Bu, İbn Sînâ’nın sözüdür. Yani İmam Ali’nin diğer sahâbîlere, hatta diğer insanlara nispeti, makulün mahsusa nispeti gibidir. Makulün mahsusa ne nisbeti vardır? Mahsus göz önünde olan, zâhir olan şeydir. Gözle görülen, kulakla işitilen veya diğer duyu organlarıyla algılanandır. Fakat makul, mahsusa göre çok üstündür. Makul, akılla anlaşılabilecek bir şeydir.
Aklın mertebe olarak bedenden önce olduğunu daha önce söylemiştim. Tüm bu âlemden önce tümel akıl (akl-ı küll) vardı. Bu âlem tümel akıl tarafından idare edilmektedir. Bu, tüm dünyayı idare eden bir akıldır. Bu da İlahî bir tecellidir, O’nun şuûnâtındır.
Aristo çözememiş, İbn Sina çözememiş; Eflatun, Descartes , Spinoza çözememiş. Madde ile mananın, yani aynı cinsten olmayan iki şeyin birbirine nasıl bağlandığı sorusu tüm dünyada öylece kalmış. Ama Molla Sadra bunu çözmüş.
Şeyh-i İşrak da (Sühreverdi) hikmeti “bahsî” ve “zevkî” olarak ayırmıştır. Orada kendisinin hikmetinin bir çeşit “itaî” hikmet olduğunu yani Allah vergisi olduğunu söylüyor. Gerçekten de onun benzerini hiçbir felsefi ekolde göremiyorsunuz. Kendisi de Esfar’da buna işaret ediyor. Yani Molla Sadra’nın hikmeti diğerlerinden oldukça farklıdır.
Üçüncü kaynak; Allame Münavî’nin Feyzü’l-Kadir adlı eseridir. O bu eserinde şöyle demektedir: Bu haber Peygamber’in (s.a.a.) Ehl-i Beyt’inden sarılıp tabi olmaya ehil olan kimselerin kıyamete kadar her zaman mevcut olacaklarını bildirmektedir.
O, bu eserinde Sekaleyn tefsirine ilişkin lugat bilginlerinin ve âlimlerin açıklamalarını aktardıktan sonra şöyle diyor: Özetle Kur’an-ı Azim ve İtret-i Tahire’nin her biri dinî ilim ve sırların, nefis şer’î hikmetlerin ve dakik anlamlar hazinesinin madenidir. Özetle Hz. Resûlullah (s.a.a.) Kur’an ve İtret hakkında Sekaleyn sözcüğünü kullanmakla Ehl-i Beyt’inden ilim öğrenmeye, onlara sımsıkı sarılmaya ve tutunmaya teşvik etmiştir.
Şiaonline sitesi Ayetullah Nemr'i ziyaret eden akrabalarının gözlemlerini aktardı...