Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (52)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi Dersleri (52)
Tahavî: Bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyn’i çağırdıktan sonra şöyle buyurdu: Allah’ım benim ehlim bunlardır. Bu hadiste, ayette geçen Ehl-i Beyt kavramıyla sadece Hz. Resûlullah (s.a.a), Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn’in (a.s.) murad edildiği vurgulanmaktadır.

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. “Utruhatü'l-Mehdeviyet” programının yeni bir bölümünde sizleri selamlıyoruz. Efendim, bize ulaşan bazı kardeşler Ehl-i Beyt kavramının dini metinlerdeki kullanımlarına ve delaletlerine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor ve açıklamalar yapıyorlar. Bu konuyu detaylı ve etraflıca açıklarsanız daha güzel olacak gibi. 

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli alâ Muhammedin ve Âli Muhammed ve accil feracehum.

 

Ehl-i Beyt konusu oldukça önemlidir. Dini marifetler sahasında hayati öneme sahip bazı siyasi terimleri mecazen kullanıyoruz. Ehl-i Beyt kavramı da bunlar arasındadır. En azından şunu söyleyebiliriz ki bir kişinin namazı ancak Ehl-i Beyt'e salât getirmesiyle kabul edilebilir. “Ehl-i Beyt'e salât getirmeyen kimsenin namazı da yoktur.” Ayrıca en azından Kur'an-ı Kerim'de bir ayet-i kerime bu çerçevede nazil olmuştur. “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (33/el-Ahzab/33) Bu ayetin Ehl-i Beyt'e bir ayrıcalık verdiği noktasında hiçbir Müslüman bilgin aykırı bir görüş ortaya koymuş değildir. Bu ayrıcalık ve meziyet öyle üstündür ki hiçbir başka meziyet, bu fazilete denk olmak bir yana ona yaklaşamaz bile. Bunun delillerinden biri de Ehl-i Sünnet ulemasının bir kısmının hanımların da Ehl-i Beyt'in kapsamında olduğu noktasındaki ısrarıdır. Eğer bu ayet büyük bir meziyete ve yüce bir fazilete işaret etmemiş olsaydı bu kadar ısrar edilmezdi. Bizler Peygamber'in hanımlarının ayette geçen “Ehl-i Beyt” kavramının kapsamına girmediğini söylüyoruz. Sizin de bunu kabul etmenizin ne sakıncası olabilir? Peygamber hanımlarının başka faziletleri ve makamları bulunmaktadır.

 

Ancak böyle yapmıyor ve ayetin bu bölümünün ya Hz. Peygamber'e (s.a.a.)  mahsus olduğu ya da onları kapsadığında ısrar ediyorlar. Bu da ayetin bu bölümünün büyük bir fazilet içerdiğini göstermektedir. Fıkıh ve diğer İslamî ilimlerde Ehl-i Beyt kavramı çerçevesinde ele alınan onlarca konu bulunmaktadır.

 

Aziz dostlardan özür diliyorum. Ehl-i Beyt ifadesinin ayetler ve Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan rivayetlerdeki kullanımları ve anlamları konusu birkaç program sürecek şekilde uzayabilir. Kavramın farklı kullanımları bulunmaktadır.

 

Bunların ilki en önemli ve en kapsamlı kullanımları arasında yer alır. Bu kullanım belirli bir evle bağlantısı olan her şeyi ve herkesi kapsar. Hanımı, evladı, akrabaları, evcil hayvanlar vs. gibi bir insanla özel bağı bulunan herkesi kapsamaktadır. Bunlar hakkında “ehl-i beytimdendir”, “ehlimdendir” gibi ifadeler kullanılır.

 

Önceki programda kardeşlerden biri kaynaklarınızda kedilerin de ehl-i beytten olduğunu bildiren rivayetler vardır demişti. Dediği tam olarak doğrudur. İmam Sadık şöyle buyurmaktadır: Kedi ehl-i beyttendir. Onun artığıyla abdest alınabilir.[1]

 

Yani kedi bir kaptan su içtiğinde o sudan abdest almakta herhangi bir sakınca yoktur.

 

Bir kimse “Seyyidim sözcüğün bu anlamda kullanımı Ehl-i Sünnet kaynaklarında da geçmekte midir?” diye sorabilir.

 

Azizlerim bu kullanım Ehl-i Beyt ile Ehl-i Sünnet arasında ortaktır. Ah keşke, keşke Müslümanların kültüründeki ortak noktaları araştırabilsek!

 

Albanî'nin Sahihü'l-Camiü's-Sağîr adlı eserinde geçen rivayetlerin birinde bu kullanım mevcuttur. Rivayet şöyledir: “Kedi ehl-i beyttendir. Çünkü sizin etrafınızda dolaşanlardandır.” Rivayet sened açısından sahihtir.[2] Kardeş şöyle demeye çalışmaktadır: Sizler bu hadisi aktarırken bir yandan da kavramın sadece Hz. Ali'ye özgü olduğunu söylüyorsunuz.

