"İsrail'in Varolma Hakkı Yok!"

"İsrail'in Varolma Hakkı Yok!"
İsrail her şeyden fazla, “gayrimeşrulaştırılmaktan” korkuyor. Kadife perdenin arkasında, mitler ve rivayetler üzerine inşa edilmiş, yalnızca askeri bir dev, milyarlarca dolarlık ABD desteği ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetoyla korunan bir devlet var. Devletle onun dağılması arasında duran başka hiçbir şey yok.

Özür dilerim ama, İsrail'in varlık hakkı yoktur

 

Şermin Nervani

 

El Ahbar

 

“Varlık hakkı” sözünün benim bilincime girmesi, tıpkı iki devletli çözümün kolektif dağarcığımızın parçası haline gelmesi gibi, 1990'lı yıllarda gerçekleşti. Üniversitedeki herhangi bir tartışmada bir Siyonist'in argümanları tükendiğinde bu kelimeler, tartışmayı öfkeli bir şekilde kesmek için kullanılırdı: “İsrail'in varlık hakkının olmadığını mı söylüyorsunuz??”

 

Elbette İsrail'in varlık hakkına karşı çıkamazdınız – bu, Yahudilerin temel haklara sahip olma hakkını inkar etmeniz gibi kabul edilir, etkili olması için her tür Holokost suçu ilave edilirdi.

 

Fakat elbette Holokost benim hatam değil, Filistinlilerin hatası da değil. Avrupa'yı etnik olarak Yahudi nüfustan temizlemeyi hedefleyen soğukkanlı program, Filistinli Arap ulusunun etnik temizliğini meşrulaştırmak için o denli duyarsızca ve oportünist şekilde kullanıldı ki, bu tartışmalarda beni bütünüyle hareketsiz kılardı. Holokost ve İsrail'i aynı cümle içinde duyduğumda gözlerimin faltaşı gibi açıldığı bile olmuştur.

 

Tersine beni bu iki devlet sonrası fikirlere götüren şey, İsrail'in varoluşunun bile tam bir küstahlık olmasıdır.

 

Dışarıdan, başka bir kıtadan gelen insanların varolan, üzerinde bir nüfusun bulunduğu bir ülkeye kendileri için el koyup “küresel topluluğu” bunun yapılması gereken ahlaki şey olduğuna ikna etmesi ne kadar fantastik bir fikir, değil mi? Eğer bu kadar ciddi olmasalardı bu küstahlığa gülerdim.

 

Kendi etnik temizlik deneyimlerinden çıkıp gelen, baskı görmüş Yahudilerin, yerli Filistinli nüfusa kitlesel etnik temizlik uygulaması, daha da büyük arsızlıktır.

 

Fakat gerçekten korkutucu olan şey, kitleleri Filistinlilerin bir biçimde tehlikeli insanlar – “Yahudileri denize dökmeye” niyetli “teröristler” – olduğuna inandırmak için yapılan psikolojik manipülasyondur. Hayatını kelimeler üzerinden kazanan biri olarak ben, dilin algı yaratmak için kullanılmasını etkileyici bir şey olarak görüyorum. Çoğu kez “devlet diplomasisi” olarak adlandırılan bu pratik, jeopolitik dünyasında temel bir araç haline gelmiştir. Sonuç olarak kelimeler, psikolojimizin yapı taşlarıdır.

 

Örnek olarak, Filistin-İsrail “ihtilafını” ve bu uzun süreli çatışmayı sonlandıracak herhangi bir çözümü nasıl gördüğümüze bakın. Ben burada özgürce, daha önce yayınladığım bir makaleden ödünç almalara gideceğim…

 

Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail bu meseleye ilişkin küresel söylemi yarattı ve tartışmanın içeriği ve yönü bakımından giderek darlaşan katı parametreler oluşturdu. Oluşturulan parametreler dışında tartışılan herşey şu ana kadar yaygın bir şekilde, gerçekçi olmayan, üretken olmayan ve hatta yıkıcı şeyler olarak görüldü.

