaş bakımından Hasan gibidir” benzetmesinde olduğu gibi. Bununla birlikte, çok sayıdaki bir sayılabilen, çok daha fazla sayıdaki bir sayılabilene de benzetilebilir; tıpkı “Onun bilgileri gökteki yıldızların sayısı kadardır” benzetmesinde olduğu gibi.[16] Bu gibi durumlarda benzetme yönünün belirli bir sayı değil, “çokluk” (kesret) olduğu açıktır.[17]
Bu iki kullanıma yakın bir başka kullanım daha vardır: “Yanlış cevaplarınızın sayısı kadar cezalandırılacaksınız.” Bu ifade ne bir teşbihtir ne de bir mümâselettir; bilakis, iki taraf arasında birebir bir uygunluk (tenâzür) ilişkisini bildirir. Arap dilinde genellikle ilk iki kullanım için “ke-adedi” veya “adedu” ifadeleri, üçüncü kullanım için ise “bi-adedi”[18] ifadesi kullanılır.[19]
Bir başka delil, Hanefî fakihi ve kelâm âlimi Kemaleddin İbnü’l-Hümâm’ın (ö. 861/1457) Şerhu Fethi’t-takdir başlıklı fıkıh kitabında, “Sen binlerce kez boş oldun” ifadesini şerh ederken yaptığı açıklamadır. O, buradaki sayısal benzetmenin kemiyet ifade etmediğini belirtmiş ve bu nedenle benzetmenin “çokluk” anlamına işaret ettiğini belirtmiştir.[20]
Bu noktada, benzetme hakkında yapılan bu açıklamalardan hareketle, araştırma konusu olan rivayetlerin daha dikkatli bir şekilde incelenmesine geçebiliriz. İbn Mesud’un rivayetine göre, Hz. Peygamber’e (s.a.a.) halifelerinin sayısı sorulmuştur. Hz. Peygamber, bu soruya önce açık bir şekilde, “Benden sonraki halifeler on iki kişidir” buyurarak cevap vermiştir. Dolayısıyla, soruyu soran İbn Mesud cevabını tam ve eksiksiz olarak almıştır. Bununla birlikte, Hz. Peygamber sözlerine devam etmiş ve bir benzetme içeren şu ifadeyi kullanmıştır: “Tıpkı İsrailoğullarının nakiplerinin sayısınca!” Bu benzetmeyi yapmaya neden gerek duyulmuştur? Hz. Peygamber’in bu benzetmeyi yaparak neyi kastetmiştir? Bu benzetmenin tarafları nelerdir?
İlk bakışta, bu benzetmede Hz. Peygamber’in halifeleri ile İsrailoğullarının nakipleri arasındaki benzetme yönünün, sadece bu iki topluluk arasındaki sayısal benzerlik olduğu, yani her iki topluluğun da on iki kişiden oluştuğu izlenimi oluşmaktadır. Biz de bu izlenimden yola çıkarak, benzetme yönünün sayısal eşitlik olduğunu varsayalım ve rivayetin devamının bu varsayıma göre anlaşılabilir ve kabul edilebilir olup olmadığına bir göz atalım.
Daha önce ifade edildiği üzere, teşbihin özel anlamında sayıların birbirine benzetilmesi mümkün değildir. Sınırlı sayıdaki iki grup arasında benzetme edatının ve yapısının kullanılması, sadece temâsülün ve sayısal eşitliğin söz konusu olduğu durumlarda mümkündür. Bu bağlamda ortaya çıkan soru şudur: On iki sayısını bir mümâselet yönü olarak kabul ettiğimizde, bu rivayetteki benzetmenin bir sayısal eşitliğe işaret ettiği ve bir temâsül olarak kullanıldığı kabul edilebilir mi? Rivayete göre Hz. Peygamber, sözünün başında halifelerin sayısının on iki olduğunu zaten belirtmiştir. Soruyu soran İbn Mesud da, Kur’ân’a aşinalığından dolayı, nakiplerin on iki kişi olduğunu önceden biliyordu.[21] Hz. Peygamber’in bu hadisinde sadece İsrailoğullarının nakipleri ile halifelerinin sayılarının birbirine eşit olduğunu kastettiğini kabul edebilir miyiz? Zevkiselim, Hz. Peygamber’in başka hiçbir maksadı olmaksızın, halifelerin sayısı hakkındaki sözünü tekrar etmiş olduğunu kabul edebilir mi? Eğer bu rivayette benzetme yönü yalnızca “on iki kişi olmak” ise, cevabın başında on iki sayısının zikredilmiş olduğu göz önüne alındığında, bu benzetmenin bir faydası var mıdır? Şu nokta göz önünde bulundurulmalıdır: Hz. Peygamber fasih ve hakîm bir konuşmacıdır ve boş yere, maksatsız bir söz söylemez. Benzetmenin sadece vurgulama amacı taşıdığı varsayımı da kabul edilebilir değildir; zira beliğ (açık ve etkileyici) sözün özelliklerinden birinin, gereksiz yere sözü uzatmamak, mesajı ve anlamı en az kelimeyle[22] iletmek olduğu göz önünde bulundurulduğunda, fasih ve beliğ bir konuşmacının daha kısa ve net ifadeler kullanarak on iki sayısını vurgulaması mümkündür.[23]
Ayrıca, şu noktaya işaret etmek de uygun görünmektedir: Eğer beliğ ve fasih bir konuşmacı, sözünü bir benzetmeye başvurmak yoluyla ifade etmeye karar verirse, her zaman bir amacı olmalıdır ve amacının olmadığı durumlarda doğal üslubunu terk edip benzetme yapma yoluna gitmemelidir. Belagat âlimleri, benzetmenin ya benzeyene ya da benzetileni ön plana çıkardığını ifade etmişlerdir. Bazen benzetilen, sahip olduğu özellik bakımından daha belirgin ve daha meşhurdur.[24] Bu durumlarda, benzetme, dinleyicinin benzeyende bulunan özelliğe daha fazla dikkat etmesini sağlar.[25] Bu rivayetteki benzetme yönünün (on iki kişi olma) özel bir fayda sağlamadığı ve belirli bir amaca hizmet etmediği açıktır. Dolayısıyla, Hz. Peygamber’in dikkat çekmek istediği şey, halifeler ile nakipler arasında sayıca on iki kişi olmanın ötesinde, daha önemli bir benzerliğin ve ortak özelliklerin bulunduğudur.
Bu nedenle, ilk izlenimimizi bir kenara bırakmalı ve rivayetin benzerlik yönü üzerinde yeniden düşünerek İsrailoğullarının nakipleri ile Hz. Peygamber’in halifeleri arasında on iki sayısının dışında bir benzerlik yönü aramamız gerekmektedir. Bu doğrultuda, rivayetin metnini tekrar gözden geçirmemiz yerinde olur. İbn Mesud’un İbn Hanbel tarafından nakledilen rivayetinin metinde “ke-iddeti nukabâ” (nakiplerin sayısınca) ifadesi geçmektedir. “İdde” kelimesinin incelendiğinde, bu kelimenin sayılabilir nesneler veya bir nesneler topluluğu için kullanıldığı, dolayısıyla “aded” (sayı) kelimesinden farklı bir anlama sahip olduğu anlaşılmaktadır. Farsçaya [aynı şekilde Türkçeye, ç.n.] çevirdiğimizde, “idde” kelimesinin “belirli bir sayıya sahip topluluk veya grup” anlamında kullanıldığını düşünmek mümkündür.[26] Dolayısıyla, “ke-iddeti nukabâ” ifadesinde benzetilen, “nakipler topluluğu”dur; sayıları değildir.[27] Başka bir ifadeyle, kendisine benzetilen bileşiktir (mürekkep), tekil (müfred) değildir. Bu hususu göz önünde bulundurarak şimdi benzeyeni inceleyeceğiz.
Yukarıdaki açıklama doğrultusunda, benzeyeni de “on iki kişiden oluşan halifeler topluluğu” olarak kabul etmenin uygun olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle, Hz. Peygamber (s.a.a.) önce halifelerin on iki kişi olduğunu söylemiş, ardından da bu topluluğu, kendisini dinleyenlerin Kur’ân’ı okumaları sebebiyle aşina oldukları bir başka topluluğa benzetmiştir.[28]
Bu durumda, benzetme yönünün sayıdan daha geniş bir anlamı kapsadığı kolaylıkla kabul edilebilir ki bu daha mantıklı görünmektedir. Klasik ve günlük kullanımlarda da görüldüğü üzere, sayıya dayalı benzetme çoğunlukla[29] sayısal benzerlikten daha öte bir anlamı ve benzeyen ile benzetilen arasındaki nicel ve nitel benzerliği ifade etmek için kullanılır. Bu bağlamda, aşağıdaki örnekler açıklayıcı olacaktır:
Sözgelimi, bir öğrenci, arkadaşının mezun olmak için alması gereken kredilerin sayısı hakkındaki sorusunu cevaplarken, cevabında doğrudan yedi sayısını söylemek yerine, bir benzetme kullanmayı tercih eder ve sayısı yedi olan ve herkes tarafından bilinen şeyleri zihninde canlandırır: Dünyanın yedi harikası, Attar’ın yedi aşk şehri, yedi gök, Rüstem’in yedi cengi, haftanın yedi günü vb. Hangisi benzetme için daha uygundur? Edebiyata ve belâgate aşina olan biri için yapacağı benzetmede bu seçeneklerden herhangi birini kullanmak aynı mıdır? Öğrenci, sonuçta, arkadaşına şu şekilde cevap vermeyi tercih eder: “Rüstem’in cenkleri sayısınca yedi kredi!” Öğrencinin yaptığı tercihin nedeni açıktır; kendi kendine, bu benzetmeyi kullanırsa, kalan kredi sayısını ifade etmenin yanı sıra, derslerin zorluğunu da arkadaşına hissettireceğini ve bu nedenle daha edibane konuşmuş olacağını düşünmüştür.