 

- Kedinin ehl-i beytten olduğunu kabul ediyorsunuz ama Peygamber'in hanımlarının ehl-i beytten olduğunu kabul etmiyorsunuz!

 

- Yani bu kavramı neye dayanarak hasrettiniz? Kavramın geniş bir anlama sahip olduğunu sadece bizler değil sizler de söylüyorsunuz.

 

Diğer bir rivayet Müsnedü'l-İmam Ahmed'de geçmektedir. Rivayet şöyledir: Ebu Katade'nin önüne abdest alınması için bir kap konuldu. Kedi bu kabı yalamıştı.

 

“Ey Ebu Katade! Kedi bu kabı yalamıştır' denilince o ‘Ben Hz. Resûlullah'ın ‘Kedi ehl-i beyttendir. Çünkü sizin etrafınızda dolaşanlardandır' buyurduğunu işittim” dedi.[3]

 

Soru şudur: Bu ifade bu anlamıyla sadece kediyi kapsamamaktadır. Hayvanları kapsadığına göre hanımları, çocukları, akrabaları, hizmetkârları, ataları vs.yi haydi haydi kapsar. Müslüman bilginlerden hiçbirinin bu anlamın tathir ayetinde söz konusu olduğunu söyleyebileceğini düşünemiyorum. Hiçbir akıllı insan Allah'ın kediyi mutahhar kılmayı istediğini söyleyebilir mi? Kimse bana, haydi lugata ve kelimenin kullanımlarına müracaat edelim, demesin. Nereye müracaat edeceğiz? İlk önce nassa, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) hadislerine müracaat edeceğiz ki kavramın kapsamını görebilelim. Eğer hadiste herhangi bir açıklama yoksa o zaman sözlüklere ve kullanımlara bakarız.

 

İkinci örnek elimize ulaşan nasslardaki kullanımdır. Bu kullanım Kur'an nassı için de geçerlidir. Kur'an Ehl-i Beyt kavramını peygamberlerden birine tabi olan anlamında kullanmaktadır. O'nun sünnetine, yoluna ve şeriatına uyan insan hakkında “O benim ehlimdendir” ifadesini kullanır. Hz. Nuh (a.s.) örneğinde olduğu gibi, eğer onun sünnetine uymuyor ve onun bağlısı değilse “-oğlun dahi olsa- senin ehlinden değildir” buyurmaktadır. Biz biliyoruz ki Kur'an-ı Kerim Hz. Nuh'un “Oğlum benim ehlimdendir” sözünü de nakletmektedir.

 

- Kur'an “Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir” demektedir.

 

- Tahavî Şerhü Müşkili'l-Asar adlı eserinde şöyle demektedir: Hz. Nuh'un (a.s) “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir.” (11/Hud/45) şeklindeki ifadelerini Allah-u Teâlâ “Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir” buyurarak cevaplandırmıştır. Din bakımından başka bir dinde olan oğlun ehlin kapsamının dışına çıkması caiz olduğuna göre aynı dine inanan fakat nesep bakımından farklı olan birisinin de o kişinin ehlinin kapsamına girmesi de caiz olmuş olur.[4]

 

Tahavî'nin bu açıklamaları da kelimenin başka bir kullanımıdır. İmam Tahavî “ehl” kelimesinin bu anlamdaki kullanımı hakkında bazı rivayetler zikreder.

 

Vâsile İbn Eska', Hz. Resûlullah'a (s.a.a) Ümm-ü Seleme'den daha uzak olduğu halde Hz. Resûlullah (s.a.a.) onu da ehlinden kabul etmektedir.[5] Tabi bu kullanımla Ehl-i Beyt kavramının ilk akla gelen terimsel anlamı değil ikinci terimsel anlamı murad edilmektedir. Şeyh İbn Teymiyye de Şerhü'l-Akideti'l-Vasıtiyye adlı eserinde bu hususu destekleyen açıklamalar yapmıştır. O şöyle der: Âl sözcüğünün kullanımlarından biri de Âl-ı Nebi sözcüğünün genel anlamdaki kullanımıdır. Ayette bu kullanım kastedilmemektedir. Bu kullanımla Hz. Peygamber'in (s.a.a.) dinine ve risaletine tabi olan ehl-i takva murad edilir.[6]

 

- Bu anlam da aynı şekilde lugavî değil terimsel bir anlamdır.

 

- Elbette. Delil de bunu desteklediğinden biz de kavramın böyle bir anlama geldiğini kabul etmekteyiz. Bu terimsel anlamı niçin reddedemiyoruz? Çünkü Kur'an “O benim ehlimden değildir” diyerek kavramı bu anlamda da kullanmıştır.

