Suudi Arabistan’ın Selefi “Akıllı Gücü”

Suudi Arabistan’ın Selefi “Akıllı Gücü”
Gazeteci ve yazar Patrick Cockburn, “Sıklıkla Arap Yarımadası’ndaki petrol devletlerinden yayılan veya onlar tarafından finanse edilen uydu televizyonu, internet, YouTube ve Twitter içeriği, Müslüman dünyanın her köşesinde mezhepçi nefret yayma kampanyasının merkezinde yer alıyor” ikazında bulundu.

 

 

Yuram Abdullah Weiler

 

Press TV

 

“Küresel ilişkilerin büyük alanında Suudi Arabistan, petrole dayalı bir ekonominin sınırlamaları, ABD'nin Irak'la bağlantısını kesmesi ve nükleer güce sahip bir İran hakkındaki ihtilaf nedeniyle, kritik ve belirsiz bir gelecekle karşı karşıyadır.”
— Giulio Gallarotti ve İsam Yahya El Filali

 

 

Yıllar boyunca “yumuşak iki taraflılık” içinde ABD liderliğindeki dünya düzenine boyun eğmiş ve geçmişte ABD'nin dış politika hedeflerine razı gelme isteği göstermiş olan Suudiler şimdi, Batı'dan uzaklaşmış ve “akıllı” gücünü kullanarak etki alanını Suriye ve Lübnan'a ve ötesine doğru genişletmiş gibi görünüyor. Ancak görünümler yanıltıcı olabilir; ABD, her ne kadar geri çekildiği iddia edilebilirse de, hâlâ Suudi “partneri” üzerindeki kontrolünü sürdürüyor ve İran hedef olarak kalmaya devam ediyor. 

 

Şüphesiz, Fransız silahları satın alması için Lübnan'a yapılan son 3 milyar dolarlık yardımdan – 1,6 milyar doların daha gelebileceğinin ipucunu veren Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman'a göre bu yardım, “İsrail tehdidine karşı koymak için” idi – Suudi bağımsızlığı kokusu yayılıyor. Ancak Suudi silah yardımı konusunda Siyonist basında itirazların olmaması, beraberinde Beyrut'ta gerçekleşen Hizbullah'a yönelik bombalamalar serisi, Muhamed B. Şatah suikastı ve El Kaide bağlantılı Abdullah Azzam Tugayları tarafından İran Büyükelçiliği önünde gerçekleşen çifte saldırı, Washington'un onayıyla Riyad ve Tel Aviv arasında gerçekleşen işbirliğine işaret ediyor.

 

Bazı uluslararası ilişkiler teorilerine kısaca bakmak da, bu olayları anlamamıza yardımcı olabilir. Yumuşak güç, 1990 yılında Joseph Nye tarafından, ülkelerin uluslararası alanda başka devlet aktörleriyle işbirliği yaparak dış politika hedeflerine uaşmak üzere, askeri güç dışında başka kaynakların kullanılmasına referansta bulunmak üzere ortaya atılmıştı. Diğer yandan bu teoriye göre sert güç, dış politika hedeflerine ulaşmak üzere tehditler ve askeri gücün kullanılması anlamına gelir.  Akıllı güç ise, devlet aktörünün istenen sonuçlar için optimum olarak gördüğü, sert ve yumuşak gücün bileşimi olan güçtür ve Suudi Arabistan'ın bölgesel etki alanını genişletmek için yaptığı şey tam olarak budur.

 

Geçen yüzyıldan beri ve yakın zamanlara kadar Suudi dış politikası, sert ve yumuşak güç arasında böyle bir denge aradı. Wesleyan Üniversitesi'nden Giulio Gallarotti ve Kral Abdülaziz Üniversitesi'nden İsam Yahya El Filali'ye göre bu, “son kertede kozmopolit veya akıllı güç arayışını” ifade ediyor. Bosna, Filistin ve Çeçenistan'daki mazlum Müslümanlara destek veren Suudi politikalarının yumuşak gücün yansıtılmasına katkı sunduğu iddia edilebilirse de, krallığın Vahhabi dini ideolojisinin ihraç edilmesi sonucunda gelişen El Kaide gibi terörist gruplar, Suudi yöneticilerin meşruluğunun altını oyacak bir tehdit haline geldi.