Bir diğer örnek, Sadi’nin Gülistân’ın bölümlerinin sayısı hakkında kullandığı ifadesidir. O, kitabının bölümlerinin sayısının “cennetin kapıları sayısınca sekiz bâb” olduğunu yazar;[30] çünkü şaire göre kişi, kitabın bölümlerinde verilen öğütlere uyarak cennete ulaşabilir. Doğal olarak, eğer kitabı yedi bölümden oluşmuş olsaydı, onu cehennemin kapılarının sayısına benzetmezdi!
Bu bağlamda, çoğu insanın zihninde ortaya çıkan ilk çağrışımın sayısal eşitlikten çok daha öte bir anlama sahip olduğunu gösteren, daha belirgin başka bir örnek daha bulunmaktadır. Çok sayıda rivayette, İmam Mehdi (a.f.) ile birlikte kıyam edecek olan ashabının sayısının, Bedir Savaşı’ndaki sahabenin ve Talût’a eşlik eden askerlerin sayısınca 313 kişi olacağı bildirilmiştir.[31] Bu rivayetleri okuyan veya işiten her zevkiselim sahibi, rivayetlerde sayısal eşitliğin ötesine geçen bir benzetme yönü arar. İhtimallerden biri, bu üç topluluk (ki bunlardan ikisi; Bedir ashabı ve Talût’un askerlerinden Kur’ân’da açıkça söz edilmiştir[32]) arasındaki benzetme yönü, kendilerinden çok daha güçlü ve çok daha kalabalık olan düşmana karşı kazanılan zafer olmasıdır. Buradan çıkarılacak sonuç, İmam Mehdi’nin sayıca az olan askerleriyle birlikte tüm dünyaya karşı kıyam edeceği ama Allah’ın izni ve yardımıyla tüm dünyaya hâkim olacağıdır.
Buraya kadar ifade edilenlerle birlikte, Hz. Peygamber’in sözünün muhataplarının, Kur’ân okumaları sebebiyle, İsrailoğullarının nakiplerine ve onların vasıflarına aşina oldukları hususuna da dikkat etmek gerekir. Dolayısıyla, Hz. Peygamber halifeler topluluğunu nakipler topluluğuna benzettiğinde, muhatabın zihni derhal nakiplerin önceden hakkında bilgi sahibi olduğu vasıflarına yönlendirilir. Hz. Peygamber’in hadisini bu açıdan değerlendirdiğimizde, bu rivayetlerde önce On İki İmam’dan açıkça bahsedildiği, ardından imamlar topluluğu ile nakipler topluluğu arasında bir benzetme yapıldığı anlaşılır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, incelenen rivayette yapılan benzetmenin benzetme yönü sadece benzeyen ve benzetilenin on iki kişi olmasıyla sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır; bilakis, yapılan benzetmede iki topluluk arasındaki diğer ortak özellikler de vurgulanmıştır. Bazı Müslüman âlimlerin de bu tür rivayetleri ele alırken, benzer ifadelerin sayısal bir benzetmenin ötesinde bir anlama sahip olduğu anlayışını benimsedikleri gözlemlenmektedir. Örneğin müfessir İbn Kesir Tefsir’inde İbn Mesud rivayetini naklettikten sonra hadisin, hakkı ve adaleti ikame eden on iki salih halifenin geleceğine dair bir müjde olduğunu yazar.[33] İbn Mesud rivayetinde halifelerin herhangi bir vasfı zikredilmediği halde, İbn Kesir’in bu rivayetteki benzetmenin anlamını, sayısal benzetmeye ek olarak, sayılabilir olanın vasıflarına yapılan bir benzetmeyi içerecek biçimde genişlettiği anlaşılmaktadır. O, bu vasıfları, Hz. Peygamber’in on iki vasisi olan bu kişilerin salih oluşları ve adaleti ikame etmeleri olarak tespit etmiştir.[34]
Hadisteki benzetmenin anlamı hakkındaki kanaatimizi daha da güçlendiren şey, bu hadisin farklı rivayetleri veya varyantlarıdır. Bazı zevâid kitaplarında[35] yer alan rivayetlerinde hadisin son kısmı farklılık göstermektedir ve bu rivayetlerde apaçık bir biçimde, Hz. Peygamber kendi halifelerini “nakip” olarak nitelemiştir. Örneğin, İbn Hacer el-Askalânî, zevâid kitabında, Hz. Peygamber’in İbn Mesud’a verdiği cevap şu şekilde nakledilmiştir:
Onlar, Musa’nın nakipleri topluluğu gibi, on iki nakip olacaklardır.[36]
Bu rivayetlerde,[37] Hz. Peygamber’in halifelerinin “nakip” olduğuna açıkça işaret edilmiştir. Bu hususu dikkate alarak, makalenin devamında, benzetilen olarak nakiplerin daha net bir tanımını arayacağız.
3. Benzetilen Hakkında: Tevrat Çevirileri Aracılığıyla İsrailoğullarının Nakiplerinin Tanınması
Önceki bölümde ortaya konulan görüş, bir yandan benzetilen olarak nakiplerin Tevrat’taki, özellikle de Tevrat’ın en eski nüshalarındaki konumunun incelenmesi, diğer yandan da benzetmenin karşı tarafı olan, benzeyen olarak Hz. Peygamber’in halifeleri hakkındaki ayet ve rivayetlerin tetkik edilmesiyle netlik kazanacaktır. Bu inceleme, benzetme yönünün sayısal benzerliğin ötesine geçebileceğini ve benzeyen ile benzetilenin ortak özelliklerine de işaret edebileceğini tamamen açığa çıkaracaktır. Bu nedenle, makalenin devamında, İsrailoğullarının nakiplerinin kimler oldukları, hangi özelliklere sahip oldukları ve hangi seçkin vasıflarla nitelendiklerinin araştırılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde incelenen hadisteki benzetmenin benzetme yönünün gerçekten ne olduğu ortaya çıkarılabilecektir.
İsrailoğullarının nakiplerinin kimler olduğu konusunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği yoktur. İbn Kesir, nakiplerin isimlerini zikrederken önce, bu isimleri aktaran İbn İshak’ın bir rivayetine istinat eder; ancak hemen ardından kendisinin onların isimlerini Tevrat’ta gördüğünü ve bu isimlerin İbn İshak’ın rivayetinde geçenlerden farklı olduğunu belirtir.[38] Bu makalede de halifeler/imamlar ile İsrailoğullarının nakipleri arasındaki ortak yönü incelemek için öncelikle Tevrat’ta geçtiği şekliyle nakiplerin durumu araştırılmıştır.
Tevrat’ın Çölde Sayım Kitabı’nda, Allah’ın Sina Çölü’nde Hz. Musa ile konuşması anlatılır.[39] Allah, ona, tüm Yisrail(İsrail)oğullarının kabilelerine ve babalarının ailesine göre sayılması görevini verir.[40] Hz. Musa ve Harun (a.s.), yirmi yaş ve üzerindeki herkesi, oymaklarına (esbât) göre saymakla görevlendirilir.[41] Her oymaktan (sıbt) aile reisi olan bir kişi, Hz. Musa ve Harun ile birlikte olmalıdır.[42] Allah, onlarla birlikte olacak kişilerin isimlerini şu şekilde belirler:[43]
- Reuben oymağı için Şedeur oğlu Elitsur
- Şimon oymağı için Surişadday oğlu Şelumiel
- Yahuda oymağı için Amminadav oğlu Nahşon
- İssakar oymağı için Suar oğlu Netanel
- Zevulun oymağı için Helon oğlu Eliav
- Yusufoğullarından Efrayim oymağı için Ammihud oğlu Elişama
- Manaşşe oymağı için Pedahsur oğlu Gamli’el
- Benyamin oymağı için Gidoni oğlu Avidan
- Dan oymağı için Ammişadday oğlu Ahiezer
- Aşer oymağı için Okran oğlu Pagiel
- Gad oymağı için Deuel oğlu Elyasaf
- Naftali oymağı için Enan oğlu Ahira
Bunlar İsrailoğullarından atanmış adamlardı; atalarının soyundan gelen oymak önderleri, İsrail'in boy başlarıydı.[44] Ardından, Çölde Sayım Kitabı’nın birinci bölümünün 17. ayetinde şöyle denir: “Moşeh (Musa) ve Aharon (Harun), adlarıyla belirlenen bu adamları getirttiler.” Tevrat metni, bu kişilerin Allah tarafından seçildiğini ve isimlerinin önceden belirlenmiş olduğunu açıkça bildirmektedir.
Tevrat’ın bu ayetini (Çölde Sayım, 1: 17) daha doğru bir şekilde anlamak için, Eski Ahit’in[45] Arapça, İbranice, Aramice, Süryanice ve Yunanca dillerindeki bir dizi önemli nüshasına başvurmak yerinde olacaktır:
AVD nüshasında:[46]
فَأَخَذَ مُوسَىٰ وَهَارُونُ هٰؤُلَاءِ الرِّجَالَ الَّذِينَ تَعَيَّنُوا بِأَسْمَائِهِمْ.
KJV nüshasında:[47]
And Moses and Aaron took these men which are expressed by their names.
LXX nüshasında:[48]
καὶ ἔλαβεν Μωυσῆς καὶ Ἀαρων τοὺς ἄνδρας τούτους τοὺς ἀνακληθέντας ἐξ ὀνόματος
Samiriye Targumu nüshasında:[49]
וְנְסַב מֹשֶׁה וְאַהֲרוֹן יַת גֻּבְרַיָּא אִלֵּין דַּאֲכַרְזוּ בִּשְׁמָהָתְהוֹן.
WTT nüshasında:[50]
וַיִּקַּח מֹשֶׁה וְאַהֲרֹן אֵת הָאֲנָשִׁים הָאֵלֶּה אֲשֶׁר נִקְּבוּ בְּשֵׁמוֹת.
NFT nüshasında:[51]
וְנְסַב מֹשֶׁה וְאַהֲרֹן יַת גֻּבְרַיָּא הָאִילֵין גֻּבְרַיָּא הָאִילֵין דִּי אִתְפָּרְשׁוּ בִּשְׁמָהוֹן.