 

Allame Tahavî'nin bu konu çerçevesinde çok güzel bir ifadesi var. O mealen şöyle diyor: Ümm-ü Seleme'nin (Resûlullah'ın) ehlinden olduğunu bildiren rivayetlerle karşılaştığınızda biliniz ki bu anlam kastediliyor. Nesebînden gelme veya bazı yerlerde geçen diğer terimsel anlam kastedilmiyor. Bundan dolayıdır ki o şöyle diyor: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Ümm-ü Seleme'ye “Sen benim ehlimdensin” şeklinde verdiği cevapta da bu anlam geçerlidir.

 

- Yani uymayı kastetmektedir.

 

-Evet, uymayı, tabi olmayı kastetmektedir. “Selman biz Ehl-i Beyt'tendir” şeklindeki rivayetlerde de bu anlam söz konusudur. Bu hadiste geçen Ehl-i Beyt ne nesepseldir, ne de lugavî. Buradaki Ehl-i Beyt, ittibaî ehl-i beyttir, yani “Biz Ehl-i Beyt'e uyanlardandır” anlamındadır.

 

Üçüncü kullanımdaysa Hz. Peygamber'in kendilerine zekât verilmesi haram olan akrabalarından bir tabaka murad edilmektedir. Yani Akîl oğulları, Haşim oğulları vs. Kavramın bu kullanımı fıkhîdir. Bu konu “Kendilerine sadaka verilmesi caiz olanlar ve haram olanlar” başlığı altında işlenir. Şeyh İbn Teymiyye bu anlama da işaret eder. Ehl-i Beyt kavramının tek bir terimsel anlama sahip olduğunu düşünenler el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye adlı esere göz atabilirler. O şöyle der: Peygamber'in (s.a.a.) Ehl-i Beyt'i, sadaka almaları haram kılınan kimselerdir. Bunlar ise Ali, Cafer, Akîl, Abbas ve Haris b. Abdulmuttalib oğullarıdır. Bunlar zekât almaktan menedilmişlerdir. Zira onlar temizdirler. Zekât ise insanların kiridir. Nitekim Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “Sadaka Âl-i Muhammed'e yaraşmaz.” Bu dört ev Sahihü Müslim'de geçmektedir…[7]

 

Burada Âl-i Muhammed'in ilk anlamı kastedilmiş değildir, dolayısıyla mesela kedileri kapsamamaktadır.

 

Şu ana kadar üç terimsel (ıstılahî) anlam zikrettik.

 

Soru; tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt'ten veya Âlu'l-Beyt'ten murad nedir? Bunlardan hangisidir? Ey Allah'ın Resulü! Bunlardan hangisi kastedilmektedir?

 

Resûlullah (s.a.a.) “Ne ilki, ne ikincisi, ne de üçüncüsü kastedilmektedir. Bizler sadece beş kişiyiz'” buyuruyor.

 

Nassen “Allah'ım, işte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir” buyurmuştur. Bu ifade hasrı (sınırlamayı), pekiştirmeyi imlemektedir. Lugatı bilen kimse bu ifadedeki hasr/sınırlama, özgü kılma edatlarını gösterebilir. Resûlullah (s.a.a.) sadece sözsel olarak açıklamakla yetinmemiş, abasıyla onların üstünü örtmüş ve Ümm-ü Seleme de dahil kimsenin örtünün altına girmesine izin vermemiştir. Önceki programda Ümm-ü Seleme'nin “Keşke bana örtünün altına gir deseydi. Örtü altına girmem benim için kızıl develerden daha sevimlidir” şeklindeki ifadelerini okuduk. Resûlullah (s.a.a.) bunlar hakkında dua ettikten ve “Allah'ım, işte bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir” buyurduktan sonra Ümm-ü Seleme'nin örtünün altına girmesine izin vermiştir. Benim, bu makamın ve evin bereketiyle bu örtünün altına girmiş olmama herhangi bir engel yoktur.

 

Ancak sen onlardan değilsin. Sen hayır üzeresin.

 

Ehl-i Sünnet'in büyük ulemasının tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt'ten murad edilenlerin beş kişi olduğu hususunda ısrar ettiğini görüyoruz.

 

- Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Ümm-ü Seleme'ye yaptığı bu dua, onun ömrünün son dönemlerine kadar Ehl-i Beyt ile özel bir alaka kurmasına neden olmuştur.

 

- Seyyidim bunun delili nedir diye bir soru gelebilir. Ben iki veya üç kaynağa değineceğim.

 

İlk kaynak Tahavî'nin Şerhü Müşkili'l-Asar'ıdır.

 

O şöyle der: “Bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyn'i çağırdıktan sonra şöyle buyurdu: Allah'ım benim ehlim bunlardır. Bu hadisin isnadı sahihtir. İsnadı oluşturan rical sahih hadisin ricalıdır.

 

Bu hadiste, ayette geçen Ehl-i Beyt kavramıyla sadece Hz. Resûlullah (s.a.a), Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn'in (a.s.) murad edildiği vurgulanmaktadır.