 

Bu tartışmaya katılma hakkı yalnızca onun temel öğretilerini – İsrail'in, onun bölgesel hegemonyasının ve nitelikli askeri üstünlüğünün kabul edilmesi; Yahudi devletinin Filistin üzerindeki iddiasının dayandırıldığı mesnetsiz mantığın kabul edilmesi; çatışmaya getirilecek herhangi bir çözüme bazı bölgesel partilerin, hareketlerin ve hükümetlerin dahil edilmesi veya çıkarılması – kabul edenlerle sınırlıdır.

 

Güvercin, şahin, militan, aşırıcı, ılımlılar, teröristler, İslamcı faşistler, reddiyeciler, varoluşsal tehdit, holokost inkarcısı, meczup molla gibi kelimeler, çözüm ortaklarının katılımını belirler ve anında başkalarını dışlayabilir.

 

Bundan sonra “İsrail'in Varolma Hakkı”nı sorgulanamaz şekilde koruyan dil devreye girer: Holokost'u, antisemitizmi ve Yahudilerin onlara Herşeye Kadir Olan tarafından verilmiş toprak haklarını – sanki Tanrı emlakçılık yapıyormuş gibi – içeren herşey buna dahildir. Bu dil, Yahudilerin Filistin'le bağlantısını sorgulanamaz hale getirmeyi amaçladığı gibi, daha önemlisi, bu modern sömürgeci-yerleşimci deneyin meşruluğuna karşı çıkan herkesi cezalandırmayı ve marjinalize etmeyi amaçlar.

 

Fakat bu grup düşüncesi bizi olmayan yere getirdi. Hakikati gizledi, başka yere yönlendirdi, saptırdı, suya gömdü ve eksiltti; ve biz şimdi tatmin edici bir çözüme daha yakın değiliz…çünkü önermenin kendisi yanlış.

 

Bu sorunun çözümü yoktur. Bu, zarardan dönmeye çalıştığınız, yolunuzun yanlışğını anladığınız ve gidişatı tersine çevirdiğiniz kriz biçimidir. Sorun, İsrail'dir. İsrail, bu tür projelerin küresel çapta gözden düştüğü bir dönemde, modern zamanların son sömürgeci-yerleşimci deneyimidir.

 

“Filistin-İsrail çatışması” diye bir şey yoktur, zira bu, güç, acı ve müzakere edilebilir varlıklar konusunda bir tür eşitliği gerektirir. Bu denklemde hiçbir türlü simetri de yoktur. İsrail işgalci ve ezen, Filistinliler ise işgale uğramış ve ezilen konumundadır. Burada neyin müzakeresi yapılacak? Bütün kırıntılar bile İsrail'in elindedir. Bazı toprakları, mülkiyetleri ve hakları geri verebilirler, ama bu bile bir saçmalıktır – geri kalan herşey ne olacak? BÜTÜN topraklar, mülkiyetler ve haklar ne olacak? Neden herhangi bir şeyi ellerinde tutmaya devam etsinler? 1948'den önce toprak ve mülkiyete el konulmasıyla şu keyfi 1967 tarihinden önce toprak ve mülkiyete el konulması arasındaki temel farklar nelerdir?

 

Neden 1948'den önceki sömürgeci-yerleşimciler 1967'den sonra sömürgeleştiren ve yerleşenlerden farklı düşünülüyor?

 

Bir hatamı düzelteyim. Filistinliler, İsrail'in ağzını sulandıran bir kırıntıya sahipler – müzakere masasında, geri kalan herşeyi durdurabilir gibi görünen bir büyük talep. İsrail, “varolma hakkı”nın tanınmasını istirham ediyor.

 

Fakat varsın İsrail, değil mi?

 

İsrail her şeyden fazla, “gayrimeşrulaştırılmaktan” korkuyor. Kadife perdenin arkasında, mitler ve rivayetler üzerine inşa edilmiş, yalnızca askeri bir dev, milyarlarca dolarlık ABD desteği ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki vetoyla korunan bir devlet var. Devletle onun dağılması arasında duran başka hiçbir şey yok. Bu üç şey olmadan, İsrailliler “dünyada Yahudiler için güvenli en küçük yer” olarak bilinen bir varlıkta yaşayamazlardı.  