PJT nüshasında:[52]
ודבר משׁה ואהרן ית גובריא האילין דאתפרשׁו בשׁמהן
TAR nüshasında:[53]
וּדבַר ונסיב מֹשַׁה ואהרן יָת גֻברַיָא הָאִלֵין דְאִתפָרַשֻׁו בִשׁמָהָ ן.
Peshitta nüshasında:[54]
ܘܕܒܪܘ ܐܢܘܢ ܡܘܫܐ ܘܗܪܘܢ ܠܓܒܪ̈ܐ ܗܠܝܢ ܕܬܐܦܪܫܘ ܒ̈ܫܡܗܐ
Bu ayette, Allah, Hz. Musa ve Harun’un, “adlarıyla belirlenen” (Çölde Sayım, 1:17) bu kişileri yanlarına aldıklarını ifade eder. Bu ifade, Arapça ADV nüshasında “ellezîne tu’ayyinû bi-esmâihim” (isimleriyle belirlenmiş olanlar), İngilizce KJV nüshasında ise “which are expressed by their names” (adlarıyla belirtilen) şeklinde çevrilmiştir. Bu ifadeler, İbranice נִקְּבוּ בְּשֵׁמוֹת (nikku bi-şmoth) ifadesinin çevirisidir. Bu ifadede “nikkevu” fiili, “nakav” kökünden gelir. ִקְּבוּ בְּשֵׁמוֹת “nikkevu bi-şmoth” ifadesi, “isimleriyle [Allah tarafından] belirlenmiş olmak” anlamındadır.[55] Bu lafız, Süryanice Peshitta nüshasında ܐܬܦܪܫܘ “etparşu” şeklinde geçmektedir ve Arapça karşılığı “müntehab”dır (seçilen).[56] Aramice Targum Neofiti (NFT), Targum Pseudo-Jonathan (PJT) ve Targum Onkelos (TAR) nüshalarında, bu lafız אִתְפָּרְשׁוּ “itparşu” şeklinde kullanılmıştır[57] ve “özel olarak ifade edilmiş/tayin edilmiş/açığa çıkarılmış” anlamına gelir.[58] Samiriye Targumu nüshasında, bu kelime אַכְרְזוּ “ahrezu” ifadesiyle karşılanmıştır ki bu da “semada ilan edilmiş (isimlendirilmiş)” demektir.[59] Bu kelime ayrıca, “müjdelenmiş” anlamında da kullanılmıştır.[60] Yunanca LXX nüshasında ise bu ifade ἀνακληθέντας (anaklēthentas) şeklindedir ve “isimlendirilmiş” anlamına gelir.[61]
נִקְּבוּ (nikvu) fiilinin dilbilimsel incelemesi, bu fiilin “nakav” kökünden türediğini gösterir. İbranicede “nakav” kökü, “tayin etmek, belirlemek ve atamak” anlamlarına gelmektedir.[62] Bu kökün Arapçadaki karşılığı “nakaba”dir ve “nakib” kelimesi de bundan türemiştir.[63] נִקְּבוּ (nikvu) fiili, נקב kökünün נפעל (nif‘al) kalıbında çekilmiş biçimidir ve bu bab, edilgenlik ifade etmek için kullanılır.[64] Dolayısıyla, “nikvu”, “tayin edilmiş/belirlenmiş/tensip edilmiş” (İslâm kelâmı terminolojisindeki ifadesiyle “mansûs”) anlamına gelir ve önceki ayetler ve ayetin siyakı dikkate alındığında, bu fiilin faili Allah’tır.
Görüldüğü gibi, Arapça “nakib” kelimesi ve onun İbranice karşılığının (נִקְּבוּ) analiz edilmesi ve Tevrat’ın eski nüshalarında bu sözcüğe karşılık gelen ifadelerin incelenmesi neticesinde iki önemli sonuca ulaşılır:
Birincisi, İbranice נִקְּבוּ (nikvu) ifadesi ve onun Arapça karşılığı olan نقیب (nakib), “seçilmiş ve tensip edilmiş, atanmış” anlamına gelmekte olup, özünde “Allah tarafından bir nass ile belirlenmiş olma” anlamını taşır. Yani, temel olarak dilbilimsel bakımdan, İbranice ve Arapçada birine ancak seçilmiş ve özel olarak atanmışsa “nakip” unvanı verilir.
İkincisi, bu ayetlerde bahsi geçen kişiler, Allah tarafından seçilmiş kimselerdir ve bu seçilmişlikleri nedeniyle “nakip” olarak adlandırılmışlardır. Bu nedenle, bu bölümde isimleri geçen kişiler, İsrailoğullarının nakipleridir.
Başka bir ifadeyle, Kitab-ı Mukaddes’te geçen sözcüğün etimolojisinin ve tarihsel arka planının bize açıkladığı üzere, İsrailoğullarının nakipleri, Yüce Allah tarafından seçilmiş ve isimleri Hz. Musa ve Harun’a bildirilmiş kişilerdir.
Peki, Tevrat nüshalarında geçen sözcüklerin analizinden çıkardığımız bu sonuçlara İslâmî metinlerin incelenmesi neticesinde de ulaşmak mümkün müdür?
Kur’ân-ı Kerim’de, İsrailoğullarına nakiplerin gönderilmesi hadisesine şu şekilde işaret edilmiştir:
وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا
Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı ve içlerinden on iki de nakip göndermiştik.[65]
Allah bu ayette, “ba‘ese” (gönderme) fiilini kendisine nispet etmiştir. “Ba‘ese” fiili, “diriltmek ve göndermek” anlamına gelir. Biraz dikkat edildiğinde bu fiilin kullanılma nedeninin, “nakiplerin seçilmiş olduklarına” işaret etmek olduğu anlaşılır. Bu “biset” (gönderme) eyleminin Allah tarafından yapılmış olmasından dolayı, nakipler Allah tarafından seçilmiş kimseler olarak kabul edilir. Hatırlanacağı üzere, Kur’ân’da “ba‘esnâ” (gönderdik) fiili pek çok kez Allah tarafından bir elçi gönderilmesi bağlamında kullanılmıştır.[66]
Müslüman müfessirler arasında Ebû Müslim Muhammed b. Bahr el-Isfahanî,[67] bu ayetin tefsirinde “nakîb” kelimesinin “fa‘îl” vezninde, ism-i mefûl olduğunu ve “müntehab” (seçilmiş) anlamına geldiğini belirtir.[68] Şeyh Tûsî, et-Tibyân tefsirinde bu ayetin anlamını açıklarken, Ebû Müslim’in görüşü de dahil olmak üzere dört görüş nakleder. Bu dört görüşte belirtilen anlamlardan bazıları dolaylı olarak Allah tarafından bahşedilen makamlara işaret eder.[69] Diğer bazı müfessir ve âlimler de “nakib”in anlamını açıklarken kelimenin başka anlamlarına işaret etmişlerdir.[70]
“Nakib” lafzı, Yüce Allah tarafından ve O’nun aracılığıyla seçilmiş diğer topluluklar için de kullanılmıştır. Bu bağlamda, çeşitli kaynaklarda, Evs ve Hazrec kabilelerinden on iki kişinin seçilmesi olayına atıfta bulunulur. Tarih rivayetlerine göre, Hz. Peygamber, Cebrail’in işaretiyle, Evs ve Hazrec’ten on iki kişiyi nakip seçmiştir.[71] Dikkat edilirse bu nakipler, Ensâr arasında Hz. Peygamber’in halifeliği ve temsilciliği görevini üstlenmişlerdir ve ayrıca, Allah tarafından seçilmiş ve isimleri Cebrail aracılığıyla Hz. Peygamber’e ulaştırılmıştır.
Bazı rivayetlerden anlaşılan bir diğer husus, bütün peygamberlerin “on iki nakibe sahip olmasının” Allah’ın bir sünneti olmasıdır. Görünen o ki Yüce Allah, halka bir elçi gönderdiğinde, onu on iki nakip ve halife ile desteklemeyi irade etmiştir. Tıpkı nübüvvetin bir seçilmişlik ve ıstıfa makamı olması gibi, peygamberin halifesi ve nakibi olmak da sadece ilahî seçim ve ıstıfa ile gerçekleşecektir.
Örneğin bir rivayette, Hz. Selman şöyle nakletmiştir:
Hz. Peygamber bana şöyle buyurdu: “Ey Selman! Yüce Allah hiçbir nebi ve resul göndermemiştir ki, ona on iki nakip tayin etmiş olmasın.” Ben, “Ey Allah’ın Resulü! Biz bu sözü daha önce Tevrat ve İncil ehli aracılığıyla biliyorduk,” dedim. Hz. Peygamber, “Ey Selman! Peki, benim nakiplerimin ve Allah’ın İslâm ümmeti için benden sonra seçtiği o on iki kişinin kim olduğunu biliyor musun?” diye sordu.
Hadisin devamında Hz. Peygamber, Şia’nın On İki İmam’ının (a.s.) isimlerini sırasıyla zikreder.[72]
Bu rivayetteki birkaç noktaya dikkat etmek yol gösterici olabilir: İlk olarak, Hz. Peygamber bütün peygamberlerin halifeleri için “nakib” tabirini kullanmıştır. İkinci olarak, özellikle kendi halifeleri için de “nakib” kelimesini kullanmıştır. Üçüncü olarak, Hz. Peygamber, halifeleri için “nakib” kelimesini kullandıktan sonra, onların Allah’ın seçtiği kişiler (ellezîne ehtârehum Allahu) olduklarını belirtmiştir. Dördüncü olarak, Selman, Hz. Peygamber söylemeden önce nakipliğin Allah’ın bir sünneti olduğundan haberdardır; bu da Eski Ahit’te nakipliğin varlığını gösteren bir delildir.
Sonuç olarak, nakiplerin en önemli ve en açık vasıflarından birinin —ki bizim inancımıza göre Hz. Peygamber’in halifeleri de en azından bu sıfatta onlarla ortaktı— Allah tarafından seçilmişlik ve ıstıfa geleneği olduğu ileri sürülebilir.
