"Riyad BM Koltuğunu Niçin Geri Çevirdi?"
- Medyasafak.net
- ANALİZ
- 26.10.2013

"Unutulmamalı ki bu, 15 yıl önce koltuğu elde etmek için elinden gelen herşeyi yapan krallıktır. Dört yıl önce Suudilerin, Lübnan’ın o tarihteki Güvenlik Konseyi koltuğunu 'satın almaya' çalıştığı yönünde söylentiler dahi vardı."
Riyad neden BM koltuğunu geri çevirdi?
Nizar Abbud
El Ahbar
18 Ekim Cuma günü Suudi Arabistan, siyasi nedenleri gerekçe göstererek BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini reddetti. Unutulmamalı ki bu, 15 yıl önce koltuğu elde etmek için elinden gelen herşeyi yapan krallıktır. Dört yıl önce Suudilerin, Lübnan'ın o tarihteki Güvenlik Konseyi koltuğunu “satın almaya” çalıştığı yönünde söylentiler dahi vardı.
Suudi Basın Ajansı tarafından duyurulan bir açıklamaya göre bu kibirli davranışın açıklanan nedeni, Güvenlik Konseyi'nin örneğin Filistin sorununa adil bir çözüm getirmek ve Suriye rejiminin kendi halkını öldürmesine son vermek gibi görevlerini yerine getirmede başarısız olması.
Fakat bu buzdağının sadece görünen yüzü. Suudilerin kendi içinde çatışmalı duruşları, krallık içindeki derin iç bölünmeleri ve Riyad'daki karar alma merkezlerindeki karmaşayı yansıtıyor.
Riyad'ın politikaları o denli dengesiz hale geldi ki, Jeffrey Feltman da dahil olmak üzere Batılı yetkililer, “çıldırmış” olarak tanımladıkları krallığa fırça attılar.
Fakat Riyad'ın Güvenlik Konseyi üyeliğini geri çevirmesinin gerçek nedeni konusunda söyleyemediği şeyi, BM temsilcisi Gerard Araud aracılığıyla Fransa söyledi. Araud, Cuma günü Güvenlik Konseyi salonuna girmeden biraz önce, Fransa'nın iki yılı aşkın zamandır Güvenlik Konseyi'nin hareket edememesi nedeniyle Suudi Arabistan'ın yaşadığı hayalkırıklığını anladığını söyledi. Güvenlik Konseyi'nin iki kalıcı üyenin veto gücünü defalarca kullanması nedeniyle işlemesine izin verilmediğini söyleyen Araud, Suudilerin hayalkırıklığının, uluslararası tolumunun büyük bölümünün hayal kırıklığını yansıttığını söyledi.
Fakat gerçekte, belki de 10 yıldan uzun zamandan beri ilk defa Güvenlik Konseyi'nde, hem kendi üyeleri arasında, hem de onlarla BM genel sekreterliği arasında uyum var. Örneğin Suriye'nin kimyasal silahlarının yok edilmesi çağrısı yapan 2118 sayılı karar oy birliğiyle geçti.
Suriye çatışmasının sonucunda siyasi rollerinin azaldığını hisseden sadece Suudiler değil. Bir süre, Suudi Arabistan'ın onyıllardan beri Fransa'yı ekonomik olarak desteklemesi gibi konseyde de destekleyeceğini düşünen Fransa da şimdi aynı şeyi hissediyor.
Çok fazla hesaplar dönüyor
Artık Riyad'da kimin borusunun öttüğünden kimse emin değil. Suudilerin belirsiz davranışlarında tuhaf olan bir diğer şey ise şu: Riyad, Güvenlik Konseyi'nin hâkim dinamiğini, 167 oy alarak iki yıllığına Güvenlik Konseyi'nin 10 geçici üyesinden biri olarak seçildiği Perşembe günkü BM Genel Kurulu oturumundan çok önce biliyordu.
Gerçekte, Asya'dan Kuzey Afrika'ya giden bir rotasyon temelinde bu koltuğun bir Arap ülkesine gitmesi bir norm haline gelmişti. O halde Suudilerin bunu reddetmesine neden olan neydi?
Bunu anlamak için son haftalarda olan olaylara geri dönmek gerekir. Öncelikle, BM Genel Kurulu'nun Eylül sonundaki 68. oturumu, Suriye'nin geleceği konusunda ve muhtemelen başka konulardaki bir Rus-Amerikan anlaşmasıyla çakıştı.
Doğru, sonrasında olanlar formalitelerin ötesine pek geçmedi. ABD Başkanı Barack Obama, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'yle çok abartılan bir telefon görüşmesi yaptı. Yine de bu formaliteler çok anlam taşıyor. Washington şimdi, Ortadoğu'daki vekillerinin çatışmaları onların – ve kendisinin – lehine çözme becerisine artık sahip olmadığını anlıyor. Açıktır ki Suudi Arabistan sahip olduğu varlıkları bomba yüklü araçlar göndermek, çeşitli türden terör saldırıları düzenlemek ve Irak ve Suriye'deki savaşçıları istihdam etmek, finanse etmek ve genişletmek için kullanabilir, anca herhangi bir savaşı kazanamaz.
Suudiler bunu anlamalıdır, ancak analiz edip benimsemek bir yana, tüm bu değişkenleri görmüş bile olmayabilir. Bununla birlikte şüphesiz, şimdi oyunun dışında kaldıklarını, merkezden periferiye, ve daha ileride konu dışı kalmaya doğru gittiklerini hissediyorlardır.