 

Bizler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) ayetin nüzulü esnasında ehlinden olan kimseleri çağırdığını, geriye kimsenin kalmadığını öğrenmiştik. Durum böyle olunca ayette geçen Ehl-i Beyt kavramıyla bunlardan başkasının da murad edilmiş olması olanaksızdır. Bunun nedenini zikretmiştik.”[8]

 

Tahavî'nin ifade tarzından bu bilginin haber-i ahad değil kesinlik düzeyinde olduğu anlaşılmaktadır.

 

Diğerlerinin bunun kapsamına girmesi olanaksızdır. Çünkü Hz. Resûlullah (s.a.a.) ayetin bu beş kişiye mahsus olduğu hususunda ısrar etmektedir.

 

Konunun sonunda Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Fatıma'nın kapısının önüne gidip onlara “es-selamu aleykum Ehle'l-Beyt” şeklinde seslendiğini ifade eden rivayetler aktarır. Hâlbuki Peygamber'in hanımları da Hz. Fatıma'nın evinin çevresinde ve yanında idiler. Bu selam verme olayı farklı rivayetlere göre 6, 7, 8 ve 9 ay boyunca gerçekleşmiştir. Bu konuyla ilgili rivayetler fazladır. Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Aişe'nin, Ümm-ü Seleme'nin, Hafsa'nın veya hanımlarından bir başkasının evinin önüne giderek onlara seslendiğini gösteren tek bir başka rivayet gösteriniz.

 

Bu rivayetleri aktardıktan sonra şöyle der: Bu rivayetlerde Ehl-i Beyt'in kim veya kimler olduğuna dair delil bulunmaktadır. 

 

Konuyla ilgili önemli kaynaklardan bir diğeri de İbn Said et-Tufî'nin (h. 716) Şerhü Muhtasari'r-Ravda adlı eseridir. İbn Said et-Tufi'nin ifadelerine geçmeden önce eserin mukaddimesine işaret etmek istiyorum. Zira bu şahsın Şia mezhebine geçip geçmediği hakkında tartışmalar mevcuttur. Bakınız eserin muhakkiki ne diyor: Bu itham ister doğru olsun ister olmasın Tufî'nin Şerhü Muhtasari'r-Ravda adlı eseri tamamıyla Hanbelî mezhebine göre telif edilmiştir. Eserde Şiiliğin bir nebze dahi olsun izi yoktur.[9]

 

Yani bu eser Hanbelî mezhebinin temellerine uygun olarak telif edilmiştir. Evet, ey Hanbelî bilginler bakınız Hanbelî ulemasından biri tathir ayeti hakkında ne diyor? Hiç kimse “Bu adam Şiilikle itham edilmiştir” şeklinde bir itirazla karşımıza çıkmasın. Eserin önsözünde kitabın Hanbelî fıkhının dayanaklarına göre yazıldığı belirtilmektedir.

 

- Eserin muhakkiki kimdir?

 

- Muhammed İbn Suud Üniversitesinin üstadı ve rektörü Abdulal Atve'dir.

 

O şöyle demektedir: Bunların hepsi Ehl-i Beyt kavramının Ali, Fatıma ve Hasaneyn'e özgü olduğunu gösteriyor. Ehl-i Beyt'inden murad hanımları değildir. Aksi takdirde Hz. Resûlullah (s.a.a.) Ümm-ü Seleme'ye “Sen de onlardansın” derdi. Hâlbuki öyle dememiştir. Hz. Resûlullah'ın buyruğunun zahiri Ümm-ü Seleme'nin Ehl-i Beyt'ten oluşunu olumsuzlamaktadır… Bunlar Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mubahele olayı nedeniyle çağırdığı kimselerdir.[10]

 

Bundan dolayı büyük ulemanın ve müfessirlerin bu nükteye dikkat çektiklerini görüyoruz. Kimse “Seyyidim büyük müfessirler masumiyetten hiç bahsetmemişler” şeklinde bir itirazla karşımıza gelmesin. Doğrudur, müfessirler ayet çerçevesinde masumiyete değinmemişler, ancak konumuz Ehl-i Beyt bağlamındadır.

 

Bakınız Allame Alusî ne diyor: “Ehl-i Beyt kavramının iki kullanımı bulunmaktadır. Bir kullanımının kapsamına hanımları girerken diğerine girmez.”[11] Öyleyse ayette geçen Ehl-i Beyt kavramının çerçevesine Peygamber'in hanımlarının girip girmediğini belirlemek için araştırma yapmamız gerekmektedir. Alusî aslında hanımların kavramın kapsamına girdiğine inanmaktadır. Ancak iki kullanımdan birinde Şia'yla örtüşmektedir.