4. Benzeyen Hakkında: İslâmî Metinler Aracılığıyla Halifelerin/İmamların Tanınması
Şiî hadis derlemelerinde, imamın Allah tarafından naspedildiğine ve onun seçilmiş (ıstıfa) bir makama sahip olduğuna işaret eden çok sayıda rivayet mevcuttur. Burada bu rivayet külliyatından sadece bir örnek vermekle yetinecek, konuya ilgi duyanları imamet konusunda kaleme alınmış birincil kaynaklara yönlendireceğiz.[73]
Bu noktada İmam Rıza’dan (a.s.), konumuz bağlamında derin anlamlar barındıran, uzunca cümlelerin yer aldığı meşhur bir rivayet nakledilmiştir. İmam Rıza’nın Merv Ulu Camii’nde söylediği sözlerin bir kısmı şöyledir:
İmam, çağının yegânesidir; hiç kimse ona denk olamaz, hiçbir âlimin makamı onun makamına eşit değildir, onun yerini tutacak biri bulunamaz, onun bir benzeri ve dengi yoktur. Bütün faziletler, onun talep etmesi veya edinmesi söz konusu olmaksızın, karşılıksız veren ve çok lütufkâr olan (Mufdilü’l-Vehhâb) Allah tarafından imama has kılınmış ve ona bağışlanmıştır.[74]
4.1 Benzetme Yönünün Açıklanması
İslâm öncesi İbrahimî dinlerin kadim metinlerinde ve İslâmî metinlerde nakiplerin başlıca özelliklerinden birinin, Allah tarafından seçilmişlik ve ıstıfa olduğunu gördük. Diğer yandan, Şiî düşüncede imamın vazgeçilmez özelliklerinden birinin de Allah tarafından seçilmek olduğunu öğrendik.
Bu doğrultuda, İmamların sayısının İsrailoğullarının nakiplerinin sayısına benzetildiği sayısal benzetme rivayetleri hakkında daha derin bir açıklama ortaya konulabilir. Bu açıklamaya göre, Hz. Peygamber’in (s.a.a.) vasilerinin İsrailoğullarının nakiplerine benzetilmesi, onların on iki kişi olmasına vurgu yapmanın yanı sıra, “ilahi nass ve nasb” konusuna da işaret etmektedir. Bu açıklama doğrultusunda, tıpkı İsrailoğullarının nakiplerinin ilahî seçim dolayısıyla “nakip” olarak adlandırılmalarında olduğu gibi, İmamların da bazı rivayetlerde “nakip” olarak anıldıkları ve başka bazı hadislerde de sayılarının İsrailoğullarının nakiplerinin sayısına benzetildiği söylenebilir. Bu açıklama, aynı zamanda, Şiî düşüncede imamın “ilahî nass ile belirlenmiş” olarak konumunun güçlenmesine de hizmet eder. Selman rivayetinde, Hz. Peygamber’in haleflerinden “nakip” diye söz ettiği ve “Allah'ın onları seçtiğini” ifade ettiğini açıklamıştık.
Başka bir rivayette Hz. Peygamber’in (s.a.a.) şöyle dediği nakledilmiştir: “Benim sulbumdan, zürriyetimden on bir nakip çıkacaktır ki onlar aynı zamanda ‘necib’ (seçilmiş) kimselerdir.”
Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: Benim sulbumdan on bir nakip, necip, muhaddes (kendisine ilham edilen) ve müfahhem (kendisine anlayış verilen) çıkacaktır. Sonuncuları hak ile kıyam eden (Kâim) olup yeryüzünü zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracaktır.[75]
Bu rivayette İmamlar (a.s.) açıkça “nakip” olarak adlandırılmış ve onlara "necip” sıfatı da verilmiştir; bu da onların seçilmiş ve ıstıfa edilmiş olduklarına işaret eder.[76]
Thomas McElwain da Islam in the Bible [Kitab-ı Mukaddes’te İslâm] adlı kitabında Kitab-ı Mukaddes’te imametin kökenini incelemiştir.[77] O, imametin ilahî bir makam ve imamların kendilerinden ilahî bir misak (söz) alınmış kimseler oldukları göz önüne alındığında, Şiî imamet düşüncesinin temel bir mesele olduğunu ve bunun Kitab-ı Mukaddes’te de kökeninin bulunduğu kanaatindedir. McElwain, İmamların, örneğin Allah’ın birliğine şahitlik, gayb âlemiyle irtibat, imamın gaybete çekilmesi ve on iki kişi olmaları gibi bazı özelliklerini de ele almış ve bu özellikleri Kitab-ı Mukaddes çerçevesinde incelemiştir.
Ayrıca, başka bazı akademisyenler de, on iki sayısı ile ilahî misak arasında da dikkate değer bir irtibat bulunduğuna inanmış[78] ve Hz. İsa’nın (a.s.) bu esasa göre henüz hayatta iken on iki havariyi seçtiğini ifade etmişlerdir.[79]
5. On İki Kişilik Toplulukların Allah Tarafından Seçilmesi Sünneti
Daha önce de ifade edildiği üzere, her peygamberi on iki nakip ile desteklenin Allah’ın bir sünneti olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Allah tarafından seçilmiş birçok topluluğun on iki kişiden oluştuğu gözlemlenebilir. Genel olarak, on iki sayısı, Allah tarafından seçilmiş gruplarla bağlantılıdır. Bu bölümde, on iki sayısının Yahudilikteki tarihsel arka planına değinilerek, nakip olmasalar da “Allah tarafından seçilmiş olma” bakımından onlarla ortak bir özelliğe sahip olan diğer on iki kişilik topluluklar incelenecektir.
Yahudiler arasında on iki sayısı (שְׁנֵים־עָשָׂר şneym asar) kadim bir geçmişe sahiptir ve Tekvin Kitabı’na göre (4:1-26) on iki kişi olan Hz. Âdem’in (a.s.) çocuklarına kadar uzanır. “Doğurmak” anlamına gelen יָלַד (yalad) fiili de bu bölümde on iki kez tekrarlanmıştır.
Tekvin’de, İsrailoğulları’nın Tanrısı Elohim, İbrahim’in oğlu İsmail hakkındaki duasını kabul etmiş, onu מְאֹד מְאֹד (me’od me’od)[80] ile bereketlendirmiş ve onun soyundan on iki reis (שְׁנֵים־עָשָׂר נְשִׂיאִם şeneim asar nesi’im) ve büyük bir millet meydana getireceğini bildirmiştir.[81]
Aynı durum Yakub’un oğulları için de geçerlidir: On iki oğlu vardı ve bunlar İsrailoğullarının kabilelerini oluşturdular.[82] İsrailoğulları kabilelerinin on ikiye bölünmesi, on iki sayısına özel bir önem kazandırmıştır. Bu nedenle, Levi kabilesi kabileler arasında sayılmayınca, İsrailoğullarının oymak sayısının on iki kalması için Yusuf kabilesi iki ayrı oymağa; Menaşşe ve Efrayim oymaklarına ayrılmıştır.[83]
Eski Ahit’e göre, Hz. Musa (a.s.) dağın eteğinde, İsrailoğullarının on iki kabilesine denk gelecek şekilde on iki sütunlu bir sunak inşa etmiştir.[84] Başka bir yerde, tüm İsrailoğullarının günahları için kurban sunmak amacıyla Ezra, İsrail oymaklarının sayısına uygun olarak on iki teke sunmayı önerir.[85]
Kitab-ı Mukaddes’te belirli kişi ve nesneler genellikle İsrailoğullarının nakiplerinin sayısıyla ilişkilendirilmiştir; örneğin, Elim’deki on iki su kaynağı,[86] Harun’un kâhinlik göğüslüğündeki on iki değerli taş,[87] Yeşu’nun tapınağa koymak üzere Şeria Nehri’nden çıkardığı on iki taş gibi.[88] On ikinin katları da yirmi dört kademeli din adamları ve Levililer arasında görülür.[89] İsrailoğulları kurbanla bağlantılı olduğundan, kurban etmekle on iki sayısı arasında bir ilişki vardır.[90]
Eski Ahit’in Yeşu bin Nun’dan sonraki olayların anlatıldığı Hakimler Kitabı’nda, İsrailoğullarını yönlendirmek ve rehberlik etmek için yargıçların seçiminden bahsedilir. Bu kitapta, Yeşu bin Nun’dan sonra gelen on iki yargıcın adı zikredilir; Allah onları, İsrailoğullarını yağmacıların elinden kurtarmak için göndermiştir.[91] Bu konu rivayetlerde de geçmektedir.[92]
Tesniye Kitabı’nda ayrıca, Hz. Musa’nın (a.s.) Eşkol Vadisi’ni (נַחַל אֶשְׁכּלֹ) keşfetmek için her oymaktan bir kişi olmak üzere on iki casus seçmesi olayına atıfta bulunulur.[93] Başka bir yerde, Yeşu bin Nun, Yahveh tarafından bir görevi yerine getirmek üzere (her kabileden bir kişi olmak üzere) on iki kişi seçmekle görevlendirilir.[94]
On iki seçilmiş kişi geleneğinin Yahudilikte bilindiğini gösteren bir diğer kanıt, Hayber’in fethi sırasında Müslüman olan bir Yahudi’nin hikâyesinde görülebilir. Hayber’in fethinde, Hibr adında bir Yahudi, Hz. Peygamber (s.a.a.) ve Müminlerin Emiri Ali (a.s.) ile konuşmuş, onları Tevrat’taki müjdelerin gerçekleşmesi olarak görerek Müslüman olmuştur. Daha sonra Müminlerin Emiri Ali’ye dönerek kelime-i şehadet getirmiş ve ona hitaben şöyle demiştir: “Sizin soyunuzdan, tıpkı İsrailoğullarının Yakub’un soyundan olan nakipleri gibi, on bir nakip çıkacaktır.”[95]
Sonuç
Bu araştırmada, halifelerin sayısal bakımdan İsrailoğullarının nakiplerine benzetilmesine odaklanarak, bu rivayetlerde sayısal eşitliğe işaret eden bir anlamın var olup olamayacağını incelenmiş ve şu soruya cevap aranmıştır: Bu benzetmede, benzerlik yükünü sadece on iki sayısı mı omuzlamıştır, yoksa benzeyen (müşebbeh) ile benzetilen (müşebbehün-bih) arasında başka bir benzerlik mevcut mudur? Bu soruyu cevaplamak için, bu rivayetlerdeki belagat ve dilbilimsel incelikler dikkate alınarak benzetmenin tarafları ayrı ayrı incelenmiş ve sayısal eşitliğin ötesinde bir benzetme yönünün var olduğu kanıtlanmıştır. Bu grupta yer alan hadislerin delaletinden yola çıkılarak, nakiplerin Tevrat’taki konumu ve Arapça “nakib” kelimesinin İbranice, Aramice, Süryanice ve Yunanca eski Tevrat nüshalarındaki etimolojik analizi yapılmış ve “nakib” kelimesinde “Allah tarafından seçilmiş ve tayin edilmiş olmak” anlamının mevcut olup olmadığı araştırılmıştır. Devamında, Şiî kelâmında halifelerin konumu görüşüne kısaca değinilerek, Hz. Peygamber’in halifeleri ile İsrailoğullarının nakipleri arasındaki ortak yönlerden en önemlisinin, Allah tarafından seçilmişlik ve tensip edilmişlik konumu olduğu sonucuna varılmıştır. Başka bir ifadeyle, Ehl-i Sünnet’in hadis kitaplarında farklı tariklerle nakledilen bu rivayetlerin metninden, sadece Hz. Peygamber’in halifelerinin on iki kişi olduğu değil, aynı zamanda bu rivayetlerin halifelerin nass ile belirlendikleri (mansûs) ve naspolundukları (mansûb); tek bir kelimeyle ifade etmek gerekirse, “ilahî imamet”e, yani sadece Ehl-i Beyt İmamlarında (a.s.) bulunan bir hususiyet olarak, imametin Allah tarafından tevdi edilen bir makam olduğuna delalet ettiği iddia edilebilir. Bu nedenle, bu araştırma, Hz. Peygamber’in on iki vasisine dair rivayetlerin delaletinin Şîa İmamlarına uygulanmasını güçlendirmekle kalmamış, aynı zamanda, sayısal benzetme içeren diğer rivayetlerin daha iyi anlaşılmasına da imkân sağlamıştır.