 

Şu anda ABD ve Batılı müttefikleri tarafından dayatılan uluslararası ilişkiler sistemi, gerçekçi teori üzerine kuruludur. Bu sistemin savunucuları, kaçınılan anarşi durumunu “aktörlerin üzerinde onları sükûnet içinde tutacak ortak gücün olmaması” olarak tanımlar. Bu yüzden tek süper güç olarak Amerika Birleşik Devletleri, kendisini, anarşiyi önlemek ve uluslararası düzeni korumak, başka devlet aktörlerini ABD'yle aynı hizaya getirmek veya “haydut devletler” olarak aforoz edilmek arasında bir seçim yapmaya zorlamak üzere, ihtiyaç duyulan “şok ve dehşet”i sağlayacak “ortak güç” rolüne yerleştirir. Suudiler geçmişte ABD liderliğindeki düzeni kendi rızalarıyla kabul ettiyseler de, şimdi Batı'nın isteklerinden bağımsız bir dış politika yönelimi oluşturma yönündeki niyetlerini ifade ettiler. Ancak birinci sırada gelen dış politika hedefleri, yani müttefikleri olan İran ve Hizbullah'la birlikte Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı yenilgiye uğratma hedefi, ABD'nin ve Siyonist topluluğun dilekleriyle örtüşüyor.

 

Açıktır ki bu uluslararası ast-üst ilişkisi, özellikle enerji zengini Ortadoğu'da ABD'nin taleplerine boyun eğen devletlerin insan hakları pratiklerini pek az itibar edilir kılıyor. Eski Ulusal Güvenlik Konseyi yetkilileri Flynt Leverett ve Hillary Mann Leverett'in yazdığı gibi, “Washington hiçbir zaman Ortadoğu'da yaşayan insanların kendisi için insan haklarını önemsediğini göstermedi. Yalnızca, önemsemek başka politika hedeflerine hizmet ediyor gibi göründüğünde onları önemser”, aksi halde, “Washington... insan haklarına kayıtsızdır.” Leverett'ler Bahreyn'i, ABD'nin insan hakları karşısındaki kayıtsızlığına bir örnek olarak veriyor, oysa, Washington başka tarafa bakarken otoritelerinin, İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre “vatandaşı olan 9 milyon kadın ve kızın ve 9 milyon yabancı işçinin haklarını ortadan kaldıran veya koruyamayan” bir ABD müttefikine tipik bir örnek olarak Suudi Arabistan'a bakmamız yeterlidir.

 

Suudi akıllı güç deposundaki en kuvvetli yumuşak güç kaynaklarından biri, İslam'ın doğduğu topraklardaki merkezi konumu ve dinin en azimli uygulayıcısı olduğu imajıdır. Zengin petrol gelirlerini kullanan Suudi Arabistan, kendisi için, Selefilik (Arapça'da eski, önceki anlamına gelen “selef” kelimesinden gelir) veya Vahhabilik (adını, mezhebin kurucusu olan Muhammed Abdülvehhab'dan alır) olarak bilinen katı, saf bir İslam biçimini izleyen, müreffeh, ancak dini bütün bir monarşi imajı yaratmıştır. Bu dar Selefi veya Tekfirci (birilerini kafir ilan etme anlamına gelen Arapça “tekfir” kelimesinden gelir) doktrinini Ortadoğu çapında, hatta Amerika kıtasına “otantik İslam” olarak sunmak yoluyla Suudi rejimi, Arap dünyasının önemli bir bölümünde önemini arttırdığı gibi, iç cephede de sendeleyen monarşisini ayağa kaldırmıştır.

 

İslam'ın bu tehlikeli derecede Şii karşıtı Vahhabi çarpıtması temelinde Suudi hükümeti resmen Şii Müslümanlara karşı ayrımcılık uyguluyor; çok sayıda Şii protestocuyu öldürdü ve hatta Tekfirci din adamları sapkın olarak gördükleri Şiilerin öldürülmesini meşru gören fetvalar yayınlarken sessiz kaldı. Yumuşak güç olarak çarpık Selefi ideolojisini kullanmak suretiyle Suudiler, tahmini 40 milyon Hazara Şiisinden 12 bininin öldürüldüğü bir soykırımın yaşandığı Pakistan'a Şii karşıtı nefreti yaymayı başarabildi. Suudiler ayrıca, ABD'nin ve diğer Arap devletlerinin yardımıyla Irak'ın İran'a karşı sürdürdüğü ve 200 binden fazla İranlılın öldürüldüğü, yaklaşık 400 bininin yaralandığı ve 100 binden fazla insanın gaza maruz kaldığı 8 yıllık savaşı finanse etti.