Kuzeyden gelen tehdit
11 Eylül saldırılarından bir ay sonra Suudi Arabistan, Suudi hava kuvvetlerinde albay olan Prens Nayif bin Ahmed el Suud tarafından sunulan bir çalışmada, krallığın karşı karşıya olduğu tehditleri tanımladı. ABD'de yayınlanan çalışma, Suudi Arabistan'ın karşı karşıya olduğu tehditlerin temel olarak kuzeyden geldiğini iddia ediyor ve “Geride kalan on yıllarda Fars Körfezi'ne bakıldığında, tehdidin kaynağının iki ülke, isimlerini vermek gerekirse İran ve Irak olduğu açıkça görülür” deniliyordu.
Nayif bin Ahmed ayrıca, tehdidin bu iki ülkenin Suudilerin bölgedeki etkisiyle rekabet edebilecek durumda olmasından ileri geldiğini yazmıştı. Bu yüzden de doğal olarak, İran, Irak, Suriye ve Lübnan Hizbullahı birleşmiş bir strateji içinde birlikte çalışınca tehdidin daha da yoğunlaşmasından başka bir seçenek yoktur.
Suudi askeri uzmanı, kapsamlı çalışmasında İsrail veya Filistin'den hiç bahsetmedi. Bunlar Suudilerin hesaplarında görülmüyor. Çalışma ayrıca, Suudilerin ezici çoğunluğunun ülkedeki ABD üslerine karşı olması nedeniyle, krallığın kendi askeri gücünü arttırması gerektiğini vurguluyordu.
ABD-Suudi ilişkileri
Geçen ay Suud el Faysal New York'a geldiğinde, Amerikalıların İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'le meşgul olduğunu gördü. Belki de BM Genel Kurulu toplantıları tarihinde ilk defa olacak şekilde Suudi dışişleri bakanı, medyadan bütünüyle kaçındı.
Batılı yetkililerle görüşmeleri son derece sınırlıydı ve hiçbir beyanat vermedi. Gerçekte, BM merkezlerine girdiği andan itibaren kızışmış görünüyordu ve bir esnada koruması, düşmemesi için onu desteklemek zorunda kaldı.
Arkasından Genel Kurul'daki konuşmasını yapmadan New York'u terk etti ve Suudi Arabistan'ın BM temsilcisinin onun adına konuşma yapmasını dahi istemedi. Bütün bunlar, yaşlanmayla gelen beceriksizlikten çok daha fazlasıydı.
Petrol: eski güzel günler gitti
Suudi Arabistan en ağır kriziyle karşı karşıya; bu, Washington'un Suudi Arabistan'ın dünyadaki terörizmin bir numaralı kaynağı olduğunu gördüğü 11 Eylül sonrası krizinden bile daha ağır. Bugün ABD, Suudi Arabistan'ın petrolü siyasi bir silah olarak kullandığı 40 yıl öncesine kıyasla, Ortadoğu petrolüne daha az bağımlı.
Şist petrolü ve gazı devrimi sayesinde ABD, net ithalatçıdan net hidrokarbon ihracatçısına dönüşüyor. Artık petrol için savaşa gerek kalmazken, ABD çıkarlarının odak noktası Pasifik'e yöneliyor. Eş zamanlı olarak, herkes petrolünü satmak istiyor.
Faysal, yolculuğun sonunda kaderi hakkında efendisinin vekillerine danışmadığını anlayarak, ABD-Suudi ittifakının tehlikede olduğunu hissetmiş olmalıdır. Doğru, İsrail gazeteleri New York'ta Körfez güçleri tarafından gerçekleştirilen önemli buluşmalardan söz etti, ancak ABD'nin başarısız olduğu yerde ne İsrail ne de Suudi Arabistan'ın başarılı olması beklenebilir.
Siyasi bunama
Şu anda BM'de Güvenlik Konseyi'nde Suudi Arabistan'ın yerini alacak bir ülke bulmak için çabalar sürüyor. Bazıları, Asya'daki Arap ülkeleri arasında alfabetik sırada Suudi Arabistan'a en yakın olanın Birleşik Arap Emirlikleri olacağını söylüyor. Bir ülke seçildikten sonra, başka bir oylama oturumunun düzenlenmesi gerekecek.
Bu sırada, hasımlarından önce dostlarının başını ağrıtan krallığın “siyasi bunaması”nı ifşa etmiş gibi görünen Suudi girişimi karşısında hemen hemen herkes şok olmuş durumda.
Cuma günü BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Suudi Arabistan'ın Güvenlik Konseyi üyeliğini reddettiğini henüz resmi olarak BM'ye bildirmediğini açıkladı. New York'ta gazetecilere konuşan Ban Ki-moon, konseyde Suudi Arabistan'ın yerine başka bir ülkenin geçirilmesinin üye devletlere bağlı olduğunu söyledi.
Eş zamanlı olarak Rusya, Suudi Arabistan'ın girişimini sert bir dille eleştirdi. Rusya Dışişleri Bakanı, Cuma günü yaptığı bir açıklamada “Krallığın argümanları şaşkınlık yaratmıştır ve BM Güvenlik Konseyi'nin Suriye çatışması bağlamında eleştirilmesi özellikle tuhaftır” dedi.
Çev: Selim Sezer
medyasafak.com