Çeviri: İbrahim Erkin
Medya Şafak
[1] Makalenin orijinali için bkz. Emir Rıza Hakikathâh ve Muhammed Rıza Muinî, “Remzgoşâyî ez Teşbih-i Adedî-i Eimme be Nukebâ-yi Benî İsrail der Hadis-i Nebevî “Ke-iddeti Nukebâi Benî İsrail,” Faslnâme-i İmamet-pejûhî, Sayı: 12
[2] Yazarlar, makaleyle ilgili görüş ve önerilerini aktarmasından dolayı Muhammed Kandeharî’ye ve ayrıca, engin bilgi birikimini paylaşmasından ötürü Tahran Üniversitesi Dinler ve İrfan Fakültesi öğretim üyesi Dr. Mücteba Zeruvânî’ye teşekkür eder.
[3] Bu benzetmeleri içeren Şiî rivayetlerin bir listesi için bkz: Âl-i Tâhâ, Seyyid Hasan, el-Câmiu’l-eser fî imâmeti’l-Eimmeti’l-İsnâ-aşer (a.s.), Tahran: Câmia-i Müderrisîn-i Havza-i İlmiyye-i Kum Defter-i İntişârât-i İslâmî, 1389, Beşinci Bâb, İkinci Fasıl.
[4] Bu iddiayı doğrulayan delillerden biri, söz konusu rivayetlerin çoğunlukla “İmamların Sıfatları” bölümlerinde değil de “On İki İmam Hakkındaki Nasslar” bölümlerinde yer almasıdır.
[5] İsrailoğullarının nakipleri ile Hz. Peygamber’in (s.a.a.) halifelerinin konum, işlev ve vazifelerinin aynı olmadığı görüşü, esasında, Hz. Peygamber’in halifeliği makamının İsrailoğullarının nakiplerinin konumundan alındığı ihtimalini tamamen ortadan kaldırmaktadır.
[6] İbn Hanbel, Ahmed, Müsned, Beyrut: Dâru İhyâi’t-turâsi’l-Arabî, 1415, c. 1, s. 398.
2. İbn Şehrâşûb (ö. 588/1192), aynı soruyu ve cevabı, senet zikretmeksizin şu sekiz sahabîden nakletmiştir: Salman, Ebû Eyyûb, İbn Mesud, Vâsile, Huzeyfe b. Esîd, Ebû Katâde, Ebû Hüreyre ve Enes. Bkz. İbn Şehrâşûb, Muhammed b. Ali, Menâkıbu Âli Ebî Tâlib (a.s.), Kum: Allame, 1379, c. 1, s. 300. Hazzâz Kummî (ö. 401/1010) ise el-Kifâyetü’l-eser fî’n-nass ala’l-Eimmeti İsnâ-aşer başlıklı eserinde, benzeri bir rivayeti, Ehl-i Sünnet tarikleriyle on altı sahabîden nakletmiştir: İbn Abbâs (s. 14-17), İbn Mesud (s. 25-27), Ebû Zer (s. 36-38), Selman (s. 47), Câbir b. Abdullah el-Ensârî (s. 58), Enes b. Mâlik (s. 74-78), Ebû Hüreyre (s. 89), Zeyd b. Erkam (s. 104), Vâsile b. Esfa (s. 110-112), Ebû Eyyûb el-Ensârî (s. 114), Huzeyfe b. Esîd (s. 129-130), İmrân b. Husayn (s. 131-133), Huzeyfe b. Yemân (s. 136 ve 137), Ebû Katâde el-Hâris (s. 139 ve 140), Ümmü Seleme (s. 182), Hz. Ali (a.s.) (s. 154 ve 155), Hz. Fâtıma (s.a.) (s. 197), İmam Hasan (a.s.) (s. 168) ve İmam Hüseyin (a.s.) (s. 173). Bkz. Hazzâz Râzî, Ali b. Muhammed, Kifâyetü’l-eser fî’n-nass ala’l-Eimmeti İsnâ-aşer, nşr. Hüseynî Kuhkemreî, Kum: Neşr-i Bidar, 1401. Bu rivayet, bu sahabîlerin çoğundan birkaç farklı lafızla veya birden fazla tarikle nakledilmiştir. İbn Ayyâş el-Cevherî de bu hadisi Kâ‘b el-Ahbâr’dan rivayet etmiştir; bkz. Cevherî, Ahmed b. Abdulaziz, Müktedabü’l-eser fî’n-nass ala’l-Eimmeti İsnâ-aşer, Kum: İntişârât-i Tabâtabâî, (t.y.), s. 27. Ancak Kâ‘b’ın bunu doğrudan Hz. Peygamber’den (s.a.a.) duyup duymadığı bilinmemektedir. Her halükârda, Ehl-i Sünnet’in hadis kaynaklarında sadece Abdullah b. Mesud’un rivayet tariki günümüze ulaşmıştır.
3. Hazzâz Râzî, Kifâyetü’l-eser adlı eserinde, benzeri bir rivayeti İmam Ali’den (a.s.) (aynı yer), İmam Hasan’dan (aynı yer), İmam Hüseyin’den (a.s.) (aynı yer, ayrıca s. 231, 233), İmam Seccâd’dan (a.s.) (s. 238), İmam Bâkır’dan (a.s.) (s. 244 ve 252) ve İmam Sâdık’tan (a.s.) (s. 166) nakletmiştir. Şiî hadis kaynaklarında, İmamlar’dan nakledilen bu tür benzetmelerin başka örnekleri de mevcuttur. Örneğin bkz. İbn Şehrâşûb, Muhammed b. Ali, Müteşâbihü’l-Kur’ân ve muhtelifehu, Kum: Neşr-i Bidar, 1369, c. 2, s. 53-54; Cevherî, Müktedabü’l-eser, s. 7; Nebâtî Âmilî, Ali b. Muhammed, es-Sıratü’l-müstakim ilâ müstehki’t-takdim, nşr. Behbudî, Tahran: el-Mektebetü’l-Murtazaviyye, 1384, c. 1, s. 116 ve 128.
[9] Örneğin bkz. Neysâbûrî, Muhammed b. Abdullah, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, nşr. Mustafa Abdülkadir Ata, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1411, c. 4, s. 546; Ebû Yala Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ, Müsnedü Ebî Yala, nşr. Hüseyin Selim Esed, Dımaşk: Daru’l-Memun li’t-turâs, 1404, c. 9, s. 222; İbn Ebî Şeybe, Abdullah b. Muhammed, el-Müsned, nşr. Adil b. Yusuf el-Gazavî, Riyad: Daru’l-vatan, hadis no: 274; el-Mervezî, Nuaym b. Hammâd, el-Fiten, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1418, hadis no: 217; et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed, el-Mucemü’l-kebir, Kahire: Mektebetu İbn Teymiyye, 1398, hadis no: 10116 ve lafızda ufak bazı farklılıkların bulunduğu diğer kaynaklar.
[10] Teftâzânî, Mesud b. Ömer, Muhtasaru’l-maâni, Kum: İsmailiyan, (t.y.), s. 287.
[11] Teftâzânî, Muhtasaru’l-maâni, s. 293. Örneğin, “Zeyd aslan gibidir” cümlesinde benzetme yönü, Zeyd ile aslan diğer birçok özellikte (cisim olmak, hayvan olmak vb.) de ortak olsalar da, bu cümleyi söyleyenin kastettiği şey olan cesarettir. Elbette, teşbihte vurgulanmak istenilen özelliğe yersiz bir sıfat kullanılarak işaret edilmemesine ve benzetmenin zevkiselime uygun olması gerektiğine dikkat edilmelidir.
[12] Teftâzânî, Muhtasaru’l-maâni, s. 299.