 

Suudi yumuşak güç cephaneliğinin diğer hayati önemdeki silahı, Mısır'da ve yakın zamanda Lübnan'da etki satın almak üzere kullanılan, krallığın devasa petrol zenginliğidir. Bu zenginlik sayesinde Suudi Arabistan, Şii karşıtı propaganda yayan uydu televizyonu ve YouTube ağları kurdu ve bütün bir İslam Ümmeti'ni Şii ve Sünni mezhep çizgileri üzerinden kanlı bir çatışmaya sokma tehdidi teşkil eden bir Tekfirciler havuzunu örgütlüyor ve bunun için insanları istihdam ediyor. Gazeteci ve yazar Patrick Cockburn, “Sıklıkla Arap Yarımadası'ndaki petrol devletlerinden yayılan veya onlar tarafından finanse edilen uydu televizyonu, internet, YouTube ve Twitter içeriği, Müslüman dünyanın her köşesinde mezhepçi nefret yayma kampanyasının merkezinde yer alıyor” ikazında bulundu.

 

Hararetli anti-Şii operasyonları elbette son kertede Suudi Arabistan'ın baş düşmanı olarak algılanan İran'a yönelik ve Lübnan'a yapılan son yardım da dahil olmak üzere her tür akıllı güç konuşlandırmaları, nihai olarak İslam Cumhuriyeti'nin zayıflatılması hedefini taşıyor. Örneğin, Lübnan Cumhurbaşkanı'nın söylediğinin aksine, Suudi yardımının amacı, ülkenin Siyonist topluluğun tehditlerine karşı koymasını sağlamak DEĞİLDİ. Geçmişte üstün askeri kapasitelerini ortaya koymuş olan Hizbullah, Lübnan'ı İsrail saldırganlığına karşı koruyabilme yeteneğine sahiptir. Buradaki gerçek amaç, Lübnan Direniş Hareketi'ni dengelemelerini sağlama umuduyla, Batı çizgisindeki blokları güçlendirmektir. Ve Suudilerin, İran'ı sıkıştırma yönündeki çirkin amaçları doğrultusunda, İsrail topluluğuyla bile işbirliği yaptığı aktarılıyor.

 

Suudi Arabistan'ın istihbarat şefi Prens Bender bin Sultan bin Abdülaziz, 31 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleşen bir görüşmede Rusya Devlet Başkanı Putin'i dolaylı yoldan tehdit edecek kadar ileri gitti. Bender'in, Putin'den Suriye'de Devlet Başkanı Esad'ı destekleme konumunu değiştirmesini istedikten sonra, “Gelecek yıl Soçi'de yapılacak Kış Olimpiyatları'nın güvenliğini size garanti edebilirim. Oyunların güvenliğini tehdit eden Çeçen gruplar bizim tarafımızdan kontrol ediliyor” dediği aktarılıyor. Devlet Başkanı Putin elbette Bender'in savaşçı retoriğinden etkilenmemiş ve böyle bir örtülü tehdidin “[Bender tarafından] sözü edilen küresel terörizmle mücadele yönündeki ortak hedeflerle kesinlikle örtüşmediğini” vurgulamıştı.

 

Ne yazık ki Bender ve Putin arasındaki o görüşmeden bu yana El Kaide bağlantılı teröristler, Rusya'nın Volgograd şehrini üç kez vurdu: 21 Ekim 2013 günü bir otobüs, 29 Aralık günü bir tren istasyonu ve ertesi gün de bir otobüs bombalandı. Bu saldırılar en az 37 kişinin ölümüne yol açtı ve böylelikle Bender'in tehdidi yerine getirilmiş oldu. Rus gazetesi Izvestiya'da Kirill Benediktov, “Fars Körfezi'nin Selefi rejimlerinin, temel olarak Suudi Arabistan'ın Rusya'da İslamcı terörizmi desteklediğine şüphe yoktur” diye yazdı. Bunun, Suudi Prensi Bender'in tarihsel bağlantılara sahip olduğu CIA ile işbirliği içinde gerçekleştirilmesi de muhtemeldir.

 

Kindar Suudi rejimi, ABD'nin ve Siyonist müttefikinin zımni onayıyla, nefret dolu, çatışma provoke edici, hoşgörüsüz dini ideolojisini Irak'a, Suriye'ye, Pakistan'a, Libya'ya, Tunus'a, Mısır'a, Malezya'ya ve başka yerlere ihraç etmeye devam ediyor. İslam Ümmeti, diğer barışsever ülkelerin de yardımıyla Suudi Arabistan'ın karşısına çıkmalı ve onu, yüzbinlerce masum insanın ölümünden sorumlu olan bu şiddet yanlısı Şii düşmanlığını ihraç etmeye son vermeye zorlamalıdır.

 

Çev: Selim Sezer

 

medyasafak.com