 

Ben bugün önemli bir kaynağı ve çağdaş bir bilginin sözlerini sunmak istiyorum, Şeyh Salih İbn Abdülaziz'in el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye adlı eserini. Yazar Muhammed İbn Abdülvehhab'ın bağlılarından ve torunlarındandır.

 

O bu eserinde şöyle diyor: Ehl-i Beyt ifadesi Hz. Peygamber'in akrabaları ve örtünün altına alınan beş kişi hakkında kullanılır. Bunlar Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'dir. Bu beş kişi kullanımın en özel örnekleridir. Hz. Peygamber'in Âl'inin tamamı da kavramın kapsamındadır.[12]

 

Önümüzde ifadeleri var. Bu ifadeleri sizlere okuyayım: Bu beş kişi onlardandır -yani kendilerine sadaka verilmesi haram olan kimselerdendir-. Ehl-i Kisa Hz. Peygamber'in kisasıyla üzerlerini örttüğü kimselerdir ve onları bu örtüyle sınırlamıştır. Bunlar hakkında “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (33/el-Ahzab/33) ilahi buyruğu nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.a.) kisasını Ehl-i Beyt'ten bir grubun üstüne örtmüştür. Bunlar Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn'dir. Bunlar bu kavramın en özel misdakıdır. Hz. Peygamber'in Âl'inin tamamı da kavramın kapsamındadır.[13] Evet, bizler de genel terim olarak bunların Ehl-i Beyt'ten olduğuna inanıyoruz.

 

- Ümm-ü Seleme kisanın altına ayetin nazil oluşundan sonra girmiştir.

 

- Tam isabet. Yani Akil, Ali, Cafer ve Abbasoğullarının da kavramın kapsamına girme hakları vardır. Ancak öncelik bu beş kişiye aittir.

 

Demek ki Ehl-i Beyt ifadesinin bir dördüncü terimsel anlamı daha bulunmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.a.) bunu fiilî ve kavli olarak açıklamıştır. Bizler sözcüğün lugat, günlük dil ve fıkıhtaki kullanımlarının sadece bu beş kişiye ait ve onlara özgü olduğunu iddia etmiyoruz ki “Sizin kaynaklarınızda da kedinin dahi ehl-i beytten olduğunu bildiren rivayet var” şeklindeki itirazınız görüşümüzü çürütsün. Biz de zaten bu anlamlara gelen kullanımlarının olduğunu onaylıyoruz. Bizim muradımız fıkhî veya kelamî bir konu olarak Ehl-i Beyt değildir. Konumuz tathir ayetindeki “Ehl-i Beyt” kavramıdır.

 

Özetle işaret etmek istediğimiz şu hususa dikkat ediniz: Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) “Hanımım veya hanımlarım benim ehlimdir' şeklinde buyurduğu hadislerle karşılaştığımızda bilelim ki burada kastedilen tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt değildir.

 

- Yani genel anlam kastedilmiştir.

 

- Tam isabet. Gerçi rivayet bulunmaktadır. Aişe'den rivayet edildiğine göre Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) İfk olayı dolayısıyla minbere çıkarak “Ey müminler topluluğu! Ehlim hakkında bana vermiş olduğu eziyetten dolayı şu adam -Abdullah İbn Übeyy- hakkında kim beni mazur görebilir? Vallahi ben ehlim konusunda hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Öyle bir kişiyi dillerine doladılar ki onun hakkında da ancak hayır biliyorum. O kişi ehlimin yanına ancak benimle birlikte varırdı…”[14] buyurmuştur. İşte bu rivayet delil olarak sürülerek Aişe'nin de Ehl-i Beyt'ten olduğu söylenmek istenmiştir. Ancak bu hadiste geçen ehl sözcüğü tathir ayetinde kullanılan Ehl-i Beyt terimiyle aynı anlamda değildir.

 

Bu rivayet Ehl-i Sünnet tarafından aktarılmıştır. Bu rivayetin sahih olup olmadığı konusuna girmek istemiyorum.

 

- Ehl-i Beyt Okulunda bu anlam çerçevesinde herhangi bir itiraz bulunmamaktadır.

 

- Asla! Peki, Aişe'nin -Hz. Peygamber'in ehlinden olduğu halde- tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girmediğine delil nedir?

 

Cevabımız Ümmü'l-Müminin Aişe'den aktarılan rivayettir. Kendisinin tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girip girmediği hususunda ondan aktarılan rivayetlere bakalım. O bu ayet çerçevesinde ne diyor? Geçen derslerde kardeşlere bir meydan okumamız olmuştu. Biz şöyle demiştik: Hz. Peygamber'in hanımlarının tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramının kapsamına girdiğine dair bir rivayet sununuz. Doktor Suud İbn Abdullah'ın telif ettiği Merviyyatü Ümmi'l-Müminin Aişe fi't-Tefsir adlı eserine bir bakalım. Müellif tathir ayetinin tefsiri hakkında Aişe'den şu rivayeti aktarır: İbn Şeybe, Ahmed, Müslim, İbn Cerir, İbn Ebu Hatem ve Hâkim Aişe'den şöyle aktarırlar: Hz. Resûlullah bir sabah üzerinde yolculukla ilgili şekillerin bulunduğu yünden örme bir örtü olduğu halde çıktı. Örtü siyah kıldandı. Hz. Hasan ve İmam Hüseyin (a.s.) geldiler. Resûlullah (s.a.a.) onları örtünün altına aldı. Sonra Ali geldi, O'nu da örtünün altına aldı. Sonra da ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi terte­miz kılmak ister' ayetini okudu.[15]