[13] Sekkâkî, Ebû Yakub Yusuf b. Muhammed, Miftâhu’l-ulûm, nşr. Abdülhamid Hindâvî, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1420, s. 448. Sekkâkî şu örneği verir: “Bu sarığın rengi, şunun rengi gibidir.”
[14] Sevgilinin yüzünün ay gibi parlak olduğunu söylediğimizde, ikisi arasında bir mümâselet bulunduğunu ileri sürmeyiz; sadece, mübalağa yaparak, sevgilinin yüzünün parlaklığını, ayın parlaklığına yakın ve benzer olarak tasvir etmek isteriz.
[15] Teftâzânî, Mesud b. Ömer, el-Mutavvel ve bi-hâmişihi Hâşiyetu’s-Seyyid Mir Şerif, Kum: Mektebetü’d-daverî, (t.y.), s. 316. “Üç adet olmak” ve “dört adet olmak” gibi kesintili özelliğin aksine “sayılabilir olmanın” süreğen bir özellik olduğuna dikkat edilmelidir.
[16] Benzetmenin bu türünün İslâmî rivayetlerde ve Kitab-ı Mukaddes’te birçok örneği bulunmaktadır. Bunun en bilinen örneği, Recep ayında okunan duanın şu kısmıdır: “Denizlerin dalgaları sayısınca Allah’tan başka ilah yoktur. Dikenlerin ve ağaçların sayısınca Allah’tan başka ilah yoktur. Kılların ve tüylerin sayısınca Allah’tan başka ilah yoktur. Taşların ve kerpiçlerin sayısınca Allah’tan başka ilah yoktur. Göz yaşlarının sayısınca Allah'tan başka ilah yoktur. Günlerin ve çağların sayısınca Allah'tan başka ilah yoktur.” Bkz. İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Sevâbü’l-a’mâl ve ikâbü’l-a’mâl, Kum: Dâru’ş-Şerif Radi li’n-neşr, 1406, s. 72.
Yeni Ahit’te de Ye’cûc ve Me’cûc'un sayısı, deniz kumlarının sayısına benzetilmiştir: “... sayıları deniz kumları gibi olan Ye’cûc ve Me’cûc’u savaş için toplayacak.” (Vahiy Kitabı, 20:8). Arapça çeviri ADV.
[17] Şehitlerin Efendisi İmam Hüseyin’in (a.s.) uğradığı zulmü anmanın ve onun katillerine lanet etmenin sevabını açıklarken şöyle buyrulmuştur: “Yüce Allah bununla, göklerdeki yıldızlar sayısınca olsa bile, onun günahlarını siler.” Bkz. Râvendî, Said b. Hibetullah, ed-Da’avât, Kum: Medrese-i İmam Mehdi, 1407, s. 162.
[18] Örneğin, nezir orucunu kasten bozmanın kefareti hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Eğer [şeriatça mazur görülen] bir mazeret olmaksızın orucunu bozduysan, her bir gün sayısınca (bi-adedi kulli yevmin) yedi fakiri doyur.” Bkz. Küleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfi, nşr. Gaffârî, Tahran: İslâmiyye, 1407, c. 7, s. 456.
[19] Elbette bu kural her zaman geçerli değildir ve aksini gösteren örnekler de bulunabilir. Ancak çoğunlukla bu şekilde kullanılmıştır.
[20] Bkz: el-Hanefî, Kemaleddin b. Hümâm, Şerhu Fethi’l-takdir, nşr. Abdürrezzak Galib Mehdi, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, (t.y.), c. 4, s. 43-50 “...ve bilinmektedir ki sayı ile yapılan benzetmenin, bilhassa kemiyet bağlamında özel bir anlamı yoktur.”
[21] “Andolsun ki Allah İsrailoğulları’ndan söz almıştı. Onlardan on iki de nakip göndermiştik” (Mâide, 12).
[22] İmam Cafer es-Sâdık’a (a.s.) “Belâgat nedir?” diye sorulunca şöyle buyurdu: “Herhangi bir şeyi bilen kişi, onun hakkında az konuşur. Böyle birine beliğ denilmesinin nedeni, meramını kolaylıkla ifade etmesidir.” Bkz. el-Harrânî, Hasan b. Ali b. Şube, Tuhafu’l-ukûl, nşr. Gaffarî, Kum: Câmia-i Müderrisîn, 1404, s. 359.
[23] Arapça klasik ve çağdaş metinlerde kapsamlı bir araştırma yapılmasına rağmen, sayıyı vurgulamak için bu tarz (benzetime dayalı) başka bir örneğe rastlanmamıştır. Oysaki genellikle vurgu yapmak için başka üsluplar kullanılır; örneğin “hakkan, hatmen” (gerçekten, kesinlikle) gibi kelimeleri kullanılır veya sayı ifadesi tekrarlanır.
[24] Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s. 449.
[25] Benzetme yönü, benzetilende açık ve meşhur olmalıdır. Örneğin, fasih bir konuşmacı, Zeyd’i asla “Arap olmak” yönünden Hâtim-i Tâî’ye benzetmez. Çünkü Hâtim’in belirgin özelliği, adı anılınca zihinde canlanan ilk şey, onun cömertliği ve bağışlayıcılığıdır; Arap oluşu değil.
[26] İbn Manzûr şöyle açıklar: “İdde, ayrıca, az veya çok sayıda kişiden oluşan topluluk (cemaat) anlamına gelir. “Reaytu iddete ricâlin ve iddete nisâin” (Bir erkek topluluğu ve bir kadın topluluğu gördüm) dersin veya “enfeztu iddete kütübin” (bir grup kitabı bitirdim) dediğinde bu, bir kitap topluluğu anlamına gelir. Bkz. İbn Manzûr, Muhammed b. Mekrem, Lisânü’l-Arab, nşr. Mir Damadî, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1404, “aded” maddesi. Râgıb el-Isfahanî’nin açıklaması ise şöyledir: “el-idde, sayılabilir şeylerdir.” Bkz. Râgıb el-Isfahanî, Hüseyin b. Muhammed, Müfredâtü elfâzi’l-Kur'ân, Beyrut: Dâru’l-kalem-Dâru’ş-Şamiyye, 1412, s. 550. Başka bir ifadeyle, “idde” kelimesi, “birkaç şey” veya “birçok şey” için kullanılırken, “aded” kelimesi “şeylerin sayısı” için kullanılır. Örneğin “ve-mâ cealnâ iddetehum illâ fitneten li’llezine keferû” (Onları[n sayısını] da inkâr edenler için sadece bir imtihan vesilesi yaptık) (Müddessir, 31) veya “inne iddete’ş-şuhûri inde’llâhi isnâ-aşere şehren” (Şüphesiz Allah katında ayların sayısı on ikidir) (Tevbe, 9/36) ayetinde “idde” kelimesinin kullanım şekli, “belirli bir sayı” anlayışı ile değil de “belirli sayıda şeyler” mefhumuyla uyumludur; nitekim ayette “şehren” temyiz edatının zikredilmesinin nedeni de muhtemelen budur.
[27] Burada konuyla ilgili birkaç tali hususu hatırlatmak yerinde olacaktır: Bu hadis, bazı el yazması nüshalarda ve rivayetlerde “ke-adedi nukabâ” (nakiplerin sayısı gibi) veya “adede nukabâ” (nakiplerin adedi gibi) lafızları kullanılarak nakledilmiştir. Hadisin yukarıda belirtilen anlamı göz önüne alındığında, bu lafızların “iddet” lafzının tashife uğramış hali olduğunu düşünmek daha doğrudur. Zira bu anlam, sözün söylendiği konteks (hadisin vârid olduğu bağlam) ve beliğ konuşmacının üslubu ile daha uyumludur.
[28] Tevrat’ta nakiplerin belirgin biçimde yer almamasına rağmen ilk dönem müfessirlerin onlar hakkında rivayet nakletmeleri göz önüne alındığında, Hz. Peygamber’in onlar hakkında daha fazla açıklamada bulunmuş olması ihtimali oldukça kuvvetli bir ihtimaldir.
[29] Özellikle de konuşmacı, dil kurallarına ve belagate aşina olduğunda.
[30] Gülistan’ın “Dibâce”sinin son bendi şu şekildedir: “Bu gür ağaçlıklı bahçeye, cennet gibi, sekiz bölüm uygun görüldü.”
[31] Örneğin bkz. Hazzâz Râzî, Kifâyetü’l-eser, s. 267; İbn Şehrâşûb, Menâkıb, c. 1, s. 187.
[32] Bakara, 269 vd.; Âl-i İmrân, 12-13.
[33] İbn Kesir, İsmail b. Ömer, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, nşr. Muhammed Hüseyin Şemseddin, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1419, c. 3, s. 59.
[34] Bununla birlikte, İbn Kesir, ilerleyen satırlarda Şiî akideden bahseder ve bu hadiste geçen on iki halife ile Şî İmamlarının kastedildiği inancını reddeder; ancak şu an için bizim için önemli olan, onun bu benzetmenin sayısal benzerlik ve eşitliğin ötesinde bir anlama işaret ettiğini fark etmiş olmasıdır. İbn Kesir’in bu vasıfları nakipler ve halifelere atfetmesinin kaynağı bilinmemekle birlikte, onun İbn Mesud rivayetinde halifelere atfedilen özellikler ile Şiîlerin aynı hadisin İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s.) naklettiği rivayetinde geçen vasıflar arasında şaşırtıcı bir benzerliğin bulunması dikkat çekicidir. İmam Muhammed Bâkır bu rivayetinde mübarek ecdadı hakkında şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: ‘Benden sonraki imamlar, İsrailoğullarının nakipleri sayısınca on ikidir; bunların dokuzu Hüseyin’in soyundandır ve dokuzuncusu onların Kâim’idir. O, ahir zamanda ortaya çıkacak ve zulüm ve zorbalıkla dolmuş bulunan yeryüzünü adaletle dolduracaktır.’” Bkz. Hazzâz Râzî, Kifâyetü’l-eser, s. 252.