 

Üzerindeki kayışı ve yaldızları sökün, İsrail'in normal bir devletin temellerine bile sahip olmadığını kolaylıkla anlarsınız. 64 yıl sonra, sınırları yok. Altı on yılın sonunda, hiç olmadığı kadar tecrit olmuş halde. Yarım asırdan daha uzun bir zaman sonra, Filistinlilerin evlerine yürümelerini engellemek için devasa bir orduya ihtiyaç duyuyor.

 

İsrail başarısız olmuş bir deneyimdir. Yaşam destek ünitesindedir – bu üç fişi çektiğinizde geriye sadece, yüzyılın soygununu yapabileceklerini düşünen, ciddi anlamda kandırılmış bazı yabancıların zihinlerinde yaşayan bir kadavra kalır.

 

Tek Devlet ufkunun etrafında dolaşırken, yapabileceğimiz en önemli şey, eski dili hızlı bir şekilde değiştirmektir. Bu dile ait olan hiçbir şey, hiçbir şekilde doğru değildi – sadece bu özel “oyunun” konuşma tarzıydı. Yeni bir olasılıklar dili geliştirin – yeni devlet, insanlığın büyük barışının şafağı olacaktır. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler, Filsitin'de bir zamanlar olduğu gibi birlikte yaşayacaklardır.

 

Hayır diyenler çıkıp gidebilir. Sabrımız, Filistinli mültecilerin üç kuşaktır araf kamplarında “ev” dediği barakaların duvarlarından bile daha dayanıksız hale geldi.

 

Evrensel olarak sömürülen bu mülteciler, güzel daireleri – alt katında havuzlarının, dış kısmında palmiye ağaçlarının olduğu evleri – hak ediyorlar. Zira bu başarısız olmuş Batı deneyimi nedeniyle verilecek tazminat hiçbir zaman yeterli olmayacaktır.

 

Ve hayır, hiçkimse Yahudilerden nefret etmiyor. Bu, sıkıştıklarında kulaklarımıza çalınan argümandır – bu İsrail Frankenstein'ını korumak için kalan tek “kalkan”dır. Yahudilerden nefret etmediğimi kanıtlamak için gerekli olduğu varsayılan şerhleri de önemsemiyorum. Bu, kanıtlanabilir bir nokta değildir ve doğrusu, bir argümanın korkuluğundan başka bir şey değildir. Eğer Holokost'u yaşamamış Yahudiler hala bunun acısını hissediyorlarsa, o halde Almanlarla uğraşsınlar. Almanya'dan büyükçe bir toprak parçası talep edin – size iyi şanslar.

 

İsrail'i kınayan bir makale karşısında ağzı sulanan anti-semitlere gelince, ticaretinizi başka yerde yapın – bu sorunun var olmasının nedenlerinden biri de sizsiniz.

 

Filistin'i, yerli Filistinli nüfusla eşit yurttaşlar olarak paylaşmak istemeyen İsrailliler – 64 yıl önce Filistinlilerin feragat etmesini istedikleri şeyden feragat etmek istemeyenler – ikinci pasaportlarını alıp evlerine dönebilirler. Kalanlar pozitif bir tutum takınırlarsa daha iyi olur – Filistinliler çok bağışlayıcı olduklarını göstermişlerdir. Zalimlerinin elinde – orantılı bir yanıt verilmeksizin - deneyimledikleri katliamların büyüklüğü, kaydadeğer bir sınırlamayı ve inancı göstermektedir.

 

Bu, Yahudi devletinin ölümünden ziyade, modern çağ sömürgeciliğinin son kalıntılarının kaldırılmasıdır. Bu bir ergenliğe geçiş törenidir – buradan geçeceğiz. 21. yüzyılın bu kendine özgü uçurumunda, evrensel olarak hepimiz Filistinliyiz – bu hatayı tersine çevirmek kolektif insanlığımız için bir testtir ve hiçkimse bunun dışında kalma hakkına sahip değildir.

 

İsrail var olma hakkına sahip değildir. Zihinsel bariyerleri yıkın ve bunu söyleyin: “İsrail var olma hakkına sahip değildir.” Bunu dilinize dolayın, tweet atın, Facebook'ta durum güncellemesi olarak yazın – bunu iki defa düşünmeden yapın. İşte gayrimeşrulaştırma burada – korkmayın. Filistin hiçbir zaman, İsrail'in verdiği kadar acı vermeyecektir.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com