 

Ümm-ü Seleme ve Aişe “Hz. Resûlullah (s.a.a.) benim kisa altına girmemi engelledi” diyorlarsa artık ne söylenebilir ki! Kendileri kavramın kapsamına girmediklerini açıkça belirtmektedirler.

 

Şu sonuca ulaşıyoruz: Kavramın böyle bir anlama sahip olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

 

Açıklamalarımı özetleyecek olursam Ehl-i Beyt kavramının çeşitli kullanımları ve farklı terimsel anlamları vardır. Örfî, lugavî, kelamî ve fıkhî kullanım bunlardandır. Biz ise defalarca belirttiğimiz üzere tathir ayetinde geçen Ehl-i Beyt kavramı çerçevesinde konuşuyoruz.

 

Özetle, tathir ayetinde geçen “Ehl-i Beyt” ifadesi Hz. Resûlullah, Hz. Fatıma, eşi ve iki oğluna özgüdür.

 

- Seyyidim ikinci soruya geçelim. Ümm-ü Seleme ve Aişe'den nakledilen, Ehl-i Beyt kavramının söz konusu beş kişiye özgü olduğunu belirten alıntıladığınız hadisler çerçevesinde değerlendirmelerde bulunduk. Acaba kisa ehlinin sadece Ehl-i Beyt'ten bu beş kişi olduğunu gösteren başka kanıtlar da var mı?

 

- Resûlullah'ın (s.a.a.) “Kavram sadece bunları kastediyor” dediği başka kanıtları mı kastediyorsunuz?

 

- Veya başka bir şekilde soruyu soralım. Bu terimsel anlama nasıl ulaştınız?

 

- Kisa hadisi anlaşıldı. Başka kanıtların olup olmadığına bakacağız şimdi.

 

Azizlerim, mubahele ayeti çerçevesinde aktarılan hadisler de en önemli kanıtlardandır. Müslümanlardan mubahele ayeti, menzile hadisi ve velayet ayeti çerçevesinde programlar yapabilmemiz için dua istiyorum. “Bana olan konumunun Harun'un Musa'ya olan konumu gibi olmasını istemiyor musun?

 

Mubahele ayetine geçelim. “Gerçek, Rabbinden gelendir. Öyle ise şüphecilerden olma. Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” (3/Al-i İmran/60-61)

 

Ayette tefsirî bir nükte bulunmaktadır. Ayette “el-hakku mea Rabbike / hak rabbin ile birliktedir” denmemektedir. Hâlbuki Ali (a.s.) ile ilgili olarak “el-hakku mea Ali ve Aliyyun mea'l-hakk / Ali hak ile beraberdir. Ali de hakla…” buyrulmaktadır. Allah-u Teâlâ söz konusu olduğunda neden “min /…den” edatı kullanılıyor da kul söz konusu olduğunda “mea / beraber” deniliyor?

 

İşte cevabı: Kur'an-ı Kerim “el-hakku mea Rabbike / hak Rabbin ile birliktedir” ifadesini kullansaydı ayetten senevîye/düalizm kokusu gelirdi. Yani Rabb ayrı bir varlık, hak da onunla birlikte diye düşünülebilirdi.

 

Mubahele ayetinin mesajını bir cümleyle dile getirecek olursak, hakkın safını batılın safından ayırt etmek istiyor diyebiliriz. Bunların safında olan kimseler hak ile birliktedir. Karşı safta bulunan kimseler ise batılla birliktedir. Öyleyse ayet son derece önemli ve hayatidir. Bizler Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra günümüze kadar devam eden ve Kıyamete kadar da devam edecek olan birçok fitnelerin, savaşların çıktığını ve daha da çıkacağını biliyoruz.

 

Soru; hakla birlikte olabilmek için kimin saffında olacağız. Kur'an diyor ki Peygamber'in mubahele günü yanında getirdiği kimselerin safında olunuz. Sizler onlarla birlikte olduğunuzda hak safında olursunuz. Eğer onlarla birlikte olmazsanız hak üzere değilsiniz.

 

Mubahele ayetine girmek istemediğimi belirtmiştim. Zira bu çok uzun bir konudur.

 

Hatemü'l-Enbiya ve'l-Mürselin'in peygamberliğini ispatlayan hak hangisidir? Bu haktan daha büyük bir hak mı vardır?

 

- Vahdaniyetin ispatı.

 

- Her şeyin. Hz. Peygamber'in peygamberliği bu saftadır. Bu safta olanlar kimlerdir?

 

Ayetten anlaşıldığına göre bu safta durmayan kimseler lanete uğramışlardır. İkinci olarak da yalancıdırlar. Ayet belirttiğimiz gibi son derece önemlidir.

 

Ehl-i Sünnet'in büyük bilginlerinden Allame Zamahşerî bu ayetin kisa ashabı hakkındaki en büyük ayet olduğunu söylüyor. O şöyle diyor: Ayet-i kerimede “oğullarımızı/ebnaena” ve “nisaena/hanımlarımızı” sözcüklerinin “enfusena/ kendimizi” kelimesinden önce zikredilmesi konumlarının yüceliğine, latifliğine ve yakınlıklarına dikkat çekmek içindir. Ayrıca bunların “enfusena/nefislerimize” öncelenmiş olduğunu bildirmek içindir. Ashab-ı kisanın faziletine dair bundan daha kuvvetli bir delil bulunmamaktadır.[16]

 

- Yani Hz. Hasan, Hüseyn ve Fatıma'nın konumlarına dikkat çekmek içindir. İnsan gerçekten aciz kalıyor.

 

- Soru; bu rivayet sahih midir? Aziz dostların bu konuda fazla delile ihtiyaçlarının olduğunu düşünmüyorum. Sahihü Müslim'den bir rivayet aktaracağım. Artık onu da yalan sayarlar mı bilemiyoruz. Yalanlama noktasında özgürsünüz. “Müslim bu konu özelinde rafızıdir” derlerse belki çıkış yolu bulabilirler.

 

Rivayet şöyledir: Bir de: ‘De ki: Gelin, biz kendi oğullarımızı, siz de kendi oğullarınızı, biz kendi kadınlarımızı, siz de kendi kadınlarınızı, biz kendimizi ve siz de kendinizi çağıralım…' ayeti inince, Resûlullah (s.a.a.) Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyn'i çağırdı, sonra şöyle buyurdu: ‘Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'im'dir.'[17]

 

Hâkim en-Nişaburi Marifet-ü Ulumi'l-Hadis adlı eserinde şöyle demektedir: Tefsirlerde Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) mubahele gününde Ali, Hasan ve Hüseyn'in (a.s.) ellerinden tutup Fatıma'yı da onların arkasına alarak getirip ‘İşte bunlar bizim oğullarımız, hanımlarımız ve nefislerimizdir. Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim' demesine ilişkin Abdullah İbn Abbas'tan ve diğerlerinden aktarılan haberler mütevatirdir.[18]

 

Benim de bir kanıtım var. Şöyle ki, İbn Teymiyye'nin nerede Ali'nin (a.s.) bir faziletini veya üstünlüğünü ortaya koyan hadis görse senedini zayıf saymaya ve değerden düşürmeye çalıştığı malumdur. “Bu rivayet uydurmadır veya ravi rivayeti karıştırmıştır” der. Ancak mubahele hadisi çerçevesinde aktarılan rivayetlerin değerlendirmesi hakkında bu türden ifadeler kullanamaz.

 

O şöyle der: Mubahele ayetine gelince, bu ayırt edici faziletlerden değildir. Hz. Resûlullah (s.a.a.) Hz. Ali, Hz. Fatıma ve iki oğlunu çağırdı. Hâlbuki onlar ümmetin en faziletli bireyleri değildirler. Ehl-i Beyt'inin en yakınları olduğundan onları çağırmıştır.[19]

 

Görüldüğü üzere rivayetlerin senedi hakkında eleştiride bulunamıyor ancak hadisin içini boşaltmaya ve altını oymaya, bu fazilete başkalarının da ortak olduğunu söylemeye çalışıyor. İbn Teymiyye'nin pasajdaki bütün ifadeleri akla gelebilecek bir soruyu bertaraf etme amacına yöneliktir. Yani o, insanların ayeti dayanak kabul ederek ümmetin en faziletlileri bunlardır demesinden korkuyor. En özel kişiler olduklarını kabul etmekle birlikte ümmetin en faziletlisi olduklarını teslim etmiyor. Hâlbuki Ali b. Ebu Talib Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) damadı ise Osman da aynı şekilde damadıdır. Neden Hazret (s.a.a.) onu da getirmiyor?

 

- Allah size sıhhat ve afiyet versin seyidim. Hindistan'dan Muhammed kardeş hatta.

 

- Selamun aleykum. Bir sorum olacak. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn dedeleri Resûlullah (s.a.a.) olması münasebetiyle Ehl-i Beyt'in kapsamına giriyorlar. Peki Ali (a.s.) hangi gerekçeden dolayı Ehl-i Beyt'in kapsamına giriyor? Eğer Hz. Fatıma'nın eşi olması münasebetiyle ise bu durumda diğer kızlarının eşlerinin de bu kapsamda olması gerekir.

 

- Azizim, Hz. Ali, Hz. Resûlullah'ın kızı Fatıma'nın eşi olması hasebiyle Ehl-i Beyt'in kapsamına giriyorsa size göre Osman Ali'den daha evla olduğuna göre onun da buraya dahil olması gerekiyor. Bizler esasında Hz. Resûlullah'ın Hz. Zehra'dan başka kızının olmadığına inanıyoruz. Bu konu kendi özel bölümünde ele alınıp incelenmiştir. Üçüncü halife Osman'ın Hz. Resûlullah'ın kızlarından ikisiyle evlenmiş olduğunu kabul etsek dahi eğer bu damatlık hali mubahele olayına dahil olmasını gerektiriyorsa Osman'ın öncelikle orda olması gerekirdi. Öyleyse Hz. Ali'nin kavramın kapsamına girmesi hususunda bu neden geçerli değildir.

 

İkinci olarak; bu soru bizlere değil sizlere yöneltilmelidir. Sizler Peygamber'in (s.a.a.) hanımları içinde en çok Aişe'yi sevdiğini iddia ediyorsunuz. Öyleyse Hz. Resûlullah (s.a.a.) Aişe'yi neden Kisa ashabının arasına almadı ve mubaheleye kendisiyle birlikte getirmedi? Demek ki kavramın kapsamına girmenin akrabalıkla veya damat olmakla doğrudan bağı bulunmamaktadır.

 

- Seyyid Kemal Haydari Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 



[1] Age, c. 1, s. 227, ‘Ebvabü'l-As'ar' bablarından ‘kedinin artığının temiz oluşu', 2. Bab, Hadis No: 1

[2] Muhammed Nasırüddin Albanî, Sahihü'l-Camii's-Sağîr, c. 1, s. 688, 3694 no.lu hadis, basıma hazırlayan Züheyr Şaviş, el-Mektebü'l-İslamî. 

[3] Müsnedü'l-İmam Ahmed, c. 37, s. 216, Hadis No: 22637, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale.

[4] Ebu Cafer et-Tahavî, Şerhü Müşkili'l-Asar, c. 2, s. 246, Müessesetü'r-Risale

[5] Age, agy.

[6] Şeyh Salih İbn Abdülaziz İbn Muhammed İbn İbrahim Alı'ş-Şeyh, el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye, c. 2, s. 459, Tahkik Adil İbn Muhammed Mürsi Rıfai, Darü'l-Asıme, 1. Basım, 1430

[7] Age, agy.

[8] Ebu Cafer et-Tahavî, Şerhü Müşkili'l-Asar, c. 2, s. 245, tahkik, tahriç ve talik Allame Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale.  

[9] Necmüddin Ebu'r-Rebi İbn Said et-Tufî el-Hanbelî, Şerhü Muhtasari'r-Ravda, c. 1, s. 16, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türkî, Müessesetü'r-Risale, 4. Basım, 1424.

[10] Age, c. 3, s.110

[11] Ebu's-Sena Şihabuddin Mahmud el Alusî, Ruhu'l-Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim, c. 21, s. 305, Tahkik Mahir Habuş, Müessesetü'r-Risale.

[12] el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye, c. 2, s. 458

[13] Age, agy.

[14] Şerhü Müşkili'l-Asar, c. 2, s. 238

[15] Doktor Suud İbn Abdullah el-Fensiyan, Merviyyatü Ümmi'l-Müminin Aişe fi't-Tefsir, s. 318, Hadis No: 504, Darü't-Tevbe, Riyad, 1. Basım, 1413.

[16] Allame Carullah Zamahşerî, el-Keşşaf an Hakaiki Ğavamidi't-Tenzil ve Uyunu'l-Ekavil fi Vucuhi't-Tevil, c.1, s. 566 Tahkik Adil Ahmed Abdülmecid ve Şeyh Muhammed Ali Muavviz, Mektebetü'l-Ubeykan, 1418, Riyad, Suudi Arabistan.  

[17] İmam Ebü'l-Hüseyin Müslim İbn el-Haccac el-Kuşeyrî en-Nisaburi, Sahihü Müslim, c. 4, s. 214, 2404 numaralı hadis, ‘Hz. Ali'nin Faziletleri' babı, Tahkik Şeyh Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefi el-Eseri, Darü'l-Hayr.

[18] Ebu Abdullah Muhammed İbn Abdullah Hâkim en-Nişaburî, Marifetü Ulumi'l-Hadis ve Kemiyyeti Ecnasihi, s. 230 Şerh ve Tahkik Doktor Ahmed İbn Faris es-Sellum,2. Basım. Mektebetü'l-Mearif,   

[19] Mecmuu Fetava İbn Teymiyye, c. 4, s. 419

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net