[35] Bazı hadis kitaplarında yer aldığı halde muteber hadis kaynaklarında bulunmayan rivayetleri bir araya getirmek anlamında kullanılan “zevâid”, Sünnî hadis edebiyatında klasikleşmiş bir türdür. Zevâid kitaplarında, bir hadisin farklı rivayetlerinde bulunan fazlalıklar ve eksiklikler bir araya getirilir.
[36] Yekûnûne iddete nukabâi Mûsâ isnâ-aşere nakiben. Bkz. el-Askalânî, Ahmed b. Ali b. Hacer, el-Metâlibü’l-âliyye bi-zevâidi’l-mesanidi’s-semâniyye, Suudi Arabistan: Dâru’l-Asıme, 1419, hadis no: 2093.
[37] Bir başka örnek için bkz. el-Bûsîrî, Şihâbeddin, İthâfu’l-hayreti’l-mühre bi-zevâidi’l-mesânidi’l-aşare, Riyad: Tabu’r-Raşid, 1419, hadis no: 5685.
[38] İbn Kesir, Tefsir, c. 3, s. 58.
[39] Çölde Sayım, 1:1. “Yisrail (İsrail) oğullarının Mısır’dan çıkışının ikinci yılı, ikinci ayın birinci günü Rab Sinay (Sina) Çölü’nde, Buluşma Çadırı’nda Moşeh’e (Musa) şöyle seslendi.” Bkz. Tevrat, çev. Maşallah Rahmanpur ve Haham Moşeh Zergerî.
[40] Çölde Sayım, 1:2. “Yisrail(İsrail)oğulları topluluğunun, kabile ve ailelere göre, sayımını yapın. Sayım, erkeklerin isimlerine göre olsun.”
[41] Çölde Sayım, 1:3.
[42] Çölde Sayım, 1:4.
[43] Çölde Sayım, 1:5. “Size yardımcı olacak adamların adları şunlardır.” Ardından, 5-15. ayetler arasında bu adamların isimleri zikredilmiştir. WTT İbranice el yazması nüshasında bu kişilerin isimleri sırasıyla şu şekildedir:
אֱלִיצוּר בֶּן־שְׁדֵיאֽוּר
שְׁלֻמִיאֵל בֶּן־צוּרִֽישַׁדָּֽי
נַחְשׁוֹן בֶּן־עַמִּינָדָֽב
נְתַנְאֵל בֶּן־צוּעָֽר
אֱלִיאָב בֶּן־חֵלֹֽן
אֱלִישָׁמָע בֶּן־עַמִּיהוּד
גַּמְלִיאֵל בֶּן־פְּדָהצֽוּר
אֲבִידָן בֶּן־גִּדְעֹנִי
אֲחִיעֶזֶר בֶּן־עַמִּישַׁדָּי
פַּגְעִיאֵל בֶּן־עָכְרָֽן
אֶלְיָסָף בֶּן־דְּעוּאֵל
אֲחִירַע בֶּן־עֵינָן
[44] Çölde Sayım, 1:16.
[45] Yazarlar, Tevrat nüshalarını temin ettiği için Sayın Hadi Ali Takavî’ye teşekkür ederler. [Burada kısaltmalarla gösterilen Tevrat nüshaları hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hadi Ali Takavî, Muhammed Kandehârî ve Muhsin Feyzbahş, “Tevrat'ta On İki İmam” Medya Şafak ÖZEL: Tevrat’ta On İki İmam
[46] Ahd-i Atik’in Arapça çevirisidir. AVD (Van Dyke Arabic Bible. Copyright (c) 1998-2005, Arabic Bible Outreach
Ministry, P.O. Box 486, Dracut, MA 01826.)
[47] Ahd-i Atik’in Kral James için yapılan İngilizce çevirisidir. KJV (KJA, KJG Authorized Version (KJV) - 1769 Blayney Edition of the 1611 King James Version of the English Bible - with Larry Pierce’s Englishman’s-Strong’s Numbering System, ASCII version) Copyright © 1988-1997 by the Online Bible Foundation and Woodside Fellowship of Ontario, Canada.
[48] Latince: Septuaginta, Arapça: Seb‘iniyye [ve Türkçe: Yetmiş] nüshası, Ahd-i Atik’in MÖ 3. yüzyılda, Ptolemaios Filadelfos’un Mısır’daki hükümranlığı sırasında, İskenderiyeli Yahudîler tarafından İbraniceden yapılan Yunanca çevirisidir. LXX Septuaginta (LXT) (Old Greek Jewish Scriptures) edited by Alfred Rahlfs, Copyright © 1935 by the Württembergische Bibelanstalt / Deutsche Bibelgesellschaft (German Bible Society), Stuttgart. Used by permission. The LXX MRT (machine readable text) was prepared by the TLG (Thesaurus Linguae Graecae) Project directed by Theodore F. Brünner at University of California, Irvine.
[49] Samaritan Targum (Samiriye Targumu) nüshası, Tevrat’ın Aramicenin Samirî lehçesine yapılmış en eski çevirisidir. NFT, PJT, TAR, Samaritan Targum, Peshitta (TAR/TAM Targumim: Aramaic Old Testament) The Targum material is derived from the Hebrew Union College CAL (Comprehensive Aramaic Lexicon) project.
[50] WTT nüshası, Ahd-i Atik’in Michigan-Claremont metni esas alınarak 1981-1982 yıllarında Michigan Üniversitesi’nde hazırlanan İbranice nüshasıdır. WTT (Codex Leningradensis Hebrew Text. Includes changes as of Westminster Morph 4.14.)
[51] NFT (Targum Neofiti) nüshası, Tevrat’ın birçok bölümünün Aramice çevirisidir.
[52] PJT (Targum Pseudo-Jonathan) veya Targum Jonathan nüshası, Tevrat’ın İsrail topraklarında yapılmış açıklamalı Aramice çevirisidir.
[53] TAR (Targum Onkelos) nüshası, Tevrat’ın Doğu (Babil) Yahudîleri arasında kabul gören resmî çevirisidir.
[54] Peshitta nüshası, sade, mütedavil ve yalın anlamına gelmektedir. Kitab-ı Mukaddes’in bu nüshası, Süryanî lehçesini konuşan Aramî Hıristiyan kiliselerinde okunur.
[55] Bkz. Brown, Francis, R. Driver ve Charles Briggs, The Brown-Driver-Briggs Hebrew and English Lexicon With an appendix containing the Biblical Aramaic based on the lexicon of W. Gesenius as translated by E. Robinson, Oxford: Clarendon Press 1907, נקב maddesi, kod: H5344; Matheus, Frank, PONS Kompaktwörterbuch Althebräisch: Althebräisch-Deutsch, נָקַב maddesi kod: 5590.
[56] Bu lafız ܦܪܫܐ (perşa) kökünden türemiş olup “seçilme” anlamına gelmektedir. Burada “etpa‘al” babında kullanılmıştır. Bkz. Lexicon syriacum auctore Hassano bar Bahlule, ܦܪܫܐ maddesi.
[57] Mezkûr ayette geçtiği şekliyle lafız דאִתְפָּרְשׁוּ (de-itparşu) şeklindedir. ד (de) burada “o kimseler ki” (Arapçada ellezîne) anlamına, אִתְפָּרְשׁוּ (itparşu) ise “seçilenler” anlamına gelmektedir.
[58] Bu kelime, פרשׁ kökünden türemiştir ve “etpa‘al” babındandır. Bkz. Dictionary of the Targumim, Talmud Bavli, Talmud Yerushalmi and Midrashic Literature, פרשׁ maddesi, s. 1243.
[59] Bu kelime כרז kökündendir. Bkz. Jastrow, Marcus, Dictionary of the Targumim, Talmud Bavli, Talmud Yerushalmi and Midrashic Literature, Londra: Luzac, 1903, כרז maddesi, s. 665.
[60] Costaz, Louis, Syriac-English Dictionary, Beyrut: Dar al-Machreq, 2002, ܟܪܙ maddesi, s. 162.
[61] Lust, Johan, Eynikel, Erik ve Hauspie, Katrin, A Greek-English Lexicon of the Septuagint, Deutsche Bibelgesellschaft, 1992, ἀνακαλέω maddesi, no. 578.
[62] Şunu da belirtmek gerekir ki İbranicede נקב kökünün, Arapçadaki muadilinde de olduğu gibi, birincil anlamı “delmek”tir. Bkz. Brown vd., Brown-Driver-Briggs’ Hebrew Lexicon, נקב maddesi, kod: H5344.
Bu kök, PONS Kompaktwörterbuch Althebräisch sözlüğünde de birincil anlam olarak “delmek” (durchbohren) karşılığıyla verilmiş olup, diğer anlamlarında “belirlemek, ayrıntılı olarak belirtmek, kesin olarak belirlemek” (bestimmen, spezifizieren, festlegen) anlamına gelmektedir. Bkz. Matheus, PONS Kompaktwörterbuch Althebräisch, נקב maddesi, kod: 5590.
[63] İbranice kelimelerin ב (v) harfi içeren büyük bir kısmının Arapça karşılıklarında ب (b) harfi bulunur. Örneğin, “altın” anlamına gelen İbranice זהב (zehav) kelimesinin Arapça karşılığı ذهب (zeheb)dir. Çünkü İbranice’de בּ (b) ile ב (v) arasında yalnızca bir nokta farkı vardır ve gerçekte bu iki harf, farklı telaffuz edilen tek bir harftir. İbranice’de و (vav) başlı başına bağımsız bir harftir.
[64] Şu noktaya dikkat etmek gerekir: נקב kökünün נפעל babında çekildiğinde kökün נ harfi düşer ve נִקְּבוּ şekline dönüşür. Daha fazla bilgi için bkz. Nahum Meir Bronznick, Luba Yuviler, Ha-Yessod: Sefer Limud Le-Hora’at Yesodot Ha-Lashon Ha-Ivrit, Ders 47.
[65] Mâide, 12.
[66] Kur’an-ı Kerim ayetleri arasında, “ba‘ese” fiili ve türevleri 24 kez tekrarlanmıştır. “Ba‘esnâ” (gönderdik) fiili toplamda 11 kez geçmektedir ve sadece Allah tarafından seçilmiş olanlarla ve elçilerle veya kıyamet günü diriltilmekle ilgili olarak kullanılmıştır. Bu meyanda, tek istisna, bu fiilin İsrâ Suresi’nin 5. ayetindeki kullanımıdır: "Fe izâ câe va‘du ûlâhumâ ba‘esnâ aleykum ibâden lenâ ulî be’sin şedîd” (Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik). Bu ayette geçen “ibâden lenâ” (kullarımız) ifadesinden, gönderilen kulların da Allah tarafından seçilmiş oldukları anlaşılmaktadır. Bu tefsirin doğruluğuna delil ise, Allah’ın, İmam Mehdi’nin (a.f.) zuhurundan önce, Hz. Muhammed (s.a.a.) hanedanından birinin kanı boynunda olan kimseyi öldürmedikçe bırakmayacak bir topluluğu göndereceği şeklindeki rivayettir. Bkz. Küleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfi, c. 8, s. 206.
[67] Ebû Müslim Muhammed b. Bahr el-Isfahanî (ö. 322/934), 4./10. yüzyılda yaşamış dil bilimcidir. Şeyhü’t-Tâife Muhammed b. Hasan Tûsî, et-Tibyân tefsirinin mukaddimesinde onu övmüştür. Fahreddin er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb adlı tefsirinde diğer müfessirlerden daha fazla onun söz ve görüşlerine yer vermiştir. Şeyh Ebû Ali Fazl b. Hasan et-Tabersî de Mecmau’l-beyân adlı tefsirinde onun görüşlerinden yararlanmıştır. Onun ilmi konumunu hakkında bkz. Tûyserkanî, Seyyid Ahmed, “Ebû Müslim Muhammed b. Bahr el-Isfahanî: Nohostin Müfessir-i Bozorg,” Mecelle-i Dânişkede-i Edebiyat ve Ulûm-i İnsanî (Dânişgâh-i Isfahan), Sayı: 28 ve 29.
[68] Isfahanî, Ebû Müslim Muhammed b. Bahr, Tefsiru Ebî Müslim Muhammed b. Bahr Isfahanî (Mevsuatu tefâsiri’l-Mu‘tezile), nşr. Hızr Muhammed Nebhâ, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1428, s. 209.
[69] et-Tûsî, Muhammed b. Hasan, et-Tibyân fî tefsiri’l-Kur’ân, nşr. Kayser el-Âmilî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-turâsi’l-Arabî, 1409, c. 3, s. 466.
[70] Allame Meclisî, Şeyh Sadûk’tan naklederek şöyle yazar: “Nakîb: âriflerin (urefâ, bilenler) reisidir; ayrıca zamîn (kefil), emîn (güvenilir) ve kavminin üzerindeki şehîd (gözetleyici, tanık) anlamlarına geldiği de söylenmiştir. Etimolojik olarak en-nakîb kelimesinin kökü en-nakbdır, o da es-sukb el-vâsi (geniş delik) anlamına gelir. Bu nedenle, bir kavmin reisi, sırları ve gizli düşünceleri araştırdığı gibi kabile üyelerinin durumlarını da araştırdığı için nakîb el-kavm (kavmin nakibi) şeklinde adlandırılmıştır.” Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-envâr, Beyrut: Dâru İhyâi’t-turâsi’l-Arabî, 1403, c. 22, s. 103. Halleri ve gizleri bilmek ve kavmi üzerinde şahit olmak gibi sıfatların imamet makamının özellikleri olduğu bilinmektedir.
[71] Bkz. el-Kummî, Ali b. İbrahim, Tefsirü’l-Kummî, Kum: Dâru’l-kitab, 1404, c. 1, s. 272-273; İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, el-Hisâl, nşr. Gaffarî, Kum: Câmia-i Müderrisîn, 1362, c. 2, s. 491.
[72] Selman’ın bu rivayeti Şiî kaynaklarında iki ayrı tarikle nakledilmiştir: Hasibî, Hüseyin b. Hamdân, el-Hidâyetü’l-kübrâ, Beyrut: Müessesetü’l-belâğ, 1419, s. 375; Taberî Âmulî, Muhammed b. Cerir b. Rüstem, Delâilü’l-İmâme, Kum: Neşr-i Biset, 1413, s. 448; Cevherî, Muktedabü’l-eser, s. 69. el-Kâfî’de yer alan bir başka rivayette ise, imamların sayısı Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerinin sayısına benzetilmiştir. Bkz. Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 532.
[73] Besâiru’d-derecât’ın ve el-Kâfi’nin Kitabu’l-Hüccet’inin bab başlıklarına göz atılması bile bu gerçeği kabul etmek için yeterlidir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Seyyid Vekilî, Seyyid Hâdi, “Berresî-i Şevâhid-i Nasb-i İlâhî-i İmam bâ Tekiyye ber Rivâyât-i Kitab-i Kâfî,” İmamet-pejûhî, Sayı: 6.
[74] Küleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 201.
[75] el-Usûlü’s-sitte-aşer, s. 139.
[76] “Necebe” kelimesinin sözlükteki anlamlarından biri seçmek ve ıstıfa etmektir. Bu nedenle, “Entecebtuhu” cümlesi “onu seçkin kıldım, onu ayırdım ve onu başkalarına tercih ederek seçtim” anlamlarına da gelir. Bkz. Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, Kitabü’l-ayn, Kum: Neşr-i Hicret, 1409, c. 6, s. 152.
[77] Bkz. McElwain, Thomas McElwain, Islam In The Bible, Create Space Independent Publishing Platform, 2013, özellikle “The Character and Development of Divine Guidance in Bible History” başlıklı 3. bölüm.
[78] On iki sayısıyla ilgili önemli hususlardan biri, onun ilahî ahit ve misakla olan ilişkisidir. İsrailoğulları Kenan topraklarına girdiklerinde, Allah İbrahim ile olan ahdini tamamlar (Tekvin 12 ve 15. bölümler). Bu ahitte on iki sayısı önemli bir rol oynar: “Yeşu bin Nun, İsrailoğulları’nın Tanrısı Yahveh tarafından, her kavimden (her oymaktan bir kişi olmak üzere) on iki erkeği almakla görevlendirilir” (Yeşu 4:1-2). “Onlara, kahinlerin ayağının durduğu yerden, Ürdün’ün ortasından on iki taş alıp konaklayacakları yere götürmelerini emretti” (Yeşu 4:3). “Ve bu taşlar ebedî bir anı olacak” (Yeşu 4:7). “Ve Yeşu, Antlaşma Sandığı’nı taşıyan kahinlerin ayağının durduğu Ürdün’ün ortasına on iki taş dikti; bugüne kadar orada duran taşlar” (Yeşu 4:9). “Yeşu bu taşları Gilgal’a dikti” (Yeşu 4:20). “O, bu kabilelere on iki şehir tahsis etmiştir” (Yeşu 18:24, 19:15, 21:7) Aktaran: McKnight, Scot, Jesus and the Twelve, s. 215.
[79] Scot McKnight, “Jesus and the Twelve” (Bulletin for Biblical Research, 11, [2003]: 203-232) başlıklı makalesinde, Hıristiyanlıkta on iki sayısının önemini ve Yahudilikteki tarihsel arka planını ele almıştır. Yazar, Hz. İsa’nın sağlığında on iki havariyi seçtiğini delilleriyle ortaya koyar ve ayrıca on iki havari seçiminin Yahudilikteki seçilmiş on iki nakip geleneğine dayandığını gösterir.
[80] İslâm araştırmacılarının çoğu “me’od me’od”un Muhammed anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Takavî, “Tevrat’ta On İki İmam,” Medya Şafak ÖZEL: Tevrat’ta On İki İmam
[81] Tekvin, 17:20
[82] Tekvin, 35:22-26.
[83] Bkz. “The Twelve Tribes,” Encyclopedia Judiaca, c. 20, s. 138.
[84] Mısır’dan Çıkış Kitabı, 24:4.
[85] Ezra 6:17.
[86] Çölde Sayım, 33:9.
[87] Mısır’dan Çıkış, 28:9-12.
[88] Yeşu, 4:5. Mısır’dan Çıkış, 28:21; Çölde Sayım, 7:3, 17:1-2; I. Krallar 10:20, 18:31; Ezra 8:35; Hezkiel 48:30-34.
[89] I. Tarihler, 4:24, 24:31.
[90] Mısır’dan Çıkış, 24:4; Çölde Sayım, 7:87.
[91] Hakimler, 2:16.
[92] Bir hadiste, Yeşu bin Nun’dan sonra gelen on bir halifeden bahsedilir ki bunlar, görünüşe göre, Hakimler olmalıdır. bkz. İbn Bâbeveyh, Muhammed b. Ali, Kemâlü’d-din ve tamâmü’n-nimet, c. 1, s. 153.
[93] Tesniye (Yasanın Tekrarı), 1:22-24. “O zaman hepiniz bana gelip, ‘Ülkeyi araştırmak için önümüzden adamlar gönderelim’ dediniz, ‘Hangi yoldan gideceğiz, hangi kentlere uğrayacağız? Bilgi versinler.’ Bu düşünceyi benimsedim. Her oymaktan birer kişi olmak üzere aranızdan on iki kişi seçtim. Bunlar dağlık bölgeye çıkarak Eşkol Vadisi’ne varıp ülkeyi araştırdılar.” Kelbî, “Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa girin” (Mâide, 21) ayetinin tefsirinde, İsrailoğullarının on iki kabilesinden ve İsrailoğullarının on iki casusundan bahsetmiştir. Aktaran: İbn Tâvûs, Sa‘dü’s-suûd li’n-nüfûs mandûd, s. 212.
[94] Yeşu, 3:12.
[95] İbn Şâzân Kummî, Ebû’l-Fazl Şâzân b. Cibril, er-Ravza fî fezâili Emiri’l-müminîn Ali b. Ebî Tâlib (a.s.), nşr. Şekerçî, Kum: Mektebetü’l-Emin, 1432, s